Klasik tanımlamada "memelilerden, iki eli olan ve iki ayaküstünde
yürüyen, konuşan, us'lu ve düşünmeye yetenekli canlı" anlamını
dile getirir insan. İnsan, bir yanda topraklılığı ve bir yandan da ruhluluğu
ve düşüncelliğiyle varlaştırılmaktadır. Bunun yanında toplumsallık niteliğini
ve özgüllüğünü de yadsımamak gerekir.
Tarihsel bir süreci izlersek: İnsan yedi yaşına dek hayvandan farksız
bir yaşam sürmüştür. Yedi yaşında ilk anlak belirtisini göstermiş ve
taşları yontmağa başlamıştır. Bu yaşa dek yaşamı ve süreci kuşkuludur.
Taş yontumuna dek yaşamını nasıl sürdürdü, her olasılıkla acı bir sonu
yaşadığı gerçektir. 25 yaşına dek bu anlak ile yetinmiş, başka bir eylemde
bulunma gereksinimi duymamıştır. 25 yaşında ateşi bulmuştur. 55 yaşına
dek taşları yontup ateşte ısınarak, başka bir şey yapmadan yaşamını
sürdürmüştür... Ateşi bulduktan sonra büyük bir varsayımla ısınmanın
yanı sıra yemeğini pişirerek yemiştir. Doğaldır ki bu 55 yaşına kadar
ki süreci aşması öyle kolay olmamış yüzyıllar sürmüştür. 55 yaşında
insan olma bilincine azıcık adım atarak, ölüsünü gömmeyi öğrenmiştir
kendi kendine... 58 yaşına dek bu devinim içinde yaşamı sürmüş, bu süreç
sonunda ani bir açılımla insanlığı hızlı bir adımla geliştiğini görmekteyiz.
Çömlek yapmış, toprağı işlemiş ve barınma gereksinimini ev yaparak gidermiştir.
Altı ay sonrada Alfabe'yi bulmuştur. Gelişme hızlanıyor...Artık sayacak
ve sayınca da unutmamamsı için yazacak kadar malı olmuştur..Gelişme
bu doğrultuda süregelir.
İşin en önemli bölümü, insanın ürünü olmasıdır ve yaşam bilimsel evrimin
bir sonucudur. Yaşam bilimsel evrimden insansal tarihe geçiş emekle
başlamıştır. Artık insan üretmeye, ürettiklerini satmaya, kapitalistleşme
ve yayılmacı duruma geçerek artık değerlerle uğraşmaya başlamıştır.
"İnsansal emeği hayvansal çabadan ayıran, bu emeğin bilinçli oluşudur.
Emek ve bilinç, birbirlerinin koşulu olarak, insana özgü bir diyalektik
ikileşmedir. Hayvansal anlak ve çaba sadece doğadan yararlanmakla kalmış,
doğayı yararına uygun olarak değiştirip ona egemen olup, yönetince insanlaşma
başlamıştır."
İnsanı bu süreçten başlayarak, günümüze dek irdelersek akıl almayacak
olaylara ve üretimlerle kendini en us'lu varlık olarak kanıtlamıştır.
Us'u ile emeğiyle bunu başarmıştır. "İnsan evrimsel olarak doğanın
ürünüdür, oysa bilinciyle bilinçsiz doğanın karşısına dikilmiş ve onu
dilediği gibi biçimlendirmektedir. Bütün bunları ve insanın özdeksel
ilişkilerini görmezlikten gelen kentsoylu ülküsü, felsefesel insan bilim,
insanı tüm ilişkilerden
soyutlayarak ruhsal bir birey olarak" ona en büyük haksızlığı yapar.
İnsandan söz edilir de sevgiden söz edilmez mi... İnsan sevgisiz olur
mu hiç?.. Elbette ki olmaz. İnsan olmanın koşullarından da birisidir.
Hem sevmeli hem de sevilmelidir insan. Belki de bu özelliğinden ötürü
sevgiyle beslenmesinin bir ayrıcalığıdır da. Metafizikçiler ve dinler
bu ana öğeyi daha çok ele alarak temelde insanın bu düşkünlük ve güçsüzlüğünden
yararlanarak bir sömürü düzeni oluşturmuşlar; inançsal, düşünsel ve
parasal olarak bir yapılanmaya gitmişlerdir; kapitalizm ve yayılmacı
bir düzeni kurmuşlardır..Toplumsal özdeksel koşullar sevgi ve etik öğütleriyle
değiştirme çabasına girmiştir. Oysa bu doğru değildir. Tam tersine toplumsal
koşulların değişmesi ve düzelmesiyle sevgisizlik ve etiksizlik değişir,
sevgi ve etik (ahlak) gerçekleşir.
Sevgi tanım olarak ilgi duygusu olarak vurgulanabilir. Sevgi seviyi
doğurmuştur. Yani bağlanmayı öngörür. Sevgi ve sevi birbirinden ayrılmaz
iki olgudur...ve birbirini tamlar. Tabanları, bileşkeleri birdir.
Örneklersek; insanın iki ayrı cins; erkek ve karşı cins arasında olgulandığıdır.
Fakat bu göreceli bir sevgi ve sevidir. Bu iki kavramı insanın anlağından
ürediğini de yadsıyamayız. Doğru bir üretim şeklidir. Yalnızca karşı
cins olarak da yorumlamak, algılamak haksızlık olur. Ne olursa olsun
insan, annesinin cinsel üretim organından dünya ışığını görür görmez
güdüsel ya da anne karnında , dölüt bağı iletişimiyle depoladığı, tanıdığı
sevgiye açlığı başlar...Anne memesinden, ana kucağının sıcaklığından
algıladığı sevgiyi pekiştirir bebek.
Önemli olan ana karnını yurt edindiği sürece ananın verebildiği kadarıyladır.
Onun için insanda sevgi kaygısı
yoktur, olmamalıdır da...İnsan geliştikçe, sevgi seviye dönüşür ve dışa
vurumu başlar. Ya da körleşir, sevgi üzerinde emek harcamadıkça. Sevgi
körü bir canlı, elsiz, kolsu, bacaksız bir canlı görünümüyle canavarlaşır,
toplumda savrularak dolaşır. İşte toplumu başka biçimde güdüleyen bir
insan yapısı yaratılmış olur.
İnsan diğer canlılara göre sevmek zorunda mıdır?.. Doğal olarak insan
sevmelidir. Koşul mudur?..Evet koşul olmalıdır! İnsan sevilmek ister!..
Hele ana koşulsuz sevmek zorundadır her şeye karşın. Sevmekte de, sevilmekte
koşul olmamalıdır ve aranmamalıdır. Sevgi , sevi ile tüm alt ve üst
yapıları birer sunum olarak algılanmalıdır. Bundan kaçmamak gerekir.
İşin temeli buradan başlar. İnsan sevmenin bir yolunu bulmalıdır. Benzersiz
şekilde ortaya koyma bilincine erişmelidir. Yıldırı ve saldırıyı seçenek
yapmadan. Aslına zor gibi görünüyorsa da, hiçbir zorluğu yoktur alışkanlığa
erişince; güdüsel, dürtüsel alışkanlığı edinmelidir sorunsuz olarak.
İnsanlar arasındaki iletişim kopukluğu bireysel ve toplumsal çıkarların
öne geçmesiyle başlamaktadır. Toplumsal çıkarlar en aza indirilerek
sevginin ve sevinin alt yapısını oluşturarak sorunların çözüleceği gerçeği
de vardır. Toplumsal düzgünlük, düşünce namusu sevginin kaynağını ve
bu kaynaklar yıldırı ve saldırının da yok olmasının nedenlerini oluşturur.
Bir düzgün çizgi düşünün ki kıl kadar ince..Bu çizginin bir tarafı kin,
nefret, şiddet, yıldırı, saldırı ve bütün olumsuzluklar..Diğer yanı
sevgi, sevi ve tüm olumluluklar olsun.İnsan bu çizgi üzerinde dengeyle
yürüyor.
İnsan bu ya..sopa gibi değil. Dengeyi sağlarken bedeni eğilip, bükülüyor
çizginin her iki yanına, ayakları çizgide geçtiği oluyor. Zaman zaman
olumsuzluk, zaman zaman da olumludan yana dengeyi bozuyor. İşte olumlulukla,
olumsuzluğu dengelediği ya da olumluluğu başat çıkardığı zaman erdem
olgusu insanı kaplıyor. Ve coşkuyla içi içine sığmıyor insanın. Olumluluğun
olumsuzluğa karşın yengisi yaşamın en güzel anıdır. Mutluluktur, insanın
insan olma göstergesinin en yüksek noktasıdır. Evrimdir, devinimdir
ve devrimdir. Düşünebilen canlının gereksinimi budur.
Çizginin öbür tarafında duran;
Onlar..
O'nu önce kırbaçladılar öldüresiye.
Sonra; el ve ayaklarını kestiler.
Yatıştıramadılar kin ve nefretlerini
yineleyerek kırbaçladılar...
Direkten alıp bağladıkları
bu kez kol ve bacaklarını kopardılar çaprazlayarak.
Tekrar gerdiler çarmıha...
Ve arta kalana diyebilirsek can...
Cansız bedeni verdiler ateşe!
Bizlere de yanmak düştü yüzyıllar boyu...
Her birey kendince insan,
sevgi, emek, ekmek ve de düşünmektir!
Gereksinim ekmek, su kadar sevgidir ve insandır.
Kaynak: Felsefe Ansiklopedisi / O. Hançerlioğlu
Samim
Güner
25 Kasım 2007
Çiğli-İzmir