YILMAZ KARAKOYUNLU’NUN SANATI VE TOPLUMSALLIK
Türk edebiyatında çok önemli adlar vardır. Fuat Köprülü, Memduh Şevket Esendal, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı gibi. Bugün Fuat Köprülü, bir parti kurucusu, milletvekili ve dış işleri bakanı oluşuyla değil; Türkiye’de çağdaş tarihçiliğin kurucusu olduğu; Türk Saz Şairleri Antolojisi, Divan Edebiyatı Antolojisi gibi çok önemli yapıtlarıyla ve bilim adamlığıyla anılır. Memduh Şevket Esendal, bir partinin genel sekreteri olmasıyla değil; Cumhuriyet sonrası çağdaş Türk öyküsüne sadeliği getirmesiyle Mendil Altında, Otlakçı öykü kitaplarıyla ünlü Ayaşlı ve Kiracıları romanıyla tanınır. Yakup Kadri’yi, Yahya Kemal’i herkes bilir; ama kimse onları bir dönemin milletvekilleri olarak düşünmez. Biri çok büyük yazarımız, diğeri büyük şairimizdir.
Birkaç örnekle andığım bunun gibi değerli şahsiyetler, siyasal alanda milletimize hizmet etmişlerdir; bu hizmetler kuşkusuz çok önemlidir; ama siyasal kimlikleriyle değil; sanatçı kimlikleriyle, ürettikleri sanat yapıtlarıyla geleceğe kalmışlar, hiç unutulmamışlardır.
Yılmaz Karakoyunlu da çok önemli devlet görevleri yanında siyasal tarihimizde iz bırakan emekli bir bakan ve milletvekilidir; ama bizler için önemi çağdaş Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden ve yazarlarından biri olmasıdır. Büyük bir gazetede köşe yazarlığı yapmıştır. Öyküleri, oyunları, senaryo çalışmaları vardır. Başarılı bir bestekârdır.
Sanat yaşamında ilk göz ağrısı şiir olduğu için önce Yılmaz Karakoyunlu şiirinden söz etmek istiyorum. Geleneksel şiirde uyumu sağlayan iki önemli kavram vardır: Ritim ve armoni. Şiirde ritim, ölçü ve uyakla elde edilir. Klasik şiirde “aruz”, halk şiirinde ve ulusal edebiyat döneminde “hece” ölçüsü kullanılmıştır. Yılmaz Karakoyunlu okul yıllarında çok iyi bir şiir kültürüyle yetişmiş, geleneksel şiirin değerlerini içselleştirmiş; ölçü ve uyağı şiirin vazgeçilmezleri olarak görmüştür. Eski şiirin rüzgârına tutkun bir şairdir. Divan şiirinde çoğu Arap ve Fars edebiyatlarından alınma nazım şekilleri vardır. Türk zevki bunlara şarkı ve tuyuğ nazım şekillerini eklemiştir. Şairleri en çok zorlayan tür tuyuğ ve rubâidir. Rubâi, hem bir düşünce ve duyguyu ifadede hem aruz ve kafiye kullanımında “dört başı mamur” olmayı zorunlu kılar. İçerik ve söyleyiş ince, zarif kısaca söylersek mükemmel olmalıdır. Diğer türlerde hatalar fazla göze batmayabilir ama rubaide hata yapma özgürlüğü yoktur. Karakoyunlu zor olanı seçmiş; iki yüzden fazla rubai ve dörtlük yazmıştır. Dörtlüklerin kimisi aruzla kimisi hece ölçüsüyledir. Hece ölçüsünde aruza hece sayısı en yakın olan 7+7 = 14’lü kalıbı kullanmıştır. “O Hayal Aynasından – Rubâiler” adıyla yayımlanan bu şiirler için bir dönem kültür bakanlığı da yapmış Talat Halman şunları söylüyor: “Pürüzsüz vezin kullanımı, zengin kafiyeler, özlü söyleyiş, hayal gücüyle şaşmaz bir şiir mantığının birleşimi, akıcı üslup, Türk ve dünya kültüründen geleneksel kavramlarla çağdaş yaklaşımların bir arada bulunması ve büyüleyici bir iç musikisi…” Yılmaz Karakoyunlu’nun şiirini çok güzel anlatan bir değerlendirme. Bir örnekle yetineceğim. Kızı Zeynep’e yazılmış bir rubâi: “Her lahzada sevgin bana dünyaya bedel / Yaldızlı saraylardaki rüyaya bedel / Lâfzın seni tarif edecek ölçüsü yok / Bir katresin amma koca deryaya bedel” Kız evlada duyulan gerçek sevginin, şiirin gücüyle çok duyarlı anlatımı.
Yılmaz Karakoyunlu, roman türünde büyük başarı kazanmış, ilk romanı olan “Salkım Hanım’ın Taneleri” ile 1989 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’da ticaret sermayesinin el değiştirmesi, kültürel ve ahlaki yozlaşmanın anlatıldığı romanda ana izlek, varlık vergisiyle zor duruma düşen azınlıkların yaşadıkları acılardır. “Toplumsal gerçekler, tarih kitaplarından çok romanlardan öğrenilir” tezini doğrulayan bir roman Salkım Hanım’ın Taneleri. İtirazı, temyizi olmayan bir vergiydi bu ve Cumhuriyet’in on yılda topladığının yarısını, on beş günde almayı, piyasaya egemen olan yabancıları ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Kimse yarınından emin değildi. Vergisini ödeyemeyenler Aşkale’ye sürgüne gönderiliyordu. Pek çok aile yoksullaştı, ayrılıklar, adaletsizliklerin psikolojik çöküntüleri büyük travmalara neden oldu. Yazar, yansız bir tutumla olayları, gelişmeleri anlatıp hukukçuların fikri olarak romanında son noktayı şu şekilde koyuyor: “Ödenmeyen vergiler silinmişti, olan varını yoğunu satarak ödeyenlere olmuştu.”
Konusu ne olursa olsun düzyazı bir anlatı türü olan roman, temelde kurgusaldır ve bu kurgunun en önemli özelliği zamana dayanması, başka bir söyleyişle tarihsel olmasıdır. Bu tarihsel özellik, insan-toplum-yaşam üçgeni içinde eleştirel gerçekliği de barındırır. Romancı ister bireysel, ister toplumsal olsun; bu gerçeği bilinçle işlemek, kurguyu o ana izlekte vurgulamak zorundadır. Yılmaz Karakoyunlu, uzun araştırmalara, belgelere dayanarak Cumhuriyet yıllarındaki bu süreci romanlaştırmış ve çok başarılı bir dönem romanı olarak okuruna sunmuştur. Yazarın dili iyi kullanması, yer yer felsefi derinliği olan bilgece söyleyiş, romanın üzerinde durulması gereken diğer önemli özelliği. Örneğin “Onun mektep kokan konuşmasına biraz hayat katmak için kendisini zorlamıştı (Sh.61 ); kitap gibi konuşmaya meraklı küçük maliye memurlarının ağdalı dilinden uzaklaşıp halkın günlük sıcak sesini duymak hoşuna gidiyordu. (Sh.87) ; adamın kendisine güvenmesi yetmez, güveneceği kimsesi de olmalı. (Sh.96) ; Zaman sana yardımcı olmuyorsa, beklemeyi bileceksin; bu talih değil, sabırdır. (Sh.106) ; Adalet vergiyi az ya da çok almak değildir, insana bütün haklarını teslim etmek sanatıdır. (Sh.137) ; Hukukta iki hata işlenir, birincisi hüküm hatasıdır, ikincisi kanun hatası. Hüküm hatasının temyizi vardır, kanun hatasının tashihi, aklıselim daima hâkim olur. (Sh.177) ; Fazilet bir feyiz gibi içimizde varsa, düşman için bile duyulacak hüznümüz olur. (Sh.187)” cümleleri düşündüren, okuru bilgilendiren, eleştirel cümleler.
Yılmaz Karakoyunlu, roman sanatında tam bir betimleme ustası. Şiirsel bir anlatımla okuru o ortamın gerçeklikleriyle buluşturan betimlemeler, kesinlikle yapıtı süslemek amacını taşımıyor. Roman karakterinin ruhsal durumunu anlayıp onun iç dünyasına girmemizi sağlıyor. Diyalogların doğallığı da romana akıcılık kazandırıyor.
er yazarın belirli bir dünya görüşü, yaşam felsefesi vardır ve bu görüş, bu düşünce romana mutlaka yansır. Tarihsel gerçeği, işleyeceği konunun özüne roman gerçeğiyle sindiren sanatçı, estetik bir amaca da yönelir. Sanatın olmazsa olmazı estetiktir. Estetik düzeyin niteliği yapıtın sanat değerini ortaya koyar. Yılmaz Karakoyunlu romanlarının yeni baskılarının yapılması, çok okunması, bu düzeyin tüm yapıtlarına ustalıkla yansıtılmış olmasıdır ve bu nitelik, genç romancılar için de örnek alınmalıdır.
Yazarın diğer romanları şunlardır: 1991’de “Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Tarih Romanı Ödülü”nü alan “Üç Aliler Divanı”, padişahlığın son günlerindeki hükümet istikrarsızlığı, Mustafa Kemal’in saraya damat olmayı reddederek Samsun’a çıkışıyla başlıyor. Romanda Atatürk’e yapılan İzmir suikastı, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarıyla İttihatçıların hesaplaşmaları, hâkimler Kılıç Ali, Kel Ali ve savcı Necip Ali nedeniyle üç Aliler Divanı olarak tanınan Yüksek İstiklal Mahkemesi, Meşrutiyetçi, eski maliye nazırı Cavid Bey’in sorgulanması eksen alınarak Türk siyasal tarihinin çok önemli bir dönemi, eleştirel bir dil ve gerçekçi bir yaklaşımla anlatılıyor.
1992 “Türk Yazarlar Birliği Roman Ödülü”nü alan “Güz Sancısı”, 1955’te yaşanan 6-7 Eylül olaylarını ele alıyor. Cumhuriyet tarihinde kara bir leke olarak nitelenen bu olayları ve gayrimüslim azınlıkların ülkeyi terk etmek zorunda kalışları toplumcu gerçekçi bir anlayışla bu romanda anlatılıyor.
“Çiçekli Mumlar Sokağı”nın konusu, Kurtuluş Savaşı yıllarında Batumlu göçmenlerin milli mücadeleye katkılarıdır.
“Yorgun Mayıs Kısrakları”, Adnan Menderes, Yahya Kemal, Nazım Hikmet gibi kişilerin çevresinde Cumhuriyet’in kuruluşundan 1960’a uzanan dönemin işlendiği bir romandır.
“Perize: Ezan Vakti Beethoven” İhtilal öncesi dönemde iddialı bir solcu ile müzik öğretmeni bir bayanın yakınlıklarını anlatır.12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası sol düşünceli aydınların pek çoğu yaşamlarını, sağ kalanların çoğu da inançlarını ve dirençlerini yitirdi. Roman onların dramlarını ele alıyor.
“Serçe Kuşun Sonbaharı” Şeyh Bedrettin’in yaşamındaki büyük aşkı, bu ateşli tutkuyla olgunlaşmasını farklı bir bakış açısıyla işleyen romandır.
“Mor Kaftanlı Selanik” Türk- Yunan mübadelesi, bir yanda siyasal gelişmeler; bir yanda yaşanan zorluklar, direnç, aşk ve hüzün romanı.
“Sahilde Zaman Bitti” Midilli’den gelip Ayvalık’a yerleşen bir ailenin kızı olan Müfide Nükhet Hanım’ın yaşamını öyküleyen romandır.
Bunların dışında öyküleri Mevsimler Eskidi Biraz, Ekinler Gece Büyür adlarıyla kitaplaştı. Tiyatro yapıtları da Yılmaz Karakoyunlu’nun derin yazınsal bilgi ve emeğinin seçkin örnekleridir.
Özetle söylememiz gerekirse Yılmaz Karakoyunlu, masa başında yalnız kurguya dayalı romanların yazarı değil. Örneğin “Mor Salkımlı Selanik”romanını kaleme alırken Selanik ve adaları gezmiş; yapıtına konu olan yerlerin coğrafyasını yakından görmüş, incelemiştir.
Toplumumuzu, o toplumun sorunlarını, siyasal olay ve tutumların insanımıza nasıl yansıdığını çok iyi bilen; yaşadığı yüzyılı çok iyi gözlemlemiş, birikimli bir yazar. Bu bilinç ve deneyimlerinden gelen ileri görüşlülükle toplumsal gerçekleri roman diliyle gözler önüne seriyor. Amacı, yapılan yanlışların tekrar edilmemesi, gelecek yıllarda daha güzel günlere ulaşılması.
Sanatın farklı disiplinlerinde çok başarılı olmuş derinlikli bir yazar, Yılmaz Karakoyunlu. Saldırmıyor, yaralamıyor; etik ve estetik değerleri önceleyerek yaraları sarmaya çalışıyor.
Bahri KARADUMAN