DEFİNECİ ÖMER

Mayıs 1967

............ Abdullah Kalfa Ömer’i işe alırken iki şeye güvenmişti. Bir: Ömer Afyonlu idi ve Afyonlular traktör gibi çalışırlardı; İki: Ömer Uzun boylu, ince ama sağlam yapılı birisi idi; gündüz amelelik, gece bekçilik işlerini beraberce yürütebilirdi. Ömer için ise böyle bir iş kaçırılmaz fırsat sayılırdı çünkü bir günde birbuçuk yevmiye kazanacak, ayrıca dengini inşaata serecek ve yatmak için bekar evine bir tomar para ödemeyecekti. Yol parası da ödemeyecek, bu para da cebinde kalacaktı. İnşaatın yeri, iki yanı birer dizi çam ağacı ile sınırlandırılmış eski bornova yolu üzerinde, Mersinli’ye  daha yakın, arkasında AYKERLER’in merkez deposu olan ön köşe parseldi. Parselin İzmir tarafı boş, Bornova tarafı ise bir ara-yoldan sonra yer alan tek katlı bir dizi atölye dükkanı ile devam etmekteydi.

............ Yola komşu ilk dükkanın arkasında devasa bir incir ağacı ve altında da oyma taş ağızlı eski bir kuyu bulunmaktaydı. Kuyuda hala su vardı ve içilebilir derecede temizdi. Civardaki atölyeler içme sularını buradan çekiyorlardı.

............ İnşaatın sahibi titiz bir mühendisti. Kumu ve çakılı elekten geçirtir, karışım için ölçekler tanzim ettirir. Beton harcına su ve çimento katımını da yine tartı ile yaptırırdı. Bunun için özel bir baskül bulmuş ve inşaata getirmiş, beton karılan yerin yanına kurdurmuştu. Beton kuru ama “yağlı” olurdu. Bir de kalıp içine yerleştirilince yüz defa şişlenirdi.

............ Abdullah Kalfa için bunlar hep eski köye yeni adetlerdi. Yok hidrobasyon suyu imiş, yok salamp, yok virbasyan, yok vürbütör. Kalfa kendisine çince gelen bu laflara pek inanmıyor ama “yağlı” betona da bayılıyordu. Çünkü bu harca iyi kürek işliyor ve kalıba iyi yerleşiyordu.

............ Ömer, Abdullah kalfa’nın has adamı olarak işe yumulmuş ve gerçekten traktör gibi çalışmaktaydı. Hatta has adam olmanın verdiği şevkle biraz da rolünü abartmakta, hem amele çavuşluğu, hem ayniyat amirliği gibi bir tavrı sürdürmekteydi. Abdullah kalfa sık sık Ömer’in sırtını sıvazlar onu onurlandırırdı. İnşaatın ilk üç ayı böyle bir koşunma içinde geçti. Temel yapıldı. Birinci katın betonarme tabliyesi döküldü. Daha dökülecek iki tabliye vardı, sonra duvarlar, sıvalar, çatı, mozaik kaplamalar ve ıvır kıvır işler.

............ İnşaatın sahibi mühendis, iş yönünden ne kadar çok titiz idiyse insan ilişkileri yönünden de o kadar dikkatliydi. Nasıl olmuşsa, inşaatta çalışan tüm usta ve işçilerin adını öğrenmiş ve her gelişinde onlara hal hatır sorar ve isimleri ile hitap ederdi. Ömer’in yeri Mühendis Bey’in yanında da bir ayrıydı. Ona ayrı hatır sorulurdu. İnşaat üç ayı devirdikten sonra, Ömer’in randımanında bir düşüş görülmeye başlandı. Eskisi kadar hareketli değil, işe talip olmuyor, zaman zaman küreğe dayanıp dinleniyor, gözleri dalıdalıveriyordu. Bu durgunluk önce Abdullah Kalfa’nın dikkatini çekti. Ömeri kenara çekerek birkaç kez nasihat etti, ama nasihatı takip eden iki gün sırasında Ömer’de biraz düzelme oluyor sonra yine eski duruma dönüyordu. Ömer’in bu durumu Mühendis Bey’in de dikkatinden kaçmadı. Abdullah Kalfa’ya konuyu açtı. O da bu durumdan şikayetçi olduğunu, birkaç kere kendisine ikazda bulunduğunu ancak bir sonuç alamadığını, işten atıp yerine başkasını koymanın isabetli olmayacağını çünkü ne olursa olsun Ömer’in çok dürüst ve namuslu bir insan olduğunu, yerine konacak adamın aynı nitelikleri taşımasının pek mümkün olmadığını, çaresiz kaldığını bir bir anlattı. Acaba Ömer’in gizli bir hastalığı mı vardı ? Yoksa aşırı istimna ile bünyesini mi yıpratıyordu? Karar veremediler. Konuyu beklemeye bıraktılar.

............ Çok geçmeden Ayker Kardeşlerden biri telefon ile inşaatın sahibi Mühendisi aradı, ve kendisine şu bilgiyi aktardı: onların nizamiyelerinin gece bekçisi ile Ömer, gece el etek çekildikten sonra incir ağacının dibini, kuyunun yanına doğru, kazmaya başlıyorlar ve sabahın ilk ışıklarına kadar define arıyorlarmış. Sabah kendini göstermeye başladığında kazdıkları toprağı tekrar geriye doldurup üstünü düzleyerek aramayı bir sonraki geceye bırakıyorlarmış. AYKERLER’in bekçisi bu ağır şartlara dayanamamış ve iki gün önce baygınlık geçirmiş, patronların da ancak konudan böyle haberleri olmuş.

............ Telefondaki ses “Biz de buralarda Gavurdan kalma bir define olduğunu duyardık ama kazmak veya kazdırmak hiç aklımızdan geçmemişti ! Bunlar bizden daha aç gözlüymüş” diyordu.

............ Abdullah Kalfa bu haber üzerine Ömer’i yanına çağırdı ve ona şu öneriyi yaptı: “Ömer oğlum sana tam iki gün izin, yövmiyen çalışacak, git o ağacın dibini kazabildiğin kadar kaz, define bulursan ne ala, bulamazsan bu işe artık bir son ver !”

............ Ömer bir daha orayı kazmadı, define de yerinde kaldı.

Şantiye Öyküleri Kitabı Uğur Belger sayfası