|  
             BEKÇİ OKTAY 
                     Eline üç pilli fenerini, ağzına da  kendi düdüğünü verip gece bekçisi yaptı Oktay’ı müdür.  Oktay’ın elinde üç pilli fener, ağzında; kendi söylemiyle füdü, bekçilik  yapıyor mu, yapmıyor mu belli değil. Kimilerine göre yapıyor. Kimilerine göre  yapmıyor. Kendisine sorarsanız bekçinin hası. 
               
            Oktay, Azerbaycan’dan gelmiş bir emekçi. Yaptığı iş mi? Şantiyede  yapmadığı iş kalmadı dense yeridir. Joker gibi adam. Müdür Hasan onu her  yerde,”dana pokundan sıva olmaz” deyip, çalıştırdı. 
 
           Şu sıralar asıl yaptığı iş gece bekçiliği. Daha önce, üçüncü mertebeye  piton çekmekten tutun da, tuğla taşımak, kireç kamyonu boşaltmak; bu en nefret  ettiği şeydi. Hasan eziyet olsun diye boşalttırıyordu. Lağım çukuru kazmak,  nefret ile yaptığı diğer iş ise kireç söndürmekti. Gözünün kör olacağına  inanırdı. Daha neler neler yaptırmıştı ona müdür. Hele hele banyo yaparken  sırtını keseletip, sabunlatması bir başka keyifti. Oktay için… Ama bir gün ona  yapacağını da yapmıştı! 
 
          Oktay Ağabey ’in yaşı elli sekiz. Asıl mesleği aşbazlıkmış anlattığına  göre yurdunda. Aşevi, yani ufak bir lokantası varmış. Sovyetler Birliği’nin  darmadağın olmasından önce. Yine dillendirmesine göre, bizim kasabalarımızdaki  aşçı dükkânı ayarında bir iş yeri.   Azerbaycan bağımsızlığa koşunca, ekonomik dengeler alt üst olmuş ve  işini yitirmiş. İflas etmiş. Siyasal olumsuzluklardan önce yanında üç-beş kişi  çalışıyormuş. Yani patronmuş! Üç kuruşa muhtaç olup, düşmüş Anadolu yollarına.  Anlattıkları doğruysa… Sanki bizim ülkede para ve iş gani! 
 
          Okumaya meraklı. Eline geçirdiği eski tarihli gazeteleri bile, eskimiş,  kavanoz dipli gözlüğüyle okumaya çalışır. Sosyalizmaya; kendi söylemiyle;  yürekten bağlı ve de inançlı bir kişidir: 
          -Ben sosyalizmaya çok hizmet verdim. Diyor ve nimetlerini, neden  battığını saya saya, anlata anlata bitiremiyor iş bitimlerinde. 
 
          Beyaz ve kırmızı etin ızgaralarından iyi anlıyor, iyi yapıyor. Bir de  balığı. Kebaptan başka yemek bilmiyor. Diğer yemekler hak getire. Hele salatayı  nefis yapıyor. İçine neyin konup, konmayacağını da iyi biliyor. Oktay Ağabey  ’in mutfağında ot yok, et var. 
 
          Nöbeti sabah yedide bırakır. Çayı demler. Gardaşlığı Hesen’i kaldırır.  Birlikte kahvaltı yaparlar. Sonra yatmaya gider. Ta akşamüstü on altıya dek.  Kolay mı bekçilik yapmak? Dur durak, uyku yok. 
 
          Hafta sonları patronumuz şantiyeye gelir. Hem denetleme, hem hafta sonu  dinlenmesi ve hoşça vakit geçirmek için. Patron çok konuk severdir. Bonkördür  de. Konuklar olduğunda, bunlar işveren yapı kooperatifinin yönetimidir;  Oktay’ın yüzü asılır, ekşir. Hem bekçilik, hem aşbazlık ağır gelir. Bekçiliği  ekip, yemek işleriyle uğraşmak daha çok işine gelir. Ucunda kafayı çekmek de  vardır. Hele yaz günleri bir başka güzel olur şantiyemiz. Gelen, giden daha çok  olur. Eksik olmaz şantiyeden.”Merhaba”.diyen takılır kalır. İnşaatımız deniz  kenarın da ya. Yeğen, amca, dayı, dost, arkadaş, dıdısı, dıdısının dıdısı...  Çöreklenir rakı masasına. Sohbetler erkence başlar, sabahlara dek sürer gider. 
 
          Müdür Hasan rakıyı hayatta sevmez. Tanıdığı tek içki vardır suyun  dışında:”Fanta”!Rakı içenlere de çok kızar ve kinlenir. Hemen Müslümanlığı  ortaya kor.  Karşı tarafa rest çeker.  Dangır dungur söylenir durur. Müslüman geçinir, ama gereklerini yerine  getirdiğini kanıtlayamaz. Fırsatını bulursa, sosyal yardım fonundan; bunu  patron oluşturup, adlandırmıştır; kerhaneye gider, fişini alıp muhasebeci kıza  verdiği bile çok olmuştur. 
 
          Aksine patron şantiyede olduğunda, yaz kış yemek masasından rakı hiç  eksik olmaz. Zorla aldırır, sosyal yardım fonundan. Marketçi Yaşar ile küs  olduğundan ya Salih’e ya da Öner’e düşer bu görev. Rakının sorumlusu ikisidir.  Onlar da bir ucundan otlanırlar kıyıda köşede. Müdür almamak için direnir. Yine  de patronun bakışlarına dayanamaz, aldırır. Yeter ki göz göze gelmesinler.  Tanrı için, masayı donatmasını da bilir, içmese de! 
 
          Fındığından fıstığına, meyvesine, balığına kadar. Müdür özellikle  fındığa bayılır. Daha bakkaldayken kendisine gramajlı tarafından ağır ağır,  fantayla birlikte özel olarak paketlettirir. Söz de bakıma çeker kendini.  Cebine doldurup eksilmiş dişleriyle öğütüp tat almaya çalışır. 
 
          Oktay rakıya ‘arak’ diyor. Biz gibi yudum yudum içmiyor. Limonata  bardağını silme sek rakıyı doldurup, bir dikişte içiyor. Rusların votka içtiği  gibi. Bir alışkanlık olsa gerek. Öğleden sonra on altı dolaylarında ayaklanır  Oktay. Gelir, beş çayını demler. İlk demden sonra kaçıncı demdir bilinmez  şantiyede… Azeri olmasına karşın, pekiyi çay demleyemez. Belki de bilmiyor.  Çaylar içildikten sonra, yavaş yavaş rakı sohbetine adımlar atılmaya başlar.  Herkes yorgun, bit-kin, koltukaltları çimentoyla küf karışımı. Çilingir  sofrasının etrafı dolmaya başlar. Ustası, taşeronu, dayısı, gardaşlığı,  mermercisi, tesisatçısı… 
 
          Oktay balıkları temizlemeye başlamıştır. Önceden mangala atılan kanatlar  tadımlıktır. Müdür,  koç yumurtalarını  kimseye bırakmadan ekmek arası yapar. Varsa böbrekler patronundur. Bu arada  Oktay masanın rakısına da ortak olmuştur. Nedeni de başının ağrımasıdır. Birden  bire başının ağrısı tutuverir. Oktay’ın başının ağrısı bir-iki dubleyle geçmez.  Amacı arak içmektir. O da müdürün izniyle. Çok yalvartır Hesen. İzin almadan  nasıl içecek. İçerse işi bitiktir. Olası mı icazet almadan ağzına rakıyı  sürmek. Biz iç desek bile içemez. O denli çekinir Hesen’den. Hasan’ın yaşı da  neredeyse Oktay kadar. Daha doğrusu bekçiliğin başka birisine gitmesinden  korktuğundadır. 
 
Bir yıkama yağlama taktiğidir Oktay ’ın  yaptığı. Müdür de ara sıra şantaj yapar: 
          -Bekçiliği senden alacam, Öner ’e verecem. Geceleri uyuyormuşsun sen.  Bundan sonra bekçi ya Öner ya da Salih! Tamam mı? 
 
          Oktay da gecelerin Patronluğundan olmak istemiyor. Müdür Oktay için: 
         -Arpaya gatsan at yemez, kepeğe gatsan it yemez… Der. 
 
          Tüm işi nöbete değin yemek hazırlamak. Ağrıyan başını otamaktır.  Bulaşıkları da yıkar, saat yirmi üçe doğru karnı tok, sırtı pek, sağlığı  esenlikli, kimseye bir şey söylemeden, usulca fenerini alır, ağzında fütü peşi  sıra itleri, kapıdan çıkar çıkmaz bir öttürür düdüğünü.  Bu demektir ki; Oktay iş başında. Karanlıkta  kayıp olur gider. Düütt..Düüüüt! 
 
          Hava alabildiğine sıcak. Bungun, nemli ve her yanı yapış yapış  bedenimizin. Çarşaflar sıkılmalık. Döşekler sırılsıklam terden. Ekşi ekşi  kokuyor. Sanırsınız akşamdan kalan sirkeli salata açıkta bırakılmış. Bir yandan  sıcak, bir yandan sivrisinek ordusu. Ne yatılıyor ne oturuluyor. Üstümüzde  şorttan başka giysi yok. Gecenin bir vaktinde müdür oturmuş televizyon izliyor.  Kulağı Oktay’ın düdüğünde. Ocakta çay kaynıyor. Beraber gece çayı içecekler.  Sinekler rahat bırakmıyor şantiyecileri. Anahtar deliğinden ve sineklikten bile  sızıyor köpoğlu sivriler. Ne kov ne de esem-mat etkiliyor. Karasineklere can  kurban. Gözünün yağını yiyeyim onların! Diyor konaklayanlar. Rakının verdiği  ısı da cabası. Hararet hat safhada. Sivriler ince ince vızıldayıp, baygın ve  esrik düşüyor yere… İkinci Dünya Savaşı’ndaki Japon intihar uçaklarını  anımsatırcasına. 
 
          Bizim dülger Öner usta yine sızmış kalmış bir köşede. Ortalıkta  göründüğü yok. Onu da sıkı takibe aldı müdür. Açığını bulunca yol verecek...  Saat sabaha karşı dört oldu bile. Hasan gitti yatağına, horlamaya başladı bile.  Gece neredeyse güne vurmaya başlayacak. Ortalık ha ağardı, ha ağaracak. Usta  ayıldığında karşısında Oktay’ı görür. Uyuduğunu müdüre Öner’in söylediğinden  kuşkulanmaktadır. 
 
          Öner yakasına yapışır bekçinin. Dili şişmiş, ağzının içinde zor  dolanıyor. 
          -Sen bekçiliği bilemiyorsun, beceremiyorsun. Ben sana öğreteyim diye  elinden düdüğü alır. Oktay vermek istemez. Öner önde, arkada Oktay, düt de düt.  Asker yürüyüşü uygun adım turlara başlarlar. Bir tur. Bir tur daha. Düt de  düüt! Öner ha bire soluk almadan üflüyor.  
 
         Oktay korkmaya başlar. Yalvarır: 
         -Etme, eyleme gardaşlık. Hesen duyarsa  nice olur? 
 
          Öner in duymayacağı yavaşlıkta: 
          -Yeter köpoğlu! Öner: 
          -Başlarım lan senin Hesen’inden. O kim? (...) mişim müdürü! 
 
         Aralıksız düdük sesine, hızlı hızlı atılan  adımları jandarma başçavuşu Serdar keser. Aniden karşılarında jandarmayı  görünce afallarlar. Oktay korkmuştur. Dizlerinin bağı çözülür. Pasaportu  olmadığından neredeyse tumanına edecek. 
 
          Serdar: 
          -Bekçi kim? Vukuat mı var? Öner e: 
          -Sen kimsin? Oktay korkudan dilinin tutulduğunu anlayamaz. Bekçi benim  diyemez. Öner in ufacık gözleri korkudan ve içkiden iyice ufalmıştır. Cıbıl  cıbıl. Uyanamamıştır. Hâlâ iddia eder: 
          -Bekçi benim başçavuşum! Deyip sorumluluğu üstlenir. 
          -Ulan doğru söyleyin! Eşşoğlusu. Bekçilik kim, sen kim? Müdür nerde?  Oktay’a: 
          -Sen kimsin? Neden sürekli düdük çalıyorsunuz, olay mı var? Konuşsanıza  lan!! 
          Öner in ağzını bıçak açmaz. Kısa süren sessizliği, beklenmedik anda  suratına inen tokat bozar. Gecenin dipsiz sessizliğinde çığlık gibi delmiştir,  çelik bilye tizliğinde. Tokadı yiyen usta, sarhoşluğun etkisiyle sarsılır.  Serdar: 
          -Söyle orospu çocuğu bekçi kim? Öner hâlâ: 
          -Bekçi benim abey. 
          Oktay temelli korkar. Açıklanması, anlatılması zora girmiştir bekçilik  öyküsü. Yaşadıklarını düşünür. Sıranın kendisine geleceği kuşkusuyla. Öner ’e  de acır. Ne de olsa ustasıdır. Üçüncü mertebede az mı çalışmışlardı… Ona harç,  tuğla, piton çekmişti çiğninde. 
          -Bekçi benim ağabey. Hesen, bekçi sensin dedi. Bu füdü verdi. 
          -Ya bu kim? diye sorar Serdar. Aldığı yanıtlar kafasını iyice  karıştırmıştır pırpırlının. 
          -O da bekçi der Oktay. Dizleri, soluğu titreyerek. 
          -Ulan doğru söyleyin bekçi kim? Oktay ısrarla yineler: 
          Benim ağabey! Bu da bekçilik öğretiyor. Talim ediyoruz füdümle. 
          Çavuşun beyni alt üst olmuştur. Olmayan beyni çarşaflamıştır. Düdüğü  Öner ‘in elinden alır, Oktay’a verir. 
          -Bundan böyle bekçi sensin! Ben seni tanır, seni bilirim. Benden selâm  söyle Müdür ’e… 
          Öner yediği dayakla kalır. Sarhoşluğun etkisiyle yerden kalkamamıştır.  İki de tekme atar başçavuş. Öner ’in gıkı çıkmaz. Oktay’da öğrenmiştir  bekçiliği korkudan. Ya Müdür Hesen ’e ne diyecek? 
 
          Gardaşlığı duyarsa hali, bekçiliği nice olurdu?   
                      Samim Güner 
            Şantiye 
            Öyküleri Kitabı Samim Güner sayfası 
               
              
           |