|  
             SERVET 
            ............ Batman’a geleli üç ay olmuştu. Bu hem ilk mühendislik, hem  de ilk şantiye göreviydi. Henüz askerliğini bile yapmamış, çiçeği burnunda bir  mühendis olarak sanki boyundan büyük işlere kalkışmış gibiydi. İlk başlarda  bundan ciddi olarak endişe duyuyordu, ama ikinci ayın sonunda kendisini kabul  ettirdiğine inanmaya başlamıştı. 
            ............ Boyunun uzun, cüssesinin iri oluşunun usta ve işçilere  kendisini kabul ettirmede etkili olduğu kuşkusuzdu. O da bu avantajını  kullanarak en azından kendini askerliğini yapmış, üç beş sene de bir yerlerde  çalışmış gibi gösteriyor, karşısındakiler de bunu kolayca kabul ediyorlardı. 
            ............ Zaten işe girerken şirket Genel Müdürü İrfan Bey’e de böyle  hava atmış, İrfan Bey’de “Madem bu kadar kendine güveniyorsun sana, şanına  layık bir görev verelim.” diyerek onu BATMAN, SİLVAN ve KOZLUK Depoları  İnşaatları Grup Şefi olarak görevlendirmişti. O, bu kadar zor bir görevi  beklemiyordu doğrusu, ama durumun geri dönüşü yoktu, Çar naçar göreve  soyunmuştu. 
            ............ Merkez şantiye Batman’daydı. Servet, takvimi üçer günlük  periyodlara bölmüştü. Birinci gün Batman’da kalıyor, ikinci gün Kozluk’a  gidiyor, üçüncü gün de Silvan’da bulunuyordu. Kozluk ve Silvan Batman’a  altmışar kilometre uzaklıktaydı. Gidiş dönüş birer saatten, iki saat yol  demekti bu. Mayıs başından Haziran sonuna kadarki dönemde bu yol çekiliyordu  ama, Temmuz sıcakları bastırdığından beri hava, ateşten gömlek gibi insanın  ciğerini yakıyordu. İnsanın dili damağına yapışıyor, boğazı kuruyor, gözlerinin  içi yanıyordu. Hele günün sıcağını şantiyede yedikten sonra akşam beş dönüşleri  çekilmez bir ızdıraptı. Yol çatından, Batman’a inen takriben otuz kilometrelik,  Batman Çayı’nın kıyısından giden yol en zor kısmıydı bu dönüşün. Çünkü Batman  Çayı’nın kazıdığı çok geniş bir çakıl yatağından kabaran kızgın hava,  kıyıcıktan geçen yolu yalayarak uzaktaki yassı tepelere doğru yayılıyor, yol  üzerinde neye rastlarsa kavurarak geçiyordu. İmansız bir sıcaktı bu ama ondan  kaçmak olası değildi, meğer ki yola gece çıkasın. 
  Servet, Hamdi Beyin adını duyardı ama kendisi ile ilk defa  bu şantiyede karşılaşmış ve tanışmıştı. Hamdi bey mensubu olduğu şirketler  grubunun diğer bir şirketi olan Makine İmal Şirketi’nin Genel Müdürü idi ve  kendisinden yaşça hayli büyüktü. Ama can adamdı Hamdi Bey ve Genel Müdürlük  payesinin arkasına sığınıp yukarıdan bakan bir tavrı yoktu. Şantiyede  mendillerini serip öğle yemeğini beraberce domates-peynir-ekmekle geçiştirdikleri  günler az değildi. Özellikle Kozluk ve Silvan şantiyelerine gurbete gittikleri  günlerdi bunlar. Hamdi Bey’in şirketi, her ne kadar Makine ve Kazan imal eden  bir kuruluş idiyse de, son zamanlarda işlerinin kesat gitmesi dolayısı ile ana  şirketin inşaat taahhüdündeki çelik konstrüksiyon işlerini üstlenmiş ve İzmir  fabrikasında imalatı yapıp doğu bölgesinde montajını tamamlıyordu. Hamdi Bey de  ya tasarruflu olmak için ya da montaj işini genç ve tecrübesiz mühendislere  bırakmamak için montajın başında bizzat durmak üzere Doğu Bölgesine gelmişti. 
            ............ Hamdi Bey’in her akşam iki dublesi vardı. Servet de ona  ayak uydurmaya çalışıyordu ama bir dubleden öteye geçemiyordu. Ölçüyü kaçırırsa  ertesi gün sabah altıda kalkamayacağını biliyordu. Halbuki “Şantiyeler Grup  Şefi” sabah yedide şantiyede işçinin başına zebellah gibi dikilmeliydi. Ona bu  yakışırdı. Hamdi Bey ile de şantiye ziyaret programlarını çakıştırmışlar, tek  araba ile beraberce şantiyelere giderlerdi. Silvan veya Kozluk’a gidileceği  günler sabah beşbuçukta uyanırlar, altıda kamyonete binerler bir saat onbeş  dakika sonra şantiyeye varırlardı. Batman’dan 20 km mesafede, Batman çayının  banketinde salaş bir çayhane vardı, orada durulur bir çay içilir ve yola devam  edilirdi. Bir saat onbeş dakikanın onbeş dakikası bu çay faslı içindi. Akşam  dönüşte yine aynı yerde durulur, yine bir yorgunluk çayı içilirdi.  
            ............ Temmuz’un sonlarına doğru, bir akşam sıcaktan ve  susuzluktan perişan bir halde Kozluk şantiyesinden geri dönerken çayhanenin  önünde açılmış bir karpuz sergisine rastladılar. Çayhane’nin sahibi Şıhmus  anlaşılan çeşit zenginliğine gitmişti. Karpuzlar da karpuzdu hani. Şıhmus bir  karpuzu zigzaglı olarak kesmiş yığının en tepesine oturtmuştu. Koyu yeşil bir  kabuk, beyaz ince bir katman, sonra da kankırmızı iç. Yeme de yanında yat.  İrice bir karpuz seçtiler ve Şıhmus’a kestirdiler. Karpuz hemen bitiverdi ama  susuzlukları geçmemişti. Bir tane daha kestirdiler. Bu da onları doyurmadı. Bir  daha, bir daha... Doyduklarını hissettikleri zaman tartı onyedi kiloyu bulmuştu.  Keyifleri yerine geldi, parayı ödediler ve tatmin olmuş olarak Batman’a  döndüler. 
            ............ Ertesi gün akşam bu sefer Silvan’dan  dönerken, dünkü karpuz faslını tekrarlamak vacip olmuştu. Sıcak dünden de  fazlaydı, kamyonet yolda iki defa su kaynattı, yol iki saate çıktı. Güneş batı  ufkundan kaybolmak üzereyken Çayhaneye vardılar. Karpuz sergisi bütün davetkar  görünümü ile karşılarındaydı. Arabadan indiler sergiye yöneldiler ve Şıhmus’a  seslendiler. Şıhmus “Selamün Aleyküm” diyerek onları karşıladı, ve olgun ve iri  bir karpuz seçmek üzere sergiye dönerken Servet, onun göz ucu ile yolun öbür  tarafına kaçamak bir bakış attığını sezdi. Başını o tarafa çevirdi. Yolun karşı  tarafındaki tümseğin şevinde onbeş onaltı köylü kimi çömelmiş kimi bağdaş  kurmuş, sanki tribündeki seyirciler gibi, onları seyretmekteydiler. 
            ............ 14 Nisan 2006 
............ İZMİR 
            Şantiye 
            Öyküleri Kitabı Uğur Belger sayfası 
             
             
             
                        |