SU BİR YAŞAM HAKKIDIR 
               
· Su endüstrisinin yıllık kârı, dünya üzerinde (yaklaşık 1 trilyon 
              USD) petrol sanayinin kârının yüzde 40'ına ulaşmıştır ve şimdiden 
              ilaç sektörünün kârını aşmıştır. Dünya sularının henüz yüzde 5'inin 
              özelleştirildiğini düşünürsek, ne kadar büyük bir kâr potansiyeli 
              olduğu anlaşılabilir.  
            · 
              Türkiye suyu özelleştirme 'programına' alınmıştır. Dünya Su Forumu'nun 
              İstanbul'da toplanması tesadüfî değildir. Dünya Su Forumu'nun toplandığı 
              ülkeler özelleştirme kıskacına alındığı bilinmektedir. 
               
· 
              Ulusal, uluslararası büyük sermaye grupları şimdi de yaşamın vazgeçilmezi 
              olan suyumuza göz dikmiş durumdadır. Türkiye'nin suyu peşkeş çekilmek 
              istenmektedir. 
            · 
              Suyun ticarileştirilmesi, tatlı su kaynaklarının azalması, küresel 
              ısınma vb. gerekçe gösterilerek meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. 
            · 
              Türkiye'de kişi başına düşen yıllık teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir 
              su miktarı 1430 m³'tür. Bu rakamın anlamı şudur: Türkiye "su 
              stresi" çeken ülke durumundadır. Ayrıca 112 milyar m³'lük su 
              potansiyelinin 40 milyarlık (% 36) bölümü değerlendirilebilmektedir. 
              Geri kalan kısmı boşa akmaktadır. 2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona 
              ulaşacağı, su kaynaklarının % 100 verimle kullanılacağı düşünülse 
              bile, bu miktarın 1000 m³'e düşeceği ve Türkiye'nin de su fakiri 
              ülkeler arasına gireceği bilinmelidir. 
            · 
              Türkiye'de şu anda yapımı tamamlanmış yaklaşık 230 baraj bulunmaktadır. 
              Türkiye suyunun yüzde 15'i içme ve kullanmada, yüzde 75'i tarımsal 
              sulamada, yüzde 10'u ise sanayide tüketilmektedir. 
            · 
              Türkiye'de toplam nüfusun yüzde 68'ine kanalizasyon şebekesi hizmeti 
              verilmektedir. Toplam nüfusun sadece yüzde 34'üne atıksu arıtma 
              tesisinden yararlanmaktadır. Yüzde 34 oranı, OECD ülkeleri ortalamasının 
              (% 64'ün) ve AB ülkelerinin (Malta hariç) en düşük değeridir (10). 
              Türkiye'de su kaçağı ve kayıplarının oranı ortalama yüzde 30-40 
              oranındadır(11). Bu oran ile Türkiye, Avrupa ülkelerinin çok gerisindedir. 
            · 
              Hidroelektriğin Türkiye'deki gelişimi incelendiğinde 1989'larda 
              toplam ihtiyacın yüzde 60'ı hidroelektrikten sağlanırken, bugün 
              yüzde 27'e düşmüştür. Ayrıca şu an da Türkiye'nin enerji ihtiyacının 
              yaklaşık yüzde 43'i doğal gazdan, yüzde 28'si kömürden, geri kalan 
              yüzde 4'lük bölüm ise fueloil'den karşılanmaktadır. 1995 yılından 
              bu yana doğalgazdan enerji üretimi yüzde 15 artmıştır. Türkiye'nin 
              enerji üretimi doğalgaza bağımlı hale getirilmiştir. 
            · 
              Antalya ilinin suyu, Fransız su devi Suez firmasının yönetimine 
              geçmiş, su fiyatları özelleştirmeden sonra yüzde 130 artmıştır. 
              Edirne suyunun özelleştirilmesinde yolsuzluk yaptığı ortaya çıkan 
              konsorsiyumun, aynı yöntemlerle dokuz kentte daha suyu özelleştirmeye 
              çalıştığı bilinmektedir.  
               
· İstanbul'da gerçekleştirilen 5. Dünya Su Forumu, önceki Dünya 
              Su Forumları'nın protesto edilmesi ve Latin Amerika'da çok uluslu 
              firmaların kıtayı birer birer terk etmesi gibi etkilerle; sermayenin, 
              suyun özelleştirilmesi konusunda kullandığı dili değiştirmeye çalıştığı 
              bir forum olarak değerlendirilebilir. Uluslararası firmalar, suları 
              özelleştirerek kendince insanlara nasıl "su hakkı" sunduklarını 
              anlatmaya başlamış ve suyun özelleştirilmesinde "kamu-özel 
              sektör işbirliği Public-Private Partnership (PPP) formülü" 
              ile bir geçiş dönemi tanımlamışlardır. Gerçekte bu durum, tam olarak 
              kamunun özel sektör adına rol alması anlamına gelmektedir. Sorumluluğu 
              kamu özel sektör ile paylaşacak, karı ise sadece özel sektör alacaktır. 
            · 
              Dünya Su Konseyi, forum konularının belirlenmesinde ve forumun politik 
              sürecinde asli unsurdur. 5. Dünya Su Forumu'nun komitelerindeki 
              Türkiye ayağını oluşturan temsilcilerin, bulunma nedeni ise yerel 
              destek sağlamaktır. Forumun politikalarının oluşturulmasında Dünya 
              Su Konseyi üyeleri belirleyici unsurdur. Forumun Türkiye ayağında, 
              ilgili devlet kurumları seferber edilmiş, foruma katılanların büyük 
              çoğunluğunu bu devlet kurumları oluşturulmuştur. Çevre ve Orman 
              Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanları ile özellikle 
              DSı ve EıE çalışanları forumun Türkiye ayağının ana katılımcıları 
              olmuştur. Foruma katılım için kamu kurumlarının ne denli seferber 
              edildiğine bakıldığında bu durum açıkça görülecektir. 
            ınşaat 
              Mühendisleri Odası: "Su ihtiyaç değil hayatın devamı için vazgeçilmez 
              ve temel bir insan hakkıdır, metalaştırılamaz." 
               
              Dünya üzerinde 6 milyar insanın 1,2 milyarı, güvenilir içme suyundan 
              yoksun iken, 2,4 milyar insan da sağlık koşullarına uygun suya erişememektedir(1). 
              Her gün suyun erişilemez olması nedeniyle 14 - 30 bin kişi yaşamını 
              yitirmektedir (2). Suyun yaşamımız için önemi tartışılmazdır.  
            Suyun 
              önemi gün be gün tüm ülkeler için artmaktadır. Su, küresel ısınma 
              tartışmaları nedeniyle de en popüler tartışma konularından birine 
              dönüşmüştür. Türkiye'de son dönemde su kesintileri, belediyelerde 
              su yönetimi ile ilgili yaşanan yolsuzluklar, 5. Dünya Su Forumu'nun 
              ilgi alanına giren tartışmalarla yerel bazda ve ülke genelinde su 
              politikaları gündemi işgal etmeye başlamıştır.  
            5. 
              Dünya Su Forumu'nun Türkiye'de yapılacağının duyurulmasıyla birlikte 
              kamu kurumları, bu büyük uluslararası organizasyon için seferber 
              edilmiştir. TUSıAD gibi ulusal sermayeye yön veren "sivil toplum 
              kuruluşlarının" bile içinde yer aldığı pek çok toplumsal, siyasal 
              kesim, su sorunları ve çözüm önerileri ile ilgili görüş oluşturma, 
              görüşleri rapor haline getirerek kamuoyuyla paylaşma ihtiyacı hissetmiştir.  
            Önümüzdeki 
              sürecin, su ile ilgili sıcak gelişmelere tanıklık edeceği açıktır.  
            ınşaat 
              Mühendisleri Odası Su Çalışma Grubu, suya kendi bakışını yansıtan, 
              suyun insanlar için önemini hatırlatan, Türkiye'deki su politikalarını 
              ve suyun özelleştirilme sürecini de içine alan bir rapor hazırlamıştır.  
            Su, 
              insan hayatının devamı için vazgeçilmezdir ve temel bir insan hakkıdır. 
              Bugün suyumuzun karşı karşıya bulunduğu tehlikenin boyutu, aynı 
              zamanda su hakkının mücadele edilmeden kazanılmayacağını da göstermektedir.  
            Bu 
              nedenle bu rapor, su hakkı mücadelesi verenlere ve tüm halkımıza 
              atfedilmiştir.  
               
              Su Hakkı Gelişme Süreci  
              Tüm canlılar için gerekli olan su, renksiz-kokusuz ve tatsız bir 
              madde olarak tanımlanır. Su hakkı ise insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri 
              için gerekli suya erişim hakkıdır. Su hakkı, en temel insan hakkı 
              olarak tanımlanmaktadır.  
            Su 
              hakkı, ınsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde özellikle belirtilmemiş 
              olmasına karşın yaşam hakkının (3. Madde), suya erişimi kapsadığı 
              iddia edilebilir (3). 1994 Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı 
              Eylem Programı'nda herkesin yeterli standartlarda yaşama hakkı içinde 
              su ve sağlığın korunması da yer almıştır. 1999'da Genel Toplantı 
              Kararı (53/175) temiz suyu temel insan haklarından bir olarak tanımıştır(3). 
            Su 
              hakkının en geniş tanımının yapıldığı uluslararası belge, 26 Kasım 
              2002 tarihinde yayımlanan, Birleşmiş Milletlerin Ekonomik, Sosyal 
              ve Kültürel Haklar Komitesi Genel Açıklama 15'dir(4). Birleşmiş 
              Milletlerin Açıklamasına göre herkesin yeterli, güvenli, fizikî 
              olarak ulaşılabilir ve bedeli ödenebilir suya erişim hakkı vardır. 
              Bir ailenin gelirinin yüzde 2'sinden fazlasını su faturası oluşturamaz.  
            Su 
              hakkı ile ilgili devletin yükümlülüğü tam olarak tanımlanmamış olsa 
              da devlet, su hakkı açısından güvenli, ulaşılabilir su temin etmekle 
              sorumludur. Devlet, toplumun tüm kesimlerine güvenli ve sağlıklı 
              su sağlamakla yükümlüdür. 
            Su 
              hakkı kavramının, uluslararası alanda yaygınlaştırılması bazı devletlerin 
              bu kavramı kabul etmemelerinden dolayı zorlaşmaktadır(3). Örneğin 
              ABD su hakkının uluslararası kabulüne karşı çıkmış, Kanada ise Birleşmiş 
              Milletlerin 2002 ınsan Hakları Komisyonu oturumunda, su hakkının 
              varlığını kabul etmeyen tek ülke olmuştur. Ancak Kanada, uluslararası 
              ve Kanadalı sivil toplum kuruluşlarının baskıları sonucu bu konudaki 
              tutumunu yumuşatmıştır(6). 
            Bir 
              Doğal Kaynak Olarak Su 
              Su, "yerine bir başka şeyin ikame edilemeyeceği bir doğal kaynak" 
              olarak da tanımlanmaktadır. 
              Doğal kaynaklar ise TMMOB'nin 1998 yılında düzenlediği Demokrasi 
              Kurultayı'nda, "Toplumların ortak varlıkları" olarak tanımlanmıştır. 
              Doğal kaynaklar, hiçbir topluluk sınıf veya katmanın emeği karşılığı 
              üretilemeyen, bu nedenle de herhangi bir gerekçeyle kimsenin sahiplenme 
              hakkı iddia edemeyeceği kaynaklardır. Dolayısıyla da tanımı gereği 
              bu kaynakların tasarruf hakkı, toplumundur. Toplum bu kaynakların 
              insanlık hizmetine nasıl sunulacağına karar verme hakkına sahip 
              olmalıdır. Bu hakların nasıl kullanılacağı her kişinin yaşam hakkı 
              olarak Anayasa ve yasalarda belirtilmeli; suyun yönetiminde kamu 
              yararı ilkesi esas alınmalıdır. 
            Bir 
              Doğal Kaynak Olarak Suyun Önemi 
              Hayatın ve ekosistemin önemli bir parçası olan su, insanın en temel 
              ihtiyaçlarını karşılamakla birlikte tarım ve sanayinin ana unsurunu 
              oluşturmaktadır. Bu nedenle, su kaynaklarını kimin yöneteceği meselesi 
              çok önemli bir konudur. Birçok sektörü birincil ölçekte etkileyen 
              bir kaynağın yönetimi oldukça stratejik öneme sahiptir. Bu nedenle 
              su kaynaklarının yönetimi, pazar ekonomisi çözümlerine göre değil, 
              ekolojik çözümlerin de güvence altına alındığı bir biçimle yönetilmelidir. 
              Her şeyden önce, su kamu malıdır (ortak mülktür) dolayısıyla özel 
              mülk olarak kullanılamaz.  
            Yerine 
              bir başka şeyin ikame edilememesi nedeniyle su meta olarak düşünülemez 
              ve kullanılamaz. Hiç kimsenin, hiçbir kuruluşun, topluluğun, sınıfın 
              ya da devletin; suyu kirletme ve sudan kar elde etme hakkı yoktur. 
              Ne var ki günümüz sermaye birikiminin temel unsuru metalaşma olduğundan, 
              sermaye gruplarının suya egemen olma ve suyu metalaştırma çabaları 
              vardır. Bu çabanın önünde durabilecek tek güç ise suyu bir hak olarak 
              tanımlayan geniş kitleler ve onların su hakkı mücadelesidir. 
               
Doğal 
              kaynak olarak tanımlanan su kaynaklarının, yönetim politikasının 
              temel esasını, yaşamın vazgeçilmez unsuru olan suya erişim hakkı 
              oluşturmaktadır. Suya erişim hakkı, küresel su şirketlerinin kar 
              hesaplarının insafına, gelişmiş kapitalist ülkeler arasındaki egemenlik 
              çekişmesine terk edilmemelidir. Her canlı, yeterli ve uygun kalitede 
              suya ulaşabilmelidir.  
               
              Su ve Dünya  
              Birleşmiş Milletler Çevre Programı'na göre Dünya'da 1400 milyon 
              km3 su bulunmaktadır. Ancak bu suyun yüzde 97,5'i tuzlu su (deniz 
              ve okyanuslarda ) olup yüzde 2,5'i tatlı sudur. Tatlı suların yüzde 
              69,5'i kutuplarda buzul olarak veya donmuş toprak tabakasında bulunmaktadır. 
              Tatlı suların, yüzde 30,1'i yeraltı suyu, kalan yüzde 0,4'lük bölümü 
              ise yüzey ve atmosfer sularını oluşturmaktadır. Yani kolayca ulaşılabilecek 
              ve kullanılabilecek su oranı toplam suyun yüzde 0,4'dür. Dünyada 
              kullanılan suyun ise yüzde 85'ini nüfusun yüzde 12'si tüketmektedir. 
              Bu yüzde 12'nin de Üçüncü Dünya Ülkeleri'nde yaşamadığı aşikârdır 
              (5). 
            Suyun 
              dağılımı, yıllara, mevsimlere ve bölgelere göre eşit bir dağılım 
              sergilememektedir. Su varlığının değerlendirilmesi, genelde kişi 
              başına düşen su miktarı ile belirlenmektedir. Bu nedenle, nüfusun 
              dağılımı da su potansiyelinin değerlendirmesinde önemli bir ölçüttür. 
              Değerlendirme de, kişi başına düşen su miktarı 1000 m3'ün altında 
              olan ülkeler "su fakiri"; 1000 ile 3000 arasında olanlar 
              "su kısıtı -su stresi çeken ülke"; 10000 m3'ün üzerinde 
              olan ülkeler ise "su zengini " olarak tanımlanmaktadır. 
            Türkiye'nin 
              Su Kaynakları  
              Türkiye'nin yıllık brüt yüzeysel su potansiyeli 193 milyar m3'tür 
              (8). Bu brüt potansiyelin yüzde 58'i, 112 milyar m3'ü ekonomik ve 
              teknolojik şartlar göz önüne alındığında, kullanılabilir su potansiyelidir. 
              Bu potansiyel değerlendirildiğinde, Türkiye'de kişi başına düşen 
              yıllık teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir su miktarı, 1430 
              m³'tür. Bu rakam da ifade etmektedir ki Türkiye su stresi çeken 
              ülke durumundadır. Ayrıca 112 milyar m3'lük su potansiyelinin, 40 
              milyar m3'lük (%36) bölümü değerlendirilebilmektedir. Geri kalan 
              kısmı verimli kullanılamamaktadır. 
               
              2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona ulaşacağı, su kaynaklarının 
              yüzde 100 verimle kullanılacağı düşünülse bile, kişi başına düşen 
              su miktarı 1000 m³'e düşeceği ve Türkiye'nin de su fakiri ülkeler 
              arasına gireceği bilinmelidir.  
            Türkiye, 
              Asya ve Avrupa kıtaları arasında yer alır. Üç tarafı denizlerle 
              çevrili olan Türkiye'nin 8300 km uzunluğunda kıyı şeridi bulunmaktadır. 
              Türkiye'nin toplam yüzey alanı 779452 km2 olup, yüzde 98.17 si toprak, 
              geriye kalan yüzde 1.83'ü suyla kaplı alandır.  
            Türkiye'de 
              şu anda yapımı tamamlanmış yaklaşık 230 baraj bulunmaktadır. Türkiye 
              suyunun yüzde 15'i içme ve kullanmada, yüzde 75'i tarımsal sulamada, 
              yüzde 10'u ise sanayide tüketilmektedir. Su tüketiminin yüzde 75'ini 
              kaplayan tarımsal sulamada, vahşi sulama tekniklerinden vazgeçilip, 
              serpme veya damla sulama tekniklerine geçilmesi durumunda su tüketiminde 
              yaklaşık yüzde 30-40 oranında tasarruf sağlanacağı düşünüldüğünde 
              teknolojinin doğru kullanımının önemi daha iyi anlaşılabilir. 
               
              Genel kanının aksine gelişmiş ülkelerde tarımsal sulama, suyun en 
              çok aktarıldığı ve tüketildiği alan olarak karşımıza çıkmaktadır. 
              Ayrıca Türkiye, endüstriye aktardığı su miktarı bakımından az gelişmiş 
              ülke konumuna daha yakındır. 
               
              Türkiye 26 havzaya bölünmüş olup; Fırat-Dicle Havzası, su potansiyeli 
              yönünden Türkiye su potansiyelinin yüzde 28,5'ini oluşturmaktadır. 
              Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP), Fırat- Dicle Havzası üzerinde 
              kurulan sulama, elektrik üretimi, enerji, tarım, kırsal ve kentsel 
              altyapı ormancılık, eğitim ve sağlık gibi sektörlerini kapsayan 
              Türkiye'nin en büyük, örnek havza yönetimi projesidir. Projenin 
              bitiş tarihi 2010 olarak planlanmaktadır. Proje tamamlandığında 
              22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ve 1,7 milyon hektar sulama 
              sistemleri yapımı tamamlanmış olacaktır. 2007 yılı itibariyle, enerji 
              projelerinin yüzde 75'i, sulama projelerinin yüzde 13'ü tamamlanmıştır. 
              9 ilin etki alanında, 2000 yılı nüfus sayımına göre 6.47 milyon 
              kişinin hayatını birebir etkileyecek bu devasa altyapı projesinin 
              tamamlanması için, 2010'a kadar yılda ortalama 2 milyar dolara ihtiyaç 
              duyulmaktadır. Ancak bu ödeneğin nerden ve nasıl bulunacağı önemli 
              bir sorundur. 
            İçmesuyu 
              ve Atıksu Hizmetleri  
              Türkiye'de içmesuyu olarak kullanılacak su, kaynak, göl, akarsu, 
              baraj ve kuyulardan çekilmektedir. TUıK verilerine göre, Türkiye'de 
              2001 yılı için toplam çekilen su miktarı yaklaşık olarak 4 milyar 
              m3'tür(9). 
            şebeke 
              suyundan faydalanan kişi sayısı gün be gün artmaktadır. 2004 yılı 
              rakamlarına göre toplam nüfusun yüzde 78'ine şebeke suyu hizmeti 
              verilmektedir(10).  
            Türkiye'de 
              su kirlenmesini önleme ve atıksu arıtımı konusunda dünya ortalamasının 
              oldukça altındadır. Türkiye'de toplam nüfusun yüzde 68'ine kanalizasyon 
              şebekesi hizmeti verilmektedir. Toplam nüfusun sadece yüzde 34'üne 
              atıksu arıtma tesisi hizmeti verilmektedir. Yüzde 34 oranı, OECD 
              ülkeleri ortalamasının (%64'ün) ve AB ülkelerinin (Malta hariç) 
              en düşük değeridir (10). 
            ıçmesuyu 
              ve atıksu hizmetindeki en büyük sıkıntılardan bir tanesi, ilgili 
              kurum ve kurumların sorumluluklarının belirsizliğidir. Plansız şehirleşme 
              de hizmetlerin ulaştırılmamasında önemli bir faktördür. Türkiye'de 
              su verimliliği ile ilgili herhangi bir çalışma yapılmamaktadır. 
              Türkiye'de su kaçağı ve kayıplarının oranı ortalama yüzde 30-40 
              oranındadır(11). 
            Hukuksal 
              Açıdan Türkiye'de Suyun Yönetimi  
              Su Hukuku Tarihi  
              Tarih boyunca, toplumlar, daha çok su kenarlarında yerleşmeyi seçmişlerdir. 
              Dolayısıyla, suyun gerek içme ve kullanma, gerek tarımda, gerekse 
              başka amaçlarla kullanılmasında bir takım kurallar geliştirilmiştir. 
              Bugünkü hukuksal yapının temelini oluşturan ve diğer alanlarda olduğu 
              gibi "su hukuku" alanında da ilk kuralları "Roma 
              Hukuku" tarafından oluşturulmuştur. Roma Hukuku'nun bireyci 
              anlayışına uygun olarak, toprağın üstünde ve altındaki su, toprak 
              mülkiyetinden ayrı olarak düşünülmemiştir. Bu düşüncenin sonucu 
              olarak sular toprağın ayrılmaz bir parçası sayılarak, suya sahip 
              olmak için toprağa sahip olmak yeterli görülmüştür. 
               
              Roma Hukuku'nda sadece devamlı olarak akan sular özel mülkiyetin 
              dışında bırakılmışlardır." Roma Hukuku sonraki dönemlerde Avrupa 
              toplumlarının ve ülkemizin Medeni Yasaları'nın teorik temelini oluşturmuştur 
              (12). Bunun yanında sadece adlarını sayabileceğimiz ve su hukukunda 
              farklılıklar gösteren; Cermen Hukuku, Fransız Hukuku, Anglo-Amerikan 
              Hukuku, Avusturya Hukuku ve ıslam Hukuku'ndan da söz edilebilir.  
               
ıslam Hukuku, ülkemiz topraklarında Osmanlı dönemi su hukukunun 
              düzenlenmesinde önemli rol oynamıştır. Suların kullanma esasları 
              devlet yönetimince yürütülmekteydi. Ancak ıslam Hukuku'nda örf-adet 
              ve teamül hakim hukuk kaynağı olduğundan; ortaya çıkan hukuki sorunlar 
              fetvalarla çözümlenmeye çalışılmıştır. Kullanma biçimleri ise fermanlarla 
              düzenlenmiştir.  
            Osmanlı 
              devletinin son dönemlerinde ise özellikle Tanzimat döneminde, türlü 
              içtihadı bir araya getiren ve yasa yerine kullanılan "Mecelle" 
              kuralları uzun süre hüküm sürmüş ve su hukukunun oluşumunda etkin 
              rol oynamıştır. Mecelle kural olarak sulardan herkesin yararlanabileceğini 
              kabul etmektedir. Örneğin yeraltında cereyan eden sular kimsenin 
              mülkü değildir (Mecelle 1235. Md.).  
               
Ülkemizde, bir yandan bu uygulamalar devam ederken, diğer taraftan 
              da hukuksal ve yasal gelişmelere paralel olarak değişimler yaşanmaktadır. 
              Ancak ilk detaylı Anayasa olan 1924 Anayasası'nda, su ve su kaynaklarıyla 
              ilgili ve suların kullanma biçimine ilişkin herhangi bir kural getirilmemiştir.  
            1961 
              Anayasası'nın 130'cu maddesi "Tabii servetler ve kaynaklar 
              devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi 
              hakkı devlete aittir. Arama ve işletilmesi devletin özel teşebbüsle 
              birleşmesi suretiyle veya doğrudan özel teşebbüs eliyle yapılması 
              kanunun açık iznine bağlıdır." hükmünü getirmiştir. 
               
Su 
              hukuku ile ilgili 1982 Anayasası'nın 168. maddesi de 1961 Anayasası'na 
              paralel bir hüküm getirmiştir. Anayasanın 168. maddesi "Tabii 
              servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların 
              aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını 
              belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi 
              tabii servet ve kaynağın arama ve işletmesinin Devletin gerçek ve 
              tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler 
              eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır." hükmüne yer 
              vermektedir. 1961 Anayasası'na karşın, 1982 Anayasası'nda özel şirketler 
              eliyle doğal kaynakların aranması ve işletilmesi kolaylığı sağlanmıştır. 
               
              Geçmiş dönemin hukuk uygulamaları, çağımız toplumlarının medeni 
              yasalarına temel oluşturmaktadır. Bu nedenle, ülkemizin Medeni Kanunu, 
              sular hakkındaki klasik sınıflandırmaya uyarak suları iki bölüme 
              ayırmıştır.  
             a) Özel mülkiyet ve özel hukuk konusu olan sular: Bunlar çıktığı 
              arazinin ayrılmaz parçası kabul edilmiş ve arazi sahibinin mülkiyetinde 
              olduğu, yasada hükme bağlanmıştır (M.K. Md. 679). Kaynaklar, gözeler 
              ve bunlara benzeyen sular bu bölümde sayılmıştır. Bu sulara sahip 
              olmak için toprak mülkiyetinin kazanılması yeterlidir. Bu suların, 
              özel mülkiyetin konusu kabul edilmesi, bunun sonucu olarak mülkiyet, 
              irtifak ve kullanma hakları da Medeni Kanunla düzenlenmiş ve tapu 
              sicili esasına tabi tutulmuştur.  
             b) Genel sular: Üzerlerinde özel mülkiyet tesisine yer verilmeyen 
              denizler, akarsular (nehirler, akarsular, çaylar, büyüklük ve küçüklüklerine 
              göre genel veya özel su sayılırlar.) toprak yüzeyinde akmayan durgun 
              sular (bunlar büyük ve küçük göllerdir) mülkiyeti akarsulara benzer 
              şekilde ele alınabilir. Yeraltı suları genel su olarak kabul edilmektedir. 
              Medeni Kanun'un 641/2. maddesine göre genel sularda, özel mülkiyet 
              söz konusu olamaz. Ancak Medeni Kanunumuz, genel su ile özel su 
              ayırımındaki çizgiyi belirtmemiştir.  
               
              Medeni Kanunu'nun 641 ve 679/2. maddeleri umuma ait sulardan söz 
              etmiştir. Aynı şekilde 831 Sayılı Sular Kanunu'nun 1. maddesi, 2656 
              Sayılı Sular Kanunu'na ek Kanunun 1. ve 2. maddeleri belde veya 
              köy halkının müşterek gereksinimine mahsus sulardan, 3039 sayılı 
              Çeltik Ekimi Kanunu'nun 7. maddesi umumi ve hususi sulardan, 4373 
              sayılı Taşkın Sular Kanunu'nun 14. maddesi umumi ve hususi sulardan, 
              7478 sayılı Köy ıçme Suları Kanunu'nun 11. maddesi umumi sulardan, 
              12. maddesi sahipli sulardan söz etmiş, 167 sayılı Yeraltı Suları 
              Kanunu'nun 1. maddesinde umumi sular deyimi kullanılmış ve adı geçen 
              tüm bu yasalar genel ve özel su ayırımını açıkça kabul etmişlerdir. 
              Uygulamada da, Yargıtay kararlarında da aynı deyimler kullanılmış 
              ve hüküm verilmiştir. Medeni Kanun'un 679. maddesi mülkiyete konu 
              olabilecek suları kaynaklar olarak tanımlamıştır. Madde şöyledir: 
              "Kaynaklar toprağın bütünleyici parçası olup, mülkiyetin kaynağı 
              toprağın mülkiyetiyle birlikte edinilir."  
              Medeni Kanunumuzda kaynak sularına ilişkin tanımlamalar yapılmış 
              ve birçok konuya açıklıklar getirmiştir.  
            · 
              Kaynaklar üzerindeki mülkiyet hakkı (M.K. 644/II, 679/II)  
· Kaynakların kullanılması  
· Kaynakların sınırları: Komşuluk hukukundan kaynaklanan bir faktör(M.K.680,681). 
              Kaynakların kirlenmesi ve kesilmesi (M.K. 682), kaynak ortaklığı 
              (M.K.683), zorunlu su hakkı (M.K. 666, 667, 661, 663), komşuluk 
              hukukunu düzenleyen kaynak hakkındaki kurallara aykırı olmaması 
              koşuluyla uygulanır.  
· Kaynakların korunması:  
a) Kesilme ve kirlenmeye karşı korunması,  
b) Kamu hukuku yönünden korunması.  
Hem kaynak sularının korunmasında ve kullanılmasında olsun, hem 
              de yeraltı sularının korunmasında ve kullanılmasında olsun, Medeni 
              Kanun ile suya yönelik uygulamalar için birçok yaptırımlar getirilmiştir. 
              Bu uygulamalara yönelik daha sonraları, değişiklikler yapılarak 
              yeni yasalar çıkarılmış ve bu yasalar doğrultusunda da yeni kurumlar 
              oluşturulmuş veya var olan kurumlara yeni görevler üstlendirilmiştir. 
              Bunlar yapılırken de kullanıma yönelik "ıhtiyaç ılkesi" 
              ve "Öncelik ılkesi" nitelemeleri getirilerek hükümler 
              verilmiştir.  
               
              Su Kaynaklarının Yönetimi ile ilgili Kanunlar  
              831 sayılı Sular Hakkında Kanun: (28. 04. 1926) 
               
              Kanunun 1. maddesinde: "şehir ve kasabalarla köylerde ihtiyacı 
              ammeyi temine mahsus suların (Kamu gereksiniminin karşılanması gereken 
              suların) tedarik ve idaresi belediye teşkilatı olan mahallelerde 
              belediyelere; belediye teşkilatı olmayan yerlerde Köy Kanunu mucibince 
              ihtiyar meclislerine aittir" denilmektedir. Bu kanunda köy, 
              kasaba ve kentlerde suyun iletim ve işletimine yönelik başka hükümler 
              içeren maddeler de bulunmaktadır. Yine bu yasada; belediye ve köy 
              ihtiyar meclislerine çeşitli yaptırımlarda ve uygulamalarda bulunması 
              için yetkiler verilmiştir. Ayrıca Su Birlikleri'nden söz edilerek 
              aynı çerçevede değerlendirilmiştir.  
             
              927 sayılı Sıcak ve Soğuk Maden Sularının ıstismarı ile 
              Kaplıcalar Tesisatı Hakkında Kanun: (10.06.1926)  
              Kanundan da anlaşılacağı gibi maden ve kaplıca sularının kullanımı, 
              işletimi, tesis ve satma işlerinin yürütülmesine ilişkin maddeler 
              içermektedir. ıhale koşularına uygun olarak ve belirli sürelerle 
              özel ve tüzel kişilere verilebilmektedir. Yasada anılan bu sular 
              üzerinde işlem yapma yetkisi, yine bu yasayla ıl Özel ıdareleri'ne 
              verilmiştir. Ancak içme ve yıkanma amaçlı suların işletilmesi ve 
              kullanılması hususunda 1593 sayılı Hıfzıssıha Kanunu hükümleri geçerlidir. 
            4373 
              sayılı Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Koruma Kanunu :(14.01.1943)  
              Su havzalarının korunması, su alma tesislerinin hasar görmesinin 
              önlenmesi, yerleşim yerlerinin ve tarım arazilerinin su baskınlarına 
              uğramaması ve buna benzer hususların önlenmesi açısından bu yasa 
              önemli yaptırımlar içermektedir. 
            4759 
              sayılı ıller Bankası Kanunu: (13.06.1945)  
Ülkemizin çok önemli kurumlarından biri olan ıller Bankası'nın kuruluş 
              kanunudur. ıller Bankası, uzun bir süreden beri belediyeler, ıl 
              Özel ıdareleri ve Köy ıdareleri'nin kurdukları birliklerin imar 
              planlarından tutunda, irili ufaklı tesislerine kadar tüm projeleri 
              yapmış ve desteklemiştir. Bunların en başında gelen tesisler ise 
              şüphesiz su, kanalizasyon ve arıtma tesisleridir.  
            6200 
              sayılı Devlet Su ışleri (DSı) Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri 
              Hakkında Kanun: (18.12.1953)  
              DSı, ülkemizin yeraltı ve yerüstü suların değerlendirilmesi, düzenlenmesi 
              ve yönetilmesi amacıyla çok yönlü görev ve yetkilerle donatılmış 
              önemli bir kurumudur. Tüm barajlar, HES'ler, tarım sulama tesisleri, 
              büyük kentlerin su tesisleri ve taşkın suların önlenmesi için havza 
              düzenlemeleri projelerinin ve yatırımlarının yapımı DSı tarafından 
              yaşama geçirilmiş, geçirilmektedir. 
            1980'li 
              yıllardan başlayarak DSı'nin bir kısım uygulamalarının ve projelerinin 
              yapım ve yönetiminde yavaşta olsa değişimler başlamış, aynı zamanda 
              Büyükşehir Belediyeleri'nin, su yatırımlarında yetkilendirilmesi 
              maksadıyla yasal düzenlemeler getirilmiştir. Ancak DSı'nin Teşkilat 
              ve Görevleri Hakkındaki Yasa'da da değişiklikler yapılmadan bu düzenlemeler 
              gerçekleştirilmiştir.  
            7478 
              sayılı Köy ıçme Suları Hakkında Kanun: (09.05.1960)  
              Bu kanuna göre, "Köylerin içme ve kullanma suyu ihtiyacı, DSı 
              Umum Müdürlüğü tarafından temin ve tedarik olunur" denilmekte 
              ve 1. maddenin 2. fıkrasında "... Yıllık icraat programlarına 
              giren bazı köylere ait işlerin, denetimi DSı'de olmak üzere yapılmasını 
              ilgili vilayete bırakabilir" hükmü yer almaktadır. Söz konusu 
              yasada, yapım işleri bitirilen tesislerin, devir ve teslimi; bakımı 
              ve işletilmesi Köy ıhtiyar Meclisine verilir. Yapılan tesisleri, 
              Köyler ve Belediyeler birlikte ortak kullanıyorsa hepsinin müşterek 
              malı olarak kabul edilir.  
            Köylerin 
              içme ve kullanma suyunun temin edilmesi, iletilmesi ve dağıtımı 
              hizmetleri; 1960'lı yıllarda kurulan Köy ışleri ve Kooperatifler 
              Bakanlığı Yol Su Elektrik Genel Müdürlüğü'ne devredilmiştir. (16.07.1964 
              tarih ve 3-6/3349 Sayılı Kararname)  
            167 
              sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun: (16.12 1960)  
              Yeraltı suları mülkiyet açısından umumi sular kapsamında olup devletin 
              hüküm ve tasarrufu altındadır. Bu suların her türlü araştırılması, 
              kullanılması, korunması ve tescili bu kanun hükümlerine tabidir.  
            Su 
              ile ilgili birçok uygulama, Medeni Kanunu'nun bazı maddelerinde 
              yer almıştır. 167 sayılı yeraltı suları hakkında kanunun yürürlüğe 
              girmesiyle birlikte Medeni Kanunu'nun suya ilişkin bazı maddeleri 
              hükümsüz kılınmıştır (M.K. Md. 682, 683, 684, 685). Çünkü 167 sayılı 
              yasada korunmaya ilişkin bir hüküm yoktur. Korunmaya yönelik sorunların 
              çözümünde, hukuki görüş farklılıklar olmakla birlikte, sorunlar 
              ortaya çıktığında, adli organlara götürülerek çözümler üreten kararlar 
              verilmektedir.  
               
              2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon ıdaresi Genel Müdürlüğü 
              Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun: (20.11.1981)  
ıSKı'nın görev ve yetkileri, sorumluluk alanına ilişkin içme, kullanma 
              ve endüstri suyu ihtiyaçlarının her türlü yeraltı ve yerüstü kaynaklarından 
              sağlanması ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması için; kaynaklardan 
              abonelere ulaşıncaya kadar her türlü tesisin etüt ve projesini yapmak 
              veya yaptırmak; bu projelere göre tesisleri kurmak veya kurdurmak 
              olarak tanımlanmıştır. 
            Atıksuların 
              ve yağış sularının toplanması, yerleşim yerlerinden uzaklaştırılması 
              ve zararsız bir biçimde boşaltma yerine ulaştırılması gibi ıSKı 
              yasasının birçok hükümleri, DSı'nin görev ve yetkilerini bünyesinde 
              barındırır niteliktedir.  
              Bu yasanın yürürlüğe girmesinden sonraki takip eden yıllarda oluşturulan 
              tüm Büyükşehir Belediyeleri'nin sorumluluk alanlarında, ıSKı benzeri 
              Su ve Kanalizasyon ıdareleri kurulmuştur. Bütün bu kentlerin suyunun 
              temininden dağıtımına kadar olan hizmetler bu ıdare tarafından yürütülmektedir. 
              Günümüzde bu idareler; her alandaki mal ve hizmet üretimini, giderek 
              taşeronlar eliyle yaptırmaktadır. Buna koşut olarak da suyun işletilmesi 
              ve dağıtımı hizmetlerinin özelleştirilmesinin temellerini oluşturmaktadırlar. 
              Suyun yönetiminin merkezi bir yapılanmadan alınıp yerelleştirilip 
              kontrolü ve denetimi azaltılmış, kolaylıkla özelleştirilmesinin 
              yolu açılmıştır.  
            5216 
              sayılı Büyükşehir Belediyesi ve 5393 sayılı Belediye Yasaları da 
              su ve atıksu konusunda yetkili kılınmaktadır 
               
              5216 sayılı yasanın 7/5 maddesinde "Su ve kanalizasyon hizmetlerini 
              yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak 
              ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu ve arıtma sonunda 
              üretilen suları pazarlamak" hükümlerine yer verilmektedir.  
            Yine 
              5393 Sayılı Belediye Yasası'nın 15/d maddesinde: "... Su, atıksu 
              ve hizmet karşılığı alacakların tahsilini yapmak veya yaptırmak" 
              yine aynı yasanın 15/e maddesinde: "Müktesep haklar saklı kalmak 
              üzere; içme, kullanma ve endüstri suyu sağlamak; atıksu ve yağmur 
              suyunun uzaklaştırılmasını sağlamak; bunlar için gerekli tesisleri 
              kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek; kaynak sularını işletmek 
              veya işlettirmek" gibi hükümler yer almaktadır. 
            Su 
              Hukuku Açısından Özetle, 
              1) Türkiye'de su kaynaklarının mülkiyeti, kaynaklardan sağlanan 
              suyun iletilmesi ve dağıtılması hususunda oluşan hukuk, Osmanlı 
              döneminde ferman ve fetvalarla düzenlenen kuralları içerdiğini görmekteyiz. 
              Özellikle Tanzimat dönemindeki 'Mecelle' düzenlemeleri çok etkili 
              olmuştur.  
              2)Kaynak suları (Gözeler) dahil (bir kısım özel mülkiyetin içinde 
              olanlar hariç) tüm sular kamu mülkiyetinde ve yönetiminde kalmıştır. 
              3) AB uyum yasaları, Türkiye'de son yıllarda yasal ve kurumsal değişikliklerin 
              yapılmasında etken olan unsurlardır. Bu bağlamda su yönetiminin 
              tek elde toplanması amacıyla su yasası çalışması yapılmış, ancak 
              taslak çalışma da incelendiğinde de görülmektedir ki su yasası, 
              mevcut yasaların toplamı olarak oluşturulmuştur. 
              4)Türkiye'de suyun yönetimine ilişkin çok parçalı bir düzenleme 
              mevcuttur. Müdahale eden kurum sayısı 10'un üzerinde olmakla beraber 
              yetki kargaşası da yaşanmaktadır. Bu durum, su kaynaklarını kamu 
              tarafından yönetilemez hale getirmiş, böylelikle suyun özelleştirilmesinin 
              meşrulaştığı bir durum yaratılmıştır.  
              5)Ülkenin bütün su kaynaklarının planlaması yapılmadığından, kullanılmasından 
              dağıtılmasına kadar, geçen tüm aşamalar da belirsizlikler yaşanmaktadır. 
              Bu durum da suyun verimli kullanılmasını önlemekte ve kirlenmesine 
              neden olmaktadır.  
              6)Su hakkı tanımı su ile ilgili tanımlanan tüm yasalara ayrıntılı 
              bir biçimde konulmalı, suyun yönetimi ile ilgili yasa ve düzenlemelerde 
              kamu yararı esas alınmalıdır. 
               
              TÜSİAD Raporları ve Suyun Özelleştirilmesi  
              Bilindiği üzere 2008 Eylül ayında TÜSıAD iki tane önemli rapor hazırladı. 
              "Türkiye'de Su Yönetimi: Sorunlar ve Öneriler ile Küresel Su 
              krizine Çözüm Arayışları: şebeke Suyu Hizmetlerine Özel Sektör Katılımı, 
              Dünya Örnekleri Işığında Türkiye ıçin Öneriler." ıki raporda 
              da Türkiye'nin 2030'lu yıllarda su fakiri ülke durumuna gelmesi 
              ve önümüzdeki yıllarda çıkacak su krizine çözüm olarak, suyun ekonomik 
              mal olarak değerlendirilmesi sunulmaktadır. Petrol gibi ekonomik 
              bir değere dönüştürülmeye çalışılan su, oysaki insan hayatını devam 
              ettirmesi için en temel insani maddedir. 
            "Küresel 
              su krizi" bahane edilerek, tüm halkın en temel insani ihtiyacı 
              olan su, ekonomik bir mala dönüştürülmeye çalışılmaktadır.  
            Küresel 
              su krizinin asıl nedeni, suyumuzun az olması değil, nüfus artışı, 
              hızlı endüstrileşme, çarpık kentleşme ve suyun plansız kullanılmasıdır. 
              Örneğin Türkiye'de kentlerin su şebekelerindeki su kaçağı ve kayıplarının 
              oranı ortalama yüzde 30-40 oranındadır(15). Türkiye'de küresel su 
              krizine çözüm arayışında olanlar, önce su kayıplarını Avrupa ve 
              Amerika ortalamasına yüzde 10' a çekmeye çalışmalıdırlar. 
            Kirleten 
              öder ilkesinin belirlendiği bu raporlarda, suyun ekonomik mal olarak 
              kabul edilmesinde, küresel su krizinin rol aldığı ifade edilmektedir. 
              Ancak şebeke suyunun özel sektöre devredilmesi su krizinin çözümlenmesine 
              alternatif olması iddiasında olsa da altyapı hizmetlerini daha karmaşık 
              hale getirecektir. ıkinci raporda aynı ülkelerin farklı bölgelerinde, 
              farklı uygulamaların olabileceği ifade edilmiş, bunun da nedeni 
              projelerin uygulanma biçimiyle açıklanmıştır. Yani karmaşıklık raporda 
              ifade edilmiş ve bu karmaşıklığın yetki sorununun giderilmesinde, 
              kamu sorumlularının teknik yeterlilikte olması, önemle vurgulanmıştır. 
              Ancak unutulan şey, bu teknik yeterliliği sağlayacak kurumların 
              yıllardır içinin boşaltıldığıdır.  
            Raporda, 
              suyun ekonomik mal olarak kabul edilmesi, israfın önlenmesine yol 
              açacağı öne sürülmektedir. Ancak elektriğin ve doğalgazın israfı, 
              piyasalaştırılması ile nasıl çözülmüyor ise, suyun israfı da piyasalaştırılma 
              ile çözülemez. 
            Yine 
              ikinci raporda, Avrupa'daki enerji, telekom, havayolu-demiryolu 
              taşımacılığı ve posta hizmetlerinde özelleştirmenin iyi durumda 
              olmasına; ancak su hizmetlerinde geride kalınmasının nedenleri ile 
              Latin Amerika'da yaşanan "kötü özelleştirmelere" alternatif 
              çözümler tartışılmaktadır. 2005 yılında özel sektörün, şebeke suyu 
              projelerinde, proje sayısı 57 iken, bu sayı 2006 yılında 48'e düşmüştür. 
              Bu düşüşün ana nedeni, Latin Amerika deneyimidir. Bu deneyimlerden 
              TÜSıAD, ders çıkarmış, örneğin bölge halkının düzenli olarak bilgilendirilmemesi, 
              eksiklikler arasında belirtilmiştir. Bu alternatif çözümler arasında 
              yoksul kesimlere daha kalitesiz bir hizmetin sunulması ile az gelişmiş 
              ve gelişmekte olan ülkeler için özel sektörün kamu tarafından sübvansiyon 
              edilmesi de bulunmaktadır.  
            Yani 
              musluklarımızdan akan suyun kalitesi oturduğumuz semte göre değişecek 
              bu da yetmezmiş gibi bunu sağlayan özel sektör zarar ettiği takdirde 
              zararını kamu sağlayacak. ıkinci raporda, bölgelerine göre karlılık 
              oranı maliyetlerinin yıllık 2 ile 40 katı arasında değişen su özelleştirilmeleri 
              için devlet garantisi verilmesi önerilmektedir. 
            Raporda 
              özel sektörün su hizmetlerine katılımından sonra, su fiyatlarının 
              arttığı, kabul edilmektedir. Latin Amerika özelinde az gelişmiş 
              ve gelişmekte olan ülkelerde fiyatların artışı, su tüketiminin azalmasına 
              neden olmuştur. Yani halk, suyu asgari oranda kullanmaya çalışmış, 
              kirli su kaynaklarına yönelmiştir. Politik baskılar sonucu su tekellerinin, 
              Latin Amerika'dan çekildiği yine aynı raporda ifade edilmektedir.  
            ıkinci 
              raporda, kullanılacak dış kredilerin kontrol mekanizmasının kolaylaştırılması 
              ve dış kredilere devlet garantisi verilmesi önerilmektedir. Türkiye'de 
              devlet garantisinin verildiği ilk proje olan ızmit şebeke Suyu Projesi 
              oldukça ilginç bir deneyimdir. 
            Akarsuların 
              Özelleştirilmesi  
              Bilindiği üzere, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanun kapsamında 
              "Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su 
              Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanmasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında 
              Yönetmelik" in 26 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe girmesiyle 
              enerji üretim tesislerinin yapımı tamamen özel sektöre verilmiştir. 
              Söz konusu Kanun kapsamında Hidroelektrik Santral projeleri DSı 
              WEB sitesinde yayınlanarak özel sektör başvurusuna açılmıştır. 
            5346 
              sayılı 10.05.2005 tarihli yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik 
              Enerji Üretimi Amaçlı Kullanıma ılişkin Kanun kapsamında, akarsu 
              santralleri ve gölalanı 15 km2'den az olan barajlar için özel sektör 
              katılımı başlamıştır. 
            Hidroelektrik, 
              fosil yakıtlardan üretilen enerjiye nazaran çevreye zarar vermemesi 
              nedeniyle daha tercih edilebilir yenilenebilir enerji kaynağıdır. 
              Türkiye'nin hidroelektrik ekonomik potansiyelinin yaklaşık olarak 
              yüzde 35'ni değerlendirdiği düşünüldüğünde, hidroelektrik enerjiye 
              yatırım yapılması gerekmektedir. Ayrıca fosil yakıtlar ulusal kaynak 
              olmamakla birlikte, siyasi, politik ve ekonomik gelişmelere oldukça 
              fazlaca tabidir. Hidroelektrik enerji ise ulusal, doğal kaynak olması 
              sebebiyle de yatırım için tercih edilmelidir. 
            Hidroelektriğin 
              Türkiye'deki gelişimi incelendiğinde 1989'larda toplam ihtiyacın 
              yüzde 60'ı hidroelektrikten sağlanırken, 2005 yılına gelindiğinde 
              yüzde 27'si hidroelektrikten sağlanmaktadır. şu an da Türkiye'nin 
              enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 43'i doğal gazdan, yüzde 28'si 
              kömürden, yüzde 25'i hidroelektrikten, geri kalan yüzde 4'lük bölüm 
              ise fueloil'den karşılanmaktadır. 1995 yılından bu yana doğalgazdan 
              enerji üretimi yüzde 15 artmıştır. şu anda Türkiye'nin enerjisi 
              doğalgaza bağımlı hale getirilmiştir. 
            Doğalgaz 
              Türkiye'nin öz kaynağı olmadığı için politik ve ekonomik gelişmelerin 
              etkisiyle fiyatı değişim göstermektedir. Ancak hidroelektrik enerji 
              bu fiyat dalgalanmalarından bağımsız doğal, ulusal kaynaktır.  
            Hidroelektrik 
              santrallerin yapımı açısından değerlendirildiğinde Türkiye'de iki 
              ana tipten elektrik enerjisi üretilmektedir: Baraj tipi ile Nehir 
              tipi.  
            Baraj 
              tipi hidroelektrik santraller ihtiyacın olduğu her zaman kolaylıkla 
              devreye girebilir ve elektrik üretebilirler. Oysa nehir tipi santrallerde 
              genellikle depolama olmadığı için sadece gelen suya göre üretim 
              yapılır.  
            Barajların 
              sulama, içmesuyu, sel önleme gibi farklı amaçlarda kullanılabilirken 
              nehir tipi santraller sadece gelen suya göre elektrik üretmektedirler. 
              Ayrıca Uluslararası Hidroelektrik Organizasyonu (ıHA) verilerine 
              göre hidroelektrik projenin büyüklüğü artıkça birim kurulu güç başına 
              düşen maliyette azalmaktadır. Bu da şu anlama gelmektedir genel 
              olarak barajlar daha ekonomik yapılardır. Ancak nehir tipi santrallerinin 
              yatırım bedellerinin barajlarla karşılaştırıldığında çok küçük olması 
              nedeniyle özel sektör nehir tipi santralleri tercih etmektedir.  
            Hidroelektrik 
              potansiyelin değerlendirilmesinde ister baraj tipi ister nehir tipi 
              santral olsun, havza planlaması esas alınmalıdır. Bir nehir üzerinde 
              yapılacak herhangi bir yapı, yapının aşağısındaki diğer tüm yapıları 
              etkilemektedir. Bu nedenle son dönemlerde Türkiye'nin gündemini 
              oldukça meşgul eden nehir tipi santraller havza planlaması içerisinde 
              değerlendirilmelidir. Ancak bu yapılmamaktadır.  
            Son 
              verilere göre, Türkiye'de 2000'nin üzerinde nehir tipi hidroelektrik 
              santralinin değerlendirilmesi gündemdedir. Lisans alan bu projelerin 
              birçoğunda da herhangi bir gelişme kaydedilmemiş, satışa çıkartılarak 
              lisans ticareti yapılmış, bu da ifade yerindeyse bir "proje 
              borsası" oluşmasına yol açmıştır.  
            Bu 
              projelerin büyük kısmını nehir santralleri oluşturmaktadır. Yatırım 
              bedellerinin baraj projeleri ile karşılaştırıldığında az olması 
              nedeniyle bu projeler, son dönemde yatırımcıların ilgisini çeken 
              projeler olmuştur. Ancak bu projeler, uygulanış biçimleriyle suyun 
              özelleştirilmesinin bir uygulamasıdır. Çünkü Türkiye'deki akarsuların 
              tamamının kullanım hakkı özel sektöre devredilmiştir. 
            Böylelikle 
              son dönemde kamu, tüm alanlardan tasfiye edildiği gibi, su kaynaklarının 
              yönetiminden de tasfiye edilmektedir. Siyasi iktidar genel ekonomik 
              ve politik yaklaşımına uygun olarak, akarsularımızın özelleştirilmesinin 
              de önünü HES'ler ile açmıştır. "Sularımızı boşa akıtmıyoruz" 
              diyerek başlatılan HES projelerinin tamamı suyumuzun özelleştirilmesidir. 
            Bundan 
              önce ki uygulamalar incelendiğinde ise yapılacak herhangi bir tesisin 
              yapımı ne kadar uzarsa, işi yapan yüklenicinin o işten o kadar çok 
              para kazanması söz konusuydu. Bu nedenle, projeler, planlanan zamanlarda 
              bitirilememekte ya da çok uzadığı için amaçlarının dışına çıkan 
              yatırımlara dönüşmekteydi. Bu olumsuz tablo sonucunda akarsularımızın 
              özel sektör yatırımına açılmasının meşruluğu sağlanmış oluyordu. 
            Ancak 
              var olan yeni durum ise farklı sorunları beraberinde getirmektedir: 
              Genel olarak projeler özel sektör için çok karlı olup, yatırımın 
              karşılığını 7 -8 yılda veren, geri kalan 42-43 yılda kar elde den 
              projelerdir.  
            Bölge 
              açısından oldukça önemli Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları 
              proje yerinde inceleme yapılmadan masa başında oluşturulabilmektedir. 
              Nehirlerin ekolojik hayatlarının devamını sağlamakda oldukça önemli 
              olan can suları pazarlıklarla belirlenmektedir.  
            Projelerin 
              inşaatında standartlara uyulmamakta, inşaat sahasından çıkarılan 
              hafriyat dere yataklarına boşaltılmaktadır.  
            Mevcut 
              mevzuata göre planlama aşamasından sonra HES projelerinin denetimi 
              hiçbir aşamada yapılmamaktadır. Kamu denetimin hiçbir yerinde yoktur. 
              Akarsularımız özel sektörün insafına ve kaderine terk edilmiştir. 
              Türkiye'de neredeyse nehir tipi HES için başvuru yapılmamış akarsuyumuz 
              kalmamıştır.  
               
              HES'ler kamu eliyle yapılmalıdır. Ancak kamudan kastımız önceki 
              biçimiyle işlemeyen hantal bir kamu değildir. Kamudan kastımız, 
              halkının yararını göz önünde tutan projelerin zamanında bitmesini 
              ve verimli kullanılmasını sağlayan bir kamudur. Bu nedenle "Sularımızı 
              boşa akıtmıyoruz" bahanesiyle, sularımızın talan edilmesine, 
              ulusal ve uluslararası sermaye gruplarına peşkeş çekilmesine izin 
              verilmemelidir.  
            Özelleştirmede 
              Türkiye Deneyimleri: İzmit, Antalya, Edirne ve Çeşme şebeke Suyu  
ızmit Su Projesi 3996 sayılı kanun kapsamında gerçekleştirilen ilk 
              YıD (Yap ışlet Devret) projesi olma özelliği taşımaktadır. Proje 
              1995 yılında ızmit Büyükşehir Belediyesi ile Thames Water, Gama 
              ve Guriş tarafından imzalanan antlaşma ile yürürlüğe girmiştir (10). 
            Projenin 
              başlangıcında üretilen suyun üçte ikisinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne 
              satılması öngörülmüş ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi, "fiyatı 
              yüksek" gerekçeyle, suyu satın almamıştır. Bu konu iki belediye 
              arasında hala tartışma konusudur. Ancak söz konusu su, "al 
              veya öde" kapsamında hazine garantili olduğu için, dereye akıtılan 
              suyun parası firmaya ödenmiştir. 
               
              Tahsil edilen suyun birim fiyatı diğer belediyelere uygulanan rakamların 
              yaklaşık üç katına denk gelmektedir(Konu ile ilgili Sayıştay Raporu). 
            Bahsedilen 
              Sayıştay raporunda, proje çeşitli örnek projelere kıyasla 3-9 kat 
              daha yüksek miktara mal edilmiştir. Bu maliyet de sözleşmeden dolayı, 
              doğrudan su fiyatlarına yansıtılmıştır. Sonuç olarak suyun özelleştirilmesinin 
              ilk deneyimi olan bu projede, dereye akıtılan su için firmaya ödeme 
              yapılmış ve halktan tahsil edilen su birim fiyatları artmıştır.  
            Antalya 
              ilinin suyu, Fransız su devi Suez firmasının yönetimine geçmiş, 
              su fiyatları özelleştirmeden sonra yüzde 130 artmıştır (13). 
            Edirne 
              suyunun özelleştirilmesinde yolsuzluk yaptığı ortaya çıkan konsorsiyumun, 
              aynı yöntemlerle 9 kentte daha suyu özelleştirmeye çalıştığı ortaya 
              çıkmıştır (13).  
            Çeşme'de, 
              suyun özelleştirilmesi, Çeşme ve çevresinin su dağıtımı için kurulan 
              Çeşme Alaçatı Belediyeleri Çevre Koruma, Altyapı Tesisleri Kurma 
              ve ışletme Birliği (ÇALBıR) üzerinden yapılmıştır. Çeşme Belediyesi, 
              su dağıtım şebekesi için Dünya Bankası'ndan kredi almıştır. Dünya 
              Bankası ile yapılan anlaşmada, su şebekesi işletmesinin özelleştirileceği 
              ve suyun ton fiyatının dolar üzerinden belirleneceği gibi maddeler 
              bulunur. 2001 yılında Çeşme'de atıksu bedeli hariç 1 m3 su, o günün 
              para birimine göre 1 milyon 100 bin Lira iken, bu fiyat atık su 
              bedeli dahil olmak üzere İstanbul'da 400 bin, Ankara'da 330 bin, 
              ızmir'de 440 bin, Ege'deki turistik beldelerden Kuşadası'nda 112 
              bin 500, Marmaris'te ise 250 bin Lira idi. 2001 yılının ilk çeyreğinde 
              1 m3 suyun 1 dolara satıldığı Çeşme su fiyatlandırılmasında, Türkiye 
              birincisi olurken, borç veren kuruluş; Dünya Bankası ise su fiyatının 
              2.4 dolara çıkarılması için belediyeyi zorlamaktadır (14). 
            Suyun 
              Ekonomik Bir Mal Olarak Tanımlama Çabaları ve Dünya Su Forumu  
              Suyun ekonomik bir mal olarak tanımının yapıldığı ilk platform 1992 
              yılında, Dublin'de düzenlenen Uluslararası Su ve Çevre Konferansı 
              olmuştur. Bu konferansta su, ticari bir mal olarak ele alınmış, 
              su fiyatlandırılmasına ekonomik bir araç olarak önem verilmesi ve 
              su yönetimine "paydaşların" katılımlarının sağlanması 
              gibi görüşler kabul görmüştür. 
            Suyu 
              ya da su hakkını ekonomik pazarda, meta haline getiren her türlü 
              işlem, suyun ekonomik bir mal olarak tanımlanmasıdır. Suyun metalaştırılmasının 
              temelinde, suyun kavramsal olarak tanımı yapılmaktadır. Suyu, bir 
              hak olarak değil de ihtiyaç olarak tanımlamak, "kirleten öder" 
              ilkesini benimsemek suyu ekonomik bir mal olarak tanımlamanın meşruiyetidir.  
            Suyun 
              ekonomik bir mal olarak tanımlanması için suyun özelleştirilmesinin 
              zeminini hazırlayanlar, uluslararası bir organizasyona ihtiyaç duymuşlardır. 
              Dünya ölçeğinde bu zemini sağlayacak platform, 1996 yılında, oluşturulan 
              Dünya Su Konseyi ve Küresel Su Ortaklığı'dır. Çok uluslu şirketler 
              ve özel sektör temsilcilerinin oluşturduğu Dünya Su Konseyi, ilk 
              olarak 1997 yılında Fas'ın Marakeş şehrinde, 2000'de Hollanda'nın 
              Lahey kentinde, 2003'te Japonya'nın Kyoto kentinde, 2006'da da Meksika'da 
              Meksiko City 'de, sonuncusu da 2009 Mart ayında İstanbul'da olmak 
              üzere 5 adet Dünya Su Forumu gerçekleştirmiştir.  
            Dünya 
              Su Konseyi, kendisini, Dünya Su Forumu tanıtım broşürlerinde, "1996 
              yılında su alanındaki ünlü uzmanların ve uluslararası firmaların 
              girişimleriyle kurulan 300'den fazla üyesi bulunan uluslararası 
              bir kuruluş" olarak tanımlamaktadır. 
            Dünya 
              Su Konseyi, temel olarak Dünya Bankası'nın finansman ve politik 
              desteği ile faaliyet gösteren, sermayedarlarca kurulmuş bir organizasyondur. 
              Dünya Su Konseyi'nin, herhangi bir kamu veya resmi kurumla bağlantısı 
              yoktur. Konseyin oluşumunda da demokratik mekanizma bulunmamaktadır. 
            5. 
              Dünya Su Forumu'nun Türkiye ayağının yürütücülüğünü, Çevre ve Orman 
              Bakanlığı, DSı, Dışişleri Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi 
              yapmıştır. Dünya Su Forumu'nun Genel Koordinatörlüğü'nü ise Dünya 
              Su Konseyi yapmıştır. 
            Dünya 
              Su Konseyi, forum konularının belirlenmesinde ve forumun politik 
              sürecinde asli unsurdur. 5.Dünya Su Forumu'nun komitelerindeki Türkiye 
              ayağını oluşturan temsilcilerin, bulunma nedeni ise yerel destek 
              sağlamaktır. Forumun politikalarının oluşturulmasında Dünya Su Konseyi 
              üyeleri belirleyici unsurdur.  
            Dünya 
              Su Forumu içinde de aykırı seslerin çıkması beklenmekteydi. Fakat 
              en son Meksika'da yapılan Dünya Su Forumu deneyimleri de göstermektedir 
              ki aykırı sese fırsat tanınmamıştır. Meksika toplantısının sonuç 
              bildirgesi hazırlık sürecine Bolivya, Venezüella, Uruguay ve Küba 
              yer almasına izin verilmediği, bürokratik engeller çıkartıldığı 
              bilinmektedir. 
            Forumun 
              yapıldığı bölge ve ülkeler incelendiğinde, o bölge ve ülkelerin 
              sularının özelleştirilmesinin hızlandığı gözlenmiştir. Forum vasıtasıyla, 
              ulusal su kaynaklarının uluslarüstü su firmalarının ilgi ve tasarruf 
              altına girmesi sağlanmaktadır. Latin Amerika ülkelerinde gerçekleştirilen 
              su özelleştirilmelerinin ve sonrasında suya gelen zamların, 4. Dünya 
              Su Forumu (Meksika-2006) ertesine denk gelmesi tesadüf olarak değerlendiril-memelidir. 
            Genel 
              olarak suyun özelleştirilmesi değerlendirildiğinde, Türkiye'de ve 
              dünyada suyun özelleştirilmesi, su yönetiminin kamu kuruluşlarından, 
              örneğin DSı'den alınarak belediyelere; yerellere verilerek başlanmıştır. 
              Yerelleşme sürecinde su politikalarının belirlenmesi ve planlanması 
              uzun yılları gerektirdiği için yereller seçime endeksli yapıları 
              gereği belirli bir süre sonra suyun yönetimini gerçekleştiremez 
              hale gelirler. Çünkü yerel yönetim popülist yaklaşımları nedeniyle 
              günlük sorunların çözümünü uzun vadeli sorunların önüne geçirebilmektedir. 
            Örneğin 
              yerel yönetimler belirli 5 yıl gibi sürelerde yerellerin yönetiminde 
              bulunurlar bu nedenle kısa vadeli ve oy getirisi olan yatırımlar 
              yapmak isterler. Böylelikle, suyun özelleştirilmesinin toplumsal 
              meşruiyeti sağlanmış olur. Küresel politikalar ancak yerelleştirilerek 
              uygulanabilmektedir. Suyun özelleştirilmesi ile ilgili yaşanan süreç 
              böyle bir süreçtir. 
              Son dönemde Türkiye'de yaşanan su krizinin ana nedeni bu durumdur. 
            Türkiye'de 
              son yıllarda belediyeler üzerinden alınan dış kredilerin, özelikle 
              kanalizasyon sistemleri olmak üzere yapılan altyapı yatırımlara 
              aktarılması tesadüf değildir. Suyun yönetiminden sorumlu kamu kurumları 
              parçalanmış veya küçültülmüştür. Dolayısıyla bu kurumların bütçesi 
              düşürülmüş, yatırımları yapamaz hale gelmişlerdir. Böylelikle bu 
              yatırımlar, dış krediler vasıtasıyla gerçekleştirilmeye başlanmıştır. 
              Dolayısıyla Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların, özellikle, altyapı 
              yatırımlarına kredi vermesi, akıllara, ileride zaten yönetimini 
              alacakları altyapı hizmetlerinin hazırlığı yapıldığı fikrini getirmektedir. 
              Ayrıca bu kredi anlaşmalarından dolayı yabancı firmaların, Türkiye 
              pazarına girişi de kolaylaştırılmakta, deyim yerindeyse bir taş 
              ile iki kuş vurulmaktadır.  
            Su 
              endüstrisinin yıllık kârı dünya üzerinde (yaklaşık 1 trilyon USD) 
              petrol sanayinin kârının yüzde 40'ına ulaşmıştır ve şimdiden ilaç 
              sektörünün kârını aşmıştır (7). Dünya sularının henüz yüzde 5'inin 
              özelleştirildiğini düşünürsek, ne kadar büyük bir kâr potansiyeli 
              olduğu anlaşılabilir(7). Pazarın büyüklüğü rakamlardan anlaşılmaktadır. 
              Bu nedenle, ulusal ve uluslararası sermayenin gözünü suya dikmesi 
              tesadüf değildir.  
            5. 
              Dünya Su Forumu için Türkiye'nin Seçilme Nedeni  
              TÜSıAD, azalan temiz su kaynaklarının ve 2030 yılında Türkiye'nin 
              su fakiri olma riskine karşılık suyumuzun özelleştirilmesin bu konulara 
              çözüm getireceğini ifade etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki kullanılabilir 
              tatlı su kaynakları, artan bu nüfus hızına bağlı olarak öyle ya 
              da böyle yetersiz kalacaktır. Çünkü uzun yılların ortalamasında 
              dünya'daki tatlı su kaynakları çok fazla bir değişim göstermemektedir. 
              Ancak var olan tatlı su kaynakları hızlı şehirleşme, sanayileşme 
              ve nüfus artışının etkisiyle kirletilmektedir. 
            Hızlı 
              şehirleşmeye, sanayileşmeye ve nüfus artışına planlı çözümler bulunamadığı 
              sürece içme, kullanma, sanayi suyu, tarımsal sulama da var olan 
              tatlı su kaynaklarından başka bir kaynağa ihtiyaç vardır. Bu alternatif 
              kaynaklar, atıksuların tekrardan kullanımı, deniz suyu gibi kaynaklar 
              olabilir. Bu alternatif kaynağa suyumuz özelleştirilse de özelleştirilmese 
              de ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Son dönemlerde sürekli tatlı 
              sularımızın azlığı gündeme getirilerek suyun özelleştirilmesi tartıştırılmaya 
              çalışılsa da dünyamızın dörtte üçü sularla kaplıdır. Aslına bakılırsa 
              dünyamızda su sorunu yoktur, temiz su sorunu vardır. 
            TUSıAD 
              raporunda tariflenen mevcut durum ki Dünya Su Forumu'nda da aynı 
              doğrultuda başka çevrelerce de tanımlanmıştır; Dünyada ve Türkiye'de 
              herkese yetecek kadar yeterli miktarda suya ulaşılamamaktadır. Türkiye 
              su stresi yaşayan ülkeler arasındadır. Bu tespitler ile ilgili kimsenin 
              itirazı yoktur. Ancak tartışmayı çekmek istedikleri nokta farklı 
              bir noktadır. Farklı olan bu nokta da suyun az olması suyun özelleştirilmesinin 
              meşruluğu sağlanmaya çalışılmasıdır. Su sıkıntısına tek çözüm suyun 
              özelleştirilmesi olarak sunulmaktadır. Ancak sularınız özelleştirse 
              de özelleştirmese de, Dünya nüfusu ile sanayileşmesi ve kentleşme 
              hızı sürekli artığı için kişi başına düşen su miktarı her gün azalmaktadır. 
              Dolayısıyla, suyun özelleştirilmesi su sorununa asla çözüm olamaz. 
              Su sorununa çözüm bulmak isteyenler, öncelikle tatlı su kaynaklarını 
              kirleten etkilerin azaltılması için çaba harcamalıdırlar.  
            Çok 
              uluslu şirketlerin talepleri doğrultusunda su ile ilgili programları 
              çoktan uygulanmaya başlanmıştır. Öncelikli olarak bir kamu kurumu 
              tarafından merkezi olarak yürütülen suyun yönetimi, bu kurumdan 
              alınmış ve daha parçalı bir yönetim haline getirilmek suretiyle 
              yerel yönetimlere bırakılmıştır. Böylelikle suyun yönetimi ile ilgili 
              yatırımlar fiili olarak yerel yönetimler üzerinden yapılması ile 
              kayıt dışına çıkarılarak kamusal denetim dışında kalması sağlanmıştır. 
              Yerel yönetimlerin bu türden uygulamaları gerçekleştirebilmeleri 
              için yeterli teknik donanıma sahip olmadıkları bilinmektedir. Dolayısıyla 
              ihtiyaç olan yatırımların gerçekleştirilmesi için özel sektör yatırımlarına 
              kapı aralanmış olacaktır. Suyun özelleştirilmesi kapıdadır ve bunun 
              meşrulaştırılmaya çalışıldığı zemin, İstanbul'da gerçekleştirilen 
              5. Dünya Su Forumu'dur.  
              Forumun Türkiye ayağında, ilgili devlet kurumları seferber edilmiş, 
              foruma katılanların büyük çoğunluğunu bu devlet kurumları oluşturulmuştur. 
              Çevre ve Orman Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanları 
              ile özellikle DSı ve EıE çalışanları forumun Türkiye ayağının ana 
              katılımcıları olmuştur. Foruma katılım için kamu kurumlarının ne 
              denli seferber edildiğine bakıldığında bu durum açıkça görülecektir. 
            Organizasyondan 
              sorumlu Türkiye tarafı açısından forum, kültürel bir organizasyon 
              olarak ele alınmış ve yatırım yapmaları için uluslararası firmaların 
              Türkiye'ye ilgisinin çekilmesi hedeflenmiştir. 
            Forum 
              sonrası ortaya çıkan tartışmalar göstermektedir ki suyu meta haline 
              dönüştürmek ve paylaşmak isteyenlerin politikalarında önemli bir 
              değişiklik olmamıştır. Meksika'da düzenlenen 4. Dünya Su Formu'ndan 
              sonra yaşanan gelişmelerin ardından çok uluslu şirketler ideolojik 
              olarak kendilerini geliştirmiş, dillerini değiştirmişlerdir. Meksika'da 
              ki forum, suyun işletmesinin tamamen özel şirketlere devredilmesi 
              ve bu doğrultuda özelleştirme propagandalarının yapıldığı bir forum 
              iken, Türkiye forumu, Latin Amerika Ülkeleri'ndeki gelişmeler ve 
              dünyadaki ekonomik krizin de etkisiyle olsa gerek, daha "yumuşak" 
              yeni politikaların oluşturulmaya çalışıldığı bir forum olarak gerçekleştirilmeye 
              çalışılmıştır.  
            Önceki 
              Dünya Su Forumları'nın protesto edilmesi ve Latin Amerika'da çok 
              uluslu firmaların kıtayı birer birer terk etmesi gibi etkilerle; 
              sermayenin, suyun özelleştirilmesi konusunda kullandığı dili değiştirmeye 
              çalıştığı söylenebilir. Firmalar, suları özelleştirerek kendince 
              insanlara nasıl "su hakkı" sunduklarını anlatmaya başlamış 
              ve suyun özelleştirilmesinde "kamu-özel sektör işbirliği formülü" 
              ile bir geçiş dönemi tanımlamışlardır. 
              Yerel yönetimlerde, kamu kurumlarında veya henüz çoğunluğu kamunun 
              denetiminde bulunan sektörlerde ve birçok hizmet sektöründe kurtarıcı 
              yeni formül olarak Public-Private Partnership (PPP) Kamu-Özel Sektör 
              ışbirliği, sunulmaktadır. Su yönetiminde 5. Dünya Su Forumu'nda 
              öne çıkarılan çözüm Kamu- Özel Sektör ışbirliği olarak görünmektedir.  
            Gerçekte 
              bu durum, tam olarak kamunun özel sektör adına rol alması anlamına 
              gelmektedir. Sorumluluğu kamu özel sektör ile paylaşacak, karı ise 
              sadece özel sektör alacaktır. Bu da kamunun özelleştirilmesi ya 
              da başka bir ifadeyle kamu özel sektöre yardım eden, kamunun özel 
              sektörün işini kolaylaştıran bir yapıya dönüştürülmesi anlamına 
              gelmektedir. Zaten hâlihazırda da durum bundan farklı değildir. 
              Kamu, tavsiye edilmiş, devlet kurumlarının içi boşaltılmış ya da 
              işlemez haline getirilmiş, kamu çalışanlarının ruh hali özel sektör 
              devralsa da "kurtulsak" halindedir. Yani önümüzdeki dönem 
              hizmet sektörlerin özelleştirilmesinden sonra kamunun da yeniden 
              yapılandırılacağı beklenen bir dönemdir. 
            Yani 
              özetle, kamu-özel sektör işbirliği, suyun yönetiminde, özel sektörün 
              su parasını alamadığı yoksul bölgeler için devletin devreye girerek 
              sübvanse etmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca kamu-özel sektör işbirliği, 
              suyun özelleştirilmesinde devletin de riske ortak olmasını sağlayan 
              bir düzenek ve su faturalarının tahsilâtında kamu organlarının kullanılması 
              anlamına gelmektedir. Sonuç olarak niyet değişmemiştir, yaşam hakkımız 
              olan suyumuzu pazar olarak gören zihniyet, kendine yeni yollar aramaktadır. 
               
              Forum tartışmalarında öne çıkan önemli bir konu ise, büyük ölçekli 
              su projelerinin hayata geçirilme tarzında değişiklik önerisidir. 
              Verilen mesaj, eğer binlerce insanı yerinden eden büyük bir proje 
              yapıyorsanız ya da projeniz doğal çevreye zarar veriyorsa, yerinden 
              ettiğiniz insanlara ve o doğal çevreden etkilenen insanlara yönelik 
              sosyal projeler yapmalısınız. Yani karınızı garanti altına almak 
              istiyorsanız biraz da sizi sevimli gösterecek sosyal projeleri de 
              yapmanız gerekmektedir. Böylece firmaların karları garanti altına 
              alınarak bölgesel itirazların önü kapatılacak ve halkın muhalefeti 
              önlenecektir. Tıpkı Karadeniz'de HES işine soyunan bazı müteahhitlerin 
              özellikle inşaat bölgesindeki işçileri istihdam etmeleri ya da o 
              bölgedeki köylülere bir miktar para ve yardım dağıtmaları gibi.  
            Böylelikle, 
              kamu kurumlarının zaten yapmakla yükümlü oldukları şeyleri yapmak 
              için karından ufak bir miktar ayıran firmalar, bölge halkı ve toplum 
              nezdinde daha "sevimli" görünecektir. 
               
              Tüm bu nedenlerden dolayı, 5. Dünya Su Forumu'nun bitmesiyle su 
              hakkı mücadelesinin bitmediği ortaya çıkmıştır. Bu dönem, su hakkı 
              mücadelesinin yeni başladığı bir dönem olarak algılanmalıdır. Çünkü 
              hâlihazırda tüm kentlerimizde, suyumuzun özelleştirilmesi anlamına 
              gelen kontörlü su sayaçları artırılmaya, suyumuza zam yapılmaya 
              devam ediliyor. Çiftçilerimiz tarlasından elde ettikleri gelirle 
              zar zor geçinirken, önceleri tarlasının kenarından geçen suya, şimdi 
              para ödemek zorunda bırakılıyor. Özellikle Karadeniz olmak üzere 
              tüm Türkiye'de akarsularımız, hidroelektrik santral projeleri ile 
              "sularımızı boş akıtmıyoruz" denilerek talan ediliyor. 
              Hal böyleyken, giderek yaşam şansımız elimizden alınıyor, yaşama 
              hakkımız ödediğimiz paralarla ölçülüyorken, bizim de temel bir yaşam 
              hakkı olan su hakkımız ile ilgili elbette söyleyecek söz ve yapacak 
              işimiz çoktur.  
               
              Bizlere ve tüm topluma yol haritası sağlayacak su politikalarımızın 
              esasları söyle özetlenebilir:  
              Su ihtiyaç değil hayatın devamı için vazgeçilmez ve temel bir insan 
              hakkıdır, metalaştırılamaz. Bu çerçevede; 
" Su hayatın vazgeçilmez unsuru olarak önemli bir toplumsal 
              değer olarak ele alınmalıdır." 
" Herkes sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için gerekli sağlıklı, 
              güvenli suya ulaşabilmelidir."  
" Temel insan hakkı olan suya erişim hakkı ile ilgili bağlayıcı 
              yasalar anayasa metinlerine girmelidir." 
" Su hizmetinde ve yönetiminde, hizmetin kamusal özü korunmalı, 
              yönetiminde katılımcı modeller geliştirilmelidir."  
" Yaşam hakkımız olan suyumuz, su şirketlerinin insafına bırakılmamalıdır." 
" Su kamu malı olarak tanımlanmalı ve toplumsal bir değer olarak 
              kabul edilmelidir." 
" Su kaynaklarının kullanımında öncelik tüm canlılara, insanlara 
              ve ekolojinin korunmasına verilmelidir." 
            Sonuç 
"Zarar eden kamu kurumları elden çıkarılıyor" denilerek 
              meşrulaştırılan özelleştirme süreci kar eden kuruluşları da kapsayarak 
              devam etmektedir. 
şimdi sırada su vardır. Su özelleştirme 'programına' alınmıştır.  
Su yapıları, su politikaları ınşaat Mühendisleri Odası'nın mesleki 
              ilgi alanında bulunmaktadır. Ancak ıMO'nun hassasiyeti bununla sınırlı 
              değildir. ıMO, kamusal bir değer olan ve yaşam hakkı olarak kabul 
              edilen suyun özelleştirilmesine karşı çıkmakta, tüm kurum ve kuruluşları 
              tavır almaya çağırmaktadır. Kamuya ait su, kamu yönetiminin denetim 
              ve inisiyatifinde toplum yararı gözetilerek korunmalı ve kullanılmalıdır.  |