ÖNER USTA VE SALİH USTA

         Şantiyelerde genellikle yemek dert olur hem işçiye, hem de şirkete. Hele şantiyeniz dağ başındaysa. Zor da olsa, sorun da olsa kumanya biçimi çözümlenir. Önce işveren kimse o kefil olur bakkala, çakkala. Yani güvencedir şirket. Sonra üç-beş kişi anlaşıp birleşirler. Her gün bir kişi işi erken bırakır öğle yemeklerinde. Gider alışverişini yapar, yemeğini pişirir, çayını demler ve arkadaşlarını beklemeye başlar, dudaklarının arasında sigarayla. Pür neşe ve afiyetle yenilir yemekler. Aybaşı, yapılan masraf pay edilir. Ya ücretlerden kesilir, ya da Müdür ’ün denetiminde bakkal ile hesaplaştırılır. İşi organize etmedin mi, kumanyacılar bakkalı ayakta içeri alırlar. Sonra şantiyenin başı ağrır. Hangi biriyle baş edeceksin. Ödentiden sonra kalan paraları alın teri karşılığı ceplerini doldurur mu acaba?

         Öner usta, Salih, Oktay ve Sadık birlikte yiyorlardı. Ne olduysa anlaşamadılar ve ayrıldılar. Sanırım sen çok yiyorsun, o az yiyordan kaynaklandı. Sadık ile Oktay; Öner ustayla da Salih usta beraber yemeğe başladılar. İkisi de alkolü seviyor ve tutkunlar. Ara sıra kavga ediyorlar. Onlarınki de aynı bahane. Yine de uzlaşıyorlar içki masasında. Salih, Öner’in yediği kadar yiyeceğim diye hazımsızlık çekiyor. Zavallının ağzında tek bir diş bile kalmamış. Bazen gelip, benden ilaç istiyor.

         Birisi dört dörtlük üçkâğıtçı, demirci ustası. Öbürünün hayli tahtası noksan, Kıbrıs Gazisi ve Kalıpçı ustası. Saf ve temiz bir insan. Kötülük düşünmeyen bir tip. Tahtalarının yüklüce bir kısmını, Barış Harekâtı’nda, Kıbrıs’ta bırakıp gelmiş. Bu iki usta bir araya gelince, şantiyenin de, Müdür’ün de çivisi çıkıyor. İkisine koskoca şantiye dar geliyor.

         Bazen sudan sebeplerle takışırlar. Oturur ikisini de dinleriz. İkisi de haklı görünür. Ağzımız bir karış açık kalır anlattıklarından. Hem arkadaşlar, hem de aynı mahallenin insanı. Salih Konyalı, Öner Karslı. Konyalının karısı Karslı. Dolaysıyla Salih tüm Karslıların eniştesi. Şantiyenin de. Herkesin, herkesin eniştesi. Benim bile eniştem oldu. Enişte aşağı, enişte yukarı! Bizim yanımızda bir takışıyorlar ki görmeyin, sanki kanlı, bıçaklılar. Arkamızı döndük mü can ciğerler. Birisi:
         -Sen de usta mısın be? Demeye görsün. Öbürkü:
         -Ben. Seni demir diye bağlarım! Diye başladı mı, iş uzayacak demektir.

         Öner usta:
         -Ben de seni kalıp diye çakarım. Diye damarına basar Salih’in.
Geri dönüşü yoktur artık. Dalaşmalar, tartışmalar ve itişmeler...”Anam avradım olsun” pekiştirmesiyle kan tepelerine çıkar, bardaklar yerlere fırlatılır. Ardından bir kadeh, bir kadeh daha… Dilleri şişer ağızlarının içinde, zor dönmeye başlar. Konuşmalar artık anlamsızlaşmış, başlarının yere bakmasına ramak kalmıştır. Birazdan, havada bir şeyler uçuşmaya başlayacak. Müdür ’ün gaz vermesiyle ve kışkırtmasıyla tartışma koğuşa taşınır. Bu da bir ustalıktır.

         Artık her gün yaşamaya başladık dalaşmalarını. Kanıksadık. Gülüp geçiyoruz. Ciddiye almıyoruz. Amaçları, işten kaytarmak. Bazen de dalgamızı geçiyoruz. Baş edemedik, bu ipe sapa gelmez kavgalarıyla. Bazen Müdür, Salih ustaya örtülü destek veriyor. İşte o zaman, kızılca kıyameti koparıyor Öner. Sonra sonra kabak benim başımda patlıyor:”Şantiye adam kayırıyor”...diye.

         Geçenlerde ne olduysa, yine birbirlerine girmişler. Bu kaçıncı? Kafaları kıyak. Zil zurna
Sarhoşlar. Bu kez gerçekten küsüşmüşler. Eskiden kavga ediyorlardı ama ardından da barışıyorlardı. Bu kez öyle değil, iş bayağı ciddi boyutta.

         Olay, ben İzmir’deyken yaşanmış. Araya Zeki, Müdür ve Şahin usta girdiyse de düzelmemiş. Peşi sıra Müdür olayı kendi çıkarları doğrultusunda öyküleştirip, iyi bir güldürü oynatmış ikisine. En sonunda karılarına dek dil uzatma yiğitliğini göstermişler. Sonradan Müdür’ ün anlattığına göre;”Senin karın şunu yapıyor, bunu yapıyor”.diye, ne orospulukları, ne de başka şeyleri kalmış. Ciddi ciddi yumruklaşmışlar. Öner körkütük sarhoş. Dayağı yemiş oturmuş. Müdür’de keyif kekâ… Bahane edip işten atacak. Patronu kollayacak aklı sıra (!)Çünkü ikisini de sevmiyor: ”Pezevenkler” diyor. Başka bir şey demiyor. Şantiyeden postalamanın yollarını arıyor hinoğlu hin. Fırsat, bu fırsat deyip ikisini tutuşturup kenara çekilivermiş. İplerini çekmenin bir başka yöntemi. Salih, Allah’ına sığınıp bir güzel dövmüş ustamı. Müdür izleyici, diğerleri ayırmışlar, ama Öner usta dayağı tam yemiş. Sabah bulduklarında anadan doğmaymış. Anlaşılan kötü şeyler yaşanmış.

         Kavga edip küstüler ya. Kumanyadan da ayrılacaklar. Hemen ertesi günü dağıtmışlar. Herkes başının çaresine bakacak. Oktay ile Sadık mutlu, bıyık altından gülüyorlar. Aldıkları malzemeyi ortaya dökmüşler pay edecekler. İkisi de sarhoş, daha ayılmamışlar. Yoğurdu paylaşacaklar önce. Salih’in üstü başı yoğurt. Öner boca etmiş başından aşağıya. Akşamdan kızgın ya. Yoğurtlu baklaya dönmüş. Arkasından tavuğu üleşmişler. Bir but sana, bir but bana. Bir kanat sana, bir kanat bana… Bitsi ’ye düşen kemiklere varana dek pay etmişler. Sıra makarnaya gelmiş. Dökmüşler masanın üstüne. Pirinci de, şekeri de aynı yöntemle pay etmişler. Müdür’ ün anlattığına göre…

         Ne Susurluk, ne de Fadime olayı. Mehmet A.Sedat B…Çeteler, mafyalar umurlarında bile değil bizim saftiriklerin. Tüm işleri, iki lokma ekmek parası peşinde, oradan oraya koşmak. Kazandığı üç kuruşu da tekele yatırmak. Sonra birbirlerine çamur atıp, kendilerini aklayıp birisinin ekmeği ile oynamak (!). Nerede sınıf bilinci? Bizim şantiyeden bir hayli uzak.
 

Samim Güner

Şantiye Öyküleri Kitabı Samim Güner sayfası