|  
             YILANLI  KUYU 
                       Fabrika inşaat  sahasının en doğu ucunda, Gölcükler yolu ile arsa hududunun kesiştiği noktada  bir eski taş kuyu vardı. Kuyunun verimi azdı ama suyu çok berraktı. Derinliği  15 m. kadar olan bu kuyu şantiyenin can damarı idi, çünkü hem yemek pişirme  suyu, hem içme suyu, hem de tuvaletlerde kullanma suyunun kaynağı bu kuyuydu. 
                       Zaten öncü ekip,  inşaat işçisi gelmeden önce bu arsaya gelmiş ve kuyunun üzerine altı metrelik  bir demir kafes direk dikmiş ve bunun üzerine dört varil oturtarak yüksek su  deposu oluşturmuş ve kuyu duvarına bir su motoru koyarak deponun beslemesini  sağlamıştı. Ön ekip, TEK’e de başvurarak orta gerilim indirme postasını da  kurdurmuş ve böylece şantiyenin hem elektriğini hem de suyunu garantiye  almıştı. 
                       Kuyunun suyu derinde  olduğu ve bir ahşap kapak ile ağzı korunduğu için oldukça serindi. Dolayısı ile  kova ile çekilerek hemen testilere doldurulduğu zaman serin bir içme suyu elde  ediliyordu. 
                       1973 yılının yazı  oldukça sıcak geçiyordu. Açıkta, güneş altında çalışan tüm ekiptekiler devamlı  ter attıklarından, çok susuyorlar ve tabiri caizse “kırba” gibi su içiyorlardı.  Dolayısı ile ustalardan birinin oğlu sucu-saka olarak görevlendirilmişti. On,  oniki yaşlarında sarışın bir oğlan olan Ali sabahtan akşama kadar, kuyuya  gidiyor, kova ile su çekiyor, testiyi dolduruyor ve dolaşarak isteyene testiden  alüminyum maşrapaya su doldurup veriyordu. Ali dolaşırken, henüz kalınlaşmaya  başlamış ince sesi ile – “Sı, Sı” diye sesleniyor ve “Ali su ver !” diyen sese yöneliyordu. Her şey iyiydi de Ali, kuyu başına gitme kısmından pek  hoşlanmıyordu. Çünkü kuyu da yılan vardı. Birkaç kere kuyunun kapağını açarken,  yılanı kapak altından suya atlarken görmüş ve korkmuştu. Bundan babasına  bahsetmiş babası da, “Korkma oğlum su  yılanı bir şey yapmaz! “ demişti. İş işti, haftalık harçlık da fena  değildi. Ali işin zorluğuna çaresiz katlanıyordu.. 
                       Kuyunun adı “yılanlı” ya çıkmıştı. Bir gün Fabrika  Müdürünün kulübesine şirket ortaklarından “her dem genç” kalmayı başarmış Mimar  Ürün Bey ziyarete gelmişti. Oradan buradan sohbet ederken konu şantiyedeki  günlük yaşama kaydı ve FM ile Ürün Bey arasında şöyle bir muhavere geçti. 
                       FM         -    Allaha  şükür şu aşağıdaki yılanlı kuyu var da su yönünden sefilleri oynamıyoruz; 
           Ü.Bey    -    Yok  ya – Ne yılanlı kuyusu !... 
           FM         -    Yahu  şu en uçtaki kuyu var ya o işte. 
           Ü.Bey    -    Nerden  yılanlı oluyor muş ? … 
           FM         -    Kaç  defa orada yılan gördüler. Kuyuda yılan olur hele böyle kırlık yerde. 
           Ü.Bey    -    Hadi  canım sende. Bu kadar kalabalığın olduğu yer de yılan mı olurmuş !... 
           FM         -    İnanmıyorsan  gidip bakalım. 
           Ü.Bey    -    Hadi  …. 
                          İkisi birden hızlı adımlarla tüm  şantiyeyi geçerek kuyu başına geldiler. Ürün Bey kuyunun ahşap kapağını tutarak  yana doğru hızla sürdü. Kuyuyu boş bulacağından emindi. Kuyunun içine ışık  düştü. Birdenbire her biri 2 m. uzunluğunda iki siyah yılan tünedikleri  çıkıntılardan kendilerini suya atarak, suyun üst seviyesindeki inlerine süratle  kaçtılar. 
            Mühendisçe Sanat  Kitabı Uğur Belger sayfası            |