|  
             ÇEŞME  DALAYANKÖY’DE BALIKÇI BARINAĞI 
                    Limanlar Bölge Müdürlüğü’nün, Çeşme Dalyanköy’de yaptıracağı Balıkçı  Barınağını taahhüt etmiştim. Civarda taşocağı yoktu, dolgu için gereken taşları  köylülerin rızası ile tarlalarından bahçelerinden toparlayarak 200mt. Sahil  dolgusunu yaptık. Dalyanköylüler bu işin yapımı süresince hep yanımızda ve  yardımcı oldular. Tek ahşap kalıpla(3*2*1,5mt.) su içi beton dökümüne başladık.  Kalıbın deniz içinde oturduğu tabanın düzgün olması ve kalıp tabanının içerden  çakılla tıkanarak betonun kaçmasını önlemesi gerekiyordu. Bu işi dalgıçla yapıyorduk.  Her gün bir blok beton dökerek ilerliyorduk. Çeşmeli dalgıç, kendisine  iltifatkar davranmamızda olacak ki kapris yapmaya başladı. Kendisi olmazsa işin  duracağını düşünüyor olmalıydı. Yeme içme masrafının fazlalaştığını  söylediğimiz günden itibaren işe gelmemeye başladı. Yerine adam ararken, ona  yardımcı olarak çalışan çelimsiz Ali: ‘Abi ben bu işi yaparım’ dedi ve dalgıç  elbisesini giydi. İlk günler zorlandı ama bırakmadı. Gitgide kendini  geliştirerek görevini tam yapar hale geldi. Hiç de kapris yapmadı. İşimiz  bittiğinde Ali artık dalgıç adayı idi. Kendisine Limanların da katkısıyla bir  belge verdik. Sonra öğrendiğimize göre askerlikte bu belge işine yaramış,  gerçekten dalgıç olmuştu. 
               
         Sonradan yat limanı olacak bu balıkçı barınağının İzmir Valisi  katılımıyla açılış töreni yapıldı. Bu süreçte herkes işe sahip çıkmıştı. Hâlbuki  Dalyanköylülerin candan katkılarıyla işi özenle yapmıştık. Dalyanköylülerin ve  Çeşme Belediyesi’nin takdirini kazanmıştık. 
 
        Tören anında davetsiz misafir gibi,  protokolün arkasında, ayakta, nutukları dinlerken ne kadar güzel bir iş yaptığımızı  öğreniyorduk. Elbette buruk duygularla....! 
                      
                DATÇA  GERİNCE’DE BARINAK 
                    Marmaris’e 80km.uzaklıkta ve yarımadanın ucundaki Datça’nın Gerince  koyunda balıkçı barınağı yapılmasına karar verilmişti. Bu işi 1980 yılında  Limanlar Bölge Müdürlüğü’ne karşı taahhüt etmiştim. 
               
         Taş ocağı işletilemediği için, mendirekte taş  yerine 1ve 2 m3  lük beton bloklar kullanılacaktı. Beton için doğal agregayı ve suyu bulmak da  pek kolay değildi. Kum, çakıl yatağı olan dereler yetersizdi, akarsu da yok  gibiydi. Ama taahhüt etmiştik. Önce kıyıdaki soğan deposu curufunu boşaltmakla  başladık. Uygun bulduğumuz bir yere basit çakma borulu kuyu açtık, tatlı su  bulduk. Agrega için yaptığımız çevre taraması tam moral bozucu idi.  İhtiyacımızı karşılamaktan uzaktı. Yakındaki köyden geçen dereden faydalanmak  için, köy muhtarı ile anlaştık. Gece taşıma yapacaktık. Çimento da stoklayınca  blokları dökmeye başladık. Belli bir süre sonra agrega aldığımız yerlerde  denize yaklaşıyorduk. Kuyudan çıkan su da tuzlanmaya başlamıştı. Mahrumiyet  içinde hüsn-ü niyet ile teknik mecburiyet arasında sıkışmıştık. İmal ettiğimiz  blokları bir taraftan da mendireğe yerleştiriyorduk. Sağlam olmadığını  düşündüğümüz blokları da mendireğe yerleştirerek test etmeye karar verdik.  Elbette kontrollük bilgisi dâhilinde. Bu süreçte denizin de dalgalı olması test  sonucunu çabuk almamıza yardımcı oldu. Bloklarda hiçbir çözülme olmadığını  tespit ederek rahatladık ve işe devam ettik. Mendireği tamamlayarak iş yerinden  ayrılırken içimizde yine de bir kaygı taşıdığımızı itiraf etmek gerekir. Kesin  kabul safhasında bütün blokların sağlam olarak görevlerini yapmaya devam ettiklerini  görerek tüm kaygılarımızı attık. Kariyerimizin çizilmesini önleyen bloklara  teşekkür ederiz.  
            HİDROLİK  BOŞALMIŞ 
                   Ankara – Kalecik, Kızılırmak’a yakın ama  yüksek bir yerde kurulmuştur. Geçim kaynağı tarım ağırlıklıdır. Özellikle sulu  tarım önem taşımaktadır. Kızılırmak akıp geçerken Kalecikli çiftçiler üzüntüyle  bakmaktadırlar.  
                   DSİ, Kalecik arazisinin sulanması için pompaj  esaslı bir proje hazırlamıştır ve yıl 1966’dır. Askerlik sonrası bu işin  tatbikat projesini, müteahhit adına yaptıktan sonra, şantiye şefliğini de  üstlenmiş ve işe şevkle girişmiştim. Öncelikli sulama kanalları inşaatına  başladık. Şantiye tesisleri kasaba girişindeydi ve girişin karşısında çimento  deposu vardı. O yıllar çimento Rusya’dan geliyordu. Ben askerliğini yapmış,  bekar ve 4 yıllık inşaat mühendisiydim. İlk, ciddi şantiye tecrübesini  yaşıyordum. İşler yürürken şoförün olmadığı bir gün kamyonu kullanarak işçileri  sahaya bıraktım ve Kalecik’in ana caddesinden geri dönüyordum. Bir ara frene  bastım, pedal dibe kadar oturdu ve kamyon durmadı. O panik ile direksiyona  yapışarak şantiyeye kadar engelsiz geldim ve çimento ambarına çarptım. Nasıl  olduysa kamyon geri geri gelerek durdu. Ben tarif edilmez duygular içindeyken,  kapıyı açıp beni aşağı indirdiler. Kamyona binen birisi “Hidrolik Boşalmış abi,  geçmiş solun” dedi. Ya geçmeseydi! Düşündükçe kendimi affedemiyordum. Ehliyet  yok, mecburiyet yok, önünde ömür çok! Yaptığın iş bombok! 
                   Ucuz atlatılmış bir ders diyerek teselli  bulduk. Kırık yıllık mühendislik yaşamıyla bugünleri bulduk. 
                   Mayıs 2006, İZMİR 
              
            TAKMA  KAFANA RECEP 
                   1975 yılındayız, Sarıgöl’de üzüm deposu, Kuşadası’nda tatil köyü su  tesisi, İnönü Kasabası’nda içmesuyu tesisi inşaatlarını taahhüt etmiştik. Bu  üçgen arasında dokurken mekik, Eskişehir yolunda pisipisine ölecektik.  Afyon-Eskişehir karayolunun, yeni mıcır serilmiş kısmında önümdeki kamyon  birden yavaşlayınca onu sollamak durumunda kaldım. Tam geçmek üzereydim ki bir  arabanın hızla üstüme geldiğini gördüm ve kendimi zar zor kamyon arkasına  sakladım. Araba mıcır saçarak geçerken, kamyonun arkasındaki yazıyı fark ettim:  ‘Takma kafana Recep’. Kendime geldim, bu uyarıyı hak ettiğimi düşündüm. Her  şeyi unutarak rahatladım. Bir süre sonra kamyon şoförü ile yemek yerken yazının  hikâyesini öğrendim. Bu sözü hafızama yerleştirdim. Şantiyeler problemlerini  arabada hayalen çözüyorken, hayal olma riskinin yüksekliğini unutmamayı  öğrendim. Bir de Eskişehir bölgesiyle, İzmir bölgesi arasında inşaat mevsimi  farkını. Şöyle ki; İzmir’deki işlerimize kış boyu devam ediyorduk. İnönü’de ilk  kar yağdığında ise, devam etmek umuduyla bekliyorduk, ama kar devam ediyordu.  Bize artık çalışamazsınız demelerine rağmen direndik. Sonunda anladık ki, Kasım  ay’ından Mart’a kadar buralarda çalışamayacaktık. Elbette İzmir ile Eskişehir  mevsim farkını biliyorduk ama birçok şeyde olduğu gibi insan böyle durumlarda  da fiilen yaşamadan kabullenemiyor. 
              
            TAVAN  KAYNAĞI 
                   Aliağa’da kurulan İzmir Rafinerisi inşaatının  devam ettiği 1970’lerdeyiz. Buruncuk’tan Rafineriye su getirecek tesisin  kontrol şefliğini yapmaktayım. Şantiye tesisi Buruncuk’da bulunmaktadır. Gediz  nehrinden alınan su Buruncuktaki tesislerde arıtılıp pompajla Rafineriye  basılacaktır. Bunun için 18 km. 600’lük çelik boru döşenecektir.  
                   Boru döşeme işini yapacak müteahhidin  taşeronu işçi ve iş makine ekibi ile şantiyededir. Hazırlık tamamlanınca işe  başladılar. Ben kontrol ekibime bir süre işe müdahale etmemelerini söyledim.  Ertesi gün kaynak uzmanı arkadaşım heyecanla odama gelerek “abi bunlar bu işi  bilmiyorlar, yaptıkları kaynak kabul edilemez” dedi. Taşeronu çağırıp  şartnameyi okudum ve ancak bu şartlara uyulursa işe devam edebileceklerini  belirttim. O da müteahhitle anlaştıkları gibi (punta ve dolgu kaynak şeklinde)  çalıştıklarını söyledi. Kaynakçıların sertifikalarının olmadığı ortaya çıktı.  Kendisine müteahhitle yeniden görüşerek çözüm bulmalarını önerdim. Şartnameyi  de verdim.  
                   Ertesi gün taşeron gelerek, şartnameye uygun  çalışacaklarını (müteahhitle yeni fiyat üzerinden anlaşmışlar ) ancak  sertifikalı kaynakçı bulamadığını, bizim yardımcı olmamızı istedi. Rafineri  Müdürünü ikna ederek Rafineride taşeronun kaynakçılarına kaynak eğitimi verdik.  Ve boru kaynak işleri başladı. Bizi bir sürprizin beklediğini “tavan kaynak”  sözüyle öğrendik. Zira kanal üzerine dizilen iki boruyu eklemek için kanalın  içinde alttan kaynak yapılması gerekiyor. Bunu taşeronun kaynakçıları bir türlü  yapamıyordu. Gerçekten de zor bir işti. Ama yapılması da zorunluydu. Tavan  kaynağı konusu şantiyeyi bir süre uğraştırdı. İlk boru testinden başarıyla  çıkılınca tavan kaynağı konusu da kapatıldı. Böylece işverenle müteahhit  arasında karşılıklı katkı ile iş sağlıklı ve gecikmesiz yürütülmüş oldu.  
                   Gerek Rafineri müdürü gerek müteahhit bu  sonuçta çok memnun oldular. Ben de başladığım bu işi zevkle sonuçlandırma  imkânına kavuştum. Rafinerideki depoya ilk suyun aktığı an bana tarif edilmez  bir haz vermiştir.  
                    İzmir, Mayıs 2006 
            YAĞMUR  BAYRAMI 
                   Çandarlı Denizköy’de kurulacak Balık Üretim Çiftliği inşaat işlerini  taahhüt ettiğimizde, 1997 yılının Ekim ay’ı idi. Çiftliğin kurulacağı yer;  Denizköy’ün doğusundaki ufak bir koy ve yakınındaki küçük bir ada olarak  seçilmişti. 
               
       Denizköylülerin geçimi, doğal olarak balıkçılıktı. Koya ulaşım ve deniz  kıyısına iniş yolu düzenlemesini müteakip, prefabrik olacak tesisin alt  yapısına başladık. İlk beton mikserinin geldiği saatte yağmur başladı. Mikseri  deniz kıyısındaki iniş alanına, kaymadan indirmeyi başardık. Yağmur devam  ediyordu. Bir an önce kalıplara betonu dökmek telaşındaydık. Yağmurdan korunma  refleksini adeta kaybetmiştik. Betonu bitirip mikserin arkasından yürümeye  başladığımızda yoktu birbirimizden farkımız. Tam anlamıyla hepimiz sırılsıklam olmuştuk.  Yüzlerdeki ıslak gerginlik, gerisinde betonu bitirmenin rahatlığını saklıyordu.  Bir an Elazığlı işçi Ahmet bana dönerek, ellerini yukarı kaldırmış; ‘Yağmur  bayramı abi yağmur bayramı’ deyiverdi. Bende oluşan tebessümün çevremdeki  herkese yayıldığını görerek: ‘Yaşa be Ahmet, durumumuza uygun ne güzel söz  buldun’ cevabımla başlayan sohbet şantiye binasında devam etti.  
            Bir soba etrafındayız 
  Ne güzel çaydaki lezzet 
  Yağmur Bayramı’ndaki keramet 
  Ve bayram üzerine sohbet 
              Bravo Ahmet,babana rahmet 
              Acaba neyi çözerdi 
            Etseydik yağmurdan şikayet 
            YENİ  KENT PARKI’NDA NİNE TORUN 
                     Aliağa şehir merkezinde kalan, yüzlerce zeytinden oluşan alanı, kent  parkı yapmaya karar veren belediyeye 1994’te inşaat işini taahhüt ettik. Parkın  ortasında öngörülen bağlantılı iki havuz yapımıyla işe başladık. Havuzlar  etrafında park oluşturulurken 1000 kişilik anfi tiyatronun da temeli atıldı.  Böylece 20 dönümlük bir park kullanıma açıldı. 
               
        Parkın ilk açılış gecesi pompa istasyonu yakınından havuzlardaki, su ve  insan hareketlerini seyrediyordum. Parkın bir rahatlama yarattığı yüzlerden  belli oluyordu. Bir an ateş tuğlalarıyla kaplı mini köprüye bir nine ve torunun  elele çıktıklarını gördüm. Köprü ortasına geldiklerinde torun elini kurtararak  çömeldi ve iki eliyle ateş tuğlalarını okşamaya başladı, nine de torununu. İşte  o an duyduğum hazzı resimleyemezdim, ama bir fotoğraf karesiyle tespit  edebilirdim. Farkettim ki fotoğraf makinem yok, hem de böyle özel bir gecede.  Belki toplum hizmetine sunulan eserleri yapmak için inşaatçı olmak yetiyor ama  inşaatçının sanatçı tarafı olması da eserlerine daha bir etkinlik ve güzellik  kazandırıyor. Bu eksikliği hissederek daha sonraları işlerime sanatsal bakışlar  katmaya çalıştım.  
             
              Şantiye 
              Öyküleri Kitabı Ömer Eraslan sayfası 
               
            
  |