ALİ           
                        Şantiyemizin en cana  yakın en yakışıklı şoförü idi Ali... Benim voleybol takımının da temel direği,  değişmez elemanı... 
                        Film artistleri gibi  yakışıklıydı. 1.90 boyu, geniş omuzları ve atletik vücudu ile canlı bir Grek  heykeli gibiydi. Hani bizim müzelerde burnu kolu kırık gördüğümüz, sağlamlarını  Avrupa’daki müzelerinde izleyebildiğimiz, Anadolu insanının yonttuğu  toprağımızdan fışkırmış mitolojik mermer heykeller gibi... Allah özene bezene  yaratmış. Dalgalı siyah saçları, uzun siyah kirpiklerinin çerçevesi içinde ışıl  ışıl koyu yeşil, masum, çocuksu bakışları ve kusursuz çehresi ile: bütün  kızların yüreğini çılgınca çarptıracak bir delikanlı... 
                        Gözlerinin içindeki  dost sevecen pırıltıyı, saygılı davranışlarını gören hemen onu benimserdi.  Şantiye de herkes onu severdi. Şımarmaz, yorulmaz, herkese yardıma çalışırdı... 
                        İzmir’de bir sevdiği  varmış. Nişanlanmışlar. Evlenmek için para biriktirmeye şantiyeye gönüllü  gelmiş. Evleneceklermiş... 
                        Ona arada takılırdım: 
              -Oğlum, nişanlın  nasıl seni buralara bıraktı? Yavuklun kızlar kaparlar diye korkmadı mı? derdim.  Gözlerinin içinde “benden nasıl böyle bir davranış beklenir” sorusu okunurken o  da şakaya vurur: 
              -Beni buralarda kapsa  kapsa ayılar kapar... Zaten o da beni yakalayamaz biliyorsunuz ben iyi koşarım  derdi... 
                        Akşamları voleybol  oynardık. Ben sadece servis atardım. Ancak karşı takımı bu şekilde  avlayabiliyordum. Sert gelen topları benim yerime de o karşılar maçta iki  kişilik oynardı. 
                        O gün yoğun bir  çalışma yapmıştık. Kafamızı dinlendirmeye ihtiyacımız vardı. Akşama maç yapmaya  karar verdik. Ali’yi çağırdım ve erken gelmesi için tembih ettim. İstersen  yerine başka birini görevlendireyim dedim. 
              -Şefim ben maç için  görevimi aksatmayayım. A... B... şantiyelerine kazanla yemek götüreceğim. Öteki  şoförler alışık değiller... Yemekler dökülmesin... Maçtan çok önce burada  olurum zaten... dedi.  
                        Maç saati gelmişti. Ancak; Ali hala  gelmemişti... Hiç böyle yapmazdı. Kaza falan yapmasın çocuk? diye içimden  geçirdim. Sonra: yok canım!... O temkinli şofördür zaten yemek taşıyor, ne hız  yapacak?  dedim. Kendimi teselli ettim. 
                        Vakit  geçiyordu gitgide endişelendik... 
            Bir  şoföre talimat verip Ali’nin geçtiği yollara bakmasını istedim... 
            Yıllar  kadar uzun iki saat geçti... Karanlık bastı... İçerde bekliyorduk. Bir grup  okey oynamaya başlamıştı. Araba dönüyor diye birileri seslendi... Telaşla  dışarı fırladık. 
            Görevli  giden aşçı arabadaydı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı şoförün dili tutulmuştu  konuşamıyorlardı... 
            -Konuşsanıza ne oldu?  diye bağırdım... 
            Nihayet ağızlarından birkaç kelime çıkabildi: 
            -Şefim onu doğrayıp  parça parça etmişler... dedi şoför sonunda. Gözyaşları yanaklarından  akıyordu... 
            -Nasıl olur? Onun hiç  düşmanı yoktu. Hiç kavga etmezdi... Sinirlenmezdi herkesi severdi... 
            -Kim kıymış bu  çocuğa?  
            Hepimiz çok üzülmüş, şaşkına dönmüştük... 
            Gelenleri perişan hallerini görmemize rağmen  zorluyorduk... 
            -Nasıl? 
                          -Neden? 
                          -Niçin? 
                          -Nerede?... 
                        Bir süre sonra  kendilerine gelebildiler. Aşçı olayı anlattı. 
              -Yemekleri dağıttık,  geri dönüyorduk. Önümüzde bir grup köylü toprak yolun solundan bize doğru  geliyordu yabaları omuzlarında belli ki ot biçmişler... Yanlarından geçtik...  Köylülerin biraz gerisinde biri yaba omzunda eşeğin üstünde onları takip  ediyordu... Çok yorulmuş olmalı uyukluyordu... Tam yanlarından geçerken hayvan  ürktü adam şaşkınlıkla hayvandan aşağıya tarlaya düştü... 
                        Ali’de dikiz  aynasından adamı görmüş biraz ileride durdu... 
              -Adam düşerken yaba  herhalde bir yerine saplandı. “Gidip yardım edelim, gerekirse hastaneye  götürürüz” dedi... 
            “Aman Ali sen bu  insanları tanımazsın olaya biz sebep olduk sanıp bize saldırırlar, kaçalım”  dedim. Beni dinlemedi... “Onlara yardım etmek insanlık görevim” dedi... 
            Dinlemedi beni şefim  arkasından “Allah aşkına gitme” diye bağırdım.  
            Ağır ağır kalabalığa  doğru yürüdü... Bir şeyler söylemeye çalışıyordu yabalarla ona vuruyorlar o  hala onlara bir şeyler anlatmaya çalışıyordu... Her tarafından kanlar akarken  hiç elini kaldırmadı isteseydi yabayı birinin elinden alıp hepsini dağıtırdı...              Sonunda yere düştü adamlar vurdukça vurdular... 
            -Ben... Ben  duramazdım orada şefim... Çılgınca koşmaya oradan kaçmaya başladım birkaç kişi  arkamdan koştu sonra vazgeçip geri döndüler... Sonra yolladığınız araba geldi  beni buraya getirdi şefim. Vallahi bizim araba adama değmedi bile şefim...              Ali’ye yazık oldu... 
            Artık hepimizin gözlerinden yaş akıyordu... 
            Birkaç kişiyi  görevlendirdim. Jandarmaya haber vermiş olay yerine gitmişler. Tanınmayacak  halde adeta bir et yığını gibiydi dediler... 
            Eşekteki adamı  sordum. Yarası pek ağır değilmiş ama o da kan kaybından ölmüş... 
            Bir daha voleybol  oynamadık...  
            Şantiye 
            Öyküleri Kitabı Taner Arda sayfası 
             
                        |