. Doğru çözüm çaba gerektirir.
Hep birlikte birtakım sıkıntılar yaşadığımız kesin., Ancak temelindeki tüm şu veya bu sorunların başında ‘bencilliğimiz had safhada arttı’ demek istiyorum. Ayrıca bencilliği görgü ile bağlamak istiyorum. Bütün yazılarımda, tüm sohbetlerimde bahsederim mazeretler üreterek yaşıyoruz diye… Kim kimin hakkını gasp ediyor..yada haklarımız ne ve nereye kadar. Kendimizin olunca hak,  Başkasının olunca rahatsızlık mı? Ortaçeşme’den  Beykoz’a kadar ondört kez yol ortasında duran minibüs kamu hizmeti! yaptığını söylüyor, arkasındaysak sinirleniyor, bekleyensek ‘hay yaşa koçum’ diyoruz. Roller değişince söylemler de değişiyor… Bu arada her duruşta otuz saniye kaybetseniz bu size yedi dakikaya mal oluyor.

  Kendi işimizi görülürken ‘hemen geliyorum’., ‘sadece bir dakika’ mazeretleriyle yaptığımız kaçamaklar yani kural ihlalleri başkalarının hayatlarının düzenini bozmaktadır. Hatta bazen hayatını riske sokmaktadır. Bunun adını bencillikten başka bir şeyle anmak mümkün mü? Özgürlüklerimizin sınırı başkasının özgürlüğüne zarar verene kadardır.

  Birkaç örnek verelim… Cumartesi günleri çayırda pazarımız var., Güzel, arabayla gelmek istiyorsunuz, normal, yalnız park edecek yerimiz yok… olabilir. Bunun için geniş alanlar lazım ve bunun çözümü kolay değil… ne yapılacak? Uzakta yerler olabilir ama adı üstünde uzak. Zaten bir tarafa park etmiş arabalar var. Karşı yönüne park etmek… ama o zaman yol kapanır. Çözüm kaldırımın üzerine arabayı  çıkarmak,  Hem de tamamını, Yani yayaya hiç yol bırakmaksızın… Yetişkin bir insan ya da kendini idare edebilen bir çocuk bir şekilde yoluna devam edebilir,  Ancak hiç aklımıza bebek arabasını yürütecek yol bulamayıp yola inmek zorunda kalan gencecik bir annenin çaresizliği ve konudaki payımız geldi mi? Çocuğumuz, canımız gibi düşündük mü o darda kalan insanı?

  Diyelim karşıdan karşıya geçmek istiyorsunuz, elini tuttuğunuz iki küçük çocuğunuz var… birkaç sürücüyle göz göze geldiniz hepsi size ‘Ben geçeyim sonra sen ne yaparsan yap’  gibi mi baktı?  Yoksa bir insan size yol verdi ama arkasındaki araç ‘yürüsene’ tarzında kıyamet mi kopardı? Belki de sürücülerden biri: aynen benim başıma geldiği gibi,  tepeüstü hastane durağında ve  yaya geçidinde yol verdiğim çocuklu insan için durunca bana kızarak sollayan aracın yol verdiğim insanları neredeyse ezeceği korkusunu yaşadı.

  Park yerlerimiz yetersiz, park edilebilecek yerler kamu tarafından çok pahalı  olarak sunuluyor buna rağmen  yine yer bulunamıyor tamamen haklısınız, Ama hiç babanızı ambulansla hastaneye yetiştirmeye çalışırken Beykoz Akbankın önüne hem de ışıklı okul yaya geçidine, hem de  gündüz park etmiş bir araç yüzünden geçemediğiniz ve kahrolduğunuz oldu mu? … Dilerim olmamıştır.

  Hatalı park edilen araçların çekilmesi, ceza uygulaması gerekli ve normaldir de sayın uygulayıcı; çekeceğiniz arabayı çekmeye karar verirken bu falancanın, bu dayı oğlunun, bu çekilemez hah bunu çekelim diye düşündüğünüz oldu mu? Umarım olmamıştır…

   Hastasının telaşına düşmüş koştururken, çaresizce sizden yardım istediğinde ‘sen’ diye hitap edip, ‘gel’ ya da ‘git’ komutlarıyla gizli bir şekilde azarlayıp aşağıladınız mı? Kanını aldıktan sonra, ‘ kapat kolunu’ talimatını verdiniz mi? Röntgen çekimi yaparken ‘beş kişi daha gelsin’ deyip kendi işinizi kolaylaştırmak için hasta mahremiyetini ihlal ettiniz mi? Ultrason tetkiki için yatmanız gereken yatak sedye arası aletteki örtünün en azından baş konulacak kısmının her hasta sonrası değişmesi  gerektiğinin söylendiğinde ‘burayı hilton mu sandın’ cevabını aldınız yada verdiniz mi? Eminim hayatınızda böyle şeyler olmamıştır.

   Bazı öğrencimizi daha çok  bazısını daha farklı sevdiğimiz olmuştur da… hiç belli etmedik, İşimize duygularımızı karıştırmadık, nüfus kağıdında doğum yerine , babasının kim olduğuna bakmadık değil mi?
 Postacınıza Adıyla hitap edip hatırını sorduğunuz, atıklarınızı alan temizlik işçilerine susayıp susamadıklarını sorup, duraklara acaba bir dost bekliyor olabilir diye baktığınız, işini iyi yapan insanlara teşekkür ettiğiniz eminim hep olmuştur, olacaktır.

  Okul teneffüsünde, herhangi bir toplantıda veya etkinlikte sadece çocuğunuzu doyurup kendinizi mutlu hissettiğinizi, buradaki tüm çocuklar benim çocuğum diye düşünmediğinizi tahmin bile edemiyorum siz öyle yapmazsınız… Böyle düşününce bakın aklıma ne geldi…İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Erdal İnönü okulunu bitirmiş Etimesgut’ta yedek subaylığını yapıyor ancak henüz birkaç günlük öğrenci… Paşa ve Mevhibe hanım ziyarete gidiyorlar eğitimin bitmesini beklerlerken  (Lütfen son kelimeye dikkat ediniz)  Mevhibe hanım ‘canını’ görüyor… telaşla bak bak  Paşa… Erdal diyor… İsmet İnönü’nün cevabı… ‘Hanım, onların hepsi Erdal’.

  Anlatılası olay, öykü çok hepimizde ayrı ayrı var. Gerginleşmek için her türlü şart mevcut. Aklı, görgüyü, iyiliği, hakkı gözetmeyi uygulayarak yaşamak tabii ki zor. Yaptığımız her yanlışın başkası tarafından yapıldığında canımızın yandığını, İncittiğimiz her insanın kendi canımız olduğunda ve başkası tarafından incitildiğinde içimizin acıdığını, eksik bıraktıklarımızın sadece bize lazım olunca  neden diye sorduğumuzu atlıyor muyuz? İki kez yaptığımız iyiliğin mecburiyete dönüşmesi, iki kez ihlal ettiğimiz kuralın yeni bir doğru gibi kural yarattığını zannediyoruz. Böylelikle de hep ‘ne  oldu bize’ sorusunu sormaya başladık.  Bence bizim eksik kaldığımız taraf az çabayla iyi ve kolay çözümlere ulaşabileceğimizi düşünmemiz. Her güzel şey çok çaba gerektirir. Bir minik anlatıyla bitirmek isterim…

  Çanakkale Şubat 1915 de aşılmaya karar verilir ve deniz harekatı en şiddetli şekilde başlar. Osmanlı Heyeti masaya serilmiş bir Çanakkale boğaz haritası üzerinde sabahtan başlayan çalışması akşamdan geceye, geceden sabaha devam etmektedir. Heyet çareler üretmeye çalışmakta ancak olanaksızlıklar kendi buldukları çareleri  uygulanamaza düşürmektedir.

Kapının yanı başında bir arap hizmetkar elleri önünde bağlamış emir beklemekte ancak yorgunluk ve uykusuzluktan sallanmaktadır. Bir an herhalde gücünün ve sabrının sonuna gelir haritaya yaklaşarak baş parmağını Çanakkale boğazının üzerine koyarak ‘kapatttiiii’ der.İşte size çare dercesine bakan hizmetkara nazırın söylediği; Hey güzel Allahım, ne olur şu adamın aklını beş saatliğine bana ver… Hiç olmazsa biraz uyuyabileyim der.

   Kolaycılığı alışkanlık haline getirmemiş birey olabilmek ve bireyler yetiştirebilmek dileğimle…

                                                                                                                Sinan Akbaşak


Sinan Akbaşak yazılar