|  
             ÖZLEM VAR ŞANTİYEDE 
                      Açlıktan mideniz bulanır, sanki midenizde kedi yavrusu varmış da, çıkmak  istiyormuş gibi tırmalar ya, işte öyle. Yukarıdan aşağıya doğru kaydıkça,  tırnaklarının batırdığını duyumsar, bir lokma kuru ekmek arar durursunuz yana  yana. Dolana dolana açlığı bastırmak için çareler üretirsiniz. Dost da öyledir.  Hasret yangısıdır sılada özlem! Bir bardak soğuk sudur, açlık üstüne iyi gider.  Musluğa ya da pınara ağzınızı dayar, kana kana içersiniz. Öyle bir  varsıllıktır. 
               
          Yörenizde bir sürü insan vardır. Dolanır durur. Yine de el fenerinin  cılız ve kırmızımtırak ışığıyla, mumla dost ve arkadaş arama istemi duyarsınız.  Bu istem, utançla karışık, sıkıntıya sokar arayanı. Nedeni; altında bencillik  yatmıyor değil hani. İşte o zaman sorarlar: Bir sen mi kaldın yapayalnız  dostsuz bunca insan arasında, arkadaşlık yapacak bir yığın insan varken.  
 
          Yaşamın küçücük diliminde, yalnız kalınca aklına düşüyor insanın. Varken  kıymetini bilmiyordun. Onca insanın içinden arkadaş, dost seçme zorunluluğuna  düşmek. Ayıp. Ayıp! Utanç duymak biraz da bundan kaynaklanıyor. Seçici olmak.  Gerisi büyütme, işkillilik. 
 
          Arayış ve bulamama ve de korku. Gurbette olmanın olumsuzluğu ile  birlikte körüklendi, yoğruldu. Alev aldı yürek çam ormanı gibi. Harladı  kıvılcımlar apansız. Binlerce, milyonlarca metre kare yeşil alanın yanıp, kül  olması kadar alevli ve üzücü. Ardından, yangın yerinin dıp dızlak ortada  kalıvermesi gibi hüzünlü.      
            
          Beynin karışık tepkisi sonucu gerçek tek sözcükte yoğunlaştı ve  kenetlendi sanki. Yaşamı olumlu biçime sokma uğraşıları renk mi katar, yoksa  daha koyu gri bir biçime mi sokar? 
 
          Yanıtını aradık, bulamadık günlerce, aylarca belki de yıllarca. 
          Nitelikli sanılan ukalalıklar daha ciddi boyutlara taşınıp, nitelliğe  ulaştırma çabaları. 
Keyik muhabbetlerinin ’envai’ türlüsü. Üstüne  basa basa, avurtları doldura doldura, avurtlar dolusu, gırtlak temizlercesine  küfürleşmeler ve savrulan küfürlerin yanı sıra, görülmemiş, duyulmamış en ince  palavralarla sohbete renk katmaları ta sabahtan başlar.   
 
          Üçüncü sınıf bir ekonomistin, inşaat üzerine ahkâm kesip; betonun  çimento dozajını bilimsel ölçüsünden çıkarıp, ekonomik hale dönüştürme çabaları  ve kaçınılmaz sonucunun görülmesi. Kârın zarara dönmesi ve değişik savlar,  karşı savlar. Sık sık şantiye şefiyle yapı üzerine tartışmaya girip, ukalalılığın  gülünç duruma düşmesi ve tescilliliğinin kanıtlanması. Sonuçta sinirlerin  gerilip, kopma noktasına gelmesi. Bu tür gariplikler her gün, gün boyunca  yinelenip duruyor. Gösterimden çekilmiş, bayat komedi filmlerinden bir farkı  yok.  
 
           Çocukluğumda, Öztürk Serengil’in Adanalı Celal’i ve Feridun Karakaya’nın  Cilalı İbo filmleri vardı. Ne varsa, çok gülerdik. Müthiş tat alarak. Belki de  kendimizden bir şeyler bulur, belki de o yaşam biçeminin özlemiyle sinemadan  çıktıktan sonra, söylemlerini yineler toplumu sinir  ederdik.”Yeşeee.Yavyuum!diye. Çocukluk işte?      
               
          Sinirlerimizin gevşediği anlar gülmekten kasıkta ki ağrılar çoğalır,  kapıya zor atarız kendimizi. Neredeyse donumuza kaçıracağız. Bazen dozaj fazla  gelir; gevşeme, gerilime dönüşür. İmalı imalı laf sokuşturmalar elinizi  ayağınızı zangır zangır titretmeye yeter. Yutkunur, usulca sıvışıp, gevşeme  yolları aranır şantiyede. Ne de olsa arkada aş ve ekmek bekleyenler vardır.  Susarsınız, yutkunursunuz...         
 
          Dayanılmaz kertede beyinsel yorgunluğumu ve gerilen bedenimi boşaltmak  için, kendimi deniz kenarına zor atıyorum çaktırmadan. Deniz kenarında  dakikalarca dolaşıyorum. 
 
          Gözüm kum ile denizin öpüştüğü noktada. Yürüyorum gözlerimi ayırmadan.  Deniz bir gidiyor, bir geliyor yalpalanarak, yalakalanarak, sırnaşarak. Kum  ilkin ıslak. Deniz geriye çekilince de yoğrulmaya hazır çiğ köftelik bulgura  dönüşüyor anımsatması. Ara sıra bacanağımın armağan ettiği postalları  çıkarıyorum. Potin bağlarını birbirine bağlayıp atıyorum sol omzuma. Çıplak  ayaklarım gıdıklanıyor, basamıyorum kuma. Yeni doğmuş bebeğin, yürüme  hazırlığında olduğu anlarda halıya basamadığı durum gibi. Bedenimin durgun  elektriğini akıtmak için fırsat.  
 
Yani; anlayacağınız topraklama yapıyorum.  Altın sarısı kum tanecikleri, ayak parmaklarımın arasından fışkırıyor.  Paçalarım dizlerime dek ıslanıyor. Kot pantolonumu sıvıyorum. Bir yanma bir  kaşıntı başlıyor tuzlu sudan ötürü. Parmak uçlarıma dek. 
 
          Mavi ile sarının sarmaş dolaş olduğu çizgide deniz kabuğu arıyorum.  Denizin dışladığı, canı yitmiş kabukları ceplerime dolduruyorum. Yetmiyor. 
          -Yarın naylon torba ile gelmeliyim!.. 
 
          Bu güzellikleri şantiyedeki köhnemiş odama da taşımalıyım, oraya da renk  katmalılar. 
Söz veriyorum özüme. Yarın torba ile  geleceğim. Arada bir fotoğraf makinesi ile iniyorum deniz kıyıcığına. Doyumsuz  renkler ve görüntüler oluşuyor kış gününün ışınlarında. Kadayıf gibi yosunlar,  dalgayla yerlerinde dalga dalga, kıpır kıpır oynaşıyorlar. Görüntülüyorum. Tel 
tel yosunları. Bunlara denizkadayıfı adını  verdim. Üstüne şerbet dök ye. 
 
          Tat aldıkça sakinleşiyor, beynim sıfırlanıyor. Z’nin abuk sabuk  savlarından, ikinci dereden kompleksli patronluk tutkusunu sıyırıp atıyorum,  sıyrılıyorum onun kaba davranışlarından aklımca. Hele o sesi yok mu, o sesi!  Akortsuz sesi. Beynimi tırmalıyor. TRT Kurumu’na sokulması yasaklanmış çalgılar  gibi. Sanırsınız, kafatasınıza onluk beton çivisi çakılıyor. Parazitli telefon  ile konuşmak veya rak müzik dinlemek daha albenilidir. Saatlerce, günlerce  kulaklarımdan gitmiyor sin-kaflı sesi. Evde, her telefon çalışında aklıma  düşüyor. Sanki telefonun öbür ucunda o var. Sinirlerim boşalıyor. O denli itici  bir olgu. 
 
          İyi geldi iyotlu deniz havası. Kasap havası der gibi oldu yaa. Hap yutmuşum  gibi tüm ağrılarım dinginleşip, esenliğe kavuştu. Esintili hava aspirin kadar  etkili oldu. Günün bir kesitinde geçici çözümden öteye gitmiyor ama. Olsun  varsım. On, on beş dakika sonra tekrar başlayacak kargaşa ve şamata. Belki şu  an da dört gözle beni bekliyorlardır sorunların çözümü için. 
 
          O kum rengi. O yeşilimtırak, mavileşmemiş su birikintisi. Bazen tüm  servetimi, sanki varmış gibi, alıp taa öbür kıyıya götürüyor. Tüm varsıllığım  olan düşüncelerim, yüzme bilmediğinden, boyu aşan yerlerde boğuluveriyor. Keşke  yüzme bilselerdi de karşı kıyıya ulaşsalardı. Düşüncelerime yüzme  öğretemediğime o denli üzülüyorum ki. Arada bir arkama dönüp bakıyorum ayak  izlerime. Beni izliyorlar mı? Rüzgârın kış esintisi yalayıp, üstünden süpürüp,  hafiften silmiş kırk üç numara ayak izlerimi. Zımparalanmış kaplama veya ağaç  parçası gibi. Olsun! Yine de benim ayak izlerimin olduğu belli. Beni  izliyorlar. Kanıtlamama gerek yok. 
 
          Güneş, ışınlarını bulutlar arasından Akbük Koyu’na iletirken zorlanıyor.  Suya ulaşabilenler parlak, takılanlar cansız ve ölgün derecede solgun. Karşı  yakanın ön tarafına düşenler ise öylesine farklı ki; yansıma suyun yüzünde  aynalaşıp, göz kamaştırıyor. Aynalaşan parlaklığın hemen arkasında, morlaşan  dağlar ile koyu ve açık yeşil yapraklı çam ağaçlarının suya yansıması bir başka  renk cümbüşü. Gümüşi renge dönüşen koy, çok farklı keyif veriyor izleyene.  Arıların çam ağaçlarından topladığı ürün tadında. 
 
          Ocak ayını ortalarında az rastlanan bu güzellikleri yaşamak  ayrıcalıklıdır diyorum, kendimce! Burada bana katılanın da olacağına  inanmıyorum. Kış mevsimini hep kış olarak algılayıp, güzelliklerini görmezden  geliyorlar. Bu turlar gün boyu birkaç kez yineleniyor. Mavi yolculuğun binde  biri. Özlem duymamak olası mı? 
 
          Doğa, günün farklı zaman diliminde, birbirinden o denli farklı ki; her  anı yaşamak, doya doya soluklanmaya değer buralarda. Z Bey olsa dahi. Bazı  Şahin ustam ile bazen de Zeki ile. 
 
          Döşeme kalıbının bitip bitmemesi, demirin döşenmesine başlanıp başlanmaması.  Kolon kalıplarının takviyesi derken; çimentonun betona dönüşmesi, içerilerde  ince sıvanın, dış yüzeylerde kaleterasite başlanma hay huyu… Falanca yerde  eksik duvar, öbür binada doğramaların takılıp takılmamamsı, öbür başta elektrik  tesisatının yapılması, bu başta sıhhi tesisat eksikliği derken, tüm işçiler ve  ekiplere yol verme telaşı… Kerim suya gitti gelmedi, traktörün lastiğinin  patlaması korkusu. Ekipler susuz kalırsa ne olur gerginliği ve sıkıntısı. Sabah  betonyerin, öğleden sonra yük asansörünün arıza korkusu. Ya da yağmur yağarsa,  çimentonun açıkta kalma ve dış sıvanın akma korkusu. Çatıların su koyuvermesi,  düşey yağmur borularının ve de yatay olukların tıkanıp içerileri su basma  korkusu. İş kazası ha oldu, ha olacak tedirginliği. Olursa sağlık ocağına gitme  zorluğu ve zorluğu. Malzemenin gelmemesi, kum kamyonunun çamura batması,  malzemesizlikten Yaşar ile Şahin ustanın: 
           -İş çıkartamıyoruz, zarar ediyoruz. Bugünkü yevmiyeleri şirkete  yazacağız! Tehdit ve vırvırı. Bozulan asansörün ve betonyerin tamiri kaygısı.  Tamir için Allah’ın dağında, Yunus’
un eline bağımlı kalmak ve onun kaytarıp  başka işe gitmesi. Sıvacıların kör kasa takılmasını beklemeleri. Taşeronun cep  telefonunu kapatıp yanıtlamaması. Elektrikçinin ortadan kayıp olması. Marangozun  elektrik sorunu, karocu Metin ile fayansçı Hâkim ’in oturup elektrikçiyi  beklemeleri. Şantiyenin adamı Salih ustanın bir uçtan, öbür uçtaki bakkalla  sigarasını yakmaya gelmesi, Öner ustanın ağırkanlılığı. Veli ustanın damdan  düşme kaygısı. Çatıların oturma olasılığı ve akması. Oktay emmi ile Sadık ’ın  kireç kuyusuna düşme korkusu. Dede ’nin elinin kangrene çevirme kuşkusu, bir  günü daha yitirtti gitti. 
 
          Dinlence ve hüzün bundan böyle gün batımında. Günün son ışıltısıyla  birlikte tüm canlılar ortalıktan çekiliyor yavaş yavaş. İtler köşelerine,  insanlar akşamın karın tokluğuna telaşla koşuşturuyor tüm hızıyla. Azıcık  gecikirse bir dilim ekmek kaygısı çıkıyor bu kez emekçilerin karşısına 
 
          Zamanın ağırlaştığı anlar.Neredeyse durdu duracak!..Günün yorgunluğu  yeni başlıyor bedene vurmaya..Ter kokusuna çimentonun sinmesiyle birlikte,  izmaritle yoğrulma zamanı… 
 
         Yoğunluğun üstüne bir şişe bira. Bir daha.  Bir daha. Ve bedene arpa suyunun kokusu da sinmiştir artık. Gün yapış yapış  bitti alnımızda. Gün vıcık vıcık tenimizde. Hava ağır ve nemli. 
 
         Bedenler keskin karışımlı ter kokusuyla  bitkin ve yorgun. Kentten uzak, ekmek parasının gizemli yaşamını düşlemek ve  soluklanmak zor. Alın terinin, sömürü düzeninin öyküsü buradadır. Biraz tuzlu,  biraz da tozlu topraklı, azıcık kösnül ve de anasonlu. 
 
          Son turun ardından bir de bakıyorsunuz, takılıp kalmışsınız bir köşede  ya alkole ya da bir bardak demli çaya. Ve emekçiler esrik Yaşar ’ın markette  ayaküstü. Sıvacısı, mermercisi, ustası, kalfası, taşeronu keyik muhabbetinde.  Yanıktır günün sonu. Saat daha on dokuz otuz. 
 
          İnsancıklar toplanmaya başlar yavaş yavaş. Ya  Hasan’ın kahvesine ya da her hangi bir çilingir sofrasına birer ikişer. 
          Vakit:”Kerahet vaktidir.Haydi Abbas,vakit tamam.!” Biter yalnızlıklar  sözde.Ya yarın akşam?..Yaşamaya devam. 
          Dingin anason kutup mavisi renginde kadehlerde. Biraz kuru yemiş;  fındık, fıstık. Biraz da beyaz peynir, üç-beş dilim portakal, bir o kadar da  elma. Hele beyaz peynir, sucuk lükstü sofrada… 
 
          Akşamın mönüsü; her günkü gibi tavuğun türevlerinden biri. Ya tavuk  budu, ya da kanat veya tavuk burger. Kaçınılmaz! Üçünden biri mutlaka olacak. 
 
          Gecenin ikinci yarısına doğru, tüm özlemler dışa vuruktur. Beyinler  uyuşuk ve yumuşak denizanası kıvamında, düşler esrik ve kösnül, elde açık-saçık  dergi, fotoğraf yatak ile yorgan arasında. Azıcık kadın, azıcık cinsellik  özlemi. Hep dildedir artık. Düşmez yatağa girene dek. 
 
          Ülke sorunları çok uzaktır bizim emekçilerden. Tüm derdi emeğin iki  dilim ekmeğe dönüşme umududur inşaat bitimine dek.    
         İyi uykular yalınlığın çığırtkanları.  İyi uykular emekçiler. 
            Samim Güner  
               
              28.6.1998-10.5.2002 
              Bostanlı/İzmir 
            Şantiye 
            Öyküleri Kitabı Samim Güner sayfası 
               
              
           |