Boğaziçi Anıları - Sedad Hakkı Eldem 1979 tarihli 'Boğaziçi Anıları' için kaleme aldığı önsözden bir bölüm: |
|
Büyüklü küçüklü vadi ve dereler arazi içine gömülmekte ve Boğaz bölgesini genişletmekte, böylece çayırların ta dibinden ve uzaktan Boğaz'ın sularını görmek mümkün olmaktaydı. Aklımıza Göksu, Beykoz, Büyükdere, İstinye ve Baltalimanı çayırlarının Boğaziçi’nden başlayarak arazi içine doğru uzanış ve yayılışları gelmektedir. Bunlar büyük arazi kümeleriyle çevrilmiş ve yer yer taş sofalar, çeşmeler ve köşklerle zenginleştirilmiştir. Buraları İstanbul'un doğal parklarıdır. Diplomasız Türk şehircileri burada da büyük bir yetenek ve anlayışla davranmışlar, doğayı zorlamamışlar, aksine tüm güzelliklerini görünmez bir elle belirginleştirmeyi bilmişlerdir. Bunun ne demek olduğunu, bugün park yapmak amacıyla el attığımız alanların ne kadar yapma bir durum aldıklarını gözümüzün önüne getirerek daha iyi anlayabiliriz. Boğaziçi, yalıları, köyleri, park ve çayırları ile haklı olarak dönemin en görkemli su yolu durumunda idi. Karşılıklı kıyıların kilometreler boyunca birbirinden farklı ve hep sürprizler yaratarak uzanmaları, Boğaz'ı benzersiz bir duruma getirmişti. Boğaziçi en parlak durumunu resimlerini sunduğumuz dönemde, yani 19. yüzyıl ortalarında bulmuştur. Eski eserlerin çoğu mevcut, yalılar ve köyler ise gelişmelerin en üst düzeyine erişmiştir. * * * * * Evler ahşaptan ve duvarlar dolma olduğundan taşla elde edilmesi güç ölçekte mekânlar yaratmak mümkün olurdu. Evler ilk yapıldıkları formda uzun zaman kalmazdı, çünkü sık sık değişikliğe uğrar, insan eli veya kaza (genellikle yangın) ile yok olmadan önce birçok kere yenilenirdi. Yalı denen konutlar 19. yüzyıl sonuna doğru en büyük sayıya çıkmış, çoğalmış, yeşil alanlar sevimli küçük kıyı meydanları ve geniş çayırlar, genellikle nehirlerin ağzında yer alan parkların dışında Boğaz'ın iki yakasında kesintisiz bir sıra teşkil etmişlerdi. Bu yeşillikler halkın birbiriyle karşılaştığı ve piknik yaptığı gezinti ve mesire yerleriydi. Boğaziçi, yaz-kış oturulan köyler dışında, sayfiye, yani mevsimlik bir oturma yeriydi. Çoğu yalı ve köşklerin kendi bağ ve bahçeleri vardı. Buralarda erguvan, manolya, mavi çam, sedir ve fıstık çamı gibi nadir süs ağaçlarından başka türlü yemiş ağaçları da yetişirdi. Bunlar semtlerine göre tanınmış ve İstanbul piyasasını da etkiler durumda idi. Beykoz cevizi, Sultaniye inciri (İncirköy) gibi. Beylerbeyi, Çengelköy ve Arnavutköy'ün kirazları meşhurdu. * * * * * Anadolu yakası, Büyükdere'ye karşılık hemen hemen aynı ağırlıkta sayılabilecek bir mesire manzumesi oluşturuyordu. Bunlar, Hünkar iskelesi ve Yalıköy’ünden başlamak üzere 4.5 kilometre boyunca, Tokat Deresi'ni izleyerek Akbaba, Dereseki, Karakulak mesireleri olarak tanınırdı. Bu vadi ve çayırlıkları büyük sayıda çeşmeler ve Hünkâr köşkleri süslerdi. Sultan III. Selim burada saray kadar güzel bir Kâğıthane inşa ettirmişti, son zamanlara kadar kalıntıları ayakta idi. * * * * * Anadolu Yakasında büyük ve önemli yalılar Paşabahçe'den başlar. Bunların birincisi Saib Molla Yalısı'dır. Çelebi'ye göre Hezarpare Ahmed Paşa'nın sarayı İncirli yani İncirköy'de imiş. Semte Paşabahçe ismini veren bu yalı olabilir. Kesin yeri bilinmemekle beraber Burunbahçe yöresi veya civarı akla yakın geliyor. |