Bahri KARADUMAN 
              GÜNEŞE ÇAĞRI ARİSTONİKOS İSYANI 
                 
            Sevgili yazar dostum Osman Akbaşak, Arkeopark İzmir'den düş  yolculuklarına başlayınca, önceden yaptığımız kültür gezilerindeki ören yerleri  görmenin, gezerek bir şeyler öğrenmenin dışında fazla ilgi duymadığım arkeoloji  konusuna yönelmek gereğini duydum. Genel bilgilerin yeterli olmadığını  düşünerek kaynak kitaplara yöneldim.  
             
            Arkeoloji, "eski uygarlıkların, insan etkinliklerinin maddi  kalıntılarına ya da bunlarla ilgili verilere dayanılarak incelenmesi"  tümcesiyle tanımlanıyor. Bizim Meles ırmağının çocuğu dediğimiz, ilk ozan  olarak kabul ettiğimiz Homeros, eski bir uygarlığa ait göreneklerden,  eşyalardan söz ettiği için de arkeolojinin babası sayılıyor.  
             
            Bilimsel gelişmesine koşut olarak arkeoloji, her ülkede benimsenmiş. Büyük  kentlerde arkeoloji müzelerinin kurulmasının nedeni bu olmalı. Günümüzde tüm  ülkeler, arkeolojiyle ortaya çıkarılan kendi miraslarının ne derece önemli  olduğunun bilincindeler. Arkeoloji kalıntılarının ülke dışına çıkarılması yasak.  Unesco aracılığıyla çeşitli yerlere dağıtılmış ulusal arkeolojik eserlerin ait  oldukları ülkelere gönderilmesine, arkeolojik kültür varlıklarının  değerlendirilmesine çalışılmakta. 
             
            Son yıllarda arkeolojinin önemi çok iyi anlaşıldı. Eski çağların bilgi  dünyasına ulaşabilmek için, başta iletişim bilimleri ve matematik olmak üzere, tüm  bilimler bu alana yönelmiş. Kazılarla yenilenen gelişen arkeoloji en basit,  evrensel kalıntılardan yola çıkarak günümüze dek fark edilmemiş gerçeklere  zamansal boyut getirerek, insanın kökeni ve çeşitli kültürel evrimleriyle  ilgili sorulara yanıt bulmak, bir başka deyişle insanoğlunun dünyadaki yerini  yeniden belirlemek çabasında. - ki üzerinde duracağımız romanın ana konusu da  bu - Geçmişiyle bugünüyle geleceğiyle insanlık bir bütün. Bu bütünlükte uygarlığın,  sanatın işlevi ne? Zaman mı, insan mı başat öğe? Merak ettiğim soru. Düşündüğüm  konu. 
             
            Okudukça anladım ki arkeoloji okyanus, insan da o okyanusta bir damla. O  okyanusun en güzel kıyıları da Anadolu, özellikle de Ege. Antik çağlardaki  adıyla Arşipel. "Dağlarından bal, ovalarından yağ akar" özdeyişinin boşuna  söylenmediği, denizinin ve toprağının bereketine sınır olmayan yöre.  
             
            Ne var ki Anadolu hep bereketli, verimli topraklar olarak görüldüğü için  paylaşım savaşlarının da nedeni olmuş. Dostluklar içinde barışla geçmesi  gereken yıllar, savaşla geçmiş. Oysa Cevat Şakir'in dediği gibi bu bölge "Pembe  sabahlar, mavi öğlenler, altın ikindiler, menekşe akşamlar" diyarıdır. İnsanı  âşık eder, sanatçı kılar. Şiir yazdırır, roman yazdırır. Doğaldır ki buranın  kültür ve uygarlığına, yapılan bilimsel çalışmalara sanatçının ilgisiz kalması  düşünülemez. Bu sanatçılardan biri de sevgili Osman Akbaşak. Gerçek bir aydın,  kültür adamı, aktivist ve beş kitabıyla başarılı bir yazar. 
             
            Osman Akbaşak'ın "Arkeopark İzmir'den Düş Yolculukları" adını verdiği serinin  ilk kitabı olan 8500'de mekân, Arkeopark İzmir. Yıl ise 2035. 2035'in İzmir'i  kentlilik bilinciyle donanmış ideal bir şehir. Romanın konusu da genç, bilinçli  roman kahramanlarının 8500 yıl öncesine yaptıkları gizemli bir zaman yolculuğu.  Kitabın arka kapak yazısında Nevzat Süer Sezgin "Agora'dan başlayıp Kadifekale sırtlarındaki antik tiyatroyu içine alan Arkeopark  İzmir, bizlere hangi güzellikleri sunmaktadır, arkeoloji, toplumlar için neden  önemlidir, mesleğine tutkulu bir insanın mutluluğu nasıldır, ilk aşkın heyecanı,  birlikte üretirken neden doğrulara ulaşır? Bu gibi soruların yanıtını  bulacağınız, tertemiz Türkçeyle yazılmış bir roman" sözleriyle tanıtmıştı  8500'ü. Gelecekten bu günlere seslenen, günümüzden de geleceğe uzanan  bilgilendirici, sorgulayıcı bir roman 8500. Merak ve heyecanla okundu,  beğenildi ve yeni kitap "Güneşe Yolculuk Aristonikos İsyanı"na bir yerde temel  oluşturdu. 
             
            Bu roman masa başında yazılan bir kurgu romanı değil. Osman Akbaşak, çok  büyük bir arşiv taramasıyla otuz iki kaynak kitap belirlemiş. Bu kaynaklardan  yararlanarak tarihsel gerçeklere ulaşmış. Olayların geçtiği yöreleri gezerek,  coğrafi özelliklerini belirleyerek; çok daha önemli olduğunu düşündüğüm  önermelerle kent planlamacılarına ve yöneticilerine yeni ufuklar açmış. İzmir'i  cazip bir tarih ve turizm merkezi yapabilmek için "Agora'da İzmir Arkeopark'ı,  Aliağa'da KYME Arkeopark'ı, Bergama kavşağında Galen Tıbbi Bitkiler Bahçesi"  örneklerinde olduğu gibi düzenlenmesi ve turizme kazandırılması gereken  alanları bildirmiş. 
             
            "Nasıl insanın aklına Roma denince  Kolezyum, Atina denince Akropolis geliyorsa İzmir denince de Agora gelmeli ve  bu güzel şehir herkesin aklının bir köşesinde yer etmelidir." görüşünü oya  gibi işlemiş. Geçmişin değerlerinin izini sürerken o değerleri güne nasıl  taşıyabileceğimizi, onları nasıl etkili kılabileceğimizi sorgulamamızı da istemiş.  Bu önerilerinin ne denli önemli olduğunu da roman diliyle didaktikliğin  kuruluğuna düşmeden büyük bir başarıyla vurgulamış. 
            Bir devam romanı niteliği taşımıyor Güneşe Çağrı. Kendi içinde bütünlüğü  var. Yazar, serim bölümünde çok ustalıklı bir girişle karakterleri ve olayı  okura sunarken ilk kitabı okuyanların da bunları anımsamalarını sağlıyor.  Romanda ana izlek 2168 yıl öncesine yapılan zaman yolculuğu. Okura fazla bilgi  vermeden, olay akışını aktarmadan, merak öğesini okura bırakarak Güneşe Çağrı  Aristonikos İsyanı'nın önemi üzerinde durmak istiyorum. Kitabı değerlendiren  Sayın Prof. Şadan Gökovalı'nın berittiği gibi tarihteki ilk köle isyanını konu  alan ilk roman. İşlenmemiş, belki de cesaret edilememiş çok önemli bir olay,  roman kurgusuyla okura sunuluyor. Bu olayla paralellik kurularak, bu coğrafyada  yaşanmış benzer bir olay olan Şeyh Bedrettin ayaklanması bilinenden farklı bir  yaklaşımla ele alınıyor. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'i yeniden düşünüp, bu  tarihsel olayı yeni bir görüşle değerlendirmemizi sağlıyor. Yüreğimizde sızı  içimizde bir sancıyla yeniden düşünüyoruz. Bergama'yı daha yakından tanıyor;  papürüsten parşömene geçiş öyküsünü ve Zeus Sunağı'nın Almanya'ya kaçırıştaki  saklanan gerçek tarihsel bilgileri öğreniyoruz. Savaşarak alınan yerlerin  büyüklüğünün değil, barışı sağlayarak yaratılan kültür ve uygarlıkların  insanlık için ne denli önemli olduğunu da çok iyi anlıyoruz. 
             
            Osman Akbaşak, dili çok iyi kullanan bir yazar. Güzel konuşur, sohbeti  doyumsuzdur. Konuşma rahatlığını yazarlığına da aktarmış. Edebiyatta "Kemal  Tahir diyaloğu" diye nitelenen karşılıklı konuşmalardaki üstün başarıyı bu  romanda da görüyoruz. Yazarın anlatılan dönemleri çok iyi araştırması  betimlemelere doğallık, bu da romana içerik - betimleme uyumunu kazandırıyor.  Uzun ve sıkıcı çözümlemeler yok. Akıcı anlatım, romanın rahat okunmasını  sağlıyor. "Doğa bahar bakışlarla gülümsüyordu" örneğinde olduğu gibi, yer yer  şiirleşen dil, zaman zaman özdeyiş niteliğinde çok önemli tümcelerle zenginleşiyor.  Örneğin: 
             
            *Ucunda kazanma umudu olan bir  vaat, tekrar yaşamı sevdirebilir. 
            *Neye baktığını bilmezsen seyretmiş  olursun, o boşa giden bir bakıştır. 
            *Bilginin sınırı yoktu, her an yeni  bilgiler eklenebilir. 
            *Bir işi yapmaktan yorulduysanız  başka bir iş yaparak dinlenin. 
            *Olayları ait oldukları çağın  koşulları içinde yorumlamak daha doğru olur. 
            *Büyük sorumluluklar büyük  yalnızlıklar getirir. 
            *En büyük mutluluk kaynağı, erdem  ve ideal için yaşamaktır. 
            *Güneş adildir, kimseyi kayırmaz. 
             
            Gerçekten etkilendiğim,  yararlanacağım çok değerli sözler. 
             
            Güneşe Çağrı Aristonikos İsyanı, önemli bir kitap. Tek yönlü okuma ile  sınırlandırılmaması gereken derinlikli bir yapıt. Tüm yönlerinin bu kısa yazıda  anlatılması mümkün değil. En doğrusu notlar alarak, düşünerek yeniden yeniden  okumanız, kendi yorumunuzla değerlendirmeniz. Ege sevdalısı bütün aydınların  kitaplığına girmeli, gündem oluşturmalı, her dönemde okunmalı. 
                        
           |