|  
             SADE (!) HANGİSİ 
                       1960'lı yılların ortalarında DSİ büyük bir yatırım hamlesine girişmiş,  ülkemizin pek çok havzasında sulama-drenaj ve enerji üretimine yönelik pek çok  proje çalışması başlatmış, şantiyeler peş peşe faaliyete geçmişti. 
              Bu çalışmalar kapsamında; bizim de, iki ayrı proje firması olarak  üzerinde beraberce çalışmak istediğimiz, ihalesi yapılacak bir proje vardı. 
               
              ......... İhaleyi yapacak DSİ Genel Müdürlüğü ile proje ile ilgili sair doküman  ve kuruluşların Ankara’da bulunuşu, gerekli temasların zamanında ve kolayca  yapılabilmesi yönünden farklı şehirlerdeki her iki firmanın Ankara’ da  buluşarak birlikte ihaleye hazırlanması kararlaştırıldı. Ankara’nın o günler  için gözde ve sayılı otellerinden birinde buluşup toplanmak üzere mutabık  kalındı. 
               
              ......... Belirlenen günde, meşhur (!) (…. Otel) de buluştuk. Görüşmeleri  yapacağımız diğer firma sahip ve temsilcileri ayni otelde kalmakta  olduklarından toplantı için gerekli yeri otelde hazırlatmışlardı. Alt kat  salonlarından birinde uzunca bir masa etrafında karşılıklı olarak yerlerimizi  aldık. 
               
              ......... Proje kapsamının geniş ve farklı üniteler ihtiva etmesi sebebiyle her  ünitenin sorumluluğunu üstlenerek ilgili bölümün projelendirilmesinde çalışacak  arkadaşlarımızın da toplantıda bulunup görüşlerinin tartışılması yönünden  ekipler oldukça kalabalıktı. 
              Toplantıya başlamadan önce, her zaman olduğu gibi, mutat karşılıklı  hal-hatır sorma ve kısa sohbet anı esnasında şef garson büyük bir ciddiyet  içerisinde gelip, saygılı bir şekilde herkese teker-teker: 
              ......... “Hoş geldiniz!” diyerek içecek olarak ta ne alacağımızı sordu. 
               
              ......... Henüz o günlerde sigara yasağı başlamamış olduğundan, kahvaltı sonrası  sigara ile kahvenin iyi gideceği düşünülmüş olmalı ki genellikle, sadeden  başlayıp çok şekerliye kadar değişen bir yelpazede seyreden şeker dereceli  “Türk Kahvesi” siparişi verildi. 
              Şef garson büyük bir itinayla, saygılı, kibar halini ön plana  çıkararak, herkesin talebini elindeki deftere sırayla kaydettikten sonra  siparişleri getirmek üzere gitti. 
               
              ......... Biraz sonra şef garson, kendisi önde, arkasında da, ısmarlanan  kahveleri bir tepsi üzeride taşıyan komi ile birlikte geldiler. 
              Şef garson tepsi üzerindeki kahve fincanlarından birini alıyor,  içindeki kahvenin şeker derecesini,”az şekerli” , “orta” gibi yüksek sesle  tekrar ederek kendince tespit ettiği taleplinin önüne bırakıyordu. Sona doğru,  tepside kalan iki kahve fincanı istenilen kategorilerden farklı olduğundan  servis edilememiş, daha önce belirtilen cinste yenileri ile değiştirilmek üzere  özür dilenerek geri alınmıştı. 
               
              ......... Bu arada ilk servis yapılanlar, sigaralarının yanına zevk tamamlayıcısı  kahveyi bir an evvel katmak düşüncesiyle ilk yudumlarını almakta acele  etmişlerdi.   
                                          
              ......... Fincan üzerindeki parlak sarı ve kenarlara yapışmış nasip kabarcıklı,  nefis kokusu ortalığı kaplayan kahvenin köpüğünü höpürdeterek ilk yudumlarını  alanlar yüzlerini buruşturuyorlardı. Sade kahve isteyende şekerli, şekerli  isteyende orta, orta isteyende çok şekerli tadında kahve çıkıyordu. Herkes  yanındaki fincana bakarak kendi istediğiyle değişmiş olabileceğini düşünüyordu.  Ama karışıklık bir-iki değildi. Kahve servisi karma karışık olmuş, kimsede de  ağız tadı kalmamıştı. 
               
              ......... Şef garson büyük bir şaşkınlık içerisinde, yaptığı kahve servisini  topladıktan sonra, masanın biraz uzağında ve salonun orta yerindeki geniş  kolonun arkasına gizlenip, etraftan görünmediğini zannederek, kominin taşıdığı  tepsi üzerindeki iade kahveleri bir-bir tadarak yanlışlığın nasıl ve kimden  kaynaklandığını bulmaya çalışıyordu. 
               
              ......... Masada bulunanlar “istekleri kursaklarına kalmış” kimselerin burukluğu  yüzlerinden okunur şekilde ve hafif tebessüm ederek oteldeki maddi ve pahalı  güzellikler yanında hizmetteki aksaklıkları konuşmaya başlamıştı. Zaten zamanın bir hayli gecikmiş  olmasından kaygılanarak toplantıyı açıp proje görüşmelerine yöneldik. 
            ......... Seneler sonra, Kıbrıs’ta (Serhatköy-Lefkoşa-Mağusa) içmesuyu boru hattı  etüt ve aplikasyonlarını yaptığımız sırada, genellikle bütün Akdeniz  ülkelerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da uygulanan “siesta” dan sonra, Lefkoşa’ya  sekiz kilometre uzaklıktaki Dikmen (Dhikoma) köyündeki şantiyeden Lefkoşa’ ya  indiğimiz günlerden birinde sık-sık uğrayıp görüştüğümüz işyerlerinden birine  de uğramıştık. Selamlaşıp biraz “ahval”den konuştuk. Dükkân sahibi Rızvan  saçları alnından hafif açılmaya başlamış yuvarlak yüzlü, göbeği pantolon kemeri  üzerine dökülmüş ve kendine has kulağa hoş gelen Kıbrıs şivesiyle konuşan,  sempatik, orta yaşlı birisiydi. Konuşmasının arasına çeşitli, güzel, yerine  yakışan benzetmeler ilave ederek süslemeyi seviyordu. Fıkra anlatmak hobisi  olmuştu. Konuşulan konu veya günlük olaylarla ilgili bir fıkrayı mutlaka araya  sıkıştırmayı adet haline getirmişti. 
               
                ......... Hemen şöyle bir uğrayıp ayrılmak üzere girdiğimiz dükkânda sohbetin  uzadığını gören Rızvan bizim: 
  ......... “Bir daha ki sefere alacağımız olsun.”  
dememize rağmen ısrarla kahve ikram etmek istedi.  Biz de hem sohbetin cazibesinden ayrılmamak hem de saatin ilerlemesine rağmen  henüz serinlemeyen havadan kaynaklanan, üzerimizdeki rehaveti atamamış olmanın  verdiği çaresizlikle teklifi kabul ettik. 
......... Dükkân içerisinde beş-altı kişiydik. Yarı uykulu halimizden bizi ancak  güzel bir kahve ayıltabilirdi. Herkes birbirinden farklı şeker miktarları  ihtiva eden çeşitli lezzetlerdeki kahve isteklerini söyledi. 
......... Dükkân sahibi basit bir diafonla, bağlı olduğu kahvehaneye çeşitli  kahve cinslerindeki talebini, kahveciyi görmeksizin cihaz vasıtasıyla bildirdi. 
 
......... Dükkânda tatlı sohbet devam ediyor fakat kahveler bir türlü gelmiyordu.  Arkadaşlardan biri dayanamayıp Rızvan’a dönerek: 
......... “Kahvecinin adı DURSUN (!) mu?” 
......... diye sordu. Rızvan önce intikal edemediği  soru karşısında çabucak toparlanıp diafondan talebini, kızgınlığını ve sitemini  kahveciye de aksettirecek bir ses tonu ile tekrarladı. Bize karşı da: 
......... “Geliyormuş” 
diye özür dileyerek konuşmasına kaldığı  yerden devam etti. Yine bir fıkra ile süslediği konuşması sonunda da kahvelerin  yine de gelmemiş olmasının bizdeki huzursuzluğunu fark etmiş olmalı ki 
......... “Bunun getireceği yok. Bari gidip gendim alıp getireyim” 
diye hışımla yerinden kalktı. Kapıdan  çıkar-çıkmaz kapı önünde kahveci ile karşılaştı. Kahveci kahveleri kahveci askısına  koymuş; askının tepsisini üç yerden tutan bağlantı çubuklarının üstte  birleştiği yerinden de parmaklarını geçirerek iyice kavramıştı. 
 
......... Rızvan, ızgın bir şekilde ve konuşmaksızın kahvecinin elindeki askıyı  öfkeyle elinden aldı. Askıyı, üzerindeki kahvelerin sallanıp dökülmemesine  dikkat ederek kendine göre çevirdi. Önünde itina ile taşıdığı kahvelerle  dükkândan içeri girdi. Sol eli ile askıyı tutuyor, gözünü de kahve askısındaki  fincanlardan ayırmıyordu. Sıralı fincanları teker- teker alıp: 
“Sade kimindi?”  “Az şekerli  kimindi?”  “Orta kimindi?” diyerek bize  ikram ediyordu. Hepimiz Rızvan’nın elinden aldığımız kahvenin hakikaten  istediğimiz kahve olup-olmadığını anlamak için sabırsızlıkla ilk yudumu  alıyorduk. 
 
......... Dağıtılan kahveler, tamı tamına herkesin söylediği şekilde sahiplerini  bulmuştu. 
......... Rızvan, kahveci ile hiç konuşup görüşmeden kahve askısındaki kahveleri  nasıl olup ta doğru olarak sahiplerine verebilmişti. 
 
......... Dayanamayıp işin sırrını kendisine sorduğumuzda, gülümseyerek, her  zaman ki neşeli haliyle: 
......... “Gayet golay” diye cevapladı. 
......... “Burada gavecinin gendine göre uyguladığı bir usul vardır.” 
......... “Asgının esas yüzünü gendine göre dudduğunda, asgıdaki fincanların  sapları kahve içindeki şeker mikdarına göre sıralıdır. ......... Sadeden başlayarak saat  yönünde belli gurala göre sıralanmış fincanları kim olsa şaşırmadan dağıtır.  Ben de öyle yaptım.” 
Birbirimizin yüzüne öylece bakakaldık. 
 
......... Yaşananlar karşısında ister-istemez seneler öncesine gittim. Meşhur ve  tanınan bir oteldeki kahve servisini hatırlayarak gözlerim kahvenin üzerindeki  koyu hani “tavşan yürür” cinsinden kehribar sarısı köpüğe kenetlenmiş olarak  öylece kaldım...  
            Şantiye 
            Öyküleri Kitabı Halit Şekerci sayfası 
             
           |