İrtica
ve Şeriat Var mı, Yok mu?
Fıkra buya; köyün birisinde, eşekler köydeki semerciden çok şikâyetçilermiş.
Semerci hiç iyi semer yapamıyormuş. Eşeklerin sırtı kan revan oluyor,
yaraya dönüşüyormuş. Eşekler toplanıp yeni bir semercinin gelmesi
için dua etmeye başlamışlar. Duaları kabul olmuş ve yeni bir semerci
gelmiş. Ne var ki bu semerci de eşekleri rahatlatacak semerler yapamıyormuş.
Yaralar azalacakken artmaya başlamış. Eşekler yine toplanıp köye yeni
bir semerci gelmesi için dua etmişler. Birkaç gün içerisinde semerci
köyden ayrılmış, yerine başka bir semerci gelmiş. Eşekler her semerci
değişikliğinde olduğu gibi yine çok sevinmişler. Ama çok geçmeden
yeni semercinin de eskilerden farklı olmadığını, semerlerin gittikçe
daha da kalitesizleştiğini, yaralarının ise daha kötüleştiğini görmüşler.
Semerci gitmiş, semerci gelmiş. Her seferinde yeni semerci gelmesi
için dua etmişler… Semerci gitmiş, semerci gelmiş... Semerci gitmiş,
semerci gelmiş...
Eşekler hiçbir zaman eski semerciden kurtulmak yerine, eşeklikten
kurtulmayı denememişler!
Şu tarihsel süreci hiç us'tan çıkarmamak gerekiyor, fıkra örneğindeki
gibi:
Milli Nizam Partisi'nin kuruluşu, 20 Ocak 1970, kapatılışı 20 Mayıs
1971,
Milli Selamet Partisi'nin kuruluşu, 11 Ekim 1972, kapatılışı 12 Eylül
1980,
Refah Partisi'nin kuruluşu, 21 Eylül 1983, kapatılışı 16 Ocak 1998,
Fazilet Partisi'nin kuruluşu, 1997 kapatılışı 22 Haziran 2001,
Saadet Partisi'nin kuruluşu, 20 Temmuz 2001
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kuruluşu, 14 Ağustos 2001
Bu tarihsel sürecin hemen arkasından
<demokrasi>nin tanımına bir göz atmakta yarar var. Çünkü dinsel
bir tabana dayanan bu partiler zinciri, dayandırılan dinsel ülkü anlamında;
hem irtica, şeriat ve laiklik açısından bakışın önemini anlayabilmek
için; inatla açılıp kapanan bir siyasal olgunun, buna bağlı olarak
da siyasal partinin bu kavram içerisinde nereye oturuyorum yanıtını
aramak ebetteki doğru bir istektir toplum açısından.
"Aralarında hiçbir ayrılık gözetmeksizin bütün vatandaşların
katılacağı hükümet biçimi...
Halk egemenliği... Kişi ye da sınıf egemenliğine karşı olarak siyasal
bakımdan tam bir eşitlik içinde tüm yurttaşların yönetime katılacakları
rejimi dile getirir demokrasi"
Böyle bir tanımda <din> olgusunun yeri, var olabilirliği hangi
aşamada olmalıdır derken;
dinin tanımı:" İnanca dayanan doğaüstü tasarımlar ve istemler
sistemi..." Arkeolojik araştırmalar dinsel tasarımların 50 bin
yılından beri var oldukları tanıtlanmıştır. Oluyor ki; insan 20 milyon
yıl din düşüncelerinden uzak yaşamıştır. İlk tasarımlar; insanın doğa
karşısında duyduğu güçsüzlük duygusundan doğmuştur. Dinler, bu temel
olguyu her zaman taşımışlar, zamanla daha da derinleşmesini gerçekleştirmişlerdir.
İnsan ile doğaüstü arasındaki ilişki, daima bir efendi köle ilişkisi
olarak kalmıştır. Pek korkulan ölüm olayını anlayıp açıklayamamak
da bu ilişkinin efendi yararına kökleşmesini sağlamıştır. (Orhan Hançerli
oğlu)
Şeriat, Kur-an ve hâdislerle belirlenen İslâm kuralları ve hukuku…
Tasavvuf anlayışına göre bu, Kuran ve hâdislerin yüzeysel anlamıdır,
gizli ve derin anlamları bulup çıkarmaksa marifet'tir. Bu marifet
ile meydana çıkarılacak olansa dinin tümü, tasavvuf dilinde dinini
dış yüzü, sözcük olarak ırmağın su içilecek yeri anlamına gelir. İslâm
terminolojisinde şeriat deyimi tanrı buyruğu anlamına da gelir...
(Orhan Hançerli Oğlu Felsefe Ansiklopedisi)
İrtica ya da gericilik: Gerici olanın niteliği...
Gericilik, her şeyin kendi kendisiyle aynı kalacağını ve hiç değişmediğini
içeren metafizik düşüncenin ürünüdür. Metafizik düşüncenin birçok
ürünlerinde olduğu gibi kendi kendisiyle de çelişiktir, gerçekleşmeyeceğini
kesin saydığı değişmeye direnmek çelişkisini taşır. Doğasal ve toplumsal
bütün olaylar her an değişerek ve yenileşerek sürüp giderler, gericilik
bu bilimsel
gerçeğin bilincine varamamayı da içermekle zorunlu olarak bilgisizlikle
anlamdaştır. Bilgili
olup da çıkarlarına uygun bulunduğundan ötürü gericilik ise töredışı
bir olgudur...
İktidar, alınması düşünülen sonuçların ürünü olarak da tanımlanabilir...
Böyle olunca da iktidar, nicel bir kavramdır. İktidarın, her biri
kendine göre insan gereksinimlerini doyurma gücüne
sahip biçimleri, çeşitli yollardan sınıflandırılabilir. İnsanlar üzerindeki
iktidar, bireylerin etki altına alınış tarzına ya da bireylerin etki
altına alınması için kurulmuş örgütlerin tipine göre sınıflandırılabilir.
Birey şu yollardan etki altına alınabilir:
1-Bedeni üzerine doğrudan doğruya bir güç uygulayarak,
2-Kandırma ve belli bir yöne sevk etme aracı olarak ödül ya da ceza
vererek
(B.Russel, İKTİDAR) Din ve inanç özgürlüğünün en sağlam
güvencesi <laiklik> ilkesidir. Bu ilke, siyasal amaçlı dinsel
akımların devlet yönetimine egemen olmasına engellemesi amacıyla getirilmiştir.
Laikliğin, ne denli önemli ve vazgeçilmez nitelikte olduğunu, her
gün yaşadığımız olaylarla çok daha iyi anlıyoruz.
Son yıllarda; 12 Eylül 1980'den beri; ülkemiz, kuruluş amacına yabancı
bir siyasal yörüngeye oturtulmak isteniyor. Laik nitelikteki Türkiye
Cumhuriyeti, İslâmcı Suudi Arabistan Kralı Faisal'ın kuruculuğuma
öncelik ettiği <İslâm Konferansına> katılıyor. Birleşik Amerika
Devleri ile tam bir dayanışma içinde olan Suudi Krallığı, İslâmcı
ülküsünü, laik Türkiye Cumhuriyeti'ne benimsetmeye çalışıyor.
Öteden beri; "Biz şeriatçıyız elhamdülillah, amacımız Allah,
önderimiz Hz.Resullullah, ana yasamız Kur-an, yolumuz cihat, en yüce
gayemiz ve arzumuz ise Allah yoluna şehit olmaktır" Söylemleriyle
laikliği koparıp atmak istiyorlardı… Bir İslâm' i anayasa bile yazmıştı
Cemalettin Kaplan!
Sürekli şu ilkeyi savunuyorlardı:
"İslâm dininin devleti de vardır, siyaseti de... Ona ne zaman
tesir eder ne de mekân."
Bunlar bilinirken ve sürekli gündemdeyken; Türkiye 1968 yılında kurulan
'İSLÂM KONFERANSI' na ilk kez, başbakan düzeyinde katılan temsilcimiz
12 Eylül Hükümeti'nin Başbakanı Oramiral Bülent Ulusu'ydu.1984 yılında
ise Fas'ta yapılan 4.İslâm Zirvesi'ne katılan Türkiye'yi Cumhurbaşkanı
düzeyinde, yasakçı Orgeneral Kenan Evren temsil etmiştir. Öyle yasakçıydı
ki, evren sözcüğünü bile yasaklamıştı… Bu toplantıdan sonra yasakçı,
İslâm Konferansı Ekonomik ve Ticari Danışma Konseyi Başkanlığı'na
getirilmiştir, Orgeneral Kenan Kâinat! Bir başka düşündürücü yön ise,
bir generalin ne denli ekonomiden anladığıdır. Bir elektrik mühendisinin
anladığı kadar.
Elektrik mühendisi Turgut Özal'ın Başbakanlığı döneminde konferansa
bakan düzeyinde katılıyorum ve eski M. Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı
Vehbi Dinçerler, Pakistan'da yapılan toplantıya <Laik T.C.>
temsilcisi olarak katılıyor(!)du… Ardından İstanbul ev sahipliğini
üstleniyordu bu konferansın. Sonra ülkeye giren Arap sermayesi ve
Emperyalizmi!!
Kurulan dinsel amaçlı vakıflar, dernekler, bankalar, finans şirketleri
İslâm' i yapıya oturtulmuş tüm siyasi partilerden destek alıyor ve
Anadolu'nun oyları matematiksel hesabı yapılıyordu artık. Hedef şeriat
ve irtica idi... Arkasından devlet yönetimini ele geçirmek.
Tarihsel süreçte bakılırsa, Refah Partisi siyasal İslâm'ın Türkiye
ayağıdır. RP laik ve demokratik söylemleri kendi adına kullanarak
iktidara geldi. Yasalara uygun kuruldu. Çalıştı ve hükümet olmayı
başardı. Bu sonuç Refahın ilk yönetime gelişi değil. 1980'den önce
R.P. nin çizgisinin izdüşümü olan Milli Selamet Partisi, 1974 yılında
C.H.P. ile hükümet 0lmuştu. Ama günümüzde İslâm' î hareketin geldiği
yer ne 1974, ne de 1980'li yıllardaki durum gibidir.
MSP İslâmcıların somut isteklerini dile getirmek yerine, çok da somut
olmayan söylemlerle gündemde kalıyordu... Oysa R.P. İslâmcı kesimin
sokaklarda dile getirdiği istekleri formüle edip, bunları dile getiriyordu.
İslâm' î kesimin, kadınlar için olmazsa olmaz olarak gördüğü "türban"
konusu Refahın devamlı gündeminde. Refah Partisi kapatıldı. Adalet
ve Kalınma Partisi ile Saadet Partisi ortaya çıktı. Refahın söylemlerini
bu iki parti sahipleniyordu. Silahlı Kuvvetler içindeki <dindar>
subayların, 'irtica' çalışmalarından ötürü, ordudan atılması da yine
REFAH PARTİSİ tarafından gündemde tutuluyordu.
1996 yılında R.P. iktidarı, partinin ana amaca ulaşması için gereken
son adımın atılması için, 70 yıllık laik Cumhuriyet' in kurumlarına
kendi inançlı denilen şeriatçı ve irticacı kadrolarını yerleştirmeye
başlıyor. Yani İslâm' î hareket, bir daha ayrılmamak üzere kamunun
yaşamına enjekte ediliyordu… Tüm laik kadrolar ayıklanarak, kaleyi
içeriden fethetme yoluna gidildi. Bu yolla R.P, İslâm'ın uygulama
sürecini başlatmak için düğmeye basıyordu.
R.P. Devletin en büyük destekçisi ve laik Cumhuriyet' in bekçisi orduya
el attı... Bu konu ileride örnekleriyle ortaya konulup irdelenecektir.
Bu grubu ve kurumu da içeriden kuşatma kapsamına alıyor, kendi dershanelerinde
yetişmiş öğrencileri T.S.K.' ne aldırmayı başarıyordu.
Bu görüş Türk Silahlı Güçlerini 'dukalık' olarak tanımlıyordu. Ordu'nun
siyasetteki gücünü en aza indirgemek için ki; Ordu'da böyle bir söylem
yoktu; her türlü adımı atıyordu. Siyaset kavramlarındaki ana amaç
<rejim>in ya da sistemin laiklik söylemiydi. Bundan rahatsız
oluyordu İslâmcılar. Örneğin; Partinin kurmaylarından, bugünün AKP'
nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, o güne dek hiçbir partinin eleştiride
bulunmayı cesaret edemediği Milli Güvenlik Kurulunun hükümete öneri
adı altında aldığı kararların kesinlikle yargıya açılmasını, doğruluk
ve
Yanlışlıkların mahkemelere 'intikal' ettirilmesini istiyordu. Böylece
T.S.K. nin nasıl düşünce içinde olduğunu kamuya duyuracaktı aklı sıra.
Aynı ad son yıllarda Dışişleri Bakanı olarak M.G.K.' na katılıyor,
Avrupa Birliği'ne giriş için her türlü özveriyi ülke adına veriyor
ve en önemlisi de eşi için Türkiye'yi İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet
ediyor ve bu ülkenin T.B.M.M.' den maaş alıyor ve kursağına bu Devlet'
in ve bu Cumhuriyet' in ekmeği giriyordu.
R.P. bir taraftan kamuya kadrolarını yerleştirirken, öbür yandan ordunun
gücünü kırmaya çalışırken, Türkiye'nin dış politikasını da alt üst
eder. Erbakan iktidara gelir gelmez İran'a ardından Libya'ya gitmesi
bir rastlantı değildir ve orada yaşanan onursuzluk, değişikliğin birer
ipuçlarıydı...
1990'larda İslâm' î hareket öncü rolüne soyundu. Artık İslâm' î hareketin
Türkiye açısından muhatabı Refah Partisiydi. İslâm Dünya' sı birçok
açıdan Refahı ve Türkiye'yi bekliyordu. ve; <Türkiye demokratik
İslâm'ın laboratuarı. Bütün Müslümanlar onu bekliyorlar> diyordular.
Dünya İslâmî hareketi adeta misyonunu Türkiye ve Refah Partisi'ne
bağlamıştı. Özetle; artık siyasal İslâm'ın odağı Türkiye'dir.
Refah Partisi'nin, son yaklaşımları temsil ettiğini söylediği İslâm'
î topluluğu tatmin etmiyor. Milli Selamet Partisi de iktidar olduğu
dönemlerde ağır eleştirilere uğramıştı. Şimdi de Refaha yönelik eleştirilerin
dozu her geçen gün artıyordu. Bu dönemde MSP' den kopan "nurcu"
ve Nakşibendî tarikatı bağlıları R.P.' ni eleştiriyor partiden ayrılan
tehdidi savuruyorlardı. MSP' yi dindarları satmakla suçluyorlardı.
R.P. muhalefetteyken dindar olgusuna vurgu yaptı. Şimdiden AKP' nin
Başbakanı R.T.E. aynı vurguyu kullanıyor.
Refah Partisi, her şeyden önce bir savaş hareketi.
Osmanlı İmparatorluğu' nun yıkılıp cumhuriyet' in kurulmasından sonra
bir türlü toparlana mayan ve kendilerine bir yön çizemeyen Türkiyeli
İslâmcıları kısmen de olsa REFAH PARTİSİ topladı. Onların örgütlenmesinde
önemli rol oynadı. Din ve dindar olgusunu iyi kullandı.
Bunun anlamını okumak pek öyle zor bir dil olmasa gerek!.."Refah
Partisi'nin genel anlamıyla misyonu, Türkiye'yi bir İslâm Devleti
statüsüne sokmaktı."
Türkiye'nin üniter yapısının yerinde kalmasını savunan ve Türk İslâm
çizgisinden sapma yan devletçi yapıdaki tarikat ve cemaatler de R.P.'
nin karşısına çıkacak önemli biri gibi görünüyordu. Bu gruptaki tarikat
ve cemaatler de devlet dininden önce geliyor ve millililik ana
unsurdu. Bu grupların milliyetçilik özelliği her geçen gün yoğun bir
hâl alıyordu. Fethullah Gülen, Yeni Asya Nurcuları, İskender Paşa
ve Darende Somuncu Baba Nakşileri PKK ile pazarlık konusunda tavır
koyuyor.
Nurcular sürekli Refah Partisi'ne tavır aldı. Saidi Nursi'nin ölümüyle
gruplara ayrılan bu kesim zamanla demokratik misyonu diyebiliriz...
Bu çerçevede DP, AP, DYP geleneğinden sapmadı. Aslında bu partilerin
demokratik süzgeci de irdelenebilir.
Nakşibendî Nurcu birlikteliği görünümlü Milli Nizam Partisi bile onlara
sıcak görünmedi.
A.Tevfik Paksu, Gündüz Sevil gen gibi Nurcuların önde gelenlerinin
bu partide yer almasına tepki gösterdi Nurcular. 1991 genel seçimlerine
dek hiçbir Nurcu MSP Refah Partisi çizgisi
ne destek vermedi. Nurcu liderler Refah Partisi'ni İslâmî kesimler
adına; Mehmet Kutlular, Mehmet Kırkıncı, Mustafa Özcan Said Duygal
gibi isimler; eleştirdiler.
24 Aralık 1991 seçimlerinde seçeneklerini ağırlık olarak R.P.' den
yana kullanan Nakşibendî İsmail Ağa, İskender Paşa, Darende Somuncu
Baba gibi dergâhlarda da belli hoşnutsuzluklar gözle görünüyordu.
Darende Somuncu Baba dergâhı şeyhi Hamidüddin Ateş bazı yakın çevresine
Parti' nin ilkesizliğini kabullenmesinin olanak olmadığını dile getiriyordu.
(Kendilerinin de bu olguda yer almak istedikleri biçimde algılanabilir,
yadsınmaz bir biçimde.) Koalisyon kurulmasında Büyük Birlik Partisi'nden
<evet> vermesini isteyen İskender Paşa şeyhi Esad Coşan, R.P.'
nin uygulamalarının kendisini çileden çıkardığını söylüyordu.
İslamcıların Türkiye'deki sistemi demokratik yöntemle ele geçirme
savaşı 1915'de İslâm
Demokrasi Partisiyle başlar, Milli Nizam Partisi, Milli Selâmet Partisi,
Refah Partisi, Fazilet
Partisi, Saadet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisiyle devam eder.
12 Eylül 1980'de Milli Selâmet Partisi kapatılır. 1983 de tekrar gündemdedir
İslâm' i siyaset! Türkiye'deki İslâm' î hareket yolu MNP, MSP, RP,
FP., yani dine ağırlık veren siyasal çizgiyi çizmiştir. Bu grubun
politik hayata kazanımları 27 Ağustos 1915'de İslâm Demokrasi Partisiyle
başlar.
Milli Nizam Partisi'nin kuruluş tüzüğünde "Nizam-Selâmet-Refah"
diye tanımlanan ve kaynağını Nakşibendî tarikatı şeyhi Mehmet Zahit
Kotku'dan almıştır. İslam' i Demokrat Parti, aynı zamanda MNP, MSP,
RP, FP, AKP ve SP çizgisinin ana başlangıcı olacaktır.
"Refah ve saadet güneşi Kur-anı ele almakla doğacaktır. Müminler
(inananlar) birleşin ve kendi rejiminizi kurun." söylemini Demokrat
Parti ve Adalet Partisi'ni de etkileyecektir. Başbakan Adnan Menderes
İslâmcı kanada yönelik "pragmatist" ve popülist yaklaşımıyla
Demokrat Parti' nin çatısı altında toplanmayı başaracaktır. (pragmatist:
doğruluğu ve gerçekliği
tek yanlı olarak yalnızca hareketlerin sonuçları ve başarıları ile
değerlendirilen öğreti.)
Aslında dini siyasal amaçla kullanan ilk parti Demokrat Parti'dir.
D.P. iktidarı, ezanın Türkçe okutulmasından, Arapçaya geçilmesi ve
Kuran Kursları'nın açılmasına izin vermesi; Menderes'in, " Biz
hükümet olarak İslâmiyet'in bütün gereklerini yerine getireceğiz.
Bu Meclis isterse 'hilâfeti' bile getirebilir." şeklinde konuşması
şeriatın ve irticaının getirilmesine bir örnektir.
27 Mayıs 1960 Devrimi İslâmcıları yeni arayışlara itmiştir. Nurculuğun
kurucusu Saidi Nursi'nin, " Siyasetten ve şeytandan Allah'a sığınırım"
tümcesi Nurcuları etkilemiştir. Bu kesim oylarıyla 1960 Devrimi'nden
sonra kurulan Adalet Partisi'ne destek verecektir. Genel Başkanı'nı
da bir general yapacaklardır: Ragıp Gümüşpala İslâm'ın desteğini alan
A.P. şeriat yanlısı İslâm' î kesimi kısa bir süreçte doyuma ulaştıracaktır.
1960'lı yıllarda İslâm siyasete karışmıştır ve etkindir. Bu kesimde
kökten dincilik de artacaktır. Yeni oluşumun gözü kamu alanında kendi
örgütlenmesini yaratabilmektir tüm amacı. Aydınlar Ocağı, Milli Türk
Talebe Birliği, Büyük Doğu Partisi, Nurculuk Partizanları gibi dinci
milliyetçi örgütler bu yolda gençler yetiştirmek için sosyal yaşama
adım atmıştır.
Dincilik gericilik, ilericilik tartışmalarının arttığı bu yıllarda,
İslâmcı gençleri hazırlayan biri vardır: MEHMET ZAHİT KOTKU !!! MEHMET ZAHİT KOTKU; İslâmcı Milli
Nizam Partisi, ülkede 1970 sonrası hareketlere damgasını vuran ve
etrafındaki gençlerden bir siyaset ordusu kuran Nakşibendî İskender
Paşa Şeyhi M. Zahit Kotku; Necmettin Erbakan, Turgut ve Korkut Özal
gibi kendi dergahının ürünlerini siyasete sürmüştür.
Prof:Dr. Necmettin Erbakan'ın adı ilk kez ülkede Odalar Birliği Başkanlığı'na
seçilmesi ile duyulur. (Bu konuda geniş bilgi için, Sara Gül Turan'ın
Din Tacirleri kitabına bakabilirsiniz.) Seçimin yasal olmadığı savları
Demirel'i harekete geçirir ve Erbakan'ı görevinden kolluk güçleriyle
alınır. Necmettin Erbakan Süleyman Demirel'e karşı <kin> bağlamıştır."
Bundan böyle seninle siyaset alanında hesaplaşacağız..."der.
Milletvekilliği adaylığı için Adalet Partisi' ne baş vurur ve ret
edilir. Erbakan'ı A.P.' ne adaylık için Hocası Mehmet Zahit Koktu
istemiştir. Bu 'veto' dan sonra Konya'dan bağımsız aday olarak 40
bin oy ile T.B.M. Meclisi'ne adım atar Erbakan Hoca !
Ahmet Tevfik Paksu'nun evinde bir toplantı yapılır. Adalet Partisi'ne
savaş devamı kararı alınır. Bu toplantıda; N.Erbakan, A.Tevfik Paksu,
Osman Yüksel Serdengeçti, Arif Hikmet Güner, Hasan Aksay, Arslan Topçubaşı
ve İsmail Hakkı Yılanlıoğlu vardır.
İslâmî cemaat ve tarikatlar da siyaset alanda kendilerini anlatacak
bir parti istemektedirler. Nakşibendî Şeyhi Kotku'da artık İslâmcı
bir partinin kurulma zamanının geldiği düşüncesin dedir. Çünkü, AP
onlara sırt çevirmiştir. İslâmcı milletvekilleriyle Kotku'nun girişimi
birleşince Milli Nizam Partisi'nin temelleri atılmıştır. Yıl 20 Ocak
1970'dir... Türkiye İslâm' î hareketini bundan böyle Milli Nizam Partisi
simgeleyecektir: MNP, MSP, R.P. ve F.P. çizgisinin formatı atılmış
olur. Adlar değişse de ilaveler olsa da ilkeler ve ülkü aynıdır bu
güne dek. MNP
Ocak 1970'de kurulmuştur ve Cumhuriyet tarihinin 2. İslâm partisidir
İ.D.P.'den sonra kendilerinin entelektüel İslamcıları temsil ettikleri
savı da önem taşır (!).
Kurucularının her biri farklı <<tarikat ve cemaatlerden>>
de olsalar ortak paydaları kamusal alana çıkmaları ya da atlamaları
ve özgürlüklerine kavuşmalarıdır. Milli Nizam' a bakıldığında; Ali
Haydar Aksoy, A.Tevfik Paksu, Saffet Solak, Rıfat Boynukalın, Ömer
Faruk Ergen,
Hüsamettin Fadıloğlu Nurcu; N.Erbakan, Süleyman Arif Emre, Ali Oğuz,
Fehmi Cumalıoğlu, Hasan Aksay ve Ömer Çoktosun Nakşibendî olduğu görülür.
Bu aynı zamanda MNP' nin Nurcu-Nakşibendî bir parti olduğumum açık
göstergesi ve kanıtıdır. Aslında Milli Nizam' ın amacı İslâm örgütleyerek
siyasal sürece entegre etmektir. Bu amaç için her yol geçerlidir formülü
kullanıldı." Onların koyduğu kurallarla, onları yıkmak, onları
kendi sistemleri içinde boğmak; gelin bu koşullarda savaşalım."
Verilen bu "cihat" kararının içinde adam öldürmek gibi eylem
de yok değildi hani.
Tüzüğüne yumuşak bir biçimde kutsal kitabı da yerleştirerek yola çıkar."
Din ve vicdan hürriyetinin güvencesi olarak tanımlanan laikliğin dine
baskı ve dindarlara saygısızlık gayesine alet edilmesine; laiklik
konusunda partimizin ölçüsü bu müesseseyi din aleyhtarlığı şekline
dökmektedir, dökenlere karşıyız." bu tümceler Parti'nin tüzüğünden
bir bölümdür.
Süleyman Arif Emre'nin genel başkanlığını yaptığı Milli Nizam Partisi'ne
8 Şubat 1970'de Necmettin Erbakan genel başkan oldu. Daha sonraları
Milli Selâmet Partisi ve Refah Partisi' ne genel başkanlık edecektir.
MNP açıktan İslâm'ı savunması ve şeriat yanlısı işaretler vermesi,
en önemlisi de tüzüğünün siyasal partiler yasasına aykırılıklar göstermesi
nedeniyle kapatıldı. Bu bir önemli kanıttır... 1971 12 Mart'ında Anayasa
Mahkemesi'ne göre;" Laikliğe aykırı davranması ve okullarda din
derslerinin zorunlu olmasını istemesi..." gerekçesiyle kapatıldı.
Bu da bir başka kanıt'
Milli Nizam Partisi'nin kapatılmasını "demokrasinin gazap"ı
olarak yorumlandı İslâmcı kesim tarafından. Ayrıca şöyle bir dillendirmeyi
savsaklamıyorlardı:" Din hürriyeti olmayan Müslümanların tek
umudu Milli Nizam Partisi kapatıldı... Ama Müslümanlar sinesinden
yeni
Milli Nizam Partililer çıkaracaktır." Dokunulmazlığı kalkan Erbakan
çareyi İsviçre'ye gitmekte buldu. Süleyman Demirel yenmişti. İsviçre'de
Teknizam gazetesini çıkarıp, aşılarını yavaş yavaş yaptı. Milli Görüş'
ün temellerine de attı. Hakkındaki dosyanın rafa kaldırıldığını duyar
duymaz yurda geri döndü.
Kendi partisine karşı yapılan Anayasal eylem sonunda dosyasının rafa
kaldırılmasına kendi şaştı. Bu işe bir türlü aklı yatmamıştı. Ayağını
denk atıyor, başkaları öne sürüyor, kendi arkada duruyordu. Öne sürülenler
ise durumlarından hoşnuttular... Ve yıllar sonra bunlarda görülüp
cepleri ve gönülleri doldurularak hoşnut edilecek ekonomik çembere
dahil edileceklerdi. Bu işin muhasebesini bugün rahatça görmek olası.
Siyaset alanındaki adlara bir bakarsanız, işin özü rahatça anlaşılır
(31.Ocak.2007 S.G.)
Geri döner dönmez 11 Ekim 1972'de Milli Selâmet Partisi'ni kurdu.
MSP' nin kurulması
ile yalnız partinin adı değişti. Bu değişim şekli hep sürdü gitti,
günümüze dek. Akıllı Makine Prof.'u Necmettin Erbakan Hoca Partiyi
Süleyman Arif Emre'ye kurdurmuştu... 1973 seçimlerinde yeni kurulan
Milli Selâmet Partisi 48 milletvekili, 3 senatör çıkarmıştı. Arkadaki
birikim aynen duruyordu. Bu Erbakan Hoca için bir kazanımdı. Bu Türkiye
için bir şoktu. 25 Ocak 19-74 CHP, MSP koalisyonunu Deniz Baykal ile
Oğuzhan Asiltürk örgütledi. MSP' liler CHP'yi şöyle dile getirdiler:"
Meğer biz CHP' lileri yanlış tanımışız. Onlar bizim namaz kılmayan
kardeşlerimizmiş."
Bir yıllık koalisyon sürecinde Meclis ve Bakanlıklar dinin pratiğine
tanık oldular. CHP, sistemin yok saydığı kesimin yeniden kabullenilmesine,
yani sistem içinde ilanını kolaylaştırdı. Böyle
Bir kesimin varolduğu bu tarihi süreçte kanıtlanmış oldu. Günümüze
dek süre gelen bu varolma savaşı, 12 Eylül 1980'de daha da hız kazandırılarak.
günümüzdeki irtica var mi, yok mu sürecine, milliyetçilik mukaddesatçılık
da eklenerek; ülke 2007'nin Irak'ına dönüştürülmek istenmektedir yerli
işbirlikçi ve AB, ABD ve de Arap Birliği aracılığıyla... Çünkü pasta
büyük ve verimli Orta Doğu' da!
CHP-MSP birlikteliğinde tarikatçılık hortlattırılmış ve ön plana oturtulmuştur.
İskender Paşa Şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun emirleri Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ne dek taşındı, tarikatçı parti tarafından. CHP de
buna ortak oluyor; tarikat ilk kez Cumhuriyet tarihine, CHP'yi de
Kullanarak mührünü vuruyor, vurdurucu ise "müdahaleci /karışmacı/"
olmadığını yineliyordu. Meclis' in helâlarından MSP' li Milletvekili
ve bakanların takunya sesleri geliyordu. Ab dest alınıp, müsteşar
odalarında toplu namazlar kılınıyordu. Meclis artık mescide dönmüştü
geri dönüşümsüz. Üç "T" eylemi başlatılmıştı...Neydi bu
"3T" ?..Takke... Takunya... Tespih!
Erbakan Türkiye'nin ilk hacı olan başbakan yardımcısı ve bakanıdır.
Bu arada Kıbrıs Barış Harekatı sonrası koalisyon bir sarsıntı yaşadı.
Erbakan Hoca' nın ileri geri söylem ve yorumlarıyla. İki genel başkan;
Bülent Ecevit ve Erbakan; zaferi paylaşamadılar. 18 Eylül 1974'de
koalisyon dağıldı. Arkasından Celal Bayar'ın desteğiyle ki C.Bayar
27 Mayıs 1960'da bir silahlı eylemle düşürülüp yargılanmış ve idama
mahkûm edilmiş, yaşından dolayı ipten kurtulmuştur; Milliyetçi Cephe
Hükümeti oluşturularak yönetimi onaylanmıştır. İlginçtir bu M.C.;
AP+MSP+CKMP ve MHP' den oluşuyordu. Başında Süleyman Demirel vardı.
Diğer liderler ise; Necmettin Erbakan, Turan Feyzioğlu ve Alpaslan
Türkeş'ti. Bu dönemde İmam Hatip Liseleri, Yüksek İslâm Enstitüleri
ve 2 binden fazla Kur-an Kursu gündeme getirilecekti. Silahlı çatışların
başlangıç noktasıydı bu MC dönemi. Başbakan;' Bana sağcılar adam vuruyorlar
delirtemezsiniz' gibilerden söylemler ediyor; A.Türkeş de 'Bizim örgütümüz
kolluk güçlerine yardımcı oluyorlar' diye tümceler üretebiliyordu...
Ve iki ünlü lider birbirlerini tanıtlıyorlardı.
Büyük eleştiriye uğrayan Milli Selâmet Partisi, oy kaybına uğruyordu.
Nurcular desteğini
çekmiş, yalnızca Nakşibendî görünümlü bir parti oldu Türk Siyasi Tarihi'nde
MSP' nin yorumu ve söylemi ise; kendisinden desteği çeken tarikat
ve cemaatleri <küfre destek> olmakla suçlayarak ve İslâm'a köstek
olduklarını dillendireceklerdi. Parti' nin bu dönem çağrısı is; "Bize
destek olmazsanız kafir olursunuz, cehenneme gidersiniz. İbadetleriniz
kabul edilmez, cennet size haram kılınır!" gibi oluyordu.
5 Haziran 1977'de CHP birinci parti çıktı seçimden. Fakat Bülent Ecevit'in
oluşturduğu bakanlar kurulu "GÜVENOYU" alamadı. Hemen arkasından
bakanlar kurulunu oluşturma görevi Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman
Demirel'e verildi. Demirel, MSP ve MHP ile 2.MC'yi kurdu... İşte yukarıda
sözünü ettiğimiz ünlü tümceler bu hükümet dönemine denk gelir.
31 Aralık'ta Ecevit Adalet Partili 10 Milletvekilini partisine geçirtti
ve Demirel devri sona er-dirildi... Satın alınan bu 10 milletvekili
de bakan olarak yeni hükümet güvenoyu garantilemiş oldu.
Ekim 1978'de Milli Selamet Partisi'nden bir grup ayrılarak, yeniden
Milli Nizam Partisi'ni kurdu. ERBAKAN KİMDİR?..
"Kimilerine göre Türkiye'deki dinsel sömürünün lideri, kimilerine
göre halife, kimilerine göre sessiz aydınlığın sesi Prof. Dr. Necmettin
Erbakan, kimilerine göre 500 kg. altını olan..." Bana göre de
dinsel sömürünü mekaniğini örgütleyen bir baş mimar! İlginçtir Hoca
Necmettin 29 EKİM 1926'da doğdu... Ve ihanetin başlangıcı bu ilginçliğe
bağımlı... İ.T.Ü. Makine Mühendisliği'nde öğrenim gördü. Dönem arkadaşları;
Turgut Özal, Süleyman Demirel, Korkut Özal, Recai Kutan, Fehim Adak...
Bu yıllarda M. Zahit Kotku'ya bağlanarak <Nakşibendîliği> seçenek
yaptı. 12 Eylül 1980'de partisi kapatılıp tutuklandı. 13 Şubat 1985'de
dava konularından aklandı. Yasakların kalkmasıyla 11 Ekim 1987'de
Refah Partisi'ni kurarak, genel başkanı oldu ve 1991'de tekrar Meclis'e
girdi. 24 Aralık genel seçimleri sonrası DYP (T.Çiller'in DYP'si)
İle ortaklık kurarak Başbakan bile oldu. Bu dönüşümlü bir başbakanlıktı. Gelelim yine Milli Selâmet Partisi'ne...
Bu parti artık alan toplantılarında;" Dinsiz devlet yıkılacak
elbet", "Şeriat gelecek vahşet bitecek", "İran'da
Humeyni Türkiye'de Erbakan" türünden söylemler yükselmeye başladı.
1976' da Ankara'da kurulan Akıncılar Derneği eylemlerini sertleştirdi.
Milli Görüş Hareketi'nin öncü gücü oldu. Akıncılar ve Ülkücüler birçok
kesimlerde kavgalara girip adam kaçırarak öldürme ve bombalama eylemlerini
gerçekleştirdiler. Erbakan'ı bu konuda Koktu ve Esat Coşan uyardıkları
da söyleniyordu. Erbakan bu uyarıları dinlememiş ve baş kaldırmıştı.
1974-1978 döneminde MSP' li koalisyon 350 İmam Hatip Lisesi, 10 Yüksek
İslâm Enstitüsü ve 3 bin Kur-an Kursu açılmasında büyük katkıları
oldu.
1978, kavga ve soykırım olaylarının, şiddet eylemlerinin doruk noktasında
olduğu bir yıldı. Laiklik hâlâ güncelliğini koruyordu. İki yıllık
süreçte MSP konuşulan odak oldu. Alevi-Sünnî çatışmasın da arttırılmıştı.
Aynı yıl Siyasal İslâm'ın İran Devrimi'yle bütün Dünya çalkalandı.
İran Devrimi Milli Selâmet Partisi tarafından onaylandı. Ve Erbakan
Hocamız bu Devrim ile coştu da coştu...
Bütün kötülüklerin İslâm'ın terk edilmesinden kaynaklandığını söyleyebiliyordu,
Makine Mühendisi Prof. Dr. Necmettin Erbakan…Alanlarda <şeriat>
yönetiminin faiz anlayışını dillendiriyordu öğretim üyesi Hoca Efendi
(!)..
Aynı yıllarda Ülkücülerle Selametçiler arasındaki kavga, İslâmcı Akıncılar'
ın lideri Metin Yüksel' in öldürülmesiyle gün yüzüne çıkıyordu. Parti
içindeki köktenciler;" İran, İslâm ihtilalini partiyle başaramadı.
MSP İslâm' i hareket içinde supap rolü oynuyor" düşüncesindeydiler.
İslâmcı Milliciler bu durumdan endişe etmeye başladılar. Parti bu
gerginliği, "Fikir Grubu" adı verilen köktencilerin önde
gelen isimleri; Selahattin Eş, Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak ve Yılmaz
Yalçıner'i önerecek, onlarda Hicret Dergisi etrafında örgütleneceklerdi.
Bu örgüt, 1970'li yılların sonuna doğru; "Laik düzenin okullarını,
kurumlarını terk edip silahlı mücadeleye atılma" düşüncesini
ortaya attılar. Hicretçiler Refah Partisi'nin "İçeriden Fetih"
formülünü onaylamış görünüyorlardı.
MSP 6 Eylül 1980 günü Kudüs'ü Kurtarma ve Gençlik Mitingi'ni tüm yarılara
karşın Erbakan'ın ısrarcı tavrıyla Konya'da gerçekleştirildi. Bu alan
toplantısıyla Erbakan kendi ipini çekmiş oldu. İstiklâl Marşı'nda
ayağa kalkmayan binlerce kişi 12 Eylül'e davetiye çıkarmış oldu.
6 gün sonra gündemde Kenan Paşa diye bir asker vardı tepede ve gündemde
!!!
12 Eylül'cüler, Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Fehim Adak, Tahir
Büyükkörükçü, Ahmet Remzi Hatip, Şener Battal, Temel Karamollaoğlu
Ankara Merkez Komutanlığı Askerî Dil Okulu'nda zorunlu konuk edilip
24 Nisan 1981'de tutuklanıp Mamak' a götürüldü.
13 Şubat 1986 (beraat) aklanma kararını Muharip Albay Hikmet Şahin
vermiştir. Sonra RP'nin 'mücahid'i olmuş ve şunları dillendirme yürekliliğini
gösteren, bu devletin, Atatürk Cumhuriyeti'nin ekmeğini kursağında
taşıyan Albay;" Mahkeme esnasında tanıdım Erbakan'ın milli ve
manevi değerlere verdiği önemi hayranlıkla izledim. Bu cezanın suç
olması için kasıt ararım, Erbakan'ın suçlandığı hadisenin ne kanunda
müeyyidesi, ne kanıtı var, dolaysıyla ceza verilmez."… Aynı Erbakan
bugün Parti'nin trilyonlarını "hiç" etmekten yargılanmış
ve ağır ceza almış, cezasını çekme biçimi yandaşı AKP'liler tarafından
tartışılarak öneriler üretmişler ve evinde doldurması yasalaştırılmıştır...
Ama bir tek kuruş geriye ödeme yapmamıştır.
İslâmcılar, emekçilerin tepkisini de göz önüne alarak, Hakişi bizzat
Erbakan kurdurmuştur. Necati Çelik, Yasin Hatipoğlu sendikadan partiye
etkin olan isimlerdir.
Avrupa Milli Görüş Teşkilatı, bu kesimin yani Parti'nin para kaynağıydı.
Emekçilerin bordrolarından doğrudan Teşkilat' a para aktarmaktadır.
Avrupa'nın Erbakan'ı olarak bilinen Osman Yunakoğulları RP'li milletvekili
olarak T.B.M.M.' ne girmiştir. Bu örgüt Avrupa'da 33 ülkede varlığını
sürdürmektedir. MNP-MSP-RP çizgisinde ülke içerisinde Milli Gençlik
Vakfı vardır ve İslâm adına eylemlerde bulunmaktadır. Ayrıca MSP'
den RP'ye Türkiye Yazarlar
Birliği, Teknik Elemanlar Derneği, İktisatçılar Kültür Vakfı, Müstakil
Sanayici ve İş Adamları Derneği, Öğretmenler Birliği, İlim Yayma Cemiyeti,
Ensar Vakfı bunlardan birkaçıdır. Milli Gazete, Yeni Devir ve Kanal
7'de yayın organlarından yalnızca bir kısmı
29 Ekim 1987 yılında yapılan genel seçimlerde Refah Partisi 1 milyon
717 bin oy aldı. Bu da % 7.16 olarak açıklandı. Ülke barajını aşamadığından
T.B.M.M.' ne giremedi. Refah Partisi' nin bu tarihten sonra politikasının
değiştiği gözlenmektedir. Bir yerlerde hata yapılmıştı. Ama bu hata
nereden kaynaklanıyordu?... Erbakan'ın bireysel olarak bazı taktiklerinin
yenilendiği yadsınmamalıdır. Bunun yanı sıra Erbakan'a da bir tepki
yok değildi hani! Nakşibendîler dışında diğer tarikat ve cemaatlerden
(dinine bağlı olup da tarikat ve cemaatlerle ilişkisi olmayan toplulukların
da) de oy almak isteyen Parti, İskender Paşa hareketi görünümünü silme
girişiminde bulundu. Çünkü <<Türkiye Cemaatler ve Tarikatlar
Cennetiydi!>> Bu onunu için çok önemli bir olgu ve oluşumdu...
Ancak molla Necmettin hoca bunu yaparken İslâm' i cemaat ve tarikatları
kırıp, incitiyordu.
1990'lı yıllarda, İskender Paşa' nın 'manevi misyonunun da kendisinde
olduğunu topluma kabul ettirme yolunu seçerek yaptı. Erbakan Necmettin,
Esat Coşan' a ;"Refah Partisi'ne biat etmezsen, ibadetin kabul
olmaz. Ehlisünnet velcemaat olarak, Refah'ın emrine itaat edeceğiz.
Bu orduya dahil olacağız. Olmayanlar patates dinindendir." derken
boyut değişiyordu…Ne demekti bu?.." Ben, hem İskender Paşa' nın
şeyhiyim, hem de İslâm' i kesimlerin temsilcisiyim!"
Bu söylem tutmuş, Esat Coşan, Erbakan'ın oyununa gelmiştir. Şu unutulmayacak
gerçekleri vurgulamıştır:
<Beslediğimiz insan, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış,
şişman insan. Almanya'dan valizlerle gelen paralarla zenginleşmiş
insan. Suud' dan, Kuveyt' den gelen paralarla şey yapmış insan...
Müslüman Müslüman'la cihat etmez. Kendisini destekleyenler tamam.
Desteklemeyenler patates dininden oluyor. Alay ediyor yani.>...
Erbakan Hoca' nın bu tavrı yıllarca süre gelmiş ve yıllarca inanların
paralarını toplayarak ve de parti' nin devletten aldığı yardımın üstüne
oturarak, bir yüzsüzlüğün kanıtını belgelemiştir. Bu yadsınmaz. Mahkeme
kararları da ortadadır.
Daha sonraları Coşan, Erbakan ile kavga etmesinin (!) yanlış olduğunu
anlayınca geri adın attı. Bu noktadaki ilginç gelişmeler Hoca' nın
karakterini tam anlamıyla yansıtıyordu. Esat Coşan' a bile yaka silktirmiştir.
Coşan'ın yaptığına da halkça 'tükürdüğünü yaladı' denir... Ve destekçilerine,
yani 'müritleri' ne R.P' yi gösterdi. İşin başka ilginç yanı ise;
seçimlerde Refah Partisi de Halil Ürün, Temel Karamollaoğlu gibi karanlık
yüzlü ve beyinli müritleri aday göstermişti. Halil Ürün; bugün 2002'de
A.K.P.' den Konya Milletvekili olarak T.B.M.M. 'ne girmiş, karısını
dövmekten gündeme oturmuş, inşaat mühendisi ve prof.' tur; Konya Belediye
Başkanlığı yapmış, seçimi Coşan sayesinde kazandığını itiraf etmiş
ve şöyle konuşmuştur:"Bana değil HAKYOL Vakfı'na teşekkür edin,
çünkü seçimi onlar kazandı." Yine bu seçimlerde Sivas'ta Belediye
Başkanlığı'nı Temel Karamollaoğlu almış ve SİVAS MADIMAK katliamının
bir numaralı öykücüsüdür. Yıl 2 Temmuz 1993 günlerden Cuma... Unutulmaması
gereken bir tarih!
Şeyh Coşan İle "Derviş" Erbakan'ın Yolları Ayrılıyor: Erbakan, Esad Coşan' a biat etmiyordu
ve bir otorite olarak kabullenmiyordu. Ve çevresine Coşan' ın dini
yetersizliğini anlatıyordu. Bu çekişme alttan alta olgunlaştı ve sonunda
etkisini yitirdiğini anlayan Esad Coşan' ın kavgayı açığa dökmesine
yol açtı. Esad Coşan' ın 1990 yılında yaptığı ve basına yansıyan konuşması
ayrılığı su yüzüne çıkarıyordu. Coşan, Milli Nizam Partisi'nin kuruluşundan
beri Nakşî Dergâhı'nın kanatları altında olduğunu belirtti...Şöyle dillendiriyordu Coşan:"
Efendim destekleme hocamız Zahit Kotku zamanından beri oldu. Partipartiyi
kastediyorum genel olarak partileri değil dergâhımız belli bir aksiyon
olarak başladı. Hocamıza belli kişiler4 geldiler, dediler ki; <Hocam,
böyle böyle şeyler yapalım mı?> Zahit Kotku emir buyurdu, istikamet
gösterdi, yapın buyurdu.Ayrıca eleman verdi... Böylece bizim dergâhımızın
bir aksiyonu olarak politik çalışma başladı. Hocamız destekledi. Ben
Ankara' daydım ama zaman zaman beraber oluyorduk.." MNP İçin Nakşibendî Şeyhinden İzin
Alınıyor...
Kotku' dan izin isteniyor:
Süleyman Arif Emre, Şeyh Zahit Kotku'ya ise izin almak için gidişlerini
şöyle anlatıyor:
"Ben Mehmet Zahit Efendi'yi tanımıyordum. Ancak Necmettin Bey
'Bu harekete girmek için izin isteyeceğim. Kendisine fikirlerimi açtım,
(Ne fikirleriyse, Erbakan'dan çıkacak fikirler nasıl olurdu? Bu çok
önemliydi sistem için. S.G.) muvafık dedi; daha ayrıntılı olarak bu
meseleyi konuşmak için bana yardımcı olur musunuz? dedi... Beraber
gitmeyi teklif etti. Hasan Aksay ve ikimizi götürdü. O arada Mehmet
Zahit Efendi bizleri dinledi. Dedi ki:' Abdülhamit idaresinden sonra
bu milletin iradesine masonlar el koymuştur ve hâlâ onların inisiyatifindedir.
Bunu düzeltmek lazımdır. Onun için böyle bir harekete başlamanızda
ben herhangi bir mahzur görmüyorum.' Bu şekilde bir muvafakat alınmıştır.
Yoksa o muharrik, itici güç olmamıştır..."
M.Zahit Kotku'nun söylemi ve içeriği çok önemlidir... Ana düşünce
bu olunca; her şeyin, tüm taşların yerli yerine oturduğu görülüyor.
Cumhuriyet ilk ana hedeftir siyasal çalışmaların altında yatan.
Süleyman Arif Emre, partinin kuruluşunda yalnızca Nakşibendîlerin
bulunmadığı konusunda ısrar ederken başka tarikatlardan da kuruluş
sürecine katılmalar olduğuna dikkat çekiyor: <<Memlekette birtakım
İslâmi görüşler, ekoller var. Mesela Ahmet Tevfik Paksu, AP' den Maraş
senatörü olmuştu. (Said Nursi taraftarı olarak bilinir) Kuruluş hareketine
onu da davet etmiştik. O da Milli Nizam'ın kurucuları arasındadır.
Belki o da hürmet ettiği bazı kimselerden izin almıştır, istişare
etmiştir.>>
1991 seçimlerinde R.P., M.Ç.P. ve I.D.P. ile ortak oldular. MÇP Türkeş'in,
IDP ise Aykut Edipali'nin partisiydi. Kürt kökenli Refahçılar Türkeş'e
ve Edipâli'nin yer aldığı birleşimde bulunmayacaklarını şu sözlerle
belirttiler:
"Türkçülüğe karşıyız!"
1991 seçimlerinde bu üçlü birleşim T.B.M.M.' ne 62 milletvekili ile
girdi. Bu oy 1977seçimle-rinde alınan oydu. Bu birliktelik sonradan
dağıldı.
Artık Erbakan Hoca söylemlerini değiştirmişti. Gençlerden batılı görünümlü
adlara yer vermeyi düşündü. Bu adlar; Recep Tayip Erdoğan, Melih Gökçek,
Hasan Hüseyin Ceylan, Abdullah Gül partide etkin yerlere getirildiler.
Manken Gülay Pınarbaşı ve Serap Aksoy gibi mankenler, güzellikleriyle
Refaha transfer olup örtündüler. Recep Tayip Erdoğan o dönemlerde
Refah Partisi'nin İstanbul İl Başkanı idi. Daha sonra, İstanbul, Melih
Gökçek de Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı oldular... Büyük Şehir
Belediye Başkanlığı'nda palazlandıktan sonra ki bu konuda söylentiler
gökyüzüne çıkmıştır; Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurup, Genel Başkanlığı'na
ve Başbakanlık koltuğuna oturdu. Şu günlerde de Cumhurbaşkanlığı'nın
hesaplarını yapıyor, tüm tepkilere karşın.
Refah Partisi görünüm değiştirme tasarımına soyundu. Kongre öncesinde
Korkut Özal, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Cemil Çiçek gibi tutucu
adlar partiye alındı… Şimdi bunların tümü AKP ile iktidar koltuklarında
Bakan olarak cirit atıyorlar.
Necmettin Erbakan'ın varislerinden Recep Tayip Erdoğan İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı olunca; "Hakkı hâkim kılmanın ilk ciddi adımını
27 Mart'ta attık" dedi. Aynı gün Genel Başkan'ı Erbakan; "Yaşanan
krizlere, adil düzenden başka çözüm yoktur. Zaferimiz burada
Bitmeyecek, önümüzdeki hedef İslâm Birliği'dir. İstanbul, İslâm âleminin
siyasi merkezidir." Sözlerini söylemiştir
Recep Tayip Erdoğan'ın demokrasi ve laikliği şeriat için araç olarak
gördüğünü açıklaması örneği, "amaç için her araç meşru"
sözcüğünün kanıtıdır. Refah tabanı ise Recep Tayip Erdoğan'ın "İslâm
için demokrasi" çizgisini benimsiyordu.
Refah Partisi'nin değişim olgusunda, önce hakaret eden Hasan Mezarcı'yı
istifa ettirdiler. Bu bir çeşit ihraç da sayılabilir. Atatürk'ü;"Laik
Atatürk öldü, yaşasın şeriatçı Ata!" söylemi şekli-ne dönüştürüldü.
Erbakan'ın tahrik edici sözleri basın üzerinde bomba etkisi yaptı.
Arkasından Laik-İslâmcı kampanyası başlatıldı. Refah kendisine yönelik
saldırıyı İslâm'a karşı saldırı şekline soktu. Bu bir çeşit "Laik"
olmadıklarının işaretiydi. Melih Gökçek Ankara Büyükşehir Belediye
Başkanı olarak büyük çamlar devirmeğe başladı. Partisi'nin sanata
bakış açısını açıkça ortaya koyarak 'yontu' bunalımını çıkardı ve
şöyle dedi:"Ben böyle sanatın içine tükürürüm."
Tükürdü de!
24 Aralık1995 erken seçim sonucunda %21, 4'lük oyla 1.parti olacak
ve 158 milletvekili çıkaracak, Meclis' e sokacaktı RP. Fakat İslâmcı
kesim bu seçimlerde %30 oy ile 320 milletvekilliği bekliyor ve şu
söylemi dillendiriyorlardı: "İstediğinizi ve istemediğinizi tek
başına iktidar olduğunuzda getireceğiz. Sabırla çalışmanıza devam
edin, tek başımıza iktidara gelirsek Allah'ın nurunu tamamlayacağız,
merak etmeyin. "Bu seçimlerde seçim politikaları "Adil Düzen"
üzerine oturtarak başarıya ulaştılar.
Refah Partisi'nin seçimlerde önemli bir yatırımı da sözde 'demokrat
misyonu' temsil eden, Adnan Menderes'in oğlu (A.Menderes 27 Mayıs
Devrim ile Başbakanlıktan alınmış ve yargılanarak asılmıştır.) Aydın
Menderes'i Refah Partisi'ne katmasıdır. Bu arada Fethullah Gülen,
Mehmet Kutlular gibi 'Nurcuların' Ege Bölgesi'nde Doğru Yol Partisi'ne
destek vermesiyle Tansu Çiller' i kurtarmışlardır.
24 Aralık1995'de Refah Partisi lideri Başbakanlığın verilip verilmemesi
konusundaki tartışma ile gündemi işgal etti. Cumhurbaşkanı olan Süleyman
Demirel hiç düşünmeden Başbakanlığı Erbakan'a verdi. Erbakan Hükümet
çıkaramadı... Çiller' den de sonuç alınamadı.3.turda ANAP lideri Mesut
Yılmaz' a ANAYOL Hükümeti'nin kurulması çalışmaları başlatıldı. Sonuç
Alınamayınca Erbakan ile Hükümet kurma öyküleri geliştirildi. Yılmaz,
18 Şubat 1996 gecesi Erbakan ile gizli görüşme yaptı. İlk ciddi görüşmesi
eski ANAP Grup Başkan Vekili Abdülkadir Aksu'nun evinde gerçekleştirildi.
Bu gün; 29 Ekim 2006'da, AKP Hükümeti'nin İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu'dur... Gerçekleşen görüşmelerde pazarlıklar yapıldı ve1 Mart
1996 tarihinde Cumhurbaşkanlığı'na sunuldu bu çalışma.
Erdoğan; ANAP-RP koalisyonunu;"Umutla bekledikleri bir sonuç"
olarak değerlendiriyordu, Büyükşehir Belediye Başkanı ettiğiyle. Refah
hükümete hazırlanırken, ANAP içerisinden çatlak sesler gelmeye başlamıştı.
Bu kez DYP+RP birlikteliği gündemdeydi. DYP Milletvekili ve eski Genel
Kurmay Başkanı etekli Paşa Doğan Güreş buna karşı çıktı. Aynı Güreş
daha sonra bu koalisyonun neden gerekli olduğunu anlatarak destekçilerinin
yanında dirsek temasıyla aynı hizaya getirildi. Meclis Başkanı Mustafa
Kalemli vasıtasıyla askerlerden Yılmaz'a,
Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı da Çiller' e uyarı götürüldü,
Refah ile birlikte koalisyon kurulmaması için.
Hoca 27 yıldır özlediği başbakanlığa 30 Haziran 1996'da imzalanan
REFAHYOL protokolü ile 2 yıl Erbakan, 2 yıl da Tansu Çiller Başbakan
olacaktı. Hatırlanırsa Tansu Çiller ile anlaşma şöyleydi; ilk önce
Tansu Hanım Başbakan olacak sonra da Erbakan yapacaktı.
Başbakanlık;(O dönem Cumhurbaşkanı DYP Genel Başkanı Demirel olmuş
ve Genel Başkan Tansu Çiller olmuştu.) siyasi ettik gereği DYP Genel
Başkanı'na verildi...
DYP-RP koalisyonu İslâmcıları ikiye böldü. İslâmcılar bu partinin
ilkelerini çiğnediğini, programı rafa kaldırdığını, çok fazla ödün
verilerek, İslâm' i kesimi onursuz duruma düşürdüğünü savunuyorlardı.
Darende Somuncu Baba Dergâhı'nın ileri gelenlerinden Abdullah Soyu
yeni şöyle değerlendiriyordu: "RP amacına ulaştı, ama bu gayri
ahlaki oldu. İlkelerini kaybedenler, her zaman kaybetmeye mahkûmdur."
yorumunu yapıyordu.
İsmail Ağa tekkesi, Sultan Baba Dergâhı, Sadık Albayrak, Yaşar Kaplan,
Ahmet Akgül Altay Mevlüt Özcan, Hüseyin Üzmez gibi İslâmcı başları,
İslâm' i Refah Partisi'nin iktidara taşıyacağını bu koalisyonun da
bu eylemin başlangıcı olduğunu düşünüyorlardı.
Sağ partilerin cemaat liderleriyle ikili ilişkiler Demokrat Parti
döneminde başlamıştır. Cemaatlerin. siyasi etkinlikleri ise Adalet
Partisi döneminde güç kazandı. Turgut Özal ile birlikte
bu partilerin politikalarında güçlerini iyice hissettirdiler. Cemaatlerin
T.B.M.M.' de temsil edilmesi gereksiniminin oluşması, seçim öncesi
partilerle yapılan pazarlıklar sonucu gerçekleşmeye başladı. Cemaat
bağımlısı adaylar parti liderlerine 'kontenjan' ile ilk sıraya getirilme-si
gerçeği ortaya çıkıyordu... Genelde seçiliyorlardı.
Tarikatların, özellikle Nakşibendîler siyasi kimlik kazanmadan önce,
yönlendirici olma is-tekleri vardı.1983 yılında Turgut Özal'ın partisi
ANAP tarikat ve cemaatlerin omuz vermesi ile başarıya ulaşmıştır.
Bu bir kanıttır. Hatta Bülent Ecevit'in sosyal demokrat partisi bile
bu gerçeği kabullenmiş, tarikat ve cemaatler DSP'ye sıcak bakmaya
başlamışlardır. Cemaat ve Tarikatların Gücü:
Türkiye'de irili ufaklı çok fazla tarikat gerçeği vardır. Özellikle
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da grupçuklara indirgenmiş bir halde ve
yöreye özgü bir yapı içerisinde dini ve halkı sömürmeye yönelik çalışmalar
vardır. Özellikle kendini çok bilgili bulan ve sığ görüşlü insanların,
yaşamda yapabilecekleri, tutunabilecekleri bir meslekleri olmadığından,
emek harcamadan, alın teri dökmeden yöresinin insanının dinsel duygularını
sömürerek para kazanma yolu olarak bulmuş, böylesine iğrenç bir oluşumu
ateşlemişlerdir. Buna yöre halkı da yürekten inanarak, kazancına ortak
etmiştir bu tür beleşçilere...
Etkileri, çoğunlukları kadar da olsa belediye başkanı ve milletvekili
aday adayları, yöre şeyhinin oluru alınmadan, ya da olur alındığı
takdirde seçim sonuçlarına daha bir gerçekçi yorumluyorlardı Yöresel
tarikatlar, doyuma ulaşmış büyük tarikatların parçalanması sonucu
yapılanıyorlardı. Örneğin, tarikat şeyhinin oluru ile ve el vermesiyle
en yakın müridini buna soyunduruyordu. İster gönüllü, ister içeride
oluşan ayrılıkların sonucunda kaba kuvvetle...
Bölgedeki şeyhin vekili olan kişiler, şeyhin ölümüyle de kendini şeyh
ilan ediveriyordu bu açıkgöz insanlar... Gerçi hepsi de bu konumdaydı!
Geleneksel tarikatlarda Hz. Muhammed'in manevi vekili olarak kabul
ediliyor bu gerici toplumlarda. Bu inanışa ve yutturmaca ya göre;
"Peygamber postuna oturan insanlar" olarak nitelendiriliyor
yöre insanı olarak.
Tarikatlar Cumhuriyet Devrimleri ile birlikte yitirmeye başladıkları
sosyal hareketliliklerini yineleyerek kazanma hevesindeler. Bu yadsınamaz.
Ekonomik kazanırlara giriyor, ticari işlerde üstün olma gayretiyle
her türlü kazanım ve kaybı göze alarak dalıyorlar yapı içine. Aslında,
hiçbir süreçte kayıp etme diye bir oluşum yok... İnsanlarına güveniyorlar...
Cumhuriyet ile birlikte sistem dışına itilmenin acını çıkarıp, keyif
alma hevesindeler.
Sağ yelpazede bulunan bütün partiler bu "cemaat" ve "tarikat"
oylarının hesabını yaptılar.
Son yıllarda CHP'nin genel başkanı D.Baykal da anladı ki bunlarsın
iktidar zor. O da, o kesimlere atışlar yapmaya başladı (2006). Onlar
sürekli sağ siyasetçiler tarafından 'oy tarlası' olarak değerlendirildiler,
yani seçimden seçime "merhaba"... Ve buna göre yaptılar
hesaplarını...
Nur Cemaati Demirel'e sonuna dek destek verip, kaç kez Adalet Partisi'nin
iktidara (erke) gel sinde en büyük etken oldu. Her türlü desteği veriyor,
cemaat iktidara gelmesi için dua ediyor, afişlemeye çıkıyor ve de
kesenin ağzını açıyordu... Ama ne karşılığında? Bu sorunun yanıtı
aranması gerekmiyor mu?
Tarikat gerçeğini iyi irdeleyen ve kendisi de "Nakşibendî"
olan Turgut Özal, konuşmaların-da bu topluluğa iletiler gönderiyordu.
Bu göndermeler tarikatlar tarafından iyi ve doğru algılandı. Sonuçta
Anavatan Partisi iktidara el koydu. Özal dönemiyle birlikte cemaat
ve tarikat ön-derleri yavaş yavaş açığa ve siyaset pazarına inmeye
başladılar.
Dini gruplar Türkiye'deki İslâmcı hareket içerisinde ikinci önemli
rolü oynuyor. Tarikatlar ülkede İslâm'ın en önemli ve uzun halkasını
oluşturuyordu.
Cumhuriyet döneminde Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun en güçlü din olgusu
Nakşibendî Tarikatı olmuştur. Şeyh Sait de bir Nakşibendî'ydi ve 1925
ayaklanmasını örgütlemiştir.
Cumhuriyet döneminde 'tekke ve zaviye' ler Devrim yasalarıyla yasaklanmıştır.
Buna karşın Nakşibendîlerin 'mürit'leri her geçen gün çığ gibi büyümüş
ve yönetime yön verme gibi uğraşlarına da girmişlerdir. Nakşibendî
Tarikatı'na ait; Erbakan ve arkadaşları; MNP, MSP, FP ve RP'yi kuran;sonra
da AKP' yi;büyük çoğunluk bu koldan gelme kişilerdi. Turgut Özal da
bu kökten gelme siyasetçilerdi... Genel Başkanlıktan Başbakanlığa,
Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına dek uzanan bir oluşum, bir ilginç
öyküydü tarihimizde... Ülkemizde bu tarikatın en etkin kolları; İskender
Paşa, Menzil, Darende Somuncu Baba, Erenköy, Sultan Baba'dır.
Nakşibendîlik:
Türkiye'de en çok etkinliği olan tarikatlardan olan Nakşibendîlik
8 koldur. En yaygın olanları Müceddidiyye ve Halidiyye'dir. Laikliğe
ve Cumhuriyet' e karşıdır. Azılı birer Atatürk düşmanıdırlar. Bir
bölüm Nakşibendî 1980 öncesi Milli Selâmet Partisi'ni desteklerken,
önemli bir bölümü Adalet Partisi'ni desteklemiştir. Son yıllarda ise
ANAP' a oy vermişlerdir. Ancak uygulanan faiz politikası ve parti
liderlerinin aile yapılarından ötürü son ara seçimlerde destek vermekten
kaçınmışlardır. Nakşi kolunun ilk şeyhi Mehmet Zait Kotku'ya kimler
bağlı değildiler ki, hem de mühendislik okumuşlar... T.Özal, N.Erbakan,
ANAP' lı Korkut Özal /Bayındırlık ve İskan Bakanı/, Cevat Ayhan, Adalet
Bakanlarından Şevket Kazan, RP'li İnş. Müh. Oğuzhan Asiltürk /bir
dönemin İçişleri Bakanı/, Temel Karamollaoğlu, Enerji ve Doğal Kaynaklar
Bakanı İnş. Müh. Recai Kutan /şimdilerde Saadet Partisi gölge Genel
Başkanı/, Kahraman Emmioğlu, Hasan Hüseyin Ceylan, Ali Oğuz ve Devlet
Bakanlarından Fehim Adak, Abdülkadir Aksu /günümüzün İçişleri Bakanı/.
24 Aralık seçimleri öncesi Esat Hocayla Tansu Çiller gizli görüşmeler
yapmış; Süleyman Demirel'in DYP'ni desteklenmesini istemiştir. Coşan
'mürit' lerinden Korkut Özal ve Ali Coşkun ANAP' tan aday gösterilince
İstanbul oyları bu parti de toplanmış, hesaplar alt-üst olmuştur.
Oldukça iyi örgütlenmiş bir topluluk Nakşibendîlik... Ticaretin her
dalında at koşturuyorlar. Akça ve Sadiye Hatun kliniklerinin yanı
sıra hastaneler, Ak ve Yavuz adlı TV. Kanalı, Akra FM radyosu, SEHA
ve VEFA adlı yayınevi, Fuzuli Otomotiv… Ve ismini sayamayacağımız
kadar girişim. Doğaldır ki, 2007'e dek daha niceleri katılmıştır bu
adlara.
İskender Paşa' da Kotku'dan boşalan şeyhlik koltuğuna damat Prof.
Dr. Esat Coşan oturdu. Görünüşe ve adının önündeki unvana göre bilim
adamı konumunda(!). Dergâh Esat Hocanın döneminde ticari ve sivil
kuruluşlar kazandı. Bunlara sivil toplum örgütü sınıfına sokmak haksızlık
olur. Tarikatın en önemli sivil kuruluşu HAKYOL Vakfı, 12 şube 1980
tarihinde kurulmuştur.
Nakşibendîliğin 2.önemli grubu Menzil grubudur. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'da siyasi güç belirleme merkezi onumundadır. Şeyhleri Muhammed
Raşit Erol'du. Şimdi en tepe 'mürşit' Abdülbaki Erol'dur. Bu tekkeye
Büyük Birlik Partisi ve Muhsin Yazıcıoğlu ve çevresidir. Eski Devlet
Bakanı Namık Kemal Zeybek ilginç simalarındandır.
"1980 yılına değin, Türk Dil kurumu, Türk Tarih Kurumu gücünü
sürdürdü, şimdi kanıt olarak, kimlerin bu devrimci kurumların kapatılmasını
istediklerini açıklayalım: Tercüman Gazetesi, adı geçen bu iki kurumun
kapatılması için kolları sıvadı. Üniversitelerden, kimi öğretim ü-yelerini
yanına aldı. Orgeneral Kenan Evren ile birçok anı fotoğrafları çektirildi,
önce devrimci, özgür üniversiteyi, sonra adı geçen devrim kurumlarının
ölüm yargısını; Devlet Başkanı'na onaylattı... Peki, bunların arkasında
kimler vardı bilir misiniz?.. NAKŞÎLER! Nakşibendîlik, işini çok iyi
bilen, çok değişik kolları olan bir kuruluştur.(…)"
Tercüman Gazetesi Kemal Ilıcakların gazetesiydi. Nazlı Ilıcak Refah
Partisi'nden milletvekili dahi olmuş, seçilen türbanlı milletvekili
Merve Kavakçı' yı kolları arasında T.B.M.M.' nin Genel Kurul salonuna
getiren kişidir. Savunmasını da yapmayı başarmıştır. Oğlu Ahmet ise
babasından devir aldığı yayın ile ülkeyi TV bunalımına sokmuştur.
Bir ara Avrupa'da yaşamıştır.
Bu tür insanlar ünlü ve açık göz 1000 Türk arasına girmeyi ancak böyle
başarabiliyorlar. Geleneksel ve Sert Nakşibendîler:İsmail
Ağa..
Refah Partisi çizgisinden sapmayan, Cumhuriyet sistemine ve kurucusuna
düşman bir topluluk; diğer Nakşîler gibi. Parti ile üç içe girmiş
bir "NAKŞİBENDİ" kolu. Erbakan'ı ikinci bir <şeyh>
olarak değerlendiriyorlar. Hoca ise ortada tutum, davranış ve düşünceleriyle.
Öncüleri Mahmut Ustaosmanoğulları: Toplum cemaat, adını imamlık yaptığı
camiden alıyor. Fatih ve Çarşamba'yı özerk bir yapıya kavuşturmuşlar.
Devlet'in Kolluk Güçleri bile giremiyor. Giysileriyle ilgi topluyorlar.
Çağdışı!.. Bayanlar, siyah çarşaf, erkekleri şalvar giyip sarık takıyorlar
ve simsiyah sakallarıyla ürkütücü görünüşleriyle toplum içerisinde
onay bekliyorlar. Çalışmaları kuran kursu yapıp, medrese tipi eğitim
vermek.Beykoz Çavuşbaşı'nda 100 dönüm arazi üzerine yapılmış medresede
5 bin öğrenci dini eğitim alıyor.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı,
şimdilerde T.Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan-Coşan çekişmesinde
Mahmut Hocaya bağlandığı bir söylenti mi acaba?.. 'Cemaatin' en ünlü
yüzü
Cüppeli Ahmet Hoca adıyla tanınan Mahmut Ahmet Ünlüdür.
Mahmut Ustaosmanoğlu, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın cenaze
namazını kıldıran tarikatçıydı (!).. Tekkenin iki önemli vakfı vardır:
Fatih Hakka Hizmet Vakfı ve İsmail Ağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı
1979 yılında kurulmuştur.
Türkiye'nin en köklü Nakşibendî kolu, Somuncu Baba Tekkesi topluluğunun
önderi Hamüdiddin Ateş. Merkezleri Malatya'nın Darende İlçesi."Cemaatin"/topluluğun/
ölen lideri Osman Hulusi Ateş... 1983-1987 seçimlerinde Anavatan Partisi'ne
çalışarak destek vermiştir. Şeyh Osman Hulusi Ateş 1990'da ölmüştür.
Yörede giydiği şapkalarla tanınıyor. Anımsadığım kadarıyla bir de
'Ateş' soyadlı Diyanet İşleri Başkanı vardı, adı da Süleyman Ateştir.
Sultan Babalar:
Önderleri. İhsan Tamgüney. Grup, Refah Partisi'nin kadın kollarını
örgütlemek ve onlara yönelik <stratejiler> üretmekle tanınıyor.
MÜSİAD Başkanı Erol Yarar, Refah Partisi Kadınlar Komisyonu Başkanı
Mine Aköz, eski başkanı Sibel Eraslan. O süreçte İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Tayip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan bu bağlamda
söz edilebilir. Tamgüney yaşarken o dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral
Kenan Evren Paşanın eşi dua okutmak için Zeytinburnun'daki dergâhına
gizlice getirdiği dillenmiştir. Şu da bir gerçekti ki; Erbakan ve
Erdoğan sık sık Tamgüney'i ziyaret edip ellerinden öpüyorlardı. Bu
grubun yeni önderi ne yazık ki, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli
bir albay. Adı da Vahit. Bu görevi ne yazık ki, Atatürk'ün ordusundan
ve Harbiye'sinden geçerek Jandarma Genel Kuvvetleri Komutanı olmuş
Fikret Oktay ile birlikte yürütüyor. Sayıları 25 bin kadar. Gıda ticareti
yapıp Erbakan'a destek veriyorlar. Tamgüney'in sağlığında Nakşibendîliğe
akademik kariyer sahibi olan insanlar da kazandırılmıştır. Sonraları
Başbakan Erbakan ve Başkan Erdoğan bu kolla ilgilenmemeye başlamışlardır.
"Tekkelere bitişik mezarlıklara ölü gömmek yasaklanmıştı. Bu
yasağa karşın Mehmet Zait Koktu, Mehmet Fahrettin, Muzaffer Özak gibi
devletin üst kademeleriyle yakın ilişki kuran şeyhler tekkelerinin
yanında, birincisi ise Süleymaniye Camisi'nin bitişiğinde Kanuni Süleyman
türbesinin az ötesinde gömülüdür. Kenan Evren'in başkanlığı döneminde
Turgut Özal'ın anası da oraya gömülmüştür. Tarikatların etkinliğinin,
bir takım Atatürkçü, devrimci, yenilikçi geçinen üst düzey görevlileri
bile ne denli baskı altında tuttuğunu vurgulamayı da yeğledik... Sanki
orasının toprak altıyla bir başka yerin toprak altı ayrıcalıklı. Düşünceye
sığan bir mantık bulmak olası değil.(…)
Atatürk'ün Anıtkabiri yalnız tarikatçılara değil, aşırı çıkarcı yazarları,
başbakanları, cumhurbaşkanlarını öfkelendirdiği biliniyor! İşte bu
öfke, kıskançlık, tutku ve kin sonucu Ulusun parası ile Adnan Menderes;
iki arkadaşıyla; Turgut Özal gibi yüksek görev yapıp Ulusun kökünü
kayıp, küretaj yapanlara "Anıt Mezar" yaptırılmıştır, üstelik
İstanbul'un girişinde. Oysa bunları içinde Atatürkçü ve Devrimci kimse
yoktur. Sığ ve yurdunu düşünmeyen satılık ve işbirlikçi insanlardır.
Adnan Menderes, İzmir Suikastı sonucu asılan 'İttihat ve Terakki'
öncülerinden Doktor Nazi Beyin damadıdır. Turgut Özal ise Nakşibendîliğe
bağlı, Malatyalı bir aileden gelmektedir. Kendisi Nakşibendîliğe alınmamıştır,
bu konuda söylenen özel bir olay vardır, bu yazını yazarı gençliğinde
Nakşibendî Tarikatı'ndan olduğu için, Fatih yöresinde geçen bu olayı
yakından biliyor.(…) İsmail Ağa Camisi diye bilinir. Bu tekke gizli-açık
Devletten çok yardım almıştır, özellikle bir şeriatçı partiyi egemenliğine
almayı başarmış, Partinin başkanına el öptürmüştür.
(O kadar el öpen var ki, ayırt etmek olası değil!.. Özal, bir ara
ben Kürt'üm bile diyebilmiştir çıkarları için... Daha sonraları ramazanda
Başbakanlığa takkeli, sarıklı, akallı, şalvarlı, takunyalı-tespihli
tarikat şeyhleri 'iftar için Mersedesleri ile davete icap etmişlerdir.
Samim Güner) Bu girişimlerin yapıldığı dönemde, Devlet Başkanı Kenan
Evren Paşa (!), gezilerinde; "hangi taşı kaldırsan altından Atatürk
çıkıyor" türünden ancak kendine yakışan sözler söylüyordu."
(kaynak: Kadirilik: İsmet Zeki Eyuboğlu) Şunu da eklemek gerekiyor
ki, Damatların, çocukların ve birinci, ikinci derece aile yakınlarının
tarihte yaşadıkları büyük ve silinmez bir iz olarak kalıyor, bir sonraki
kuşağa aktarılmaması olası değil içindeki acı ve fırtınaların. Ülkenin
önündeki yaşam sürecinde buna benzer olumsuzluklarla hep savaşmak
zorundadır.
Kadirilik:
Ülkemizde en ünlü kolu 'Mesajcılardır'. Türkiye'de Eşrefiye adıyla
bilinir. En ünlü önderleri Haydar Baş' tır. Özal döneminde ANAP' a
destek verdiler.1994'de ise Refah Partisi'ne... yerel seçimlerde DYP'ye...
Çiller, Haydar Baş'ın desteğine karşın Mesaj TV. 'nin yayın yap-ması
güvencesini verdi. Meltem ve Mesaj TV kanalının yanında her il ve
ilçede radyoları vardır. Cemaatin İcmal, Öğüt ve Mesaj adlı dergileri
vardır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı'na danışmanlık yapmıştır. Baş, bol
miktarda vakıflar kurup başkanlığını yapmaktadır. On ayrı şirketin
yönetim kurulu başkanıdır. Bir ara Haydar Baş'ın profesörlüğü sorun
olmuştur ülkede. Ayrıca bir de siyasi partisi vardır.
Bir de İsmet Zeki Eyüboğlu'nun araştırması sonucunda şu gerçeği vurgulamıştır.
Kaynak: Karanlığın Ayak Sesleri;Kadirilik!.."Kamu kurumlarından
birinin başında bulunan kimse hangi tarikattansa, görevinin etkisiyle,
tekkeye gelir sağlayabilirdi. Buna örnek; tekkelere bitişik Mezarlıklara
ölü gömmek yasaklanmıştı, bu yasağa karşın Mehmet Zait Kotku, Mehmet
Fahrettin, Muzaffer Ozak gibi devlet büyükleriyle yakınlık kuran şeyhler
tekkelerin yanında, birincisi ise Süleymaniye Camisi'nin bitişiğinde
Kanuni Süleyman türbesinin az ötesinde gömülüdür. Kenan Evren'in Kâinat'ın
başkanlık döneminde, Turgut Özal'ın anası da oraya gömülmüştür. (....)
Ancak tarikatların etkinliğinin, bir takım Atatürkçü, devrimci, yenilikçi
geçinen yüksek görevleri bile ne denli baskı altında tuttuğunu görmek
gerekir"..
2006 yılının Aralığında A.B.D. de ölen müzik patronu Ahmet Ertegün
bile bir mezar edinmiştir Özbekler Tekkesi'nde... Öldükten sonra gömülen
yerin ne önemi olabilir ki?.. Sanırım ölümden önceki konumu daha etkin
ve önemliydi... Amerika Ana Karası'nda ölmenin bir kazanımıydı belki
(S.G.)...İ.Z. Eyüboğlu devam ediyor "Başka üzücü örnek: Atatürk'ün
Anıtkabiri yalnız tarikatçıların değil, aşırı çıkarcı yazarları, başbakanları,
cumhurbaşkanlarını öfkelendirdiği biliniyor. İşte bu öfke, kıskançlık,
tutku sonucu ulusun parasıyla Adnan Menderes; iki arkadaşıyla; Turgut
Özal gibi yüksek görevlilere <anıt-mezar> yaptırılmıştır, üstelik
İstanbul'un girişinde." Donradan bu modaya Alpaslan Türkeş'te
katılmış, yakın bir sürçte Bülent Ecevit'te katılacaktır... Aziz Nesin'in
mezarının yeri bile belli değildir. Özü öyle istemişti...
"Hasan
Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Köy Enstitüleri açıldı,
ilk tepki, çocuklarını yurt dışında okutan varlıklı ailelerden geldi.
Bu kurumların kapatılması, yerine İMAM HATİP okullarının açılması,
tabanı tabandan yıkmak girişimidir. Bu konuda, yine yetkililerin gözünden
kaçan, ulusal bütünlüğü yıpratmak isteyen gizli girişimler etkili
olmuştur.
Ortaya üç seçenek konuldu:
1-Milliyetçi-Mukaddesatçı,
2-Milliyetçi-Türkçü,
3-Milliyetçi-İslâmcı.
Kısa süreçte Milliyetçi-Mukaddesatçı, Milliyetçi-İslâmcı oldular ve
Nakşibendîliğin deneti-mi altına girdiler. Bunların öncül odakları
arasında en etkilisi, Türk, İslâm Sentezi savunucularıdır, onların
başını çeken "Türk Aydınlar ocağı" olmuştur
İşte yıllarca eğitim kurumlarımızı denetimi altında tutan, bu alanla
ilgili bütün atamaları yönlendiren, "Talim-Terbiye Kurulu'na"
egemen olan 12 Eylül yıkımının yıkıntıları üzerine kurulan YÖK, bir
Nakşibendî kuruluşu olarak böyle doğdurulmuştur.(başka örtüler altında)..
Türk eğitimine egemen olan, 12 Eylül' le en yüksek savunma, beslenme
kaynaklarını bulan, 'Aydınlar Ocağı', 'İlim Yayma Cemiyeti' gibi Kurtuluş
Savaşı'na bile karşı çıkan, bilim ve çağdışı olanlar bunlardır...
Burada ilginç bir konuyu da dillendirelim: Bu 'milliyetçi-İslâmcı'
örgütlerin besleyici, koruyucu kaynaklarından birisi de. 'Komünizm'le
Mücadele Denekleri'ni besleyen (Amerikan-Alman parasıyla) "Sancak
Tül Fabrikası" kurucusu Dr. Murat Bayrak'tı. Bu yurttaş Prof.
Dr. Ziyaettin Fındıkoğlu'nun asistanıydı... (…)Türkiye'deki görevini
bitirince Yurt dışına çıktı; yakın yıllara değin, Nakşibendîliğin
Almanya'daki öncülerinden, Cemalettin Kaplan derneğine büyük para
yardımları yapıyordu. Bu Cemalettin Kaplan, Trabzon İli dolaylarında,
Nakşibendîliğin tutmasına, yayılmasına yardım eden; Almanya'dan sağlanan
imkanlar ile; kişidir. Evinde Rumca konuşurdu.
Milli Eğitim Bakanlığı, 'aydın din adamı yetiştirme (!)' düşüncesini
benimseyerek İmam Hatip Okulları açmaya başlandı. Bunu aşmak için
Türkiye B.M.M.'ne giren Nakşîler bir takım engelleri yasalarla kaldırdılar.
Sonuçta;'Böylece bütün kamu kuruluşlarında İmam Hatip çıkışlılar görev
almaya başladılar. Birbiri arkasından yargıç, savcı, kaymakam, vali
başta olmak üzere toplumun bütün kesimleri, dincilerin, özellikle
Nakşîlerin eline geçti. Arkasından Hacca gitme yarışı belirdi.'
Kamu yönetimi dinsel olgularla ve yorumlar da katılarak güdülmeye
başlandı.
(…)" Türkiye uçurumun kıyısına getirildi. Ardından 12 Eylül 1980
Kenan paşa yıkımı yaşandı, okullara konan 'zorunlu din dersi' nin
ne öğrettiği, ne okuttuğu bugün bile yeterince bilinmemektedir.' Din
ve Ahlak' öğretmenliği göreviyle okullara sokulan bu İmam Hatip çıkışlılar,
kısa bir süreçte, bir "Osmanlılık" gündeme getirdiler, bunda
amaç <Cumhuriyet> yönetimine, Atatürk Devrimlerine karşı çıkıştı!
Bunu da açıkça dillendirmekten hiç mi hiç çekinmediler.
12 Eylül yönetimi, yani paşazadeler, Kurtuluş Savaşı' yla kazanılanları
ortadan kaldırıverdiler. Atatürk' ün kurduğu ocaktan yetişen, Atatürkçü
geçinen birkaç paşa bu işi kolaylıkla yapıverdi. Çünkü elinde silahlı
bir güç vardı. İşte Nakşibendîlik, 12 Eylül yıkımıyla altın çağını
yaşama olanağını buldu. Siyasiler, siviller Nakşibendîlikleriyle açıktan
öğünç duyduklarını dillendirdiler. Dinci vakıf üniversiteleri ayrık
otu gibi bitiverdi ve yurdu sıkı sıkıya sarmaladı.
Van ve Harran Üniversiteleri başta olmak üzere, ne olduğu bilinen
Said-i Nursi'nin yazıları birer doktora konusu yapıldı. Hacı Bayramı
Veli esrar çekerdi, Nurcuların çoğu da esrar çekerdi."(Kaynak:
Nakşibendîlik İ.Zeki Eyüboğlu) Özetle dinsel sapkınlıklar ve dogmatik
düşünceler üniversiteler kullanılarak bilim içine sokulmak istendi.
Nereden bakılırsa bakılsın, Nakşibendîlik Türkiye'de yayılma olanağını
Adalet Partisi, 12 Eylül 1980 dönemi ve arkasından Turgut Özal yönetiminde
umulmadık bir hızla bulmuştur. Mustafa Kemal'in Millet Meclisi çatısı
altında Atatürk'e söven milletvekilleri çıkmış, açıkça saldırıya dahi
uğramıştır... Ve bu eylem düşünce özgürlüğü adı altında yitip gitmiştir.
"Cumhuriyet yıkılacak şeriat gelecek" diye bağırıp çağıranlara
ses çıkarılmamış ve günümüzdeki siyasetin ekonomi gelişimi sağlanmıştır.
Nurculuk:
Özellikle Yeni Asya, Yeni Nesil ve Fethullah Gülen grubu izledikleri
katı devletçi tutumla Nurculuğun Türkiye'de 'Kemalizm dini' olarak
algılanmasına neden oldular. Halbuki Said-i Nursi, düzen karşıtı olmuş,
zaman zaman da başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere rejimin sistemin
önde gelen adlarını İslâm'a çağrıda bulunmuştur. Nurcuların siyasetle
iç içe olmaları, Nursiye Türk-İslâm sentezcisi bir görünüm çizmeleri
bu hareketin ne olduğunu gündeme taşıdı.
Nurculuk hareketinin Nursi'den sonra merkez sağ partilerine ve özellikle
DP, AP ve DYP geleneğine destek verdiği de bir gerçektir. Ancak be
desteği verenler Nurcuların hepsi değil.
Destek çizgisindeki Nurcuların AP dışındaki partilere oy veren Nurcular
'günahkâr' ilan ettiği de bir başka konu.
1990'lı yıllarda yükselişe geçen grup, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde
'kerhen' RP'yi destekledi. Bu partiye yönelik destek İslâm' î kaygılar
dolaysıyla verildi... (…)Daha sonraki dönemlerde büyük kopuş yaşandı.
Bu kopuşun nedeni siyaset ve Kürt sorunuydu. Nurculuk 'daki ilk kopuş
siyaset nedeniyle oldu. Nursi'nin DP'yi desteklediğini ve sonraki
dönemde de DP'nin devamını desteklenmesini işaret ettiğini söyleyen
Nurcular istisnasız-ayırmaksızın-bir şekilde DEMİREL' e destek verdiler.
Milli Nizam Partisi'nin kurulmasında payı olan Ahmet Tevfik Paksu,
Gündiz Sevilgen gibi adların AP' den ayrılıp bu partide savaşmaya
karar vermesi Nurcuları ikiye böldü. Demirel'i destekleyenler-desteklemeyenler...
Nurcular bu bağlamda ilk bölen ve sisteme entegre eden Demirel oldu.
Siyaset Nurcuları ikiye bölmüştü. Yeni Asyacılar DYP geleneğinden
hiç sapmadı.
Liderleri: Mehmet Kutlular...
Topluluğun önderi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in makamına çıkmasıyla
tanınıyor.
Bugüne dek D.P.-A.P.-D.Y.P. çizgisinden sapmayan topluluk yayın organında;
YENİ ASYA; Refah Partisi'ni eleştiriyor. Bunların bir de Yeni Nesilcileri
var. MORAL FM adında radyoları, Yeni Bosna'da basım evleri var.
Grubun üç önderi var: Mehmet Fırıncı yayın işleri, Mehmet Emin Birinci
şirketlerin ekonomik, yani parasal işleri ile uğraşıyor, Yavuz Bahadıroğlu
da şirketlerin danışmanlığını yapıyor.
Bir de Kırkıncı Grup vardır. Cemaat önderleri Mehmet Kırkıncı'dır.1982
Anayasası'na açıktan destek verip, 7.Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in
yaptıklarını olumlu karşılamıştır./Çünkü cemaat çıkarları önde geliyor
paşanın desteğiyle yayılma olasılıkları güçlüydü./ Oylar Anavatan
Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne!
Müslüm Gündüz'ün "Risale-i Nur Tarikat'tır" sözüyle dikkatleri
üzerine çekmiş ve hayli tepki alan Aczimendi önderidir.(kaynak: M.Haki
Okutucu-İstikamet Şeriat)
Fethullahcılar cemaati liderleri Fethullah Gülen uzun yıllar Erzurum'da
Komünizm ile Mücadele Derneği'nin önde gelen adlarındandı. Nurcu Av.
Bekir Berk de İstanbul'daki bir benzerinde söz sahibiydi.1965 yılında
Türkiye genelindeki tüm derneklerin %25'i buna ben-zer gelenekçi İslâm'
i kuruluşlarla doluydu. Bu tür dernek ve örgütler toplumsal ve siyasal
yaşamın akışına zaman zaman yön vermeye çaba gösterdi;var olan sistem
adına veya bizzat belli kesimlerin kışkırtmasıyla düpedüz katliama
varan provokasyonlara karıştılar!..1968-1969 arasında "Allah
insanı değil, insanlar Allah'ı düşünceleriyle yaratırlar" diyen
Yargıtay Başkanı İmren Öktem'in cenazesindeki kalabalığa saldırı,
Kayseri öğretmenlerine ait TÖS binasının yakılması olayı, İstanbul'da
<<Kanlı Pazar>> olarak bilinen; iki solcu gencin ölümü
200 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan;büyük olay bunlardandır. Sonraki
yıllarda 1970-1980 arasında Sivas, Malatya, K.Maraş, Çorum, Erzincan
gibi il merkezlerinde İslâm' i sloganlarla Alevi-Sünni çatışmalarının
körüklenmesi de benzer kaba güç eylemlerindendir.1993 Temmuzundaki
Sivas Madımak olayının diğerlerinden bir farkı yoktur.
Nurculuğun Fethullah Gülen Dönemi (kaynak: Alpaslan Işıklı)
Fethullah Gülen, Nurculuğun günümüzdeki en önde gelen temsilcisidir.
Hoca, kitaplarında Said-i Nursi'yi andığı her yerde ondan "üstat"
veya "Bediüzzaman", yani zamanın güzelliği olarak konu etmekte
kusur etmemiştir. Ona göre, Said-i Nursi 'çağın bir numaralı insanıdır.
Fethullah Gülen bununla da kalmamakta, Risale-i Nurlar hakkında "Bu
eserler Kuran malıdır" demektedir. Ayrıca, Fethullah Gülen'in
Said Nursi'nin adını açıkça anmadığı bazı yerlerde de, onu neredeyse
peygamber düzeyinde gördüğünü gizlememektedir.
Nurculuk, "Yeni Dünya Düzeni"nin gereksinimi olan 'İlmiş
İslâm' misyonuna /özel görev/ uygun görülmüştür. Ayrıca, Nurculuğun
bu özel göreve daha uygun bir versiyonu olarak "Fethullahçılık"
üretilmiştir. Öte yandan, gene "Yeni Dünya Düzeni"yle ilintili
bir unsur olarak, bu evrensel dönüşümün ülkemizdeki yansımalarından
başka bir şey olmayan 12 EYLÜL Rejimi'nin /sisteminin/ de Fethullahçılığa,
Said Nursi dönemi Nurculuğun görmediği bir güç kalmamıştır.
12 Eylül, kendisini Atatürkçülükten /ilham/ esinlenen bir hareket
olarak göstermeyi başardığı ölçüde, çeşitli çevrelerde, Atatürk'ten
uzaklaşma ve hatta Atatürk'e düşman akımlar yaratma sonucunu tahrik
etmiştir.
Kuşkusuz, Kemalizm'in tam anlamıyla karşıtı olan Evrenizm'i onunla
özdeşmiş gibi göstermek olağanüstü bir başarıdır. Bu sağlandığı ölçüde,
değişik gençlik grupları, değişik solcu
akımlar, ne denli Anti Kemalist olurlarsa o denli, ilerici ve çağdaş
olabilecekleri sanısına kapılmışlardır. Bir bakıma ikinci Cumhuriyetçilik
de P.K.K.sempatizanlığı da bu ortamda yeşermiştir.
Ancak Fethullah Gülen'in bir kısım çevrelerden ve kişilerden gördüğü;
desteklemek açısın-dan;12 Eylül'ün abartarak kabarttığı Anti-Kemalist
dalga da yeterli değildir, Çünkü Gülen, Atatürkçü üne sahip olanlardan
da destek görmektedir. Örneğin; Atatürkçü olarak tanımlanan kesimin
son dönemlerindeki önde gelen isimlerinden Toktamış Ateş, bu destek
ve yakınlığını şöyle açıklamaktadır:
"Sayın Gülen'in Türkiye Müslümanlığı yaklaşımı benimle yıllardır..savunduğum
bir yaklaşımdır. Aynı görüşü paylaşmaktan son derece mutlu oldum.
Ayrıca bu, turda dolaşırken bir-çok noktada benzer duygular içinde
olduğumu memnuniyetle gördüm.(…)Bu sayededir ki işaret edilen 'memnunular'
grubunda Bülent Ecevit gibi etkin ve önemli bir ismin dahil edilmesi
bile mümkün olabilmiştir. Üstelik bildiğimiz kadarıyla Ecevit, yukarıda
sözü edilen tura da katılmamıştır." Fethullah Gülen kadın eli
sıkma konusunda şöyle ilginç yorumu yapmıştır: "Oysa kadın eli
sıkmanın demokrasi ile çok yakın ilgisi vardır. Toplumun yarısı dahi
eli sıkılmayacak yaratıklar olarak gören bir anlayış üzerinde sağlıklı
bir demokrasi nasıl temellenebilir?"
Gülen, türban konusunda gayet açıktır. Ecevit Gülen'den söz ederken
'türbanda çok ılımlı tavırları var' diyebilmektedir. Gülen, uzunca
bir zamandır, hoşgörü çağrıları yapıyor, hoşgörü ödülleri dağıtıyor.
Bu ödülleri alanlar arasında, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bülent
Ecevit gibi isimler de yer aldı. Basın organlarına yansıdığına göre,
Genel Kurmay Başkanı Karadayı, bu ödülü kabul etmedi. Gülen 12 Mart
döneminde sola karşı yapılanlardan hoşnut olduğunu açıklamış, Muammer
Aksoy, Cahit Talas, Uğur Alaca kaptan, Uğur Mumcu gibi birçok yurtsever
aydının tutuklanmasını istemiştir. Gülen, Doğan Avcıoğlu ve İlhan
Selçuk gibi ender yetişen değerlerin işkence gördükleri "ZİVERBEY
KÖŞKÜ" ndeki uygulamaları da onaylamaktadır.
Atatürk'e yönelik en ağır saldırılarını içeren 'BİZE NASIL KIYDILAR'
filmini parasal olar-ak destekleyen Kombasan Holding'in Fettullahçı
olduğu açık ve nettir.
Fethullah Gülen Papa ile görüştü. Bu ziyaretinde kendisini-Türkiye'nin
Vatikan Büyükelçi-si karşıladı; akşam yemeğinde ağırladı. Dışişleri'nin
tepesinde Demokratik Sol Partili bir bakanın bulunduğu nazara alınacak
olursa, Vatikan'daki Büyükelçi' nin bu ilgisini de Ecevit'in Gülen'e
desteğinin önemli bir halkası olarak yorumlamamak yanlış olmaz.
Ecevit, Fethullah Gülen konusunda oldukça iyimser ve olumlu düşünceler
taşımakta.(…)
Ecevit'in Gülen ile ilgili takdirlerine temel oluşturan bir tespiti
daha var ki, onun ayrıca ele alınması gerekir.
Ecevit'e göre Fethullahçı denilen kurumlar eliyle gerçekleştirilen
"Bu gayret olmasaydı, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve özellikle
Azerbaycan, İran'daki kökten dinci rejiminin nüfuzuna, Suudi Arabistan'ın
etkisine girebilirdi"
Fethullahçı denilen kurumlar, kuşku yok ki sözü edilen ülkelerde hızlı
bir büyüme göstermişler ve yoğun bir etkinlik içindedirler. Ne olursa
olsun, bu ülkelerin İran veya Suudi Arabistan kaynaklı gerici akımların
etkisine girmiş olmalarının nedeni, Fethullahçıların 'gayreti' ile
açıklamak, biraz taraflı bir tavrın anlatımı olmaktadır.
İlber Ortaylı ve Toktamış Ateş Hocalar bir kitap oluşturdular. Ve
bu kitap parası dağıtıldı Anadolu'da... İlber Hoca'nın bir yazısına
yer verilmiş, buna karşın Toktamış Hoca'nın bir yazısı yok bu hacimli
kitapta. İlginç bir kitap, ilginç yazılara yer verilmiş. Üretilen
kitabın adı: Fethullah Gülen'in Okulları! Bu kitaptan birkaç alıntı:
Gülen'in Okulları: İbadet Olarak Eğitim... Yazının başlığı. Yazının
sahibi ise; Doktor Şahin Alpay... Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim
Üyesi... Bakın konuyu nasıl irdeliyor bu hoca.
1980 sonrası Türkiye'nin eğitim alanında yaşanan en dikkate değer
gelişmelerinden biri Fethullah Gülen hareketi ya da cemaati tarafından
önce yurt içinde açılan, daha sonra yurt dışında birçok ülkeye yayılan,
ilkokuldan üniversiteye uzanan her kademede okullar oldu.
(….) 2005 itibariyle hareketin yurt dışındaki eğitim kuruluşları 91
ülkede 100 binden fazla öğrenciyi barındıran 500'ün üzerinde okula
ulaştı. İslâm'ın her türlü toplumsal tezahüründe "irtica"
arayan kesimler, dini bir topluluğun neden cami yapmak yerine okul
açtığını, bu okulları neden dünyaya yaydığını anlamakta güçlük çektiler.(…)
Gülen'in İslâm'ı modernlikle ve bilimle bağdaştıran yorumunun yalnız
Türkiye için değil, dünya çapındaki önem ve değerinin farkındaydım.
Bunu da, o sırada çalışmakta olduğum Milliyet gazetesinde "Hoca
Efendiye Saygı" başlıklı köşe yazısında dile getirmiştim.(29
Temmuz 1995)..
(….)
1996 yazında bir vesile ile bir araya geldiğimiz, o sıralar Zaman
gazetesi genel müdürü olan meslektaşım /gazetecilikten mi, öğretim
üyeliğinden mi?/Hüseyin Gülerce 'ye bu okullarla ilgili merakımdan
söz edince, Gülerce hemen;" O halde size bu okulları gezdirelim."
dedi.(….) Önerim uygun bulundu ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının
düzenlediği / Fethullahçıların kurduğu vakıf/ bir davetle 1996 Ekim
ayında, farklı gazetelerden kalabalık bir grup
meslektaşla birlikte Özbekistan ve Türkmenistan'ı kapsayan bir geziye
çıktık.(…)Böylelikle okullar ve işyerleri hakkında oldukça iyi bir
fikir edinmek mümkün oldu. Yurda dönüşte gezi boyunca gördüklerimi
Milliyet gazetesinde "Fethullah Gülen Hoca Cemaatinin Dünyaya
yapılan Okullar İmparatorluğu" başlığıyla yayımlanan bir dizide
okurlarla paylaştım./Türkiye'nin eğitimde okul ve öğretmen açığı varken,
bu din hocasının yurt dışında açtığı; kendisi de bir camiden emekli
olmuş SSK'dan maaş almakta ve ABD de yaşamaktadır;eğitim kurumlarıyla
ülkeye yapılan en büyük kötülük ve aymazlıktır. Bu bağlamda sorgulama
yapılarak, yanıt aramak gerekir, diyorum. S.G./ ..
(…)
Özbekistan ve Türkmenistan, komünist kisvesini çıkarıp milliyetçi
kisvesine bürünen / hem de okulları bu ortamda açabilen bir ideoloji
(?)/ ve hayli radikal nitelikte bir laiklik rejimi uygulayan diktatörlükler
tarafından yönetiliyordu.(…) Özbek makamları derslerde dini konuları
işlediği gerekçesiyle 1, İlahiyat Fakültesi mezunu oldukları gerekçesiyle
4 öğretmen Türkiye'ye gönderilmesi istenmiş; talep yerine getirilmişti.
1994 yılında Özbek makamlarıyla ülkedeki resmi bütün Türk Okulları'nın
kapatılması tehlikesini doğuran bir kriz yaşanmıştı. Bu krizin nedeni,
faaliyetleri yasaklanmış olan Erk Partisi lideri Muhammed Salih ile
Birlik Partisi lideri Abdürrahim Pulatov'un Türkiye'de barındıklarına
dair haberlerdi. Nitekim İslam Kerimov yönetimi 1998'de Özbekistan'daki,
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan okullar dahil, Taşkent'teki
Uluğbek International School dışındaki bütün Türk Okulları'nı kapattı.
Bu kapat-maların sebebi okullarla ilgili şikayetler değil, tümüyle
iki ülke arasında yaşanan politik gerginlikti./ Böyle bir sosyolojik
sistemde Fethullah'ın din bağımlı okullarına izin verilebilir mi?/
(…)
Okullar, Gülen cemaatine ait eğitim şirketleriyle (örneğin Özbekistan'da
Silm A.Ş., Türkmenistan'da Başkent A.Ş.) yapılan anlaşmayla kuruluyordu.
Bu anlaşma uyarınca ev sahibi hükümet gerekli binaları tahsis ediyor;binaların
onarımı, laboratuar ve bilgisayarlarla donatıl-ması Türk şirketi tarafından
üstleniyordu. Okulların müdürleri ev sahibi ülkenin eğitim bakan-lığı
tarafından tayin ediliyor, müdür yardımcılığını Türk tarafı yükleniyordu.
Türk öğretmenler Boğaziçi, ODTÜ, Marmara, Hacettepe üniversiteleri
gibi Türkiye'nin önde gelen yüksek öğrenim kurumlarının mezunlarından
oluşuyordu. Hemen hepsi Gülen cemaatinin yetişmelerinde destek olduğu,
genellikle taşra kentlerinden ve dar gelirli ailelerden gelen, Zeka
ve yetenekleri sayesinde görece iyi üniversitelerde okuma fırsatı
bulmuş gençlerdi./ Böylesine bir oluşum düzeneği çocukların ve gençlerin
duygularını sömürerek, dinsel baskıyla; günah-sevap varsayımıyla;
yaşamlarının geri kalanını din adına ipotek altına almaktır. S.G./
(….)
Okulların finansmanı çok büyük masraflar gerektirmiyordu. Binaların
ve öğretmenlerin önemli bir kısmı hükümet tarafından karşılanıyordu.
Türk tarafına düşen harcamaların karşılanmasında şöyle bir yol izleniyordu:
Kuruluş aşamasında giderler Türkiye'deki Gülen hareketine mensup eğitim
şirketleri tarafından karşılanıyordu. İkinci aşmada harcamaları giderek
artan ölçüde, okulun bulunduğu ülke ve kentte ticari faaliyetlerde
bulunan Gülen cemaatine mensup iş adamları üstleniyordu.(…)
/Bu kişiler Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkesinde kaç kuruşluk yatırım
yapmışlardır? Bunların hepsi birer Cumhuriyet düşmanı oldukları kanıtlanmıştır.
S.G./
Özbekistan ve Türkmenistan'a yaptığımız geziden bu yana tamı tamına
dokuz yıl geçti. Bu dokuz yıl zarfında gerek yerli gerekse yabancı
bilim adamları ve gazetecilerin yaptıkları araştırmalarla Fethullah
Gülen'in fikir dünyası, önderliğini yaptığı hareket, açtığı okulların
hareket içindeki yeri ve anlamı üzerine bilgilerimiz ve anlayışımız
hayli ilerledi. Bu bilgiler ve anlayış ışığında, Gülen hareketinin
okullarıyla ilgili olarak ulaştığım sonuçları şu noktalarda toplaya-bilirim:
(…)Fethullah Gülen'in eğitime bakışını kavramak gerekir./Gülen bir
eğitim uzmanı mı, imam mı?.. Bunu iyi kavramak gerekiyor. S.G./ Gülen'e
göre, Allah hizmetin en iyi yolu, maneviyatla entelektüel gelişmeyi
/yani kadercilik ile bilim dışılıkla/ akılla vahiyi ve beyinle kalbi
bağdaştıran kuşaklar yetiştirmektir. İnsanlara neyin iyi, neyin kötü
olduğunu ancak dini inançlar gösterir. Bilim ise ancak inancın yol
göstericiliğinde uygulandığı zaman insanlığın yararına sonuçlar verebilir.
Nitekim bilimin materyalist pozitivist yorumu, korkunç savaşlara ve
doğal çevrenin korkunç bir şekilde tahrip edilmesine yol açmıştır.
Öte yandan, toplum dinin ilkelerinden ancak bilimsel eğitimle birleştiği
ölçüde yararlanabilir, çünkü bilimsel bilgi olmaksızın toplum üzerinde
etkili olmak mümkün değildir. Gülen'e göre dinsel eğitimden yoksun
inançsızlığa götürürken, bilimsel eğitimden yoksunluk fanatizmi doğurur.
Gülen bu temel öğretisiyle geleneksel olarak cami inşasına giden parasal
kaynakları okul açmasına yönlendirmiştir. Gülen'in anlayışıyla öğretmenlik,
kutsal bir görev olarak en üstün Hizmet niteliğini almıştır. İslâm'i
değerlere sahip öğretmenler /ki bunlardan ne beklenir? S.G./
Tarafından verilen eğitim İslâm'i bir değer kazanmıştır. Gülen'e göre
insanlığın yararına olan her şey, İslâm'ın da yararınadır. Gülen cemaatinin
okullarının kuruluşunda dinsel bir motivasyon rol oynasa da, bu okulların
dini yayma gibi bir amacı yoktur. Din değil modern bilim ve ahlâki
değerlerin öğretildiği bu okullar Müslümanlara olduğu kadar Müslüman
olmayanlara da açıktır...
(….)
Gülen okullarında ise bu söz konusu olmadı. Öğretmenler işlerine dinsel
bir inançla sarıldılarsa da, eğitim bakanlıklarının denetimi altındaki
ders programları hiçbir zaman din eğitimine odaklanmadı. Her iki akımın
mensupları şu özellikleri paylaşıyordu: Dindar ve özverili bir hayat
sürme; bilgi edinmeye, özellikle de doğa bilimlerine duyulan derin
ilgi, edinilen bilgileri çeşitli eğitim kurumları aracılığıyla başkalarına
da taşıma isteği; girişimci ruh, topluma yararlı hizmetlerde bulunma
ve ulusal sınırları aşıp dünyaya uzanma arzusu./ özümseme yeteneğinden
yoksun kişiler. S.G./
(…)Gülen'e göre bütün insanlar Allah tarafından yaratıldıkları için
ortak değerlere sahiptirler. Bunlar İslâm' i ve evrensel ahlâki değerlerdir.
Eğitimsiz kimseler insanlığın ortak değerlerini kavrayamaz ve farklı
milletlere, kültürlere, inançlara kaşı düşmanlık besler. Oysa dünya
barışı milletler arasında fikir alış verişi ve işbirliği, dinler arasında
diyalogu gerektirir. Bunu da ancak bunun bilinciyle eğitilen kişiler
sağlayabilir.
Netice olarak Fethullah Gülen hareketinin okluları ve eğitimi bir
ibadet haline getirdiğini söyleyebiliriz.
Bu öğretim üyesinin düşünceleri böyle. Bu çelişkili düşünceler üzerinde
çok iyi irdelemeler yapmak gerekiyor bilim adına ve bilimsel temel
de eğitim adına.
Gülen'in eğitim anlayışı ve zihni oluşum temelleri
Dr. Faruk Tuncer: (Araştırmacı-Yazar)
(….)
Gülen'e göre eğitim ve özellikle öğretme kudsi bir görevdir. Bu durunda
öğretmen de kut-sal kişidir. Yıllarca vaazlarında, yazılarında ve
özel sohbetlerinde hep bu konu üzerinde duran Gülen, bu söylemiyle
geleneksel olarak camilerde bağışlanan paraların öncelikle yönelmesini
sağladı. Kuran'a atıfta bulunarak insan için bütün yeryüzünün mabet
olduğunu belirtip, bir din
adamı olarak, insanların bilgiye olan ihtiyacının ancak okullarda,
öğretmenler tarafından verilebileceğini ifade etmiştir.
Hiç şüphe yok ki Gülen, sıradanlaşmış bir mesleği yeniden ihyâ etmiştir.
Öğretmen, O'nun tekrar tarih sahnesine çıkmıştır âdeta. Bu sefer eskisinden
daha geniş bir sosyal vizyona, maddi-manevi donanıma, fedâkâr bir
kimliğe sahip olmuştur. Tarihin hiçbir döneminde öğretmenin Bu ölçüde
geniş küresel bir etki alanı olmadığını söylemek mübalağa (abartı)
sayılmamalı...
Öğretmen hiçbir zaman bu kadar çok sesli, renkli, farklı dillere ve
kültürlere sahip geniş dünya coğrafyasına seslenmemiştir. (….)
Gülen Hareketi'nin aslında bir dini hareket olarak nitelenmesi haksız
bir değerlendirmedir. Eğer illa hareket tanımlaması yapılacaksa bunun
adı;"eğitim hareketi" olmalıdır. Öğretmen gerçekten mukaddes
bir varlıktır. Bu meslek, belki peygamberlerin vazifelerinin önemli
bir kısmını da içerdiği için bu kadar mukaddes bir mevkiye oturtulmaktadır.
Ya da daha genel olarak, yeni bir toplum ve yeni bir medeniyet inşa
edilecekse, bu ancak, ciddi bir eğitim kadrosuyla başarılabilecek
şeydir. Bunun da temelinde öğretmenlik mesleği yatmaktadır. Gülen,
okul, eğitim ve öğretmen üçlemesi üzerinde özenle durur.(….)
Gülen klasik bir eğitim ağı içerisinde yetişmiştir. Bunun üzerinde
durmak gerekir. Ancak o, farklıdır. Yani yalnızca medresenin ilim,
düşünce ve sosyal dünyasıyla sınırlı kalmamıştır.
İkinci bölümde zihni temellerini oluşturan unsurlara bakıldığında
bu durum rahatlıkla görülecektir. Çağdaş ve modern Batı uygarlığını,
düşünce sistemini, müspet ilimler hiyerarşisini ve toplumsal yaşama
biçimini okumuş ve öğrenmiştir. (Gülen'in öğretmen olgusunu savunduğu
yerde, kendisi bu olguyu dışlayıp kendi kendine öğreniyor. İlginç
bir rastlantı, ilginç bir çelişme.)Dini ilimlere olan derin vukûfiyetinin
yanında, beşeri, sosyal ve tabiat bilimlerine de, en az çağdaş eğitim
müesseselerinde okutulan seviyeden daha ileri vukûfiyete sahiptir.(?)
(…)Türk maarif tarihinde eğitim gibi özel alanı, vaaz ve sohbetlerini
dinlemeye gelmiş ve çoğunluğunun esnafın oluşturduğu bir cami cemaatine
dahi anlatan, ehemniyetinden bahseden, onların ilgilerini bu istikamette
uyaran bir başka insan yoktur herhalde. Eğitim özellikle entelektüel
kesimin söz söylediği, tartıştığı ve proje ürettiği bir alandı. Türkiye'de
geniş halk kitleleri ne doğrudan, ne de dolaylı yollardan bu tür tartışmalara
katılmazdı. Gülen öncelikle bu anlayışı yıkmıştır.(Bir insanın bir
konu üzerinde tartışabilmesi için o konu üzerinde azıcık yeterliliğe
sahip olması gerekir. Olmayanlar tartışamaz ve susmak zorunda kalırlar)
(:…) Gülen burada verdiği cevaplarda, medresenin analitik bir kritiğini
yapar. Medresede okutulan temel İslâm' i disiplinlerde müfredat programlarına,
eğitim sisteminin içine düştüğü tekrardan, haşiye ve şerh kültürünün
kısa zamanda nasıl her alanda yeniliğe karşı bir tavra dönüştüğüne
kadar bir dizi sorun üzerinde durur. Medresede okutulan klasik disiplinlerle,
Batı'da
o dönemde yaygınlaşmaya başlayan müspet ve riyazi ilimlerin genel
bir mukayesesini yapar.
Pek çok neden üzerinde durmakla birlikte, medresenin gerilime sürecini,
eğitim sisteminin müspet ilimlere kapılarını kapatmasıyla ilişkilendirir.
Klasik disiplinlerden lügat, belagât, man-tık, kelâm, tefsir, fıkıh,
usûl vb. tedris edilen kitapların, sanki hiçbir alanda fikri ve ameli
bir yeniliğe imkân vermeyecek bir sistematik içinde takip edildiğini
dile getirir. Dini ilimlerle Pozitif ilimlerin birbirinden ayrılmasını,
neredeyse medrese sisteminin tekrara düşmesinin ve kendisini yenileyemeyişinin
temeline yerleştirir. (…)
(….)
5.Gülen'in 1970'li yıllarda tasavvur ettiği "altın nesil"
Türkiye'yi kucaklıyordu. Oysa 1990'lı yıllardan itibaren bu durum
daha genişleyerek dünyayı kucaklama eğilimine yöneldi...
Gülen'in "altın nesil" kavramı; bütün açılardan eğitilmiş
ve yeni bir çağın temelini oluşturacak nesli ifade etmektedir. Bu
nesil "bilim, din, ahlak ve sanat anlayışının temsilcileri olarak";
ilim ve insani değerleri birleştirecek geleceğin sorunlarını çözecektir.(….)
Türk Okullarının Eğitim ve Etkileşim Yönü…
Prof. Dr. Büşra Ersanlı… Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi.
(….)
"Fethullah Gülen Okulları" diye bilinen okulları çok işitmiştim,
yurt dışındaki bir okulu ilk kez 1998 yılının başında gördüm ve Gazeteciler
Yazarlar Vakfındaki arkadaşlarla da aynı zamanda tanıştım. Okulları
tanımak amacıyla düzenlenen bir geziye arkadaşım Ferai Tınç'ın aracılığıyla
ben de davet edilmiştim.(….)
Ülkemizde, toplumsal ve siyasal kültürümüz açısından farklı kesimlerin
ideolojik olarak ve-ya çıkarları doğrultusunda, yaptıkları her iş
şüpheyle karşılamak çok yaygındır. Bu şüphe Recep Tayip Erdoğan ile,
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ile bir ölçüde kalktı diye düşünüyoruz,
en azından öyle düşünmek istiyoruz;ama daha geçtiğimiz günlerde (2005
Eylül ayı sonları) Genel Kurmay Başkanı onlarca yıllık kemikleşmiş
şüphelerin muhafaza edilmesi gerektiği mesajını verdi. İrtica ve bölücülük
en büyük düşmanımızmış. Biz neden göremiyoruz? Ülkemizi sevmediğimiz
için mi? Yoksa sevip de terk edemediğimiz için mi?
Her şeye rağmen "din devleti kuracaklarmış" korkusu bir
nebze uzaklaştı. Ama siyasi kültürümüzdeki bu esas olarak devlet olarak
görülür ve algılanır-hâlâ halkın bu önemli kesimlerine karşı ciddi
şüpheler var. Dinini ve dini yaşantıya şu veya bu şekilde daha yakın
olanların tetikleşeceği düşünülen antilaik hareketler ve şeriat devleti
girişimleri, öte yandan solculuk ve komünizm korkusu, Alevilik korkusu,
Kürtlerden kaynaklandığı iddia edilen bölünme korkusu,
ve en kötüsü de bütün bunlara ve her şeyle bağlı görünen ve her an
gitti gidecek diye düşünülen "namus kaybı" korkusu. Korkmanın
konforunu özler olduk, devşirilmeyen insanoğlu ile rahat ilişki kuramaz
olduk. Kundakta bebeklik geçirenlerin esnemesi bayağı zor oluyor...(…)
Adalet ve Kalkınma partisinin "laikçiler" üzerinden bir
nebze olsun kaldırmış olduğu korkunun Kürtler, Aleviler ve her şeyden
önce kadınlar açısından da kalkmış olmasını dileriz. Özgür girişim
ve katılımcı hizmet herkese lazım.
(….)
Türkiye içinde ve dışında bu okulların en büyük vasfı özel okul statüsünde
bulunmalarıdır. İkinci olarak da Müslüman yaşam tarzını benimseyen
kâmil insan yetiştirmeyi amaç edinmiş olduklarını varsayılıyor olmasıydı.(…)
(…)
İkinci özellik ise kamuoyunun, medyanın özellikle Türkiye'de çok uzun
süren bir "laiklik" tartışmasının konusudur. Bu özel okullar
şeriat devletine hazırlıktan tutun da, laikliğe aykırı faaliyetlerin
her türünün yapıldığı ortamlar olarak görülmüşlerdir hâlâ da önemli
bir kesim okulları böyle görmektedir. Oysa bu konuda gördüklerim bir
açıdan tam tersine işaret ediyordu; aşırı derecede pozitivist, materyalist
bir eğitim yapılıyordu. İstanbul'da ziyaret ettiğim Fatih Kolejinde
de böyle bir izlenim edindim.
(….)Resmi olarak bu kadar üzerine varılan ve bu kadar şüphe ile karşılanan
okullarda İngilizce tedrisat yetmiyormuş gibi bir de edebiyat, tarih,
sosyoloji gibi konular yerine ziyadesiyle matematik, biyoloji, fizik,
kimyaya ağırlık vermek muhafazakâr öğretmenleri rahatlatma görevini
yerine getiriyordu. Türkiye'de resmi ideolojiden kurtulmak için sosyal
ve kültürel dokuya uyum çabalarını bir nebze olsun askıya alarak geciktirmeye
çalışan bir anlayış vardı...
(….)Süreç içinde anladım ki aslında gerek altyapı gerekse derslerin
yapılması bir değil birçok girişimci tarafından destekleniyor. Desteklerin
bir kısmı Rusya Federasyonu'nda yaşayan ve çalışan Türkiyeli iş adamlarından,
bir kısmı da direk Türkiye'den geliyordu.
*Yazılar kitaptan birebir alınmıştır.
Laiklik ve İrtica
Prof. Dr. Cahit Tanyol
"1950'den
sonra çok partili yaşam başlayınca 'din' bir oy potansiyeli/ birikimi/
olarak önem kazandı. O günden bu yana şiddetini artırarak devlet kadrolarında
güçlenmeye başladı. Bütün partiler dinsel duyguları sömürmekte birbirleriyle
yarışa girdiler. Laik öğretim yapan öğretmen okulları bir kenara atılarak,
Köy Enstitüleri'nin yerini İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslâm Enstitüleri
aldı. Devlet ilkokullarından üniversitelere dek din eğitimi veren
kurumları her gün biraz daha çoğaltarak kendi çevresinde toplanmaya
başladılar. On bin yıllık devrimci geleneği irtica ile bütünleşme
yoluna girdi"
(....) Van Üniversitesi'nde oruç yüzünden öğrenciler arsında çıkan
kavgada bir öğrencinin öldürüldüğünü ve yedi öğrencinin yaralandığını
biliyoruz. Siyasi partilerin oy avcılığı din sömürüsünü bütün sosyal
ve ekonomik sorunların ön planına geçirdi. Bu fırsattan kurnazca yararlanan
irtica, Atatürk devrimlerini ve laikliği yıkmak için her çareye başvurdu,
her fırsattan yararlandı.
Türban olayını ilk alevlendiren Kenan Evren sonunda tehlikeyi görerek,
kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu ve yasa iptal edildi.
Fakat türban devletin ve Meclis 'in en önemli sorunu olma özelliğini
yitirmedi. Devrin başbakanı Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına karşı
söylenmeye başladı... ANAP'ın saldırgan irtica sözcülerinden biri
Anayasa Mahkemesi'ni halka şikâyet amacıyla referanduma başvuracakları
yolunda tehditler savurdu... Ve böylece Kur-an ayetlerinin yönetmelik,
yönetmeliğinde kanun haline gelmesiyle anayasanın laiklik ilkesine
aykırı olarak, 1928'de kaldırılan "Türkiye Devleti'nin dini,
Din-i İslâm'dır" maddesi Meclis 'in çoğunluk kararıyla diriltilmiş
oldu. Atatürk'ün kurmuş olduğu T.B.M.M., adı Arapça şeriat anlamına
gelen bir partinin desteğiyle meşruiyet sınırının dışına itilmek istendi
(meşru=yasanın ve dinin, kamu vicdanının doğru bulduğu).
Ne zaman ki, çok partili yaşama girilmiştir... Din bir sömürü aracı
olarak siyasi partiler tarafından en acımasız bir biçimde güdeme gelmiştir.
(...) Atatürk'ün laik Cumhuriyeti'ni yıkmak bakımından 31 Mart Olayı,
12 Eylül hareketinin yerleşmiş olduğu irtica yanında masum kalır.
Din, toplumları düzene sokmak için oluşturulmuş bir olgudur.
Her dinin olgusunda içeriği ve farklılıkları ne olursa olsun şu üç
ana öğe bulunmaktadır:
a)-Her dinde bir inanç sistemi vardır.
b)-Her dinini kendine özgü bir ibadeti ve töreni vardır, törensiz
din olmaz.
c)-Her dinin bir kutsal yeri, bir tapınağı bulunur.
İster ilkel olsun, ister semavi, ister çoktanrılı olsun, ister tektanrılı
ya da tanrısız, hepsinde bu üç öğeyi görmekteyiz. İbadet ayini inanç
belirler. İnanç alanında yer alan eylem ve dualarda bir kutsallık,
bir dokunulmazlık hayal edilir.
Gerçek sorun, akıl almayacak kadar tehlikelidir. Sorun türban örtmek,
çarşaf giymek değil, 2, 5 yüzyıldan beri Türkleşen Batı Uygarlığı'na
yönelik planlı bir tertiple bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Önemli
olan Türk Devrimleri değil, Tanzimat'tan beri Doğu-Batı diyalektiği
içinde oluşan birikimin yok sayılmasıdır. İrtica eski geleneklere
bağlanmak değildir. İrtica örf ve adetlere saygı duymak da değildir.
İktidar partisi ANAP ve yetkilileri basına yansıyan demeçleriyle türbancılardan
yana tavır aldıklarını ortaya koydular. Genel Başkan Yardımcısı Keçeciler,
Atatürk devrimlerine karşı dilinin altındaki baklayı çıkardı. Din
ve vicdan özgürlüğü baskısı altında büyüdüğünü, yeni kuşakların bu
üzüntülerini anladığını ifade etti.
"Benim şahsi kanaatim, başörtüsü laikliğe aykırı değildir. Önümüzdeki
günlerde üniversite rektörleriyle bu konu tartışılacak, ancak benim
şahsi kanaatime göre, rektörlerimiz türbanın modern bir kıyafet (bu
nasıl modernlik anlayışı ve estetik anlayışıdır )olduğunu, derse girmelerine
mani olmadığını, öğrencilerin başının şekline değil de, kafasındaki
bilgilere baktıklarını ben biliyorum. Ama muhalefet bazı üniversitelerimizde
bunun tam tersi uygulama var. Biz ANAP olarak sizlerin bu konudaki
derdinizi tespit etmişizdir. Teşebbüslerimiz devam etmektedir, sizlere
her türlü yardımı yapacağız, bu meseleyi mevcut YÖK kararlarıyla üniversitenin
medeni demokrasiye uygun tatbikatı ile çözemezsek, konunun kanuni
çözüm yollarını ararız. ANAP o zaman meydana çıkar. O zaman siz de
hep beraber görürsünüz. Biz bunların medeni çözüm yollarını bekliyoruz.
YÖK'ten, üniversiteden ümidimizi kesmedik."
Atatürk devrimleri laikliği irtica ve din sömürüsüne karşı bir önlem
olarak düşünmüştür.
Din ve devlet işlerinin ayrılması bu amacı taşıyordu. Din toplumsal,
politik ve düşünsel alan-dan kendi inanç yataklarına çekilmeliydi.
Dolaysıyla din sömürüsüne engel olacak güç, politik İktidardadır (erktedir).Onlar
sömürüyü iktidar için bir araç haline getirilirse yapılacak iş güçleşir.
SHP Genel Başkanı Prof. Dr. Erdal İnönü 8 Nisan 1989 tarihli basın
açıklamasında, ANAP ve DYP'nin laikliğe aykırı davranışların getirdiği
tehlikeyi ciddiye almadıklarını, oy almak uğruna laiklik konusunda
verilen ödünlerin endişe verici olduğunu belirterek, "Bir taraftan
ANAP, bir taraftan DYP, bu iki parti oy almak için bu konuda bir yarışa
girerse nereye kadar gider bu iş? Açıkça söylüyorum. Endişelerimiz
var" diyerek din sömürüsüne karşı siyasi partileri uyardı.
Yine aynı günlerde SHP Ordu Milletvekili Bahriye Üçok ; Prof. Dr.6
Ekim 1990 tarihinde bombalı paket PPT ile gönderilerek paramparça
katledilmiştir evinde ailesinin gözleri önün-de;da irticaının hükümet
eliyle körüklendiği öne sürerek, "Türban olayında tarikatların
büyük rolü"olduğunu dikkat çekti ve İslâm'da başörtüsünün ev
kıyafeti olarak kabul edildiğini, Kur-an' ın Nur Suresi'nde bunun
açıkça belirttiğini söyledi. Üçok Ahzap Suresi'nde kadının örtünmesinin
istenmesinin, o dönem Arabistan'ında sarkıntılık olaylarının yaygınlığından
söz konusu değildir" dedi.
Üçok, laik devletin herkesin inançlarına uygun davranacağını, bazı
kurallar koyması gerektiğini de savunarak, Türkiye'de İmam Hatip Okulları'na
gerektiğinden fazla ödenek ayrıldığına işaret etti. Türkiye'de ilk
kez 1968 yılında İlahiyat Fakültesi'nde bazı kız öğrencilerin başlarını
örtmeye başladıklarını söyleyen Üçok, "Bunun altında yatan gerçeği
görmek lazım. O yıllarda fakültedeki bir tarikat eliyle kızlarımızın
başı örtülmüştür", dedi.
Ve nihayet bir milletvekilinin bu konuda akıl almaz eylemini Türkiye'nin
nerelere doğru götürülmek istendiğine bir örnek olarak; türban yasağını
protesto etmek amacıyla kravatını beline bağlayarak Meclis'e giren
ANAP'lı Engin Cansızoğlu; Zonguldak Milletvekili;"Yasak kalkıncaya
kadar eylemime devam edeceğim" dedi.
İrtica Üniversitede
Türban olayı politikacılar tarafından iyice yozlaştırıldı. Sonunda
medreselerin en katı döneminde bile akla gelmeyecek biçimde YÖK Genel
Kurulu bir kararla türbanın disiplin yönetmeliğinde yer almasını sağladı.
Böylece solun kapandı derken iktidar YÖK'ün gerekçesini bir tür "Fetva"imiş
gibi T.B.M.M.' ne götürdü, yönetmeliği kamulaştırdı. Buna da, hiç
gerek yokken, hem YÖK, hem kanun, hem de milli iradeyi temsile yükümlü
meclis yer aldı. Önemli olan türban değil, onun arkasına saklanan
düşünüş biçimidir.
İrticaya Elverişli Ortam:
İşte bizde irtica Cumhuriyet Dönemi'nin yaratmış olduğu İslâm' i kültür
boşluğuyla, Arap'ın Kur-an ve hadise dayanan sağ hukuk ve ahlak anlayışı
arasında kendisine elverişli bir ortam buldu. Bir tarafta ülkeyi 1950'den
beri borç batağına batırmış sağ iktidarlar / erkler/ öbür tarafta
petrol zengini şımarık Arap Şeyhleri 'hilâfeti' ve sözüm ona şeriatı
kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden "dine döndürmek"
için kendilerine ülkemizde yandaş aramaya başladılar.
Devrimcilik gibi irticayı da halk arasında değil, aydın kesim-tabaka-
arasında gerek. Softa ve yobaz takımını başında sarıkla aramak gaflettir
ki, devrimleri içten duymamıza, softayı ayırt etmemize engel olmuştur.
Sivil yobaz politikacı; bir de üniformalı tipleri vardır bunların
(S.G.);
profesör, öğretmen, kısaca her kılıkta dolaşır, hatta devrimci kılığına
bürünür ve aydınlar katında kendisine yer edinir. (bunları yazımızı
sonuna dek bulacak, görecek ve şaşıracaksınız S.G.)
Fanatik, hoşgörüsüz, iftiracı ve ikiyüzlüdür. Sivil yobazın yaşı başı
belli değildir; sarığı yoktur. Dini politikaya alet eden odur, dini
ticaret malı haline getiren odur. Dünyanın hiçbir yerinde izin verilmesi
mümkün olmayan vicdan ticareti bizde herkesin gözü önünde yapılır
da, bizim acemi devrimciler 'irtica'yı mızraklı İlmihal'le 'cer hocasının
cüppesinde ararlar. Bir yandan Allah'ı öte yandan halkı aldatan yobaz
mantığı ve ahlakı hiç değişmemiştir.
Sivas Olayları Bir Uyarıcıdır:
Türkiye'de Mezarcı'ları üreten ortamın yok edilmesi gereklidir. Bu
ortamın tezgahlandığı en büyük karargâh Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir
ve buradaki 'dokunulmazlıktır'!...
Medreseleri, İmam Hatip Okulları, İslâm Enstitüleri, İlahiyat Fakülteleri
adı altında hortlatılanlar, onları dinsel bir ordu hem de "cemaat
ordusu" yarattıranlar; yine onları bütün öğretim ve eğitim, yönetim
kadrosunda etkin hale getirdiler. İnsanları Sivas'ta Madımak Oteli'nde
diri diri yakan kadroların yetişmesinde politikacılar etkin olmuştur.(özellikle
de mühendislik okumuş
sahte ve düzenbaz politikacılar S.G.)Diyanet İşleri'nin bütçesi 8-10
bakanlığın bütçesine denktir. Böyle bir ayrıcalık tanındığında örgütlerin
aklı neredeydi? (Buna Karşılık Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi
kısıtlanarak buralara aktarılmıştır. S.G.)
Menemen'de Kubilay'ın başının kesilmesinden bu yana öylesine olaylar
gelişmiştir ki; bunların birkaçını anacağız yalnızca:
2 Mayıs 1977 katliamı, 36 kişi yaşamını yitirdi...
23-24 Aralık 1978 Kahramanmaraş katliamı, özellikle Alevi yurttaşlarına
dönük saldırıda 100'u aşkın insan yaşamını yitirdi...
Çorum katliamı, Mayıs 1980'de çıkan olaylarda Alevi yurttaşlar başta
olmak üzere 48 kişi yaşamını yitirdi...
Sivas katliamı, 37 sanatçı ve aydın yakılarak öldürüldü.
Bu toplu kıyınların yanı sıra: Bir başbakan, iki sendikacı (Kemal
Türkler ve diğeri), 4 gazeteci ve diğerleri saldırıya uğrayarak katledildiler.
Bedrettin Cömert, Doğan Öz, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil,
İlhan Erdost, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Musa Anter
A.Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Hırant Dink (2007), Necip Hamlebitoğlu...
Ve Gaffar Okan, Vali Recep Yazıcıoğlu. Gaffar Okan emniyet müdürüydü,
Hizbullah'a yönelik operasyonları ile öne çıkan Diyarbakır'da görev
yaparken 24 Ocak 2001'de 5 polis memuruyla birlikte öldürüldü.
Sivas katliamının üzerinden yıllar geçti. 20.yüzyılın son yıllarında
insanları kendi inançlarına aykırıdır diye canlı canlı yakmak bir
millet ve bir din için tarihte eş, ne rastlanmayan büyük bir yüzkarasıdır!
Hıristiyanlarda İtalyan filozofu Giordano Bruno'nun yargı kanalıyla
yakılma-sına karar vermişlerdi...
Bir yanda hiçbir şeyden habersiz şairler, yazarlar, çizerler var...
Öte yanda Cumhurbaşkanı' nından Başbakan ve bakanlara değin tüm devlet
kadrosu bir servet şımarıklığını sergileyen,
düğün törenlerinde boy gösteriyorlar... Öte yanda yerel yönetici Temel
Karamollaoğlu... Devlet erki olayların hemen arkasından oraya yeni
bir İstiklâl Mahkemesi göndereceğine suçluların yargılanması için
yer telaşına düşmüştür... Sivas Olayı, yerel halktan tutunda Cumhurbaşkanlığı'na
dek bu olayın, kıyımın yapılmasına onay vermiştir... Davranışları
bunu kanıtlıyor
.
Sivas Olayları'nın arkasında ülkeyi mezhep kavgalarına iten karanlık
güçler değil, Diyanet işleri Başkanlığı'na o günün parasıyla 3 trilyon
yedi yüz on milyar (710) lira para ayıran T.B.M.M.' ndedir...
Bu katliam, bu kıyım tehlikeli geleceğin ilk sinyalleriydi.. Anlayana...
Tarihsel süreçte insan öldürmeler hep olmuştur hem 'din', hem 'Kur-an'
ve de 'Allah' adına... Kiminin derisi yüzülmüş, kiminin eli ayağı
çaprazlama kesilip ya da budanıp, kazığa bağlanmış... kimi insanlarda
domuz bağı ile, ki bu yakın tarihimizdedir; can vermişlerdir iç hesaplaşmalar
sonucu... Kimileri de toplu halde yakılarak öldürülmüştür ilan edilen
"cihat" ile!
Sivas kıyımından sonra kimler neler dillendirmişlerdir, "irtica
yoktur" denilen Türkiye'de!
Sivas Kitabı'ndan İnciler... (Edebiyatçılar Derneği yayını...)
Süleyman Demirel... Cumhurbaşkanı:
Sivas Valisi ve İçişleri Bakanı ile görüştüm. Gerekli önlem alındı.
Fevkalade hassas bir konu. Devlet güçleriyle halk karşı karşıya getirilmemelidir.
Ona gayret ediliyor. 2 Temmuz 1993... Madımak Oteli, kuşatma altındayken..
Prof. Dr Tansu Çiller. Başbakan:
Olaydan sonraki ilk açıklaması: İçişleri Bakanı oradadır. Bütün güvenlik
güçlerimiz oradadır.(...) Otelin etrafını saran vatandaşlarımız hiçbir
biçimde zarar gelmemiştir. Olardan ölen ya da yaralana yoktur. Dolaysıyla
olay, bir otelin yakılması ve içinde olan vatandaşlarımızın ölmesi
ile ortaya çıkmıştır. Tahrike kapılacak bir durum yoktur. Ancak, dediğim
gibi, bir otelin yanması meselesi olmuştur.Sivas Olayı'nın neden ve
nasıl olduğu tahrik edilmektedir. Sayın Aziz Nesin'in oradaki konuşmasından
sonra, gerekçelere yansıyan haberlerden, halkın tahrik içerisinde
olduğu anlaşılmaktadır... 2 Temmuz 1993... Bunları söyleyen bir öğretim
üyesidir ve profesördür... Doktordur... Şaşırmamak olası değil...
İnsan olma şartlarını onaylatmıyor meslek kimliği.
Fizikçi Prof. Dr. Erdal İnönü... Başbakan Yardımcısı:
Hâlâ demokrasi içinde fikirlere tahammülümüzün olmadığını gösteren
bir durum. Ama bundan çıkaracağımız sonuç, laik düzen, Türkiye'nin
bütün halkıyla desteklediği temel ilkedir. Bunlar böyle devam edecektir.
Böyle kökten dinci tepkilere Cumhuriyetimizin Türkiye'ye getirdiği
<laik düzen> değiştirilemez. Birtakım olay olmamıştır. Orada
bir tahrik bir galeyan olayı söz konusu değildir. Beğenmişler ya da
beğenmemişlerdir, ama dinlemişlerdir. Olay aslında orada bitmeliydi.
"Tahrik" ve "galeyan" oradan kaynaklanmıyor. Sonra,
uzunca bir süredir hissettiğimiz birtakım odaklar, bu sözleri yayarak,
saptırarak halkı tahrik etmiş, galeyana getirmişlerdir. Asıl vahim
olan işte budur.
Makine Mühendisi Prof. Dr. Necmettin Erbakan; Refah Partisi Genel
Başkanı:
Buraya belirli kişiler gönderilmiş, milletin inancı, dinini tezyif
eden sözler sarf edilmiştir.
Bunlar suç işlemiştir, ama devletin valisi bunlara ev sahipliği yapmış
teşvik edici konuşmalarda bulunmuştur. Sivas halkı, dini tezyif olayı
karşısında çok doğal olarak reaksiyon göstermiştir. Bu tepki, medeni
ölçüler içinde olmuştur. (Adam öldürme eylemi ne zamandan beri medenilik
tanımının içinde ölçülüyor? S.G.)Konuşmayı yapan kişi sonra çıkmış,
5-6 saat halkın içinde dolaşmış, kitap imzalamış, bir şey olmamıştır.
Ama olay, çok sonra, birtakım provokatörler tarafından şiddete dönüştürülmüştür.
Provokatörler geliyor benzin döküyor, kibrit çakıyor, perdeleri tutuşturuyor.
Bunları yapanlar gene bulunmaz. Çünkü arkasından CIA çıkar. Tıpkı
Uğur Mumcu cinayetinde olduğu gibi.
Muhsin Yazıcıoğlu: Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı:
Olayların bastırılması sırasında ve şu ana kadar güvenlik güçlerinin
gösterdiği itidal ve akıllı görev anlayışı, olayların daha vehim boyutlara
ulaşmasına engel olması bakımından, her türlü takdirin üzerindedir.
(Bundan korkunç bir olay olur mu? Kolluk güçlerinin takdiri ise 35-
36 kişinin yanmasını önleyememesinin sevincimi midir? S.G.) Kendilerine
teşekkür ederim. Türkiye'de ve yurttaşında, sözleri ile büyük tepkilere
yol açan Aziz Nesin'i Sivas gibi hassas bir ilimize getirerek zehrini
kusmasına sebep olanlar, olayların birinci derecede sorumlusudur.
Halkımız kışkırtılmıştır, tahrik edilmiştir. Olayların baş sorumlusu,
görevini kötüye kullanan, tahrik unsurlarına yardımcı olan Kültür
Müdürü ve Vali'dir, Kültür Bakanlığı'dır.
5 Temmuz 1993 / Sivas/ (Öldürülenler her şeyden önce birer insandı!
S.G.)
Temel Karamollaoğlu; Refah Partili Belediye Başkanı:
Ben, Vali Bey'in ve Emniyet Müdürü'nün isteği üzerine, topluluğu yatıştırmak
amacıyla konuşma yaptım. Heykelin sökülmesi, Emniyet Müdürü'nün "sökeceğiz"
demesi üzerine olmuştur. Yoksa biz kendiliğimizden sökmedik. Bu olayları
ve neticelerini, sağduyu sahibi hiçbir İnsan kabul etmez. Ben de kabul
etmiyorum. Ama maalesef olmuştur. Belediye olarak üzerimize düşeni
yaptığımız kanaatindeyim. Ben aslında teşekkür beklerken adeta suçlandım.(Olay
sonrası basın toplantısından.)
11-18 Temmuz 1993 konuşması ise:
Aziz Nesin 'in konuşmasının içeriğini bilmiyorum. Ne olursa olsun
Türk Milleti'ni itham eden, "yüzde 60'ı aptal, yüzde 30'u korkaktır"
diyen bir insan... Partili, partisiz, herkes bir infialin içine girdi.
Bu bir grup meselesi değil. Görünürde, neredeyse doğal bir tepki...
Engin Ardıç: İnterstar Yorumcusu-Gazeteci:
Aziz Nesin adlı kart budala! Eski TKP' lileri Maocularla birleştirerek
çıkardığın o paçavra gazete, üstelik yalan yazan, devrimci geçinen
gazeteyle ne yapmak istiyorsun? Ölmek istiyorsan, git bir köşede yalnız
öl. Başkalarının da başını belaya sokma! (Bu da bu ülkenin bir gazetecisi
işte. (!) S.G.)
Mim Kemal Öke: (Bilim adamı olarak geçiniyor. Şu anda profesör.)
Bu ne garabettir ki, Pir Sultan Abdal gibi bir İslâm büyüğü için tertiplendiği
"gözüken" bir konferansa, dinsiz Nesin konuşmacı olarak
çağrılıyor!.. Ve yine ne garabettir ki, Nesin' in dinimizi küçük düşüren
konuşmasını telin edenler, gidip Pir Sultan Abdal'ın heykelini yakıyorlar.
6 Temmuz 1993.
Ayhan Songar: (Bu da bilim adamı ve profesör <!>)
Ömründe işi gücü bir milletin dinine, imanına, haysiyet ve şerefine
küfretmek olan bir adamın salına salına ortalıkta gezip insanları
böylesine tahrik etmesine de dünyanın hiçbir yerinde izin verilmez.(....)
Pir Sultan Abdal, muannit inatçı bir Türk ve Osmanlı düşmanı. İşi
gücü, zamanında İran ve Osmanlı devleti arasındaki ihtilafı körüklemek
ve Anadolu halkını tahrik etmek. Onu, kalkıyor "halk ozanı",
"mutasavvıf şair" diye gösterip, adına şenlikler düzenliyoruz.
Sonra, her yanı ile ne olduğu belli Aziz Nesin' i getirip orada konuşturuyoruz.
6 Temmuz 1993
Cemalettin Kaplan:
Dinden çıkanları öldüreceğiz. Kemalist devlet, insanlara şeriatı öğretmediği,
şeriatı yasakladığı için, onlara da dinsiz, imansız oldular. Bu yüzden
Allah'ı inkâr ettiler. Esas sebep budur. Biz, henüz tebliğ aşamasındayız.
Bu aşamada kıyıma girişilmez. Ama üçte biri elde edince ayaklanacağız.
O zaman silaha sarılmak meşrudur.7 Temmuz 1993
Abdurrahman Dilipak, Gazeteci:
İnsanların öldürülmesini onaylamak mümkün değil. Ancak, bu olayları
hazırlayan sebepleri ve şartları da göz önünde bulundurmak gerekir.
Aziz Nesin' in Müslümanlara yönelik sözlerini kabul etmek de mümkün
değil. (ben de olsam öldürürüme mi getiriyor? S.G.)Bu olaylar, Alevi-Sünnî,
laik-Müslüman çatışması değildir.150 kişilik ideolojik -ülküsel- kökenli
bir grubun örgütlü işidir. İslamcılara mal edilmesi üzücüdür. Dini
sloganların atılması, atanların İslamcı olduğunu kanıtlamaz. Bardağı
taşıran son damla mı, ilk damla mı; onu düşünmek gerekir.
Amerikan uçak gemilerinin Körfez'e girdiği, ABD'nin İran'a yönelik
hazırlıklarının devam ettiği bugünlerde başlayan, bana "cehennem
topu" senaryosunu anımsatıyor.
Avukat İlhan Demir' in 7 Temmuz 1993'de Milli Gazete de yayınlanan
yazısı:
Dinsiz Nesin,
Gerek Fikri Sağlar ve gerekse Sivas Valisi, senin kendini öldürterek
Uğur Mumcu gibi olmak istediğini bile bile nasıl davet ettiler, anlamak
mümkün değil. Madem gittin, milleti niye tahrik ediyorsun?.. Dinsiz
Nesin, farkındaysan sana "Aziz" demiyorum. Çünkü sen Aziz
ismine lâyık değilsin. Çünkü "Aziz" diye, din yolunda mertebeye
ulaşmış kimselere, büyük insanlara denir. Sen dinsiz olduğuna göre
"Aziz" de olamazsın.(...)Sözlerini tahlil ettiğimizde açıkça
görüldüğü gibi, sen hem Pir Sultan Abdal'a, hem de Alevilere düşmansın.
Bu da senin Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne sırf İslâm'a, yani hem
Alevilere hem de Sünnilere hakaret etmek, onları inançlarından dolayı
aşağılamak ve hatta seni öldürmeleri için tahrik etmek üzere gittiğini
açıkça ortaya çıkıyor. Dinsiz Nesin, Uğur Mumcu gibi olmak için kendini
öldürtmek sevdasından vazgeç. Zaten bu işi CIA-MOSSAD yapıyor. CIA
ve MOSSAD'a başvur. Onlar seni münasip şekilde öldürürler. Böylece,
halkı tahrik ederek bir sürü masum insanın da kanına girmezsin.
Bir avukatın elinden ve ağzından çıkan bu sözcüklere, tümcelere inanmak...
Olamaz böyle bir şey. Hukuk Fakülteleri böylesine aydınlıktan yoksun
avukat meslekleri de mi yetiştiriyor?.. Ne denli üzücü... S.G.
İsmet Özel, şair: Milli Gazete 8 Temmuz 1993..(Eski devrimcilerden...
Yeni döneklerden)
Aklıma takılan soru şu: Aziz Nesin gibilerin kendilerini güvenlikte
hissetmeleri için, Sırp (veya Grek, Ermeni, Rus veya Amerikan)uçaklarını
Sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor?
Müslümanların icabına bakma gayretkeşliği, her türlü dolambaçlı yolu
deneyebileceklerini düşündürdüğü gibi, Aziz Nesin' in Sivas Olayları
sonrasında ağzından dökülen laflar, "davetiye" niyetinin
ne kadar ciddi olduğunu da gösteriyor. Başbakan Tansu Çiller saçlarından,
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kravatından sürüklenecekmiş! Bu sözler,
açık bir kışkırtmanın öte-sinde anlamlara sahiptir.(...) Giderek olayların,
Türkiye'de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakma ihtimali
kuvvet kazanıyor: Ya Müslüman Türkiye veya hiç!.. Bu düşünce ürünlerinin
sözcük ve tümceleri de ünlü bir (dönek) şaire ait (!).
Süleyman Ünal, Zaman Gazetesi... 8 Temmuz 1993:
İslâm dini kesinlikle laiklikle bağdaşmayan, çatışmaya düşen bir dindir.
Bir Müslüman'ın laik olması olanaksızdır. Müslüman'sa laik değildir.
Sabah Gazetesi'nde 15 Temmuz 1993 tarihinde İBDA-C adlı İslâmcı terör
örgütünün, 14 Temmuz 1993 günü Kahramanmaraş'ta gizli olarak dağıttığı
bildiri yer almıştır:
"Sivas halkına teşekkür ederiz, Allah onlardan razı olsun Sivas
bizim kalelerimizden biridir. İslâm düşmanlarına karşı savaşımız sürecektir.
Şeriatı kimse inkâr edemez. Bu mücadele, TC yıkılıp, yerine şeriat
devleti kurulana dek sürecektir."
Taraf Gazetesi'nde ve diğer İslâm'ın yayın organlarında, Sivas Kıyımı'nın
arkasından, 1 Ağustos 1993 tarihinden başlayarak yayınlanan yazılar
birer (T.C. Devleti'nin yıkılmasına değin sürecek savaşın kanıtlarına
ait)örnektir...*Yazılar birebir alınmıştır...
"Geçen ay çok hareketli ve bereketli geçti.70 yıllık cumhuriyet
tarihinin en büyük dire- nişlerinden biri, 2 Temmuz'da Sivas'ta yaşandı.
Köktenbatıcılar'ın gövde gösterisine geldiği Sivas, Müslümanların
gövde gösterisine sahne oldu. Sonuç, Köktenbatıcılar için tam bir
hezimetti. Şu noktanın altını vurgulamak istiyoruz: Sivas'ta insanlarımız
yargılama ve cezalandır-ma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve cezalandırma
hakkı, ancak ve ancak Müslümanlarındır; bunun lamı cimi yok."Yasadışı"
TC'nin hiçbir hakkı yoktur.(...) Aziz Nesin' in "Şeytan Ayetleri"
macerası, Türkiye'de İslâmcı harekete hız kazandırdı. İslâm'a dil
uzatanlara, gereken cevabın verilmesi şarttır. İslam'ın önüne çıkanların
tepelenmesi çok normaldir. Fakat, bu topraklarda yaşayan Müslümanlar'ın
asıl hedefi, TC'nin ta kendisidir; bu asla unutulmamalıdır.(....)
Yurdun her yanı alev alev. Alevler TC'yi yakıp kül edeceğe benziyor.
Alevlerin bize tedaisi çağrışım, azınlık ve kokuşmuşluğun sembolü
Pompei şehrinin, yanardağın altında kalarak tamamen yanması... TC,
"Pompei'nin son günleri"ndeki gibi... İntikam hissiniz daim
olsun!
TARAF..
1 Ağustos 1993, sayı:30, "Selâm olsun Size" başlıklı ve
imzasız yazıdan: Allahsız ve bunak olması yetmezmiş gibi, bir de İblis'in
borazanlığını yapmaya kalkan Aziz Nesin ve kıçına takılıp gelen üç-beş
alkışçısının "Vasiyet"e uygun (biliyorsunuz, Aziz yakılmayı
vasiyet etmişti) gitmesine ramak kalmıştı. Aziz bu sefer paçayı halkın
elinden zor kurtardı. Ya bir dahaki sefere? (...) Çoğu kişinin sandığı
gibi ihtilal çok uzak değil, hemen kapımızın eşiğindedir. Kızılcahamam,
Boyabat ve hele Sivas, kendilerine destek çıkacak yeni Anadolu zuhurlarını
beklemektedirler. Anadolu İslâmcı halk ihtilalinin yakın olduğunu
müjdelemektedir Sivas. Sivas'ta meydana gelen "büyük zuhur",
İBDA'nın gerçekleşmesidir.
Dileğimiz, daha nice Sivas'lar...
TARAF..
1 Ağustos 1993, Sayı:30, "İhtilale En Yakın Adım: Sivas"
başlıklı, imzasız yazıdan Şanlı Sivas kıyamı, RP yönetimindeki ajan
pasivistlerin şanını düşürdü. Erbakan ve Asiltürk'ün peş peşe yaptığı
açıklamalar, kutsal değerlerine yapılan hayasız tecavüzlere karşı
gereğini yapan yiğit Sivas halkının bu şanlı kıyamına sahip çıkmadı.
Sahip çıkmak bir yana, "mukaddesatına" karşı girişilen hayâsız
saldırılara gereken cevabı vermek için şahlanan on binlerce Müslüman'ı
"provokatör"lük veya "provokasyona gelmek"le suçlayarak
karalamaya kalkıştı.(...) Cihat ateşiyle yanıp tutuşan, ama başındaki
bu pasivist ajanlarca çelmelenen muhlis ihlas sahibi, inançlı RP tabanı
bir an önce bunları partiden "dehlemezse", RP umutsuz vak'a!
Şanlı Sivas kıyamının aslanlarından RP üyesi Cafer Erçakmak, Asiltürk
tarafından resmen çakalların önüne yem olarak atıldı ve "Buyrun,
istediğinizi yapın, biz de onu partiden atacağız. Bu harekete katılan
herkese en ağır cezaları verin, biz gıkımızı çıkarmayacağız"
şeklinde dinsizlere teminat bile verildi. Şimdi ey RP'liler! Allah
düşmanlarına karşı aslanlar gibi dövüşen bu kardeşimizin, çakalların
önüne yem olarak atılmasına razı değilseniz, başınızdaki Asiltürk
ve benzeri "a....'lar" /noktaları siz doldurun S.G./ için
hemen gereğini yapın. Yoksa, yarın mahşerde utançtan kafanızı sokacak
delik ararsınız ama bulamazsınız!
TARAF..
1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Hadislerin Muhasebesi" başlıklı
imzasız yazıdan: Sivas ayaklanmasını değerlendirmede Amerikancı "şekil"
Müslümanlarıyla İsrailci bozkurt güruhunun tutumu da üç aşağı beş
yukarı aynıdır. Kısaca BD-İBDA HAREKETİ-Yasa-dışı İslâm' i Büyük Doğu
Akıncılar Cephesi önderliğinde şekillenen "Devrimci Milli Kurtuluş
Cephesi"ne karşı tam bir işbirliği halindedirler.(...)Samimi
solcular, hakiki milliyetçiler, gerçek Müslümanlar, BD-İBDA bayrağı
altında toplanıyor. Açık bir gerçektir bu... Sivas'ta yükselen "İşgalciler
defolun!" haykırışı, bu toplanışın bir başarısıdır... Daha fazla
inkâr etmenin, direnmenin kimseye faydası yok. BD-İBDA HAREKETİ' nin
otoritesi esastır. Bu otoriteyi kabul edin, ona baş eğin... (....)Müslüman
kanı üzerine kurulan "yasadışı" TC, Alevi-Sünni meselesini,
Türkçü-Kürt çekişmesini, ülkücü Marksist zıtlaşmasını, kendi varlığını
devam ettirecek şekilde istismar etmekte pek ustadır. Yakın tarih,
"iti ite kırdırma" taktiğini pek çok örneğiyle doludur.
TC'ye (TeCe demeye getiriliyor. S.G.)karşı mücadele ettiklerini söyleyen
Alevilerle Kürtçülerin "sol ağızlar" yaparak ve "laikliğin
korunması" edebiyatıyla aynı devletin safında halk düşmanlığı
yapması, gerçekten iğrenç bir hadisedir...
TARAF...
1 Ağustos 1993, Sayı:30, "İşgalciler defolun" başlıklı imzasız
yazıdan.
Sözü, Sivas ayaklanmasıyla bağlamak istiyorum. İyi bir tecrübe oldu.
Geçmişe kıyasla hayli ileri, ama "olması gereken" nispetle
kimi eksiklikleri olan bir ayaklanmadır bu. Ders çıkarmak lazım. Kitlelerin
kahredici gücü harekete geçti mi, ayaklanmanın yönlendiricileri "tek
bir hedefe" değil de, ayaklanma bölgesindeki "çeşitli hedeflere"
vurulmasını sağlamalı. Sivas'ta "kısmen" yapıldı bu. Daha
iyi vurulabilirdi. "Hedef" deyince, hem şahıs, hem kurum
olarak hepsi içine girer. Halkı "en çok rahatsız eden" hedefler,
belli bir öncelik sıralamasıyla tespit edilir. Tabii bütün hedeflere
aynı şiddetle vurmak mümkün değildir. Esas hedef hangisidir?
Tali hedefler hangisidir? "Tali hedef", "taktik hedef"
ayırımı mutlaka yapılmalıdır. Gücü, en etkili şekilde ve mümkün olduğunca
geniş bir alanda ve zamana yayarak kullanmak çok önemlidir. Adeta
bir "operasyon" gibi olmalıdır.
MURAD DOĞU
Taraf.1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Yeraltı Sohbetleri" başlıklı
yazıdan.
Batı İhanet Cephesi, bilindiği gibi, kimisi "sol", kimisi
"milliyetçi", kimisi de "Müslüman" kisvesi ardında
"Batılılaşma" (hayvanlaşma) illetinin Türkiye acentalığını
yürüten açık işbirlikçi, Batıcı unsurların "İslâm düşmanlığı"
temeli üzerine bina ettikleri "İdeolojik bir ittifak"tır."Türkçü-Kürtçü",
"1, Cumhuriyetçi-2. Cumhuriyetçi" gibi çeşitli alt gruplar
halinde bu "ihanet ittifak"ını teşkil eden kişilik ve yapılanmalar,
Müslüman halkımız en küçük bir ayağa kalkış belirtisi gösterdiğinde,
aralarındaki "siyasi farklılıklar" bir anda "unutarak"
yek vücut olurlar. Tıpkı, "Sivas ayaklanması"ndan sonra
olduğu gibi... Bu "kökten batıcı ihanet cephesi" nin "değişmez"
çimentosu, İslâm düşmanlığı bir ilkedir. Medyalardan yükselen "laiklik
elden gidiyor!", "Türkiye laiktir, laik kalacaktır!"
böğürmeleri, bu şeytani ilkenin çok soytarıca sloganlaşması hadisesidir.(...)
Sivas halk ayaklanması, 150 yıllık Batıcı işgale ve onun emrindeki
kökten batıcı fanatiklere karşı, insanlarımızın yargılama ve cezalandırma
hakkını kullanma kararlılığının bir göstergesidir..
BURHAN DEMİRKOL
Taraf, 1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Laik ve Demokratik Geçinenlere"
başlıklı yazıdan.
Demokrasi, İslâm şeriatına zıt bir rejimin adıdır.(...) Artık Türkiye'de
laiklik ve demokrasiye inanmayan büyük bit çoğunluk var. Bu çoğunluk,
çeşitli cemaatler içinde yer aladalar da kıvılcım beklemektedir. Öncü
İslâmcı militanlar bu hazırlığı yapmaktadırlar. On bin PKK' lı ile
başa çıkamayan düzen, böyle bir patlama karşısında ne yapabilir, merak
ediyorum. Çareniz tükenmiştir efendiler. Sistem bitmiştir.(....) İşin
geleceği nokta şudur: YA SEN, YA BEN!...
Bütün hoşgörü (!) demokrat vatandaşlara sesleniyorum. Gelin, bizim
egemenliğimiz altında mutlu bir hayat sürün. İslâm devletinin koyduğu
kanunlara uyduğunuz sürece kılınıza bile dokunmayacağız. Ve inanın,
sizi kör testere ile kesmeyeceğiz!...
AHMET CEMGİL
Taraf, 1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Laik ve Demokrat Geçinenler"
başlıklı yazıdan.
Sivas'ta ölen 30 kişi insandır da laik TC'nin 70 yıldır yargılı ve
yargısız infazlarda katlettiği beş yüz bin can, solucan mısır? TV'lerde
"Benim bikini giyme hakkım n'olucak?"diye kalça kıvıran
laik şıllıklar kadındır da, başını örttüğü için öğrenim hakları ellerinden
alınan, çalışama hakları gaspedilen milyonlarca kadının "adı"
sizce nedir?
MURAD SALİH
Taraf, 1 Kasım 1993, Sayı:33
Şanlı Sivas Kıyam'ndan sonra, işgalci laik kâfirlerde büyük bir panik
baş gösterdi. İşbirlikçi Müslümanlar'ı da yanlarına alarak, Sivas
Taarruzumuzu tarihe kara bir leke gibi geçirmek istediler. Fakat İBDA
Cepheleri bu oyunu bozdu. Şanlı Sivas Kıyamı'na sahip çıkarak, "kökten-batıcı"
laiklerin ve "Türkiye", "Zaman", "Refah"
gibi işbirlikçi çevrelerin bu olayı kara laması-nı engelledi. Şanlı
kıyamı, "Müslüman Anadolu insanını, kökten batıcı işgale karşı
yargılama ve Cezalandırma hakkını kullanmasıdır" diye ifadelendirdik.
Nedense "Şanlı Sivas Kıyamı" dememiz, laik kâfirleri çok
ürküttü. Öyle ki, "kıyam" kelimesini "kıyım" şeklinde
anlayıp yazdılar. Sivas, "İslâm İhtilali"nin önemli bir
adımı oldu. İçimizdeki Müslüman görünümlü hainler de bu adımdan çok
korktu.(...)Herkes saflarını belirlemeli."Hem laikim hem Müslüman'ım"
gibi acayip bulamaçlar, safların netleşmesini engeller ve statükoyu
korur.
AKIN ABAY
Taraf, 1 Aralık 1993, sayı:34.
Sivas Kitabı'nın Editörü'nden önemli bir bilgi:
Taraf dergindeki yazılarda kullanılan değişik adların gerçek olmadığı
belli. Dergideki bütün yazılar, neredeyse aynı kalemden çıkmış gibi
ortak bir üslup içeriyor.
Bu da gösteriyor ki yüreklice yapamıyorlar ve yazdıklarının, söylediklerinin
arkasında durma cesaretleri yok. Düşünme ve düşündüklerini yazma işi
yürek işidir!
Kimileri bu "kıyamı" şöyle dile getirebilmiştir:
İnsanların öldürülmesini anlayamadığını, buna karşı olduğunu ama bazı
değerler (!) söz konusu olunca, yada olduğunda, şartları hazırlayan
nedenler göz önünde bulundurularak yapılan eylemin bir hak ve haklama
olduğu düşüncesi de çağ dışlığı vurgulamaktadır. Kimin adına ve ne
için yapılırsa yapılsın.
Nedenler ve şartlar göz önünde bulundurarak yapılan "kıyam"
eylemi haklı bir eylem gibi yorumlanıp, uygulandığı için haklılığa
pay çıkarmak hiç de 'onaylamakla' ilintili değildir.
Şu veya bu nedenle bir canlının öldürülmesi, yakılarak, derisi yüzülerek,
eli ayağı çaprazlama kesilip kazığa oturtulmak... İnsanca ya da tanrıca
hoş görülen bir davranış biçimi değildir... Tanrı eğer bu eylemi onaylıyorsa;
o tanrının tanrılığından şüphe etmek gerekir.
SİNSİ SAVAŞ
(Din-Ticaret ve Siyaset Erbil Tuşalp Cumhuriyet Gazetesi yazı dizisi)
"On
tane kellemiz olsa... her gün birini kesseler... Şeriat için feda
olsun" sözleriyle başlayan bir siyaset konuşması; üçüncü bin
yılın eşiğindeki Türkiye'nin yadsınamaz, kaçınılamaz, ertelenemez
bir gerçeği olarak karşımızda duruyor... Gün geçtikçe dört bir koldan
güçleniyor.
Nakşi, Işıkçı ve Fethullahçı dayanışması hangi ortak paydada temelleniyor?
Şeriat düzenini amaçlayan tarikatlar arasındaki çelişkileri belirleyen
temel etken coğrafya mı, tarih mi, siyaset mi, ticaret mi?
Antiemperyalist ve antiamerikancı İslâmcılık, Amerikancı ve Özalcı
İslâmcılık, İrancı, Avrupalı İslâmcılık gibi yapay bölünmelerin arkasında
hangi gerçek ve çıkar ilişkileri var?
İslâm bağlamında şeriat düzeninin kendisinden başka düşünce ve inanca
varlık hakkı tanımayan, temel hak ve özgürlüklere kapalı bir niteliği
varsa; şeriatçı düşünce ve eylem bir hak ve özgürlük konusu yapılabilir
mi?
Şeriat eylemi, başka düşüncede olanlara "yaşama hakkı" bile
tanımıyorsa; öteki dünyanın değerleri üzerine bir İslâm devleti kurmayı
amaçlayanlara siyasal alanda uzlaşma olanağı var mıdır?
Böylesine dev bir soruna; tarikat yuvaları, Kur-an kursları, öğrenci
yurtları, türban, tesettür ve en son örneğiyle "medyanın heykel
ve tükürük sığlığıyla" bakmak yeterli mi? (...)
Bunlar iktidara geldiklerinde inanmayanları gerçekten yok edecekler
mi, kadınlara çarşaf giydirecekler mi, namaz kılmayan, oruç tutmayanı
kırbaçlayacak, hırsızlık yapanın elini kesecek, zina yapanı ise taşlayarak
öldürecekler mi.? Bu soruların yanıtı "Hayır" ise İran'da
ve Suudi Arabistan'da yaşananlar ne?
İslâm; güncel, ideolojik ve siyasal söylemlerle süsleyerek "şeriatın
o kadar da kötü bir yönetim biçimi olmadığını" anlatma çabalarının
ardında kimin ve kimlerin somut çıkarı var? Alevi inanlı yurttaşlara
soluk aldırmadığı Türkiye'de "türban ve tesettür" tepkisinin,
kişi özgürlüğünün engellenmesi olarak anlaşılması; hak ve özgürlükleri
ortadan kaldırmayı amaçlayan şeriata dolaylı olarak destek vermek
değil midir?
'Dindarlıkla' 'dinciliği' ayıramayanlar; dincilerin devlet düzeninde,
düşünce ve inanç özgürlüğünün olmadığını bilmiyorlar mı? Dinlerin;
salt bir inanç olarak yüreklerinde taşıyan dindarlarda; onların inançlarını
kullanarak siyaset ve ticaret yapan bir ayırım yok mu?
İslâm dininde siyasetin amacı Allah'ın düzenini ve isteklerini gerçekleştirmekse;
İslâm' i partilerin birbirinden ne ayırımı olacaktır, siyaset adamları
birbirinden farklı ne söyleyebileceklerdir?
Egemenlik halkın değil, salt Allah ve onun peygamberinin olacaksa;
bu egemenliği onlar adına kim kullanacaktır? İslâm' i siyasal mücadelenin
yöntemi ne olacaktır? Bu sorunun yanıtı, İslâm'da var olan "CİHAT"
kavramı olacaksa; en masum siyasal propagandadan, İslâm' i devrime
kadar gelişebilecek bir çeşitlilikle "ülke, bölge ve giderek
dünya", bir baştan bir başa kana mı bulanacaktır?
Anadolu Yarımadası'nın tarihi, bu düzeni isteyenler için Sevr yada
Lozan'ın çok farklı olmadığını gösteren örneklerle doludur. Bu anlayış
içinde köklü bir kini de barındırılarak günü-müze taşınmıştır.
Şeriat, ister Anadolu Yarımadası'nda Türkiye'de, ister Kuzey Afrika'da
Cezayir'de olsun; Ulusal Kurtuluş Bağımsızlık Savaşı gibi siyasal
ve toplumsal başkaldırıları içermiyor. Osmanlı
İslâm devleti Şeyhüslâmının Anadolu isyanına bakışı; bu konunun en
yakıcı örneği olarak belleklerdeki diriliğini koruyor.
Aslında şeriat düzenini amacını özümsemek için ille de Nurcu, Süleymancı,
Işıkçı yada Fethullahçı olmak gerekmiyor. Bir amaç olarak şeriat,
yani devleti, İslâm esaslarına göre yeni-den kurmak düşüncesi, tarikatlar
dışı İslâmcı gruplar içinde geçerli olmuş ve Türkiye'nin politik gündeminden
hiç çıkmamıştır.
<<"Şeriat"Allah'ın iradesini gösteren ve bütün İslâm
toplumları için geçerli olan tek yasadır. Bu yasa ile Müslüman toplumlar,
evrensel bir İslâm devleti hükümranlığı altında birleşecektir.
"Şeriat" Allah'ın iradesini gösteren ilâhi bir yasa olduğundan
tartışılmaz ve insanlar tarafından değiştirilemez. Bu yasa insanın
ya da insanların nasıl ibadet edeceği (tapınacağı) edeceğini göstermekle
kalmaz, aynı zamanda ekonomik ilişkilerden, politik yaşama, kadın-erkek
ilişkilerinden yemek yemeğe, giyinmeye kadar yaşamın her alanını düzenler.
Bu düzenleme ilâhi bir köke sahip olduğundan, insanların geliştireceği
her yasadan, düzenleme ve kurumdan tartışmasız üstün olacaktır>>
Türkiye'de "şeriat düzeninin açmazları" uzun süredir tartışılmaktadır.
Tarihsel dayanakları çok eskilere giden bu kapalı devre tartışmalar,
1980'lerde "diyalog" ve "vahdet" başlıklarıyla
yeniden gün ışığına çıkıyordu. Bu tartışmalarda öncelikle şeriatın
bir <yönetim biçimi> olarak sorgulanması yapılıyordu. Ayrıca
günlük yaşamda uygulanması neredeyse olanaksız olan, katı şeriat hükümlerinin
yumuşatılmasını öngören <<dinde reform>>için çözümler
aranıyordu.
"Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, imanlı bir köleyi azat
eder" hükmü günlük yaşamda nasıl uygulanacak, nasıl savunulacaktı?
Bir insanın yanlışlıkla öldürülmesi tartışılamaz bile...
Böyle bir şey olabilir mi? Ne yazık ki İslâm'da bu kabul görüyor.
Şeriatın bu hükmü, salt yargı erkini görmeden gelmiyor, aynı zamanda
köleliği savunuyor.
Güncel söylemlerle de donanan anlatımlarla gerçek politika yapılması
çözümünde birleştiler. Ülke, bölge ve dünya sorunları öteki siyaset
adamlarının kullandıkları terminolojiyle anlatıma başladılar. Müslümanlar
artık 'Medine Sözleşmesi' ya da 'Türk İslâm Sentezi' gibi yeni ve
daha demokratik görünen motiflerle siyaset yapmaya başladılar.
Çığ gibi büyüyen Müslüman yayıncılık; bilim, sanat, gençlik, siyaset
gibi dallarda çıkarılan dergi ve gazetelerle tartışmalara yön veriyor,
ağırlık koymaya başladı. Kısa sürede önekli yol kat eden şeriat yayınları,
duyanları şaşkına çeviren ilk tezlerini ortaya atıyorlardı. Onların
yeni tezlerine göre "demokrasi neyi savunuyorsa İslâmiyet'te
onu savunuyordu."
Müslümanlar; "biz Allah'tan gelen bir bilgi üzerine hayatımızı
kumamız gerektiğine inanıyoruz" diyorlardı. Onlara göre İslâmiyet'in
çok daha özgürlükçü bir içeriği vardı...
1987 yılları başlarında sayıları 30'u aşan dini dergilerin büyük çoğunluğunda
ki bu dergiler çok fazla artmıştır; İslâm'ın en gerici yanı anlatılıyordu.
İnanılması çok güçtü ama Milli Eğitim Bakanlığı'nın lise ve dengi
okullarındaki öğrencilere önerdiği İslâm dergisinde koyu bir karanlık
vardı...
Kaval, def, ney dışında müzik aletiyle yapılan müzik haramdı. Okul
piyeslerinde rol gereği nikâhlanmak, kâfir rolü almak haramdı. İster
elle çizilmiş, ister fotoğraf olsun her tür resim haramdı. Ve küçücük
çocuklar ve pırıl pırıl gençler için en büyük haram ise kahkaha ile
gülmekti. İleride; birbirleri için ölüm listelerinin hazırlanacağı
çok ağır suçlamaların yapılacağı kanlı bıçaklı çatışmaya dönüşecek
kavga işte, tam bu noktada çıktı.
Kavgayı çıkaranlar demokrasiyi küfür rejimi olarak yorumlayanlar oldu.
Onlar için geçerli olan "bugün türban, yarın fes, öbür gün gel,
kafaları kes kuralıydı"... Milli gazete ve Zaman gazetesi çevresinden
kopanlarla başlatılan kavga kısa sürede parçalanmaya dönüştü.
Türkiye'de bir 'darül İslâm' mı yoksa 'darül harp' mi yaşıyordu tartışması
herkesin rahatını kaçırmaya yetti.
Türk-İslâm sentezi denilen şey; ABD Emperyalizmi'ne entegre olmaktır.
O zaman İslâm adına gelişen olayları özümsemek daha da kolaylaşır.
"Din birleştiricidir" sözleri Kenan Evren'in , "be
Müslüman'ım, devlet laik", yaklaşımı Turgut Özal'ın, "Çankaya'da
laik bir adam oturuyor" güvencesi Süleyman Demirel'in olunca;
din devlet ilişkilerindeki karmaşa için söylenecek fazla söz kalmıyor.
Üçü de cumhuriyet dönemi kuşağının çocukları:
Üçü de laik devletin hacı cumhurbaşkanları...
Üçü için de din; iktidarın en güçlü silahı...
Üçü için de irtica; salt bir gazete haberi!
Toplumu zapt-u rap altında tutmak için, dinin çok gerekli bir yapıştırıcı
olduğuna en çok inanan Kenan Evren oldu. O, MSP' nin Milli Selamet
Partisi-ünlü Konya mitingini darbe gerekçeleri arasında sayacaktı
ama; Kur-an kursları, kurs ve okul öğrencileri yardım ve koruma dernekleri,
ilim yayama cemiyetleri gibi örgütlerin üzerine titreyecekti. Siyasi
partiler, sendikalar, kooperatifler, demokratik kitle ve meslek örgütleri
kapatılacaktı, ama gericiliğin üretim merkezlerine dokunulmayacaktı.
Bir tümcelik "emniyet ifadeleriyle" ölüm cezalarına hüküm
giyenler, darağaçlarında acı çekiyorlar, eylemleri hoş görülen Nakşibendî
şeyhleri sürgünlerde keyif sürüyorlardı.
Yirmi yaşındaki bir genç, el yazısındaki" ÇŞŞ" harflerinin
çizim ile komünizm propagandası yapmaktan yargılanıp hapse atılacaktı.
Ama "müritlerini doldurduğu kamyona yeşil bayrak çekip"
Şanlıurfa'da tur atan Menzil Şeyhi Çanakkale'de ikamet cezasına çarptırılacaktı.
Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Evren Paşa ile birlikte, Başbakan Oramiral Bülend Ulusu, Başbakan
Yardımcısı Elektrik Mühendisi Turgut Özal ve Maliye Bakanı Kaya Erdem;
kutsal emanetlere yüz süren devletin seçilmiş ilk resmi hacıları olacaklardı.
Turgut Özal ise, Türkiye'nin hacı unvanlı seçilmiş ilk cumhurbaşkanı
oldu...Çankaya Köşkü'nün mavi salonu mescit haline getirilecek, tarikata
ve cemaate ait millet-vekilleri, baş imam Turgut Özal'ın arkasında
saf tutuyorlardı.
(....)Kur-an kurslarına ortaokula denk diploma vermeye kalkıyor;felsefe
ve mantık derslerini kaldırdığını anımsatıyordu, ama laisizm nutukları
atıyordu. Arap ülkelerinin yönetimlerince seviliyor ve destekleniyordu.
Partisine ve kardeşi Korkut Özal'a oluk gibi akan mukaddes doların
hesabı tutulamıyordu. Rabıta'nın Türkiye temsilcisi Salih Özcan'dan
aldığı hayır duaları ile de cennetin kapılarını aralıyordu.
Tarikatlar arasında, irticaının asıl kaynağı olan;<"Nakşîler
ve Süleymancıları kucaklayan yeni bir siyasi parti kurmayı düşündüğünü">
açıkladığında ise Turgut Özal, politik iflasın eşiğindeydi.
(....)Süleyman Demirel, tarikatları, partisi için hep oy deposu olarak
görme eğiliminde oldu.
Ancak
o, irticaya karşı duyarlı görünme çabalarını hiç elden bırakmayacaktı."Şeriat
için kellem feda olsun" diyen Adıyaman'ın Refah Partili Belediye
Başkanı'na karşı susup oturanlara anlamlı bir uyarıda bulunacak, "Neredesiniz
laikler?" diyecekti.
(....)Devlet adamlarının yapısal özelliklerinin böyle olduğu bir ortamda,
devlet organlarının değerlendirmeleri de elbette çok farklı olacaktı.
Herkes her şeyi biliyordu, ama hiç kimse hiçbir şey yapamıyordu.1970'lerde
bilinenler, 1980'lerde de biliniyor... Hatta 2000'lerde biliniyor;
şeriat özlemleriyle 70'ler 80'lere, 80'ler 90'lara, 90'lar 2000'lere
eklenip gidiyordu...
Diyanet İşleri, Din İşleri Yüksek Kurulu ve Milli Eğitim Bakanlığı
önerileriyle;1987 yıllarında okul kitaplıklarına giren kitaplar akıl
almaz örneklerle dolu... Resimli olanlarda "kurallar" anlatılıyor:<<Ezan
okunurken saygı göstermeyen bebeğinin ayağını çat diye kıran küçük
Elif, babasından kocaman bir <aferin> alıyor. Korkunca, gece
yatmadan önce, gündüz uyanınca, hastalanınca, ezan başlayınca ve bitince
ya da bir 'günah' işleyince ve de en önemlisi sınava girerken; okunması
gereken dualar anlatılıyor. Dersler yüklü olsa da ezberlemeleri gerek.
Resimsiz olanında 'kurumlar' anlatılıyor: Tüm melekler 600 kanatlı
Cebrail gibi ışık hızı ile hareket ediyorlar ve insan vücuduna görünmeden
girip çıkıyorlar. Cennetteki yaşam sürekli ve durağan Herkes 33 yaşında.
Cennettekiler çiş yapmıyor; çünkü cennette yenilip içilen şeyler bir
geğirti veya ince bir ter halinde dışarı atılıyor. Bu geğirti ve ter
insanı rahatsız etmiyor; aksine mis gibi bir koku halinde uçup gidiyor.>>
Milli Eğitim sistemi içerisinde daha şimdiden 'tarikat/cemaat' liseleri
statüsü kazanmış durumdaydı..O tarihten bu yana neler neler olmadı
ki?.. İmam Hatipler, İmam Hatip Meslek Liseleri'ne dönüştürülüp, tüm
mesleklerde hizmet verebilmek için önleri açılıp, imam avukat, imam
doktor, imam siyasal bilgilerci yapıldı... (İmam cumhurbaşkanı, imam
başbakan vd.)
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileri; kadın sesini
"KULAK ZİNASI" sayan, kadınların elimi sıkmayı "EL
ZİNASI" olarak anlatan öğretim üyesinin
anlattıklarını, ders olarak dinliyorlardı.
Şeriat mücadelesi veren militanların dışında kalan şerit özlemcilerinin
büyük çoğunluğu günlük yaşamlarında, bu düzeni savunuyorlar fakat
eylemleriyle cennetteki yerlerini garantiye alıyorlardı.
1985 yıllarının ilk aylarıydı... Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler
ülkenin tüm okulların a, içinde kendi yazısının da bulunduğu bir rapor
gönderiyordu. (Bir bakanımız sonradan kendi özel okulunu eğitime katmıştır.)
Uygar görünümlü, yabancı dil bilen, İTÜ ve ABD Syracuse üniversitelerinde
inşaat ve sanayi mühendisliği eğitimi almış, Devlet Planlama Teşkilatı
ve işletme yönetimi uzmanı, ama "ille de bir tarikatın yangını"
olan Dinçerler, bakanlığıyla ilgili sorunları çözmüşçesine DARWİN'e
takacaktı. Bakan olarak, 'evrim kuramına' çok bozuluyordu Teorinin
amacı materyalist felsefeye hizmeti ve bilim ile din çatışmasını amaçlıyordu...
Darwin sonuçta bir tanrı tanımazdı. Bir ateistin teorisi, karşıtları
ortaya konulmadan mümin çocuklarına okutulamazdı. Gazetelerde tartıştıktan
sonra unutulan kuram, bir yıl sonra TRT Yönetim Kurulu'na sıkıntılı
anlar yaşatacaktı.
ANAP içinde en parlak dönemini yaşayan Mehmet Keçecileri kızdırmamak
için dünya tarihi adlı 26 bölümlük dizi, insanın <oluşumundan>
değil <avlanmasından> başlayacaktı.
24 Kasım öğretmenler günü kutlamaları o günden buyana camilerde hutbe
okutularak, dualar edilerek ve imamlara nutuklar attırılacak bu güne
dek uzayıp gidecekti...(...)Ülkenin hafızlara gereksinimi vardı. Öneri
M.E.B. Avni Akyol'un haberi olmadan, bir başka tarikatçının Yusuf
Bozkurt Özal'ın gayretkeşliğiyle komisyondan geçirmeye kalkışacaklardı.
Kur-an kurslarının çaresiz çocukları; altından kalkamayacakları yeminler
ediyor, antlar içiyorlardı:
>>Ben Muhammed ümmetindenim... Türkiye, dinsiz ve laik bir memleket
haline gelmiştir.
Hayatımı, Mustafa Kemal dinsizleriyle savaşa adayacağıma, Türkiye'yi
bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime,
kısa zamanda şeriat devleti kurulması için devlet idaresinde söz sahibi
olacağıma; dinim, Allah'ım ve mukaddesatım üzerine yemin ederim<<
Hükümet üyesi Bakan'ın salona girmesiyle başlayan gürültü, herkesi
çok şaşırtmıştı. Başlarını kapıya doğru çevirenler, Milli Güvenlik
Kurulu Genel Sekreteri generalin, dini eğilimleriyle ünlenen Milli
Eğitim Bakanı'na (V.Dinçerler ), yüksek sesle bu toplantıya katılamayacağını
söylendiğine tanık oldular. General'in "Hangi yüzle" sorusuna,
"Ellerinizden öperim paşam" diyerek karşılık veren Bakan,
koşar adımlarla salondan ayrıldı... Milli Güvenlik Kurulu o gün, gündemindeki
<İrtica ve Tarikat> konularını görüşecekti... Bu olay 1983 yılını
kışıyla, 1984 yılının sonbaharı arasında Ankara'da yaşandı. Hükümet
üyesi bir başka bakan, kapıda kendisini bekleyen Emniyet Genel Müdürü'ne,
"Çok kızdılar, hemen Atatürkçü bir genelge yayınlayalım"
dedikten sonra köşkten uçar gibi uzaklaşacaktı. "İrticai faaliyetler"
gündemiyle toplana M.G.K.' da asker üyeler, alınan önlemleri yetersiz
bulduklarını söylediler... İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun kulaklarına
dek kızarmasına neden olacak ağır eleştirilerde bulunmuşlardı. İçişleri
Bakanlığı'nın "polis okullarında eğitim planlarının Atatürkçü
düşünceyi esas kılan yeni bir içeriğe kavuşturulmasını isteyen"
genelgesi o gün hemen yayınlandı. Genelgenin a sayfasındaki "polis
okullarına yönetici olarak atanacakların bundan sonra Atatürkçü düşünceyi
benimseyenler arasından seçilmesi" istemi eleştirilere haklılık
kazandırıyordu. Seçilmeden devleti yönetenlerden bir kısmı (MGK'nın
asker üyeleri), devlete şeriat aşılamaya çalışan seçilmişlere (hükümet
üyesi bakanlara) karşı çıkıyorlardı... Asker üyelerin ağırlıkta bulunduğu
bir kurulun "demokratik rejimlerde yerinin olmadığını söylemek"
ayrı ve haklı bir eleştiriydi. Ama aynı kurulda Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ında
irtica yanlılığı ile bir açıklaması olası değildi. Çünkü dindarlık
bir inanışı, dincilik iktidar arayışını simgeliyordu... Bunu anlamazlıktan
gelmek aymazlıktır.
"Ordunun rejim üzerinde gözetim mekanizmasının elinde bulundurması
konusunda" mangalda kül bırakmıyorlar, <şeriatın rejim üzerinde
gözetim mekanizmalarına sahip oluşu konusunda> hiç seslerini çıkarmıyorlardı.
Gel zaman git zaman. AB bu konuda kesin tavrını koymuş, ordu kışlasına
çekilip, hapsedilmesini istiyordu... Yıl 2006! İrtica her gün biraz
daha yaygınlaşıp, kayganlaşıyor, tutulamıyordu artık. Kayganlaşma
ve de sızıntı kendini demokrat sananlarda yanına alarak; özgürlük
adı altında akıp gidiyordu. Bu tür özgürlüğü, inanç özgürlüğü adı
altında salt eğitim kurumlarıyla sınırlı kalmadı. Polis ve askeriyle
tüm kolluk güçlerine sızıyordu.
CHP+MSP işbirliğinin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk, "askerliğini
yapmamış imam hatip mezunlarının polis olabileceğine ilişkin"
bir yönetmelik değişikliği hazırlatmıştı, fakat Danıştay'ı aşamamıştı.
Asiltürk'ün yarıda kalan projesini Korkut Özal gerçekleştiriyor, çevresine
topladığı Abdülkadir Aksu, Saffet Arıkan Bedük, Ali Sakallı, Bolat
Bolatoğlu, Nusret Miroğlu gibi "takunyalı", yani 3T'li kadroyla
iç güvenlikten sorumlu bir bakanlığı İslam'ın emri-ne sokmaya çalışıyordu.
Bu konuda en büyük katkı Aksu'dan geldi. Adalet Partisi azınlık hükümeti
bakanlığın atamalardan sorumlu genel müdür yardımcılığına getirildi.
Bu zat ki;2006'nın İçişleri Bakanı'dır; Keçeciler ve Bedük'ün bir
dediğini iki etmeden, gece-gündüz çalıştı...
Ve bir dönem milletvekili oldu Bedük. Bu günlere gelmek pek kolay
olmadı. Geçmiş günlerin kredilerini kullanıyor Bakan.
Polis Okulu müdürleri tarikatçıydılar..Polis Akademileri'ne alınan
Yüksek İslâm Enstitülü ve İlahiyat Fakülteli 77 kişi, bir yıllık eğitimden
sonra İçişleri Bakanlığı'nda önemli kadrolara atanıyorlardı... O yıllarda;
son atanan 99 kaymakamdan 44'ü imama-hatip kökenliydi. Bu yön-tem
ile iç güvenliğin sağlanamayacağı apaçıktı. Turan Dursun'u Muammer
Aksoy'u, Çetin Emeç'i, Bahriye Üçok'u anımsatan SHP'liler, yeni kurbanlar
kim olacaktı sorunu gündeme getirdilerdi... Sonrası ortada. Bu aydınlarla
kalmayıp listeye daha niceleri eklenecekti. Ne yazık ki Meclis tutanaklarına
geçen bir yanıt verilecekti SHP'ye:"Sen olursun inşallah"
diyecekti Ana-vatan Partili Cengiz Dağyar!..Evet Meclis'in duvarları
bu sözcükle yankılandı... Bundan 83 yıl önce bile böyle yankılanmamıştı
Ulus'taki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin taş duvarları...
<İçişleri Bakanlığı'nın artık "Atatürk'ün büstünü 10 Kasım
günü vinç ile söktüren", "mülkiye müfettişiyken şeriatçı
olduğu için görevden alına", "yıllar önce kapatılan zaviyeleri
açan" , "Alevi köylerine inatla cami yaptıran" Çorum,
Denizli, Konya ve Tunceli Valileri vardı.>
Bakan Aksu'nun; tarikat ve cemaat dünyasındaki yıldızı, bu nedenlerle
o yıllardan, bugüne dek uzun süre hep parladı. Özal'ın, bugünlerde
Erdoğan'ın en çok güvendiği "Müslüman Bakanlar" arasında
yer aldı. Ne zaman Semra Hanım'ın İl Başkanlığı projesine 'Hayır!'
dedi... İşte o zaman gözden yitiverdi. Çıkar çatışması Özal'ı "dinden
imandan çıkaracak", Aksu ve arkadaşlarını "İslâm'ın cahilliye
devrinin" döneklerine benzetecekti. Hakkında hazırlanan dosyalar
basına el altından verilecekti.
Haberlere göre Aksu'nun <akçalı> işlerde de pürüzleri vardı;
yakınlarına devlet ihalesi ikram ediyor, akrabalarına milyarlarca
liralık teşvikler alıyordu... Doğru dürüst Türkçe konuşamayan, yabancı
dil bilmeyen Aksu'nun korku veren yüzüyle, belki de İslâm'a daha fazla
yararlı ola-cağına karar vermişti. ş bitse de o dönemin kat edilen
yol küçümsenecek kadar değildi.
İkinci 'Rabıta Olayı'nda irticaının gemi azıya aldığı 1990 yılında
yaşandı. Hacca giden bakanlık çalışanları, ister vali ister emniyet
müdürü olsun en kısa süreçle yükselme olanağını buluyordu. Devlete
birader Korkut eliyle hac engeli atan Rabıta örgütü görevleri başındaki
on valiyi kutsal topraklara götürüp hacı yapacaktı...Salih Özcan ile
bu hac olayı yaygınlaştı... (Bir zamanlar Ecevit'in DSP'de bakanlık
yapan Hikmet Sami Türk bile bu yolla hacı oldular.)
Özcan İçişleri Bakanlığı'na bir yazı yazıyor ve Suudi Arabistan hükümetinin
10 valiyi hacca götürmek istediklerini iletiyordu. Aksu'nun açıklamasına
göre, bakanlıkça o yıl hacı olması yararlı görülen valiler listesinde;
Aslan Yıldırım, Atilla Osman Çelebi, Cengiz Bulut, Hasan Pakir, Ali
Sakallı, Hüsnü Tuğlu, Şahabettin Harput, Metin İlyas Aksoy, Oğuz Kaan
Köksal 2007'de İzmir Valisi, 1 Mart'ta Emniyet Genel Müdürlüğü'ne
atandı, M.Bahaettin Demirer yer aldı. İçişlerine mensup olmayan iki
isim de; Kadri Kayhan ve Osman Aslan'ın Yargıtay üyeleri olduğu açığa
çıkınca işin aslı anlaşıldı.
"İslâm'a uygun yaşamak" İçişleri Bakanlığı'nda artık parlak
bir gelecek demekti. Hacca gitmek zordu. Ama oruç tutmayan, namaz
kılmayan ya da bir kadeh rakı içmek için çalışanın yükselme şansı
yittiği yadsınmaz bir gerçekti.
Başbakan Özal'ın "Benim memurum işini bilir" özdeyişi ile
küçük memurların hacı statünü ulaşmaları için de bir çözüm bulunmuştu.
Valilerin, Yargıtay üyelerinin devlet konuğu olarak ağırlandığı Suudi
Arabistan'a <kasap> adı altında götürülen "yıllık izinli
polis memurlarının" olduğu da saptanmıştır... Özal'ın verimli
yönetiminin iktidarda kalma planları yapılıyordu.
Örneğin: Doğru Yol Partisi'nin yer altı ilişkileri olduğu saptanıp,
ortaya çıkarılabilirse Özal İktidarının ömrünün uzayabileceği düşüncesi,
İçişleri Bakanlığı Müsteşar Galip Demirel, Emniyet Genel Müdürü Saffet
Arıkan Bedük'ün katıldıkları ünlü Kırıkkale toplantısında tartışıldı.
Korkut Özal'ın başkanlık ettiği toplantıya ünlü isimler katıldı: Cahit
Bayar, Vecdi Gönül ve o dönemin Gaziantep Valisi Aksu'da katıldı.
Bu dönemin en çarpıcı örneğini Bilecik Emniyet Şube Müdürü Günay Uslu
verdi. Emniyet örgütünün <<Şeriat, cemaat, siyaset>> üçgeninin
kararlarıyla yönetildiğini açıkladı. Dediğine pişman ettirildi. Hemen
meslekten ihraç edildi.
Demokratik rejimlerde, hükümet düşürülecek boyuttaki savlar ünlü Milli
İstihbarat Teşkilatı'nın raporunda <Din-ticaret-siyaset> ilişkilerinin
ipuçları veriliyordu.
1990 yılında, Türkiye gazetesine yapılan açıklamada irtica suçlamalarını
saçmalık olarak niteledi ÖZAL... Gelişmekte olan ülkelerin insanları
arasında farklılıklar olacağını belirtiyor ve şöyle devam ediyordu;"Sakın
bu farklılıklara bakarak yanlış fikirlere kapılmayınız. Onlara yaklaşınız
ve yardımcı olunuz. Bu insanları irtica ve gericilikte suçlamanın
saçma sapan bir sav olduğu inancındayım."
Kuleli 'deki Fethullahçılar: Basın açığa çıkarmıştı.33 öğrenci nurlu
ufuklara yelken açıp okuldan uzaklaştırıldı. Bu sayıya daha sonraları
Bursa Işıklar'dan 16, İzmir Maltepe'den 17 öğrenci daha ekleniyordu.
51 Öğrenci de aileleri tarafından okuldan alındı. Öğrenimleri yarıda
kalıyordu. Soruşturmanın en önemli bulgusu, kuşkusuz, Kuleli'deki
şeriatçı örgütlenmenin ardındaki grup olan Fethullahçılardı... Kısa
bir süre önce dini <<toplumu yapıştıran bir zamk>> olarak
gören Evren, TSK için-deki gelişmeyi "korkunç" olarak niteleyecekti
.Çukurova Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada,
o güne değin askeri liselerde 813 öğrenci sızdırıldığını açıklayacaktı.
Yakalananlar, sorgulananlar ve yargılananlar her ne denli, kendilerin,
"Fethullahçı" olarak tanımlıyorlarsa da;İzmir'in Bornova'sında
vaazlar veren Fethullah Gülen, "Fethullahçılığı" ret ediyordu.
İşim boyutu T.S.K.'ne dek varan bir uzantıydı... Aradan yıllar geçti.
Her dönem böyle atılmalar oldu. En son 2006'da 36 kişiyi ihraç ettiler
bu kurumdan.
Yeşil kuşak projesinden, FULLER raporuna uzanan <akıllara durgunluk
veren> örnekleri ile, bu işbirliğinin kanıtları ileride, elbette
sergilenecekti;İslâm'ın <<"milliliğinin" ulusal değil,
uluslararası>> olduğu gözler önüne seriliyordu.
"İşine gelen Amerikan kaynaklı belgeleri öv, işine gelmeyen Türk
kaynaklı belgelere söv" anlayışının en çarpıcı örneği, 1987 yılında
yaşandı. Ordu kaynaklı bu belgede "irticai unsurlardan Nurcuların
çalışmaları ve çeşitli devlet kademelerindeki Fethullahçıların Silahlı
Kuvvetlere sızmaları konusunda yeni tasarı ve yöntemlerine karşı alınacak
önlemlerden"söz ediyordu.
En sonunda büyük bir patlama olacak, bir zamanlar "Biz aynı dinin
evlatlarıyız", "Dinimize sımsıkı sarılmalıyız" gibi
sözler söyleyen Kenan Evren Paşa söylediklerini unutacak ve meydanlarda
"Türkiye'de irtica var!"diye bas bas bağıracaktı... İşin
en garip ve ilginç ve de tuhaf tarafı Turgut Özal'da Kenan Paşa'ya
katıldığını açıklıyordu. Milli Savunma Bakanı Sefa Gi-ray:Türkiye'de
bugün korkulacak tek şey irticadır!.. Diyordu...
Bir Gazete ve Başlığı:
Tarih 30 Ekim 1994, Cumhuriyet ve Ece Temelkuran..
"Özallar'a ABD'de Takunyalılar Derdik"
Hüdai Yavalar'a bir soru yöneltiliyor:
-Türkiye'yi temsil etmek üzere ABD'ye gönderilen temsilciler nasıl
karşılanıyor?..Yavalar yanıtlıyor:
-Elçiliklerin koridorlarında sakallı adamları tespih çekerek dolaştığını
görüyorsunuz. Bizim bir görevimiz de bunları uyarmak. Bazen en üst
düzey bürokratlar bile böyle davranıyorlar.
Örneğin Özal ailesi ABD'de yaşarken "takunyalılar" diye
söz ederdik ve kimse onlarla konuşmazdı. Daha sonra Ahmet Özal Dünya
Bankası'nda babası sayesinde çalışmaya başladığında arkadaşlar edindi.
Sonra da arkadaşlarını Türkiye'ye getirdi ve hep beraber bu ülkeyi
soymaya başladılar.
Türkiye'nin ekonomik krizi ve kökten dinci hareketler ABD basınına
ayrıntılı bir biçimde yansıyor. Geçen hafta Wallstreet gazetesi Başbakan
Tansu Çiller'i manşet yaptı ve Türkiye'de 10 yıl yeşil İslâm bayrağının
dalgalanacağını yazdı. İstanbul Anakent Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ın
yağmur duasına çıkması, fotoğraflı olarak <<Yağmur böyle yağıyorsa
neden Suudi Arabistan çöl?>> diye bir soruyla yanıtladı.
Başbakan Çiller, ABD'ye çok güveniyor, ama ABD kamuoyu anlattıklarınıza
göre aynı fi-kirde olmasa gerek. Yani büyük ücretler karşılığı Türkiye'nin
tanıtımı için hizmet veren firmalar pek işe yaramıyor.
Yavalar:
-Çiller, ABD'de çağdaş bir bayan olarak tanınıyordu. İnsanların merak
ettiği; Çiller'in neden <<Ezan bayrağımızdır>> dediğidir.
Bütün milletvekilleri, yerlerini korumak için dini kötüye kullanıyorlar.
Atatürk'ü eleştirerek işe başlıyorlar. Buna ikiyüzlülük derler; çünkü
bugün Türkiye'de tartışılabiliyorsa bu, Atatürk'ün kurduğu rejim sayesindedir.
Bu rejimi korumakla görevli insanlar, her fırsatta Atatürk'e ve rejime
ihanet ediyorlar. A.B.D.' deki destekçilerimiz bile artık Türkiye'nin
Atatürk'ün ülkesi olmadığını söylüyorlar.
Kirli Savaştan, Sinsi Savaşa...
Sefa Giray: 83-90 yılları arasında 17'si subay, 97 astsubay olmak
üzere toplam 114 kişinin irticai çalışmaları nedeniyle Türk Silahlı
Kuvvetleri'nden ilişkilerinin kesildiğini açıklıyordu.
Oysa 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 yılları arasında T.S. Kuvvetleri'nden
uzaklaştırılan 1011 subay, astsubay ve askeri öğrencinin neredeyse
tümü <<SOL>> görüşlüydü.
1990 yılında ve 2006 yılında herkes, hep bir ağızdan irticadan söz
ediyordu... Bu yıllar arasında herkes bu konuda uzakta bulunuyordu.
Ama bir eylem yoktu. Hepsi sözde kalıyordu.
Korgeneral Cemil Mete de bunlardan biriydi... Şu açıklamalarıyla entelektüel
İslâmcıların canını sıkıyordu:"Milli Eğitim ve İçişleri Bakanlıkları
kadrolarıyla yetinmeyerek orduya gerici ve yobazları sızdırma çabaları
ısrarla sürdürmektedir. İşin ilginç yönü irticaya arka çıkan bazı
kendini bilmezlerin laikliğin boğazlanmasında orduya ve diğer Atatürkçü
güçleri kendi desteklerinde göstermeye özenmeleridir."
Türkiye'deki 29 üniversitenin hazırladığı raporda M.E.B. Avni Akyol'un
sistemini eleştirerek, şeriat tehlikesinden söz edeceklerdi. Anlaşılması
en güç uyarı ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Yalım
Erez'in Başbakan Yıldırım Akbulut'a yaptığı irtica uyarısıydı. Erez'in
bu eleştirisini Akbulut, "Dinin iyi öğretilmesinden yanayım,
aksi halde dinimizin geleceği tehlikeye düşer" yanıtını veriyordu...
Başta ANAP içerisindeki takunyalılardan ve ülkenin tüm şeriatçılarından,
aklı sıra puan toplamaya çabalıyordu. Bir başka önemli yanı ise; Yalım
Erez'in bir dönem Başbakanlık yapmasıydı.1993 yılında ekonomi Prof.
Tansu Çiller oturacaktı koltuğa. Ekonomiyle uğraştığı günlerde söylediklerini
unutuveren Tansu Hanım, Şura'nın gündemin-deki "irticai çalışmalara
katılan 40 silahlı kuvvetler çalışanının durumunun görüşülmesi"
maddesine bir türlü akıl erdiremiyordu. Namazında niyazında insanların,
"minarelerinden eksik etmemeye söz verdiği ezan sesini"
dinlemelerine "nasıl irtica denirdi" anlayamıyordu... Zaten
bu hanım hiçbir şeyi anlayamamış ülkeyi batağa götürerek ekonomi bilgisini
de özümseyememişti.
Refah Partisi'nin ideologlarının, bu işi alarak kodladıkları "Adil
Düzen" diye şifreledikleri şeriat bir istek olarak, her gün biraz
daha ağırlık kazanıyordu..Bir kandırmaca mıydı bunlar?
Milli Nizam Partisi'nden beri, solu yıkmak amacıyla devlet tarafından
korunup kollanan İslâm' i hareketin, günün birinde orduyu ve polisi
de içine alacak biçimde yaygınlaşacağı hiç hesap edilmemişti. Örneğin;
T.S.K.' de Atatürkçü görüşleriyle ünlü Milli Güvenlik Kurulu'nun Genel
Sekreteri Refet Ülgenalp Paşa;12 Mart'ta MNP'nin kapatılmasına karşı
çıkmış, parti yöneticilerinin yargılanmalarını önlemişti. Erbakan
ve arkadaşları 12 Mart yönetiminin sola karşı can simidi olacaklardı.
Muhsin Batur ve Turgut Sunalp paşaların da İsviçre'ye gidip, solun
yükselişini önleyeceğine inandıkları savlar bugüne dek yalanlanmış
değil.
Refah Partisi'nin Orduya Bakışı:
"Ordunun Atatürk tabusu olmayacaktı. İnançlı kişilerden oluşacak
birleştirici harcı R.P.'nin programı olmalıydı. Ordu ABD ve Avrupa
etkisinden kurtarılmalı ve mutlaka NATO'dan ayrılmalıydı. Kurulması
düşünülen İslâm Ülkeleri Birliği'nin uluslar arası caydırıcılık gücünün
temelini, T.S.K. oluşturacaktı... Ve ordu, darbeci geleneğinden kurtulacaktı."
Refah Partisi'nin 4.Olağan Kongresi'nde beklenen gerçekleşecek; Atatürkçü
kimlikleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yıllarca hizmet veren 35
emekli subay büyük gürültülerle partiye katılacaklardı.
Değerlendirmeler çok değişik oldu. Kimine göre "kontrgerilla
Refah Partisi'nin içine sızmıştı" kimine göre ise "katılımlar
bir Faisal Finans düzenlemesiydi."Oysa Erbakan hoca, bu yargıları
bir kalemde silecek kadar usta bir politikacı olduğunu "Atatürk
sağ olsaydı, oyunu bize verir-di" diyerek kanıtlayacaktı.
Ordusu, polisi, öğretmeniyle devlet kuşatmadaydı. Tarih boyunca şeriat
yanlılarının hep ilgi odağı oldu. Ordu böylesine somut gelişmeler
olmasına karşı kapılarını bu "sinsi" güce kapatacak eylemlerden
uzak duruyordu... Yalnızca öğrenci alımında imam-hatip okulları giremez
diyerek gazete ilanlarındaki duyurularla yetiniyordu... Ama bunlar
her şeyi yapabilecek güce ve akla, mantığa sahiptiler. Küçük bir düzenlemeyle
imam-hatip sözcüğü elverişli hale sokulabilirdi oysa. Bu olanak içindeydi.
Polis müfettişleri "söz konusu kişilerin eylemlerinin, disiplin
yönünden meslekten uzaklaştır-mayı gerektirdiğini" söyleyeceklerdi.
Yargı yönünden ise haklarında Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı'na
suç duyurusu yapılmasını isteyeceklerdi. Konu bu kadarla da bitmiyor
soruşturmayı yürüten müfettişlere gözdağı veriliyordu. Türkiye'nin
laik yapısını savunan polis müfettişleri, yaptıkları bu soruşturma
nedeniyle yargı karşısına bile çıkarılıyordu. Ama sonuç, şeriat yanlılarının
beklediği gibi olmayacak "müfettişlerin görevlerini yansız olarak
yaptıkları"
Emniyet Genel Müdürü;günümüzün Doğru Yol Partisi Genel Başkanı; Mehmet
Ağar tarafın-dan açıklanıyordu. Ağar, soruşturmayı konu edilen suçların"af
kapsamına girdiğini" ve dosyanın bu nedenle işlemden kaldırıldığını
söyleyecekti!
Orduya, polise sızmayı başaran yargıyı boş bırakacaklarını düşünmek
iyimserlik olurdu...
Adalet Bakanlığı merkez örgütüne tam 32 bin kişi alınmıştı.1983'ten
başlayarak 90'lı yıllarının başlarına dek bakanlığa alınan her 3 kişiden
biri "Türk-İslâm Sentezi"nin kurbanıydı.
1987-1991 yılları arasında 330'u imam-hatip kökenli olmak üzere 1700
savcı ve yargıç alındı. Siyasetin özü şuydu: Tespih, seccade ve cami...
Din ile iç içe bir siyaset, devlete git gide bir "din devleti"
olma niteliğini kazandırmıştı. Siyasal ortam her gün biraz daha dini
zorlayarak, din temeline oturtulmaktaydı... Bu hesap ve öyküler ta
2002 yılına dek sürdü. Ve iş gerçekleşti. Tespih, takunya, takke,
seccade ve cami ile suçlanarak görevinden alınan "DİNDAR"
subay örneği yoktu. Ama "dinci" askerlerin şeriat amaçlarını
ortaya koyan somut örneklerde çoktu.
Faik Türün (12 Mart dönemi İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı), Ali Fethi
Esener, Nuri Kayra,
Hasan Sağlam. Sami Karamısır, Osman Başbuğ gibi namazında niyazında
askerler dindar kimlikleriyle ordunun üst kademelerinde bulundular.
Laiklik konusundaki yorumlarıyla (Bir ara devrimci Prof. Toktamış
Ateş hocayla kol kola TV programı sundular) ya da Mustafa Kemal Atatürk
hakkındaki görüşlerini ayakta alkışlanan Müslüman yazar Abdurrahman
Dilipak'ı anlamamakta direniyorlardı. Dilipak'ın açık açık tanımladığı
'şeriat düzenine, özgürlükçü anlamalar, uzlaşmacı işlevler yüklüyorlardı.
Özetle Dilipak: "İslâmcı demokrasiyle, liberalizmle, rasyonalizm
ile açıklayamayız. İslâm demokrat değildir, rasyonalist de değildir.
İslâm'ın kendi değerleri, kendi ölçüleri vardır... Dinde zorlama yoktur,
fakat İslâm'da vardır. Bir insan bu sözleşmenin altını imzalamışsa
ve bunlara uymuyorsa cezalandırılır... Örneğin Müslüman kadın başı
açık gezemez, alırsın cezalandırırsın. Müslüman olduğunu söyleyen
bir kişi oruç yiyemez. Her çocuk 18 yaşına gelince (yani reşit olunca)
dinden çıkabilir. Ama bu insan, bu hakkıyla ilgili süre geçtikten
sonra dinden çıkarsa öldürülür"Bu korkunç bir şey... Kişiler
üzerindeki din baskısı ve seçeneğin anne babasında bulunması, o bireyin
tüm özgürlüklerinin ve inançların ipotek altında tanrı adına güdülendirilmesi...
Çağdışı ve uygarlık dışı uygulama yöntemleri. İşte İslâm'ın düzeni!
Başka bir gerçek; din, ticaret ilişkilerini belgelemek açısından,
kendi deyişleriyle "cemaatin en çok yoğunlaştığı olan, modern
eğitim kurumları" yaklaşımının 'Türk Lirası' açısından ne anlama
geldiği kolayca anlaşılıyor... Soruna 'mark ve dolar' son günlerde
ise 'avro' açısından bakıldığında ise Türkiye'nin ve Türk dünyasının
en parlak beyinleri hangi amaçla yetiştirildiği açığa çıkıyordu.(...)
Askeri sınavları kazanan öğrencilerin sağlık muayenelerinde çürük
çıkarak askeri liseye kayıt haklarını kaybetmemeleri için her yolu
denedikleri, hatta muayene kâğıtlarındaki fotoğrafları değiştirerek
ve sahtekarlık yaparak, sakat öğrencilerin yerine sağlam öğrencileri
muayeneye sokup sağlam raporu aldıkları; hafta sonlarında bunları
arkadaşlarıyla 4-5 kişilik gruplar halinde, belli yerlerden arabalarla
alıp, İzmir'de Hatay, Balçova, Bozyaka ve Yeşilyurt gibi semtlerde
bulunan cemiyet mensubu kişilere ait evlere ve Basmane'deki (...)
adlı ticarethanenin üst katındaki odaya götürüp yemek yedirdiklerini,
video ve bilgisayar oyunları ile hoşça vakit geçirmelerini sağladıkları,
daha sonra da dini konularda filmler izlettirildiği saptanmıştır.
Onlar Kuran'dan başka anaysa tanımazlar. Hem demokrattırlar, hem de
tarikatçıdırlar... Siyaset bilimi açısından demokrat olmalarını bir
yana bırakın, görünmeleri bile olanaksızdır. "Çünkü gerçekten
Nurculuğa göre <devletin resmi dini bulunmalı>, hükümet şeriatın
koruyuculuğunu yapmalı, anayasa Kur-an olmalıdır. Devlet yönetimi
de bir 'ulema' heyetine bırakılmalıdır./Başbakan R.T. Erdoğan'ını
2006'da dediklerini anımsamamak elde değil. S.G./
Bu bakımdan Said Nursi'ye göre laiklik ilke olarak koyan cumhuriyet
anayasaları, şerit esaslarına aykırıdır."
Şu ana konuyu hiçbir zaman düşünce ardı etmemek açısından çok önemlidir:
Bu tür insanlar her kılığa girebiliyor, her tür olanağı kendilerine
artı puan olarak yararlanabiliyorlar. Aydın kesime ayrı konuşuyorlar,
hoşlarına gidecek terminolojiyle yorumları yapıp, onlardan yana olduklarını
"takkiye" ile anlatıyorlar, diğer insanlara bir başka konuşup,
aydınların onayının olduğunu bile öne sürüyorlardı. İşin açıkçası
kelebek gibi süzülüyorlar, arı gibi pike yapıp sokuyorlardı. 1993
yılında bir kez daha ortaya çıkarıldı ki Harp Okulları Yasa Tasarısı'nı
görüşen T.B.M.M. Milli Eğitim Komisyonu'nda başlangıçta her şey normaldi.
Tasarının harp okullarına alınacak öğrencilerle ilgili 37.maddesine
komisyonda yapılan bir eklemeyle, okul kapıları imam-hatip lisesi
mezunlarına açılıverdi. CHP ve SHP'liler şaşkın bakışlarla onlarda
kabul etti... Demokrasinin dayanılmazlığıydı. İmamlardan vali olabiliyorsa,
subay neden olmasındı.
Şeriat isteyenler; kendi çevrelerine "demokrasiyi uygulamaya
kalkmak, Allah'a karşı harp ilan etmektir" diyorlar; müritlerine
" demokrasiyi bir küfür düzeni" olarak tanıtıyorlardı.
Ülke her geçen gün biraz daha; bir yandan İslâm ülküsünün pençesine
düşmekte, bir yandan da Suudi sermayesinin "cazibesine"
kapılıyordu (doğaldır ki bireysel olarak). İdeolojiye; dolar, siyaset,
mark karışacak; kimin eli kimin cebinde olduğu, asla anlaşılmayacaktı.
Suudi, şeriat sermayesinin birlikteliği tarikat/ cemaatler aracılığıyla
Türk ekonomisine sızması "Özallar'ın mukaddes milyarları"
örneğinden başlayarak, "Erbakan'ın kaynakları" ya da emekli
vaiz (SSK' dan) Fethullah Hoca Efendi Hazretleri'nin kurs, okul ve
vakıflar ile açıklanabiliyordu. Suudi sermayesi de her ne denli <yabancı
sermaye> hukukuna bağlı olarak ülkeye giriyorsa da
Özal'ın sorumlu olduğu ayrıcalıklara tez kavuşacaktı.
Özal'ın Suudi sermayesini kayırması, Osmanlı'nın Avrupalı güçlere
sağladığı <<Kapitülasyonlar>> ile eşdeğerdi. Turgut Özal'ın
imzaladığı kararnamelerle de Suudiler karşısında Türk rakiplerini
2. sınıf kuruluşlar durumuna getirecekti. Uzanan sermaye zincirinde
ticaret - tarikat - siyaset ilişkilerinin kötü örnekleriyle ülke,
bu kez şeriatın kıyısına getiriliyordu. El Mecelle Dergisi;"İslâm
adına kendi ideolojisini bölge ülkelerine ihraç etmeyi sürdüren İran
yönetiminin, 1980-1882 yılları arasında 14 milyar dolar (yaklaşık
o günün parasıyla 500 trilyon) harcadığını, öne sürüyordu. (14.000.000.000
x 1.500.0000=21 katrilyon, günümüzün dolar kuruyla çevirisi. Tarih:8.Mart.2007)
Sermaye ve yatırım açısından Nakşi Nurcu yani <<2N>> kapışmasının
perde arkasında Turgut Özal'ın kardeşi "biraderi" Korkut
Bey'in önlenemeyen yükselişi yatıyordu..Allah onlar yürü yaa kulum
demişti bir kez. Doğaldır ki, 21 katrilyondan pay almak isteyenler
olacaktır...
Sonuçta iş silahlanmaya dek gidecek, hem pay almada, hem kazanılanı
korumada, Özal'ın çıkardığı yasa ile herkes silahlanacak ve pastanın
peşine düşecekti... Kaçınılmaz güdülenmenin sonuydu.
İlginç bir konu da şudur:
Turgut Özal ANAP'ı /Ana Vatan Partisi/ kurmaya karar verdikten sonra
ilk yurt dışı gezisini < Suudi Arabistan'a> yapan Özal; İslâm
Kalkınma Bankası, İslâm Konferansı Sekreter yası ve Dünya İslâm Birliği
yöneticileriyle görüştükten sonra Cidde'den New York'a uçmuştur. Bu
uçuş ulus için önemli bir uçuştu (!)
Korkut Özal, Eymen Topbaş (Kadir Topbaş adını da anımsayalım bu arada)
ailelerinin bir sermaye grubu olarak örgütlenmeleri, ANAP' a ekonomik
destek sağlamakla sınırlı kalmamıştı. Oluşturdukları vakıflarla dini
ideolojiyi yayma görevini üstleneceklerdi. Üç vakıf kurmuşlardı. Her
3 vakıf da kuruluş amaçlarını "mescit, cami ve Kur-an kursu açmak;
dini ve milli gün ve gecelerde dini toplantılar yapmak; ilmi, dini
ve milli araştırmalar yapılmasını teşvik ederek din eğitimini özendirmek
ve elbette vakıflar adına ticari alanlarda faaliyet göstermek"
olarak açıklanıyordu... Suudi Arabistan'dan ya da İran'dan gelen 14
milyar dolar bu yöntemlerle pay etmekti diğer bir amaç. Pasta büyüktü!..
Nakşilerin önlenemeyen yükselişi Nurcuları harekete geçiriyor, onlar
da "şeriat amaçları İçin harcayabilecekleri paranın peşine"
takıldılar..14 milyar dolarda Nurcuların da gözü vardı...
Dincilerin <sinsi savaş> taktikleri gündemdeydi. Bilinçli olarak
şu sorular etrafında savlarla İlgili çalışmalar başlatıldı: Allah
var mı yok mu?.. ya da evrenin gizi özü ne gibi inanç özgürlüğüne
yönelik tartışma öngörüyordu.
27 Mart yerel seçimlerinden sonra yaşamı cehenneme çeviren <din-siyaset>
ilişkilerini yorumlamaktan uzak duran demokrasi güçlerinin; dincilerin
sinsi savaş taktiklerini anımsamaları gerekiyor. Çünkü meydanlarda
şeriat için, bir değil, on tane kelle feda eden siyaset konuşmaları
yapılıyor; parlamentoda "şeriata geçişin kanlı mı, kansız mı
olacağı" tartışılmaya başlandı.(...)
Ya katlanacağız, ya savaşacağız önerisinin Müslümanlar değil din devleti
kurmak için *sinsi savaşı*sürdürenler olduğunun bilinmesinde yarar
var.
Kısa etekten, tesettürsüz kadından, sakalsız erkekten, kılınmayan
namazdan, tutulmayan oruçtan, uyulmayan din kurallarından ve belki
en önemlisi "eleştiriden tahrik olmak" ciddi bir
<psikolojik tedavi> gerektiriyordu. Her şeyden tahrik oluyor,
kırıp döküp yakıyorlardı.(Başbakan' ın son günlerdeki çizgisini tanımlıyor.
S.G.) Tahrik oluyor öldürüyor / Kahramanmaraş 1979/, tahrik oluyor
yakıyor/ Sivas 3 Temmuz 1993, tahrik oluyor dövüyor / Kanlı Pazar
1969/, sonra da masum pozlarla uzlaşı arıyorlar.
Kendi siyasal ortamlarında umduğunu bulamayan, çıkar düşkünü birkaç
eski solcunun ar-kasından dolaşıp şeriata puan kazandırmada başarılı
olan bu su kurnazları örneğin; antidemokratik olduğu için Milli Güvenlik
Kurulu'na karşı çıkıyorlar, ama "Kur-an emrettiği için"
gözlerini kırpmadan insan öldürüyorlardı... Unutmayalım domuz bağlarıyla
öldürülüp gömülenleri.
Dünyada Katolik'ten, Ortodoksu'na kadar hiçbir Hıristiyan, İncil'i
iktidar yapmak için savaşmıyor. Ama kendisi çok akıllı sanan İslâm
düşünürleri Kuran, bir din devletinin anayasasıydı. Çünkü düşünürlere
göre, İslâm günün koşulları gereği bir devlet dini olarak doğmuştu.
Günümüz koşullarında, katı kurallarla bezenmiş bir dini; kişi ile
Allah arasında inanç ilişkisi biçiminden çıkarıp; bir siyaset aracına
dönüştürmek için <yalan> gerekiyordu.
"Özal'ın değişim dönüşüm adı altında yaptığı akıl almaz işlerden
birisi de belki en önemli-si '2.Cumhuriyet' prensibiydi. Kemalizm'e
dönük en tutarlı eleştirilerin Türkiye solundan geldiğini unutan,
bir takım siyaset meraklısı eski solcuyu peşine takan Özal'ın, bu
boyutta bir tartışmayla karşılaşması, elbette bir rastlantı değildi
Bir yandan <hür teşebbüs, hür düşünce ve yenidünya düzenine>
dayandırdığını söylediği projenin kendisinin olduğunu söylüyordu.
Ama öte yandan da İslam' i şiddetin mimarı Nakşîler ve Atatürk düşmanlığının
simgesi Süleymancılarla birlikte yeni siyasi oluşumlara yelken açıyordu."
Kemalizm'in "miadını <sürecini> doldurduğu", "Özalizm'in"
yıldızının parladığı sanılı-yordu. Atatürk Cumhuriyeti'nin işlevini
bitirdiği, ülkenin Özal Cumhuriyeti'nin omuzları üzerinde yükseleceği
düşleniyordu. İstiklâl Mahkemeleri'nin darağaçları eleştiriliyordu.
Ama, 2. Cumhuriyetçi Özal'ın askeri hükümetteki başbakan yardımcılığından
başlayarak 50 idamda parmağının olduğu unutuluyordu."Tevhidi
Tedrisat" eleştiriliyordu. Ama ilkokul çocuklarının ellerinden
tutup tek sıra Cuma namazlarına götürülmeleri kimsenin umurunda değildi.
Laik düzenin din ve vicdan özgürlüğü üstüne getirdiği baskılardan
yakınılıyordu. Ama cezaevleri düşünce suçlularıyla dolduruluyordu!
Bu ölçütlerle 2.Cumhuriyetçi Özal'ın özelinde bir tarikatçı refleks
olarak ortaya çıktığı görülüyor. Destekleri ve ittifakları alındığında
ise, bir şeriatçı özlemle beslendiği gözleniyordu.
Şeriat yanlılarının 2.Cumhuriyet'e olan büyük ilgileri, Kur-an kuralarındaki
parmak kadar çocuklara ettirdikleri "Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği
ile savaşacağıma" yeminiyle başlıyordu.
2. Cumhuriyet Özal için bir "kurtuluşu", aklı başında ve
toplum bilimci yandaşları için ise bitmeyen bir kini anlatıyordu.
Ankara'da birçok devlet dairelerine postalanan <<Mustafa Kemal'in
Din Aleyhinde Yaptığı İnkılaplar (melanetler)>> başlığını taşıyan
broşür / el ilanı/ bu tarihi kinin kökünü aydınlatıyordu.
98 maddelik el ilanı, ister istemez, hikmeti kendinde saklı 2.Cumhuriyetçi
bilim adamlarının "resmi ideolojimiz iflas etmiştir" ya
da "Kemalizm fiilen ölmüştür" gibi yazılarını anımsatıyor.
İslâm' i düşünür sıfatlı <<yalaka>> şeriatçısının ise
"Kemalizm'in Sonbaharı" makalesini çağrıştırıyor. Üç aşağı
beş yukarı aynı şeyler yazılıyor. Kemalizm'in yorumunda hem fikir
olunuyordu.
T.B.M. Meclisi'nin çalışma saatlerini oruç ve namaz saatlerine göre
düzenleyen önergeler tartışılıyordu. Ordudan, polisten, üniversitelerden
tekbir sesleri yükselmeye başladı. Yerel yönetimler, en baba sosyal
demokratlar bile tarikat ve cemaatler arasında paylaşılacaktı. Eğitim
ve öğretim kurumları her gün biraz daha dinselleştirilerek su yüzüne
çıkacaktı. Şanlı Sivas kıyamı yaygınlaşacaktır çağrısına kulak tıkayan
savcılar; ki bunlar imam savcılardır; yargıçların gücü; yazarlara,
şairlere, bilim adamlarına yetecekti.
Savaşımız, ülkemizde yaşayan insanların temel hak ve özgürlüklerinin
tümüyle birlikte
Birey olmalarını sağlama savaşıydı... Duyurulur!...
Laiklik: Bitmeyen Savaş!
(İslâmcılık Cereyanı II-Tarık Zefer Tunaya, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları)
Türk devriminin temel ideolojik-ülküsel-prensibi olan LAİKLİK, daha
başlangıçta irticanın ve temsilcilerinin reddi olayına dayanmıştır.
1945 tarihine değin, gerici çevreler, tarikatlar ve muhafazakâr-tutucular-aydınlar,
Cumhuriyet şekline ve laiklik, devrimcilik prensiplerine karşı devamlı
ve açık bir kampanya açamamışlardır.
Bununla birlikte, yeni devlet şekline karşı beslenen esli kinin, birkaç
yıl ara ile, silahlı hareketler halinde ortaya çıktığı görülür tarih
sürecinde... Bu olayların hepsi de "din adına" İslâm dinini,
teokratik devlet şeklini savunma amacı ile yapıldıklarını savlamışlardır.
Laik ve Devrimci Cumhuriyet'te Saldırılar:
Menemen Olayı (1930):
Olay 1930 yılının 22 Aralığında patlak vermiştir. Nakşibendî tarikatı
mensubu Derviş Mehmet ve beş arkadaşı tarafından düzenlenmiştir. Menemen'de
Derviş Mehmet kendisini Mehdi Resûl ilan etmiş ve halkı din elden
gidiyor diye ayaklandırmış, Asteğmen Kubilay tarafından engellenmeye
çalışılmıştır. Kubilay teslim olmalarını istemiş, Derviş, arkadaşı
Şam'dan Mehmet'e emir vererek, arkasındaki kalabalıktan da yüreklenerek,
asteğmeni öldürmesini istemiştir. Tekbir sesleriyle öldürülen Kubilay'ın
başı testere ile kesilerek, bayrağın ucunda
halka gösterilmiş, kanı Derviş Mehmet tarafından içilmiştir.
Bursa'da Arapça Ezan Olayı (1933):
1933 yılının Şubat ayının ilk gününde meydana gelmiştir. Nakşibendî
tarikatına mensup Kozanlı İbrahim ve arkadaşlarının düzenlemesidir.
Öğle namazından sonra; İbrahim ve arkadaşları "Dinini seven bizimle
gelsin" uyarısında bulunmuşlardır. Biriken alabalık, ayetler
okuyarak, gürültülü bir yürüyüşle Evkaf Müdürlüğü'ne gitmişlerdir.
İbrahim ve arkadaşları Evkaf
Müdürü'ne irticaının zamanının şartlarına bürünen sorusunu yöneltmişlerdir.
Başka yerlerde Arapça ezan okunurken, Bursa'da niçin Türkçe ezan okunuyor?
Müdür İl emri yanıtını verince, kalabalık vilayet konağı önüne gitmiştir."Zabıta"kolluk
güçleri olay yerine gelerek, kalabalığı dağıtmış, önderlerini yakalayarak
adalete teslim etmiştir.
Siirt'te Şeyh Halit ve Oğlu Abdülkuddüs'un Serüveni (1935):
Beşiri ilçesinin Kayıntar köyünde oturan Halit kendisini Nakşî Şeyhi
ilan ederek küçük bir grup toplamıştı çevresine. 1935 yılının Aralık
ayında, müritlerini Eruh ilçesinin bazı köylerine
Propaganda yapmaya yollamıştı. Müritler, gittikleri yöre halkını Şeyh
Halit'de boyun eğmeye, Mehdi olarak tanımaya zorlamışlardır. Halk
bunlara inanmayınca, halktan bazılarını öldürmeye ve yaralamaya başlamışlardır.
Devlet bu garip olayı ve eylemi bastırmıştır.
Serüvenin ikinci bölümünü Halit'in oğlu Şeyh Kudüs üzerine almıştır.
Devlete kızarak dağa çıkar, şeyhlik ve tarikatçılık hareketine başlamıştır.
Devrim hükümetinin kolluk güçleri peşine düşmüş, o da Suriye'ye kaçmaktan
başka çözüm üretememiştir.
İskilip Olayı (1936):
Menemen Olayı'ndan sonra, irtica hareketlerinin en önemlisi sayılan
bu olay 1936 yılı Ocak ayında İskilip'te yaşanmıştır. Kahramanı Nakşibendî
tarikatından Kayserili Ahmet Kalaycı'dır. Amacı, destekleyenleriyle
Nakşi tarikatını yaymaktır. Ahmet Kalaycı' ya göre, namaz ve oruç
farz değildir. 40, 70, 90 günlük oruç sistemi geliştirmişlerdir. Nakşî
Şeyhi ilahi bir karaktere sahipti. Ona tapmak gerekiyordu. Bu İskilip
Eylemi kısa bir sürede bastırıldı.
1923'ten 1945'e değin, laik ve demokratik Cumhuriyet' e yapılan bu
saldırılar hep din adına yapılmış ve dinin harekete geçme savına dayattırılmıştır.
Girişilen bu tür eylemlerin ortak paydadaki özellikleri anarşi, ayırıcı
ve son derece ilkel düşüncelere dayandırıldıkları için gericidirler.
Ayrıca bu tür eylemlerin ülke dışından desteklendiği gün gibi ortadadır...
Bu örnekleri vermemizin asıl nedeni de budur.29 Ekim 1923'ten 31 Mart
20073 dek uzanan süreçte eylemlerde hiçbir farklılık olmamış, düşünce
aynı, fakat eylemi gerçekleştirenler
Farklı insanlardır... O düşünceyi günümüze aktaranlarda... Bir bakıma
çağdaş görünüm ve düşüncesi altında çağdaşçılığı allayıp pullayıp
demokratikmiş, düzgün bir düşüncenin ürünüymüş gibi sunulmaya çalışılmıştır.
Türk Devrimi'nin yobazlığa, gericiliğe, hatta tutuculuğa karşı kesin
davranışlara sahip olduğu gibi, bir devirde oylarına gereksinim duymadığı
çevrelere karşı aldığı önlemler bu biçim
eylemlerin hızla bastırılmasını, açık ve geniş propaganda çalışmalarına
fırsat vermemelerini
siyasi yaşama karışmamalarını sağlamıştır. Çok partili sisteme geçildiğinde
durum çok farklılaşmıştır.
1946'da faaliyete geçen Ticaniler, T.B.M.M. içinde Arapça ezam olayını
bilerek çıkarmışlardır. Bu dönemin ilk irtica gösterisini yapmışlardır.
Ama caddelerde, mahkeme salonlarında tekbir getirme, tarikat bildirisi
dağıtma, ayinler düzenleyip çalışmalarına yenisini eklemişlerdir.
Atatürk'ün heykellerini kırmak!..
Bu karşı devrim eylemleri 1951 yılında sıklaşmıştır. Bu eylemlere
karşı çıkarılan "Atatürk Yasası" gereğince;25 Temmuz 1951:Kemal
Pilavoğlu mahkemeye verilmiş ve 15 yıl ağır
hapse mahkum edilmiştir. Tarikat da bu tarihten sonra açık çalışmalarını
askıya almıştır.
Malatya Suikastı-Bilerek adam öldürme eylemi-
Eylem 1952 Kasım ayında meydana gelmiştir. Vatan Gazetesi başyazarı
Ahmet Emin Yal-man Malatya'da lise öğrencisi tarafından saldırıya
uğramıştır."Suikast"ın ana nedeni Yahudi düşmanlığı ve Ahmet
Emin Yalman'ın düşüncelerine karşı duyulan kızgınlık olarak açıklanmıştır.
Bilerek adam öldürme eylemini yapanın davranışı, ayı zamanda 'İslâm
Demokrat Par-tisi' programının, Yahudiliğe karşı yer vermiş olan 19.maddesine
uygun düşmekteydi. Malatya eylemi günlerinde, Demokrat Parti Milletvekili,
Hasan Fehmi Ustaoğlu <<Büyük Cihat>> dergisinde laik devlet
düzenine karşı hıncını belirtmiş ve şu sonuca varmıştır. Türk milleti,
Atatürk devrimlerine borçlu sayılmazlardı. Kamuda hayli tepki uyandıran
bu yazı, devrimci çevreler tarafından protesto edilmiştir.
Şeyh Sait Ayaklanması
(Cumhuriyet' ten Günümüze Gericilik III-Çağlar Kırçak Cumhuriyet Gazetesi
Yayınları)
Şeyh Sait olarak bilinen Kürt Ayaklanması 11 Şubat 1925'te eski adı
Genç olan Bingöl' ün Piran köyünde başladı. Ayaklanmanın başında Şeyh
Sait adında yobaz bir serüvenci vardı. Bu kişi o güne dek kimi olaylara
karışmış ve 1914'te aynı bölgede baş gösteren ayaklanmalarda yer almıştır.
Nakşibendî Tarikatı'ndandı. Büyük koyun sürülerine sahip varsıl bir
"Kürt Ağası"ydı. <Şeyh Sait Ayaklanması>, gerici dinsel
söylemlerle yürütülmekle birlikte, ayrılıkçı bir hareketti. Ancak,
gerici niteliği kuşkusuz yadsınamazdı. Atatürk ve çevresine göre ayaklanma
iki yıldır çeşitli kollardan hazırlanan bir karşı devrim eyleminin
başlangıcıydı... Yurt dışın-da bulunan Vahidendin ile İngiltere'nin
eylemde parmağı vardı. Kadri adında bir kişinin Şeyh Sait'e yardımcı
ve dinsel kurallara saygılı, dindar bir parti olarak tanıtıldığını...
Çetin Özek İleri sürer.
Şeyh Sait'in Piran'da başlattığı ayaklanma hızla gelişti. Genç, Çapaçur,
Palu ve Hani hükümet konaklarına baskınlar yapılarak buralardaki jandarmalar
tutsak edildi.(...)
Başbakan Fethi Okyar baskılılar karşısında 25 Şubat günü Kâzım Karabekir,
Rauf Orbay ve
Adnan Adıvar'ı çağırarak sıkıntılı bir biçimde şunları söylemek zorunda
kaldı:
-Size partinizi kemdi kendinize dağıtmanızı bildirmeye beni görevlendirdiler.
Dağıtmazsanız geleceği karanlık görüyorum. Çok kan dökülecektir.
Karabekir'in yanıtı ödünsüzdü:
-Yasalar çerçevesinde parti kurmak elimizdedir. Ancak bunu dağıtmak
elimizde olmayan bir şeydir Hükümetsiniz, Her cins gücünüz, çeşitli
araçlarınız vardır. Partimizi ille dağıtmak istiyorsanız onu yapmak
elinizdedir.
Okyar üzgündü.
Nakşibendîlik Türkiye'de en çok etkinliği olan bir tarikattır. Laikliğe
ve Cumhuriyet sistemine şiddetle karşı çıktıklarından azılı birer
<<Atatürk>> düşmanıdırlar.
Fevzi Çakmak ve Hortlayan İrtica:
Millet Partililer 14 Mayıs 1950'de yapılacak seçimlerde Mareşal Fevzi
Çakmak'ın onursal başkanlığa getirilmesini büyük bir kazanım olarak
görüyorlardı, oy çıkarları doğrultusunda. Ama öyle olmadı. Çakmak
10 Nisan 1950'de ölüverdi... Mareşal'ın cenaze töreni tam bir irtica
gösterisi oldu. Yobazlar, törenin disiplinini bozarak, komutanın tabutunu
zor kullanıp, omuzladılar. Kortejde bulunan vali, yüksek rütbeli subaylar
ve yabancı diplomatların her biri bir yana dağıldı. Tabut, binlerce
yobazın arasında ve eller üstünde, sağa sola yalpalayarak caddelerden
geçiriliyor, Eyüp Mezarlığı'na götürülüyordu... Ve ölümünden sonra
Çakmak günümüzün bayrağı olmuştur.
İslâm Halkının Kalkınma Hareketi:
(Kaynak:31 Mart'ta Yabancı Parmağı D.Avcıoğlu)
Belge:3 <İslâm' i Kalkınma Hareketi ve Şeriatçıların Devleti Ele
Geçirme Planları:
Bugün Gazetesi başyazarı, Suudi Arabistan ve benzeri ülkelerden yolladığı
yazılarla harekâtlarının amaçlarını açıklamaktadır. Bunun için bir
"Kurtuluş Savaşı" verilmektedir."Bugün" başyazarı,
aşağıda okuyacağımız yazılarda, 1960'dan sonra bu yolda büyük yol
alındığını ileri sürmekte ve devleti ele geçirme planlarını açıklamaktadır.
1.İslâmi Kalkınma Hareketi:
Zaman zaman çalışmalarımızın bilançosunu yapmamız lazım. Başarılarımız
nelerdir, başarısızlıklarımız nelerdir?.. Yapılanlar ile "yapılması
gerekenler" arasındaki açıklık nelerdir?
"Nihai zafere" kesin zafer ulaşmak için daha ne gibi gayretler
sarf etmeliyiz?
Umumi genel stratejimiz; plan programımız; iş ve amel siyasetimiz
ana hatlarıyla neler olmalıdır?..(....)Benim bahsetmek istediğim şey
İslâm' i kalkınma mevzuu-konusu- ile ilgilidir. Evet İktisadi ekonomik,
zirai tarımsal, mali, kültürel ve hatta bazılarına göre turistik kalkınma
yanında elbette hiç de <<İslâm' i Kalkınma>> modeli olacaktır.
Laik olan devlet ve devletin emrindeki politikacılarımız bu dini kalkınma
işine karışmayabilirler. Ama biz politika dışı ve üstü Müslümanlar
pekâlâ bu işlerle meşgul olabiliriz...
(....) Türkiye'de bir İslâm' i Kalkınma Hareketi var mıdır? Vardır
ve varlığı inkâr kabul etmez. İslâm düşmanı formasyonlar veya komünistler
"irtica şahlandı... Gericilik aldı yürüdü"...diye feryat
ederken, işte bu İslâm' i Kalkınma Hareketi'ne temas ediyorlar. İ.K.H.'
nin hızlanmasına en fazla faydası dokunan hadise olay 27 Mayıs baskını
olmuştur. Ecnebi yabancı gazetelerin de yazdıkları gibi, bu "devrim"in
en hakiki-gerçek-gayelerinden biri de Menderes devrinde yarım yamalak
da olsa İslâmiyet'e tanınan hürriyeti özgürlük boğmak ve İsrail aleyhine
Ortaşark'daki Ortadoğu İslâm milletleri ulusları yakınlaşmasını durdurmaktı.
(.....)
27 Mayıs'tan sonraki devrededir ki; bir İslâm matbuatı-basın-, bir
İslâm kitap neşriyatı yayını-, bir İslâm milletleri marifçiliği Milli
Eğitim, bir İslâm gençlik hareketi, bir İslâm kadın hareketi fikirleri
muafikiyetle başarıya fiiliyat çalışma sahasına dökülebilmiştir.
27 Mayıs'ın kuvvetler düzeninde meydana getirdiği sarsıntıdan sonra,
bugün Türkiye'de üç içtimai sosyal cereyan akım kalmıştır.
1-İslâmcılık
2-Komünizm ve sosyalizm
3-Atatürkçülük.
Bunlardan ilk ikisi dinamik ve aksiyoncudur. Üçüncüsü ise reaksiyon
safhasına düşmüştür.
Zaten ikinci cereyan akım, üçüncüden (belki bir tatminsizlik sebebiyle)
kopup ayrılmıştır. İlk iki cereyan akım devrimcidir.(İhtilal manasına
anlamına değil, sosyal düzenin değiştirilmesi manasında.)Üçüncü muhafazakârdır.
İkinci ile üçüncünün ittifakı veya bazı mefhumları beraberce istismar
etmeleri veyahut da birinciye karşı düşmanlıkta birleşmiş olmaları,
gerçekten birlik olduklarına delalet etmez.
Türkiye işte bu üç ideolojinin ülkünün savaş alanıdır.
Tarihçeden sonra, yarınki yazımda İslâm' i Kalkınma Hareketi faaliyetlerine
kısaca ve eksik olarak devam edeceğim... diyor. Bir de not vermiş
yazar: Yanlış anlamak isteyeceklere peşin cevap-yanıt- olarak derim
ki, Türkiye'de İslâmcılık hareketi çok önceden vardır. Fakat geniş
bir çıkış yolu bulamıyordu.27 Mayıs yıkımı ona bu meydanı sağladı.
Birdenbire yayıldı, büyüdü ve gelişiverdi... <<Bugün, 19.6.1969
Mehmet Şevki Eygi>>
Demokrasi Memokrasi...
Celal Bayar'ın ve eski demokrat arkadaşlarının siyasi affı meselesinde
sorununda demokrasi bir kere daha şapa oturdu. Azınlık, hem de çok
küçük bir azınlık kaba kuvvet, güç, tehdidine başvurarak önledi. Devlet
reisi başkanı de salâhiyetlerini yetkilerini aşarak onlardan yana
çıkınca siyasi çevrelerde büsbütün şafak attı...
27 Mayıs ihtilalinden beri hep böyle oluyor zaten. Demokrasi, anayasa,
temel hak ve hürriyetler... Falan filan diye cart curt ediliyor Sonra
bir de bakıyorsunuz ki zinde kuvvetler işe karışmışlar: "Gerici
milletin ve gericilerin temsilcisi olan hükümetin dediği değil, bizim
dediğimiz olacak..."
Tabii demokrasi hapı yutuyor her defasında.
(....)Türkiye'de hiç demokrasi yok demiyorum. Bugün gazetesi çıkabiliyorsa,
ben bu satırları yazabiliyorsam elbette birazcık demokrasi var demektir.
Ama dikkat buyurun <birazcık> vardır. Evet, şu satırları yazabiliyorum,
ama nerede ve nasıl? Şimdi şu anda Türkiye'den binlerce kilometre
uzaktayım. Bulunduğum yerde 163.madde yok.
Memleketimde olsaydım, fikir ve inançlarımdan dolayı hapishaneye atılacaktım
ve değil günlük makaleler, bir satır bile yazı neşretme müsaade izin
edilmeyecekti. Bereket versin ellerinde gazete kapatma selahiyetleri
yok.
Bu mevzudaki kanunları-yasaları-çıkarırken henüz Müslüman gazeteler
çıkmamıştı. Kanunları, komünist gazeteleri azami koruyacak şekilde
hazırladılar. Eh şimdi biz de istifade-yararlanma ediyoruz.
(.....)
Demokrasi... Demokrasi
Orta mektep çocuklarını uyutmak için çıkarılan Yurt Bilgisi kitaplarındakilere
benzer martaval fikirleri bir tarafa bırakalım da gerçekleri görmeye
çalışalım.
Hâkim olabilmek borusunu öttürebilmek, dediğini yaptırabilmek için
kuvvetli olmak lazımdır. Siyaset sahasında kuvvetli olabilmek için
de yukarıda sıraladığım 13 müesseseyi ele geçirmek lazımdır.
4 senede bir sandıklara ezici bir farkla canımızın istediği kâğıtları
atmanın pek ehemmiyeti önemi yoktur.
Zinde kuvvetleri kendi davana kazanabiliyor musun? Temyizi kazanabiliyor
musun?
Matbuata, üniversiteye, sendikalara hakim olabiliyor musun?... Sen
bana bunlardan haber ver...
İşte o zaman, seçimleri İsmet Paşa veya Aybar bile kazansa yine bizim
borumuz öter...
Bugün Gazetesi... 17.6.1969.Mehmet Şevki Eygi.
(...)
Türkiye'de İslamiyet yürümüyor, koşuyor artık.
Allah'a hamd, Resul'e salt olsun!
Bugünleri de gördük.
İnşallah ileride daha nurlu, daha aydınlık günler göreceğiz.
İstikbal İslâm'dadır, Müslümanlardadır.
İslâmiyet için canla başla, ihlasla çalışan her sınıf ve her daireden
kardeşlerime binlerce selam olsun.Hangi meslek, meşrep ve mektepten
olursa olsunlar, esasta beraber olan bütün Müslüman kardeşlerime sesleniyorum:
-İman. İslâm, Kuran, din ve millet yolunda birleşiniz. Biz birleşirsek
olmaz sanılan şeyler olacak ve İslâm'ın zafer güneşi doğacaktır. Bugün
Gazetesi, 19.6.1969.M.Şevki Eygi
Şeriat'ın Günlüğünden:
M. Naci Ünver..8 Temmuz 1989!..
Önce şeriat düzeninin kılık kıyafet istekleri geldi gündeme. İlk aşamada
"masum" istekler olarak değerlendirildi bunlar. Oldukça
yumuşak görüntülü bu isteklerin günün birinde sertleşip zora ve baskıya
dönüşebileceği uyarılarını fazlaca önemseyen olmadı böylece. Ancak
bu uyarıların haklılığının anlaşılması uzun sürmedi. Eylemler başlamıştı.
Hem de ilginç görüntülü eylemler. Arkasından kimi kamu kuruluşlarının
yetkileri de şeriat dönemini istiyormuşçasına uygulamalara yöneldiler.
Bu kez bir telaştır başladı herkeste.Neler oluyordu?.. Oysa gelişmeler
bir sürpriz değildi; ekilen tohumlar filizlenmeye başlamıştı.
Şimdi 80'li yılların sonlarına geldi Türkiye. Kuşkusuz bundan sonra
da bir şeyler yazılacak şeriatın günlüğüne. 90'lı yılların bu konuda
neler getireceğini şimdiden kestirme olanağı yok kuşkusuz. Ancak bilinen
ve bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki; o da Türk toplumunun 21.yüzyılda
"çağdaş" anlamda Atatürkçü bir kimlikle girmesinin kesin
bir zorunluluk oluşudur.
Çünkü uygar uluslar arasında saygın bir yer alabilmesi ancak bu sayede
olur. (Cumhuriyet)
1989 yılında başlayan telaş 2006 yılında daha da arttı. Kılık kıyafet
istekleri Çankaya'ya dayanmıştı. Baskılar artık Cumhurbaşkanlığı içindi.
Türban ya da siyasi içerikli başörtüsü gözünü ülkeyi temsil edecek
makama dikmişti. Tüm eylemler artık boşunaydı. Ülkeyi İran ya da Suudi
Arabistan'ın İslâm görüntüsüyle temsil edecekleri, Avrupa Birliği'nce
nasıl karşılanacaktı? Böyle bir "temsiliyeti" içine sindirip
teslimiyete mi dönüşecekti 73 milyon!
Şeriat Düzenine Doğru...
Vehbi Hacıkadiroğlu..20 Temmuz 1994
1950'ye gelinceye dek Türkiye'de dinsel inançların, hem hükümetlerin
hem de kışkırtıcıların baskısından uzakta, belki de tarihin hiçbir
döneminde hiçbir toplumda rastlanmayan bir
özgürlük içinde bulunduğu söylenebilir.
Refah Partisi'nin Türk toplumunun çağdaşlaşmasını önlemek için her
fırsattan nasıl yararlanmaya çalıştığını açıkça gösteriyor... Bu arada
'Refahçılar' ın bu tür çabalarında Adalet Partisi'nin (yerine göre
DYP'nin)onların aleti olmayı nasıl kolayca kabul ediverdikleri de
gözden
kaçmıyor.
Bu konuda asıl üzücü olan, Meclis' deki solcu partilerin, hatta genellikle
ülkenin çağdaş düşünceli aydınlarının da laiklik konusunda şeriatçılara
ödün vermeye çok elverişli bir ruhsal durum içinde bulunmalarıdır.
(...)Gerçekten, 1950'den beri şeriatçılar her zaman dinsel inanç özgürlüğünü
bir düşünce öz-gürlüğü sorunu olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu
çabalar sonunda Türk Ceza Kanunu'nda Marksist inanç propagandasının
yasaklanmasıyla dinsel inan propagandasının yasaklanmasını, düşünce
ve inanç özgürlüğü bakımından aynı düzeyde iki hukuk olayı olarak
görmek gelenek olmuştur.
Oysa dinsel inanç özgürlüğüyle düşünce ya da başka inançlar özgürlüğü
birbiriyle ölçülemez. Yeni doğan bir çocuğu, bin yıllık bir geleneğin
baskısı altında vaftiz etmek, sünnet etmek, kulağına ezan okumak gibi
yollara başvurarak koyu bir dinsellik ortamı içinde yetiştireceksiniz;
gerek aile içinde gerekse aile dışı telkinlerle, hatta eğitim ve öğretim
yoluyla, onun belli bir İnanca sımsıkı bağlanması için her türlü baskıyı
yapacaksınız; sonra da onun inanç özgürlüğünden söz edeceksiniz. Burada
apaçık bir çelişkinin bulunduğu yadsınabilir mi?
(....)
O günleri (1950'li yıllar) yaşayanla bilirler:
Kışkırtıcılık yoluyla çıkar ardında koşmak isteyen pek az sayıdaki
insanlar bir yana bırakılırsa, dinsel baskılardan yakınan tek kişiye
rastlanmazdı.
Laiklik konusunda cumhuriyetin ilk döneminde yapılanlardan ne eksik
ne fazla, hiçbir şey yapmaya gerek bulunmadığı apaçık ortadayken,
aradan elli geçtikten sonra laikliği yeniden tanımlama derdine düşerek
toplumumuzu ortaçağ karanlığına sürüklemeye çalışanları, elimiz kolumuz
bağlı olarak seyrediyoruz. Bu felç durumdan kurtulmanın yolunu bulmak
zorundayız. Gerçekte bu yitirdiğimiz yolu yeniden bulmaktan başka
bir şey olmayacaktır.
Özel bir not:
2006 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç. laikliğin
tekrar tanımlanması düşüncesini öne sürmüştür, duyurulur!.. (Adalet
ve Kalkınma Partisi'nden Manisa Millet-vekili olarak girmiştir parlamentoya.)
Bir Araştırma:
ŞERİAT TERÖRÜ YAYILIYOR...
Terör kuruluşları bulundukları ülkelere göre değişik adlara sahip:
Cezayir'de İslâm Kurtuluş Cephesi Silahlı Birliği, Lübnan ve Ürdün'de
Hizbullah, İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında Cihat ve
Hamas...
Son dönemde aralarında Muhammed Şevki adından fazla söz ettireni ise
liderliğini Muhammed Şevki İslâmbuli'nin yaptığı Mısırlı grup El Cema
El İslâmi...
Şeriatın Yeni Yuvası: A.B.D...
26 Şubat 1993, Manhattan' da World Trade Center'da bombalar patlıyor.
Bir numaralı sanık, İslâm' i Cihadın Mısır kanadı lideri Ömer Abdurrahman,
yani 'Kör İmam'.ABD, düşmanının bağrında yaşadığını fark ediyor, Kör
İmam Jersey City'de oturuyor.
CIA' ya göre şeriatçılar New York, Detroit, Şikago, Dallas ve Phoenix'te
çok güçlüler. İran'dan gönderilen gizli yardımlarla, rehberde olmayan
telefon numaralarıyla, gizli banka hesaplarıyla etki alanlarını genişletiyorlar.
Açık açık propaganda dergilerini dağıtıyorlar, toplantılar düzenliyorlar,
bilgi alışverişinde bulunuyorlar, para ve video kaset dağıtıyorlar.
ABD'de şeriatın güçlenmeye başlaması 80'li yıllara dek uzanır. O günlerde
ülkedeki camilerde toplanan ve Afganistan'daki din kardeşleri için
propaganda çalışmalarında bulunanlara son üç yılda Ortadoğu'dan yardım
yağıyor ABD gizli kaynaklarına göre ülkede çalışma yapan şeriat yanlısı
belli başlı örgütler şunlardır:
İslâm' i Cihat: Pakistan, Sudan ve İran'dan destek görüyor. New York
ve Jersey Citiy'de güçlüler. Örgütün lideri Kör İmam ABD'deki büyük
camilerin kontrolünü ele geçirmiş durumda. Grubun Filistinliler kanadı
İran'a yakın çalışıyor, başlarında Sami Arian var.
Hizbullah: İslâm' i Direniş Örgütüyle birlikte Lübnan Şiilerinin en
güçlü örgütü Lübnan'daki yabancı rehineler konusunda ve Türkiye'deki
terörist eylemlerde adı geçiyor. Hizbullahlah'ın ABD'deki lideri El
Latif Berri. Midwest'te ve Şikago'yla Detroit çevresinde etkili. New
York'ta basılan Kayhan gazetesi propaganda araçları.
Ennahdah: Tunus kaynaklı en eski Kuzey Afrika şeriat örgütü. Grup
şu anda İngiltere'de sürgünde bulunan Raşit El Ganosi tarafından yönetiliyor.
Özellikle Kanada'daki Kuzey Afrikalı göçmenler çok güçlü.
Fis: Yeni bir örgüt olmasına karşın şu anda hapiste (1993) olan El
Madani yardımıyla Cezayir'de hayli taraftar kazandı. ABD'de örgütün
başında Enver Hadam var.
Müslüman Kardeşler: Tam İslâm' i örgütlerin kaynağı durumundaki kuruluş
20'li yıllarda Mısır'da Şeyh Hasan El Banna tarafından kuruldu. Ortadoğu'da
büyük güç kazandı. Arap ülkelerinde çok güçlü. Büyük Amerikan şehirlerinde
camiler ve kültür merkezleri çevresinde etkin.
Geniş bölgelerden yardım toplayabiliyor.
Hamas: ABD'deki en güçlü Filistinli örgüt. Musa A.Marzuk'un yönettiği
bir cemiyetin geri-sinde, Virginia ve Şikago'da güçleniyor. Bu iki
şehirdeki merkezlerde İsrail ve işgal altında tuttuğu topraklarda
gerçekleştirilecek politikalar ve saldırılar planlanıyor. Gazze'ye
para buradan geliyor.<Cumhuriyet Dergisi 5 Eylül 1993 sayı:389>
Amerika'daki İslâm'ın varlığı, bu yeni anakaranın Batılılarca bulunup
işgal edilmesine dek uzayabilir. Kristof Kolomb'un mürettebatı arasındaki
İspanyol Müslümanlar, engizisyon mahkemeleri korkusundan veya başka
nedenlerle Hıristiyanlaşmış kimselerdi. Endülüs İslâm Devleti'nin
kültürünü taşıyorlardı 1529 yılında bir İspanyol keşif ekibi içinde
yer alarak Kuzey
Amerika'yı dolaşmıştı
Müslümanların ilk camiyi Amerika'da North Dacota'da, kurmuşlardır
1911 tarihinde.1989'da yıkılmıştır. ABD Göçmenler Dairesi 1965 kayıtlarına
göre ABD'de yaşayan 200 bin Arap Müslüman vardır. Günümüzde her renk
ve ırktan, sayısı 600 bin ile 10 milyon arasında değişen Müslüman
bulunuyor. Öte yandan Wall Street Journal gazetesinin 1990'dan geçerli
Müslüman sayısı 4 milyondu. Chicago'daki İslâm Birliği Enstirüsü'ne
göre 3.5 milyon, Ana Britannica'ya göre 5.6 milyon, New York Times
gazetesine bakılırsa 5 milyon, İslâm Ümmeti hareketi lideri Varisüddin
Muhammed'e göre 9 milyondur. Olay bir hayli karışık olduğundan verilerin
tümü de tahminlerden başka bir şey değildir.
Washıngton İslâm Konseyi sorumlusu Ferid Noman'ın incelemesi, aktaran
Ian Williams ve aynı araştırmaya göre New York'ta yaklaşık 50 camii
bulunuyor, Chicago'da 60, Los Angeles'te 25, San Fransisco Los Angels
doğrultusunda 200 camii var. Ülke çapında toplam 600-1200 camii olduğu
sanılıyor. İlk imam atama tarihi 1973'dür.
En başarılı İslâm hareketi, aslı pek belli olmayan Wallace D. Ford
adında bir siyah tarafından kuruldu.1930 yılında ansızın Detroit'te
meydana çıkan Ford, adını Wallece Muhammed diye değiştirdi.
Cezaevindeki Molcom X;sonraki adı Malik El Şahbaz; ezilenlerin ideolojisi
haline gelen İslâm'ı benimseyip ona yeni bir yorum daha kattı. 1963'de
Suudi Arabistan'da Hac ziyaretini tamamladıktan sonra "Büyük
İslâm' i Akıma Katılma" çağrısı yaptı.
İran-ABD savaşı, Lübnan Hizbullah'ı, Batı rehineler olayı, İsrail'e
karşı direniş gibi eylemlerden sonra İslâm' i akımlara sertlik temelinde
yaklaşan Amerikan yönetimi, Sovyet yapısının Çökmesinin ardından yeni
bir saptama yaptı:<İslâm Kökten Dinciliği Tehlikededir>Saptama
ABD yönetiminin, ülkedeki birçok İslâm' i akımı yakından izlemesine,
Mısırlı kör Şeyh Omar Abdurrahman'ın gözlem altında alınması ve New
York iş merkezindeki kundaklama olayında olduğu gibi, İslâmcılarla
sürtünmesine yol açtı.
1993'ten itibaren ise <<acılı İslâm yerine ılımlı İslâm'la işbirliği,
uzlaşma, İslâm' i hareketleri mevcut ülkelerin yönetimine ortak etme>>
gibi bir yönelim ağır basıyor.11 Eylül ikiz kulelerin yok edilmesinin
arkasında hangi gerçekler vardır?
Türkiye'de başta iktidar partileri olmak üzere genel anlamda "merkez
sağ ve sol" partileri etkileyen >İslamiyet< oluyordu. Profesör
Dr.Sami Zubaida'nın bir tanısı var:<<İslâm, siyasal ifadenin
egemen üslubu haline gelmiş; ben daha Müslüman'ım söylemi İslâm ülkelerindeki
günlük yaşama hakim olmuştur.>>
O kadar ki; pek laik olduğunu söyleyen Demokratik Sol Parti lideri
Bülent Ecevit bile, İslâmiyet'in ilk dönemi "Asrı Saadet"
için 'gerçek adil ve eşitlikçi toplum' tanımını kullanabildi.
Ve hatta Fethullah Gülen ile birlikte aynı fotoğraf karesinde aile
fotoğrafı olarak girdi...
Laikleşmenin Anadolu'daki öncüsü ve İslâm' i kesimde sevilmeyen Mustafa
Kemal Atatürk
adına İstanbul'da >Atatürk Camisi < inşa edildi.1994 yerel seçimlerinden
hemen sonra; Refah Partisi metropol belediye başkanlıklarını kazanınca,
televizyonlarda açıkoturumlarda katılan hemen hemen tüm laik aydınlar,
başta Prof. Dr. Toktamış Ateş; "Ben de Müslüman'ım, ailemde namaz
kılanlar var" tümceleriyle tartışma alanına giriyorlardı. 2006
yılında... Aralık'ın son günlerinde 1977'lerin genç CHP' li politikacısı
Ertuğrul Günay, İslâm' i Sol Parti için kolları sıvıyordu... Ne demiştik;
İslâm'ı, dini, tarikatları, cemaatları arkasına almayan bir siyasi
oluşum, salt laiklik ile iktidar olamaz! Sayın Günay bunu mu kanıtlama
mı çalışıyor, önümüzdeki süreçte? Yanıtı ise;"Dinin siyasete
karıştığı yerde; Mısır'da Enver Sedat, ABD'de Jimmy Carter ve Ronald
Reagan, Türkiye'de Kenan Evren, Turgut Özal ve diğerleri, İsrail'de
Menahim Begin'lerin yönetime gelmeleri çok olağan bir ortak oluşumdur.
Doğal olarak burada Vatikan'ın ve papaların özel bir olgusu da vardır
bu bağlamda.
DİNSEL TERÖR VE TİCARETİ..
İnsan bilinçlenmeye başladığından bu yana korkularını yenmek için
gereksinimler duymağa başlamıştır... Önce tapınacak soyut ve somutları
üretmiş, arkasından insan toplumunun çoğalması sunucu, toplumları
bir düzen içerisinde yönetebilmek için ortaya 'akıllı insanlar' çıkarak
dinleri oluşturmuşlardır... Ana öğe soyut ve somutlar olmak üzere.
Bu dinleri de "soyut ve somut" tapınılacaklara bağlayarak,
düzenlerini kurallara dayandırarak sözden yazıya dökerek kitaplarda
yozlaştırmışlardır... İnsan çağcıllaştıkça ve uygarlaştıkça bu olguları
çıkarları doğrultusunda yoğurmaya başlamış ve bilimsel bir temele
oturtmağa çalışarak; paraya çevirmek gayretiyle bir "din borsası"
oluşturmuştur. Bu olgu dünyadaki tüm dinlerde somut bir biçimde vardır.
Peygamber dediklerimiz böylece oluşmuştur. Söylevleri ise kutsal sayılmış,
ama inanlarca yorumlanarak "ahkâm" kesilmeye başlanmıştır.
Yeni bir meslek, yeni bir para kazanma yolunu açmıştır uyanık insanlar!..
Amaç; emek harcamadan, alın teri dökmeden, oturduğu yerden safsatalar
üreterek, bilime karşı ilmi oluşturarak inanan insanların alın terine
ortak olacak, "beleş"den bir yaşam tarzını kendilerine meslek
edinerek; şeyh, şıh, hacı, hoca gibi kimliklerle; saçlı, sakallı,
takkeli, tespihli, takunyalı bir karakter yaratmışlardır. Adı da şu
üçlem ya da dörtlam arasında gidip gelmiştir: Allah, Peygamber, İslâm,
Müslüman...
Özetle 'DİN':
Uzun bir süreçte dünya ekonomisini yönetir duruma gelmiş, ülkelerin
yönetimlerini ele geçirmek için toplumları parti örgütlerinde toplayarak,
büyük paralar (14 milyar dolar) harcayarak yıkma girişimlerini dinler
arası savaşa dönüştürmüşlerdir... Vatikan buna ilginç bir örnektir...
İslâmiyet'inde olguları ve oluşumları ortadadır YİMPAŞ' ıyla, KOMBASSAN'
ıyla, İHLÂS HOLDİNG' yle... Saymakla bitiremeyeceğimiz İslâm' i örgütlerle...
Bu konudan rahatsız olan birinin yapıtlarından ilginç örnek aktarmak
yerinde olur... Alman Hava Yolları'nda hostes olarak çalışan Sara
Gül Turan'ın yapıtları gerçekten çok çarpıcı.
"Düşünebiliyor musunuz, boylu postlu aslan gibi bir Türk genci,
kocaman bir kapının önün-de elinde silah yerine bir çift pabuçla nöbet
tutuyor. Hem de "hazır ol" vaziyette. Bu resim İstanbul
Üniversitesi Sanayii İşbirliği Şurası'na katılan Cumhurbaşkanı Demirel'in
Dolmabahçe' deki Bezmi Âlem Valide Sultan Camii'nde namaz kılarken
pabuçlarını kapı önünde bırak-tığında kayıp olmasın diye elinde tutan
bir korumanın resmiydi."
Kimi Refah Partili belediye başkanları takviye yapmağa gerek duymadan,
Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanı olduklarını açıkça ortaya koyuyorlardı.(...)
"Refah' ın ana felsefesini ve kaçınılmaz olan yönelişini değiştirmiyor.
İşte bu gerçeği yaptıkları icraatlarla ortaya koydukları için Refah
Partili belediye başkanlarına teşekkür borçluyuz. Çünkü bu insanlar
27 Mart 1994 yerel seçimlerinden bu yana ideolojik-ülküsel uygulamalarıyla
dikkat çekti. Seçildikten günden beri, cadde ve sokak adlarını değiştirmek,
tretuvarları yaya yolu önce yeşile, sonra sarıya boyamak, mescit yaptırmak,
cami yeri açmak için imar planı değiştirmek, belediye binalarındaki
Atatürk resimlerini kaldırmak, kadınlar için ayrı otobüs seferi koymak
(yakınlarda İstanbul'da kadınlara has park açmak 2007), ulusal bayramlara
"hastalık" gerekçesiyle katılmamak gibi icraatları gerçekleştirdiler.
Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan
şu icraatları yaptı:
*Gazetecilere özel kaleme girme yasağı koydu.
*Şehir Tiyatroları'nda bundan sonra "milli duygular"a hitap
eden oyunların sahneleneceğini söyledi. Baleyi "belden aşağı
sanat" olarak niteledi. Ve Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni
Gencay Gürün'ü görevden aldı.
*Önceki yönetimin "yağmur bombası" uygulamasına, "ekolojik
dengeyi bozdu" gerekçesiyle karşı çıktı. Bunun yerine çağdışı
"yağmur duası" önerdi.
*Büyükşehir Belediyesi içindeki bir odayı boşaltarak, mescit haline
getirdi.
*Gülhane
şenliklerinde sanatçıların dekolte giymelerini önlemek istedi ve şenliklerde
içki satışları yasaklandı
*Belediye meclisinin ilk toplantısını, Fatiha ile açtı.
*Göztepe'deki Hıfzı Velded Velidedeoğlu Caddesi'nin adını Tütüncü
Mehmet Efendi Cadde-si olarak değiştirdi.
Biz bu siyaset adamını getirip, CHP'nin yardımıyla önce milletvekili
sonra da başbakan yaptık.Şu sırlarda ise cumhurbaşkanı yapacağız...
Kaçınılmaz bir son!
Beyoğlu Belediye Başkanı Nusret Bayraktar ise:
Çiçek Pasajı Nevizade Sokak'taki içkili lokantaların camekânlarına
siyah perdeyle kapatıl-masını istedi ve sokağa masa çıkarmalarını
yasakladı. Tretuvarları yeşile boyadı, ancak İstanbul Valiliği'nin
uyarısı üzerine renkleri değiştirmek zorunda kaldı.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in çalışmalarına gelince:
*Altınpark'ta sergilenen Berlin Üniversitesi öğretim üyelerinden Mehmet
Aksoy'un "Tutku", Azade Köker'in "Genç kız ve Delikanlının
Aşkı" yapıtlarını "orgazm halinde oldukları" gerekçesiyle
kaldırılarak "Ben böyle sanatın içine tükürürüm" dedi.
*Hitit Güneşi'ni müzeye armağan edip yerine Malazgirt Camii inşa ettireceğini
söyledi.
Rize Belediye Başkanı Şevki Yılmaz ise; işe başlar başlamaz hemen
şu çalışmalara başladı. Meclis kararıyla yeni açılan bir caddeye Atatürk'e
silahlı eylem girişiminde bulunan "Ziya Hurşit"in adını
verdi. Ancak büyük tepki üzerine bu kararından vazgeçti. Hiçbir ulusal
bayramda çelenk sunma törenine katılmadı. Ayrıca hac alanlarında kabir
elbisesini giyerek Refah Partisi için oy toplama avına çıktı. Söyledikleriyle
yaptıkları birbirine uymayan insanların ne istedikleri belli... Refah
Partisi'nin desteğiyle yayınlanan "Taraf Dergisi" nde Ekim
1994 sayısında şunlar yazılıydı:
"Laik bir karı Atatürk'e yazdığı mektupta Tansu'yu ona şikâyet
etmiş, Atası da... olduğu için ona ne cevap vermiş bilemiyoruz ama,
ispiyon Emin Çölaşan'a buradan sesleniyoruz:
Laik karılarda Tansu'ya... Diyormuş. Ne haber ..." Bu satırlar
Türkiye'nin tüm bayilerinde satılan İBDAC' ye ait bir dergide yet
alıyor ve basın savcılığının denetiminden geçiyordu.
Sara Gül Turan Refah Partili olur... sonra görür ki, işin iç yüzü
beklentilerinin dışında bir yolda yürümektedir... Şunları görür:
Hasan Mezarcı Mustafa Kemal Atatürk'e "veledi zina" ile
tarif etmiştir..Refah Partili Hasan Ekinci bir traversli ile aşk yaşamıştır.Şevki
Yılmazı dinlemiştir..Korkut Özal İslâm'ı ve Allah'ı kullanarak ekonomisini
düzeltmiştir. Bireysel çıkarları kollamak için; hacılar, hocalar ve
müftüler takımı bu çemberin içinde yet alıyor... Çünkü bireysel çıkarlarının
işine böyle geliyor. İşin ilginç yanı da hırsızların, talancıların,
vurguncuların, ırz düşmanlarının bolca olduğu bir toplumda bir de
bu takım çıkıyor karşımıza... Aynı eylemleri bu kez din takımından
görüyoruz.
Onların ana amaçları bu ortamı en iyi bir biçimde değerlendirerek
ekonomik kazanca çevirmektir.
Sara Gül Turan inançları doğrultusunda Refah Partili olmuş, gördükleri
ve yaşadıkları onu "olamaz" dedirtmiş ve ayrılmıştır...
Kimdir Bu Erbakan Hoca?..
Türkiye'de ne yapmak istiyor?.. sorusuna yanıt aramıştır. "...
Çünkü tarihin en büyük aşkı Sinop İli'nin Akçam İlçesi'ndeki Uzun
gürgen Köyü'nde yaşanan, yörenin en güzel (.....)i le
Hoca Necmettin arasındaki aşktı.(....)Kötü ve zalim insanlar burada
da sahneye çıktı ve aşıkları cilveleşirken bastı...(...) Baskın olayından
sonra da aşıklar ayrılmak zorunda kaldı.Hoca Necmettin tumanını toplayıp
kaçarken sevgilisiyle geçeirdiği günlerin hayaliyle Harmane şiirindeki
"Bir eşek var idi zaifü nizar, kulakları şikeste vüzar"
diye inleyip durdu.(...)Hoca Necmettin .....ile basıldıktan sonra,
ara sıra gittiği Uzun gürgen köyünü tamamen terk etti. Açıkçası terk
etmek zorunda kaldı.(kaynak Sara Gül Turan)
Özet ile; Necmettin Erbakan Hoca, Milli Görüş' ü temsil etmek, kadayıfın
altının kızarıp kızarmadığını kontrol etmek, Ticaret Odası'nda sekreteriyle
birlikte olmak ve ilk eşini boşayıp bu bayanla yaşamını birleştirmek...
1976 seçimlerinde Hoca Milli Görüş ilkeleriyle faiz ve fuhuş düşmanıydı!
Necmettin Hoca milletvekili adayıyken; 12 Eylül sonrası hükümet olan
milliyetçi tutucu bir partinin iktidar olduğu süreçte Başbakanlık
makam otosunu alarak, iki iş adamı ve sekreteriyle zamparalığa gittiler.Dönüşte,
Kızılcahamam yolunda makam otosu bir kamyona arkadan bin-dirince,
kamyon sürücüsünün anlatımına göre, kısa boylu ve şişman bir kadın
olay yerinden sıvışır...(....)Bu kadın "Fırt Lady" sanını
alırken, Necmettin ve Hasan rezil olurlar. (Din Tacirleri Sara Gül
Turan-sayfa:33)
Ayrıca Necmettin Hoca'nın "Gümüş Motor" serüveni başka bir
öyküdür.1956 yılında başlayan Gümüş Motor öyküsü 1963 yılında noktalanıyor.
O yıllarda kendisine tahakkuk eden 1700 liralık vergi borcunu, bugün
olduğu gibi ödememiştir... Şu anda mahkûmdur kendi evinde... Ya üzerine
yattığı paralar? (2006-2007 yıllarında 1 trilyon TL partinin parası
üzerindedir.)
Odalar Birliği Başkanlığı da başka sarsıcı olaydı" İnsanları
zinadan uzak tutma nutukları atarken, aklı da hep Nermin Hanım' daydı."Ah
Nermin ah" diye iç geçiriyor, bir evdeki karısını, bir sevgili
merkebini, bir de Nermin'i düşünüyordu"(Din Tacirleri-Sara Gül
Turan sayfa:42)
Tansu Çiller'e karşı bir bayan bulup getirdiler... Filiz!..Bu bayan
Refah Parti'ye alınır alınmaz, belediye meclis üyesi Selahattin Yayla
kancayı taktı...Ve birlikte oldular. İşin dinsel tarifiyle zina zaptılar.
Hem de ikisi de evli ve çocuk sahibiydiler. Bu iğrenç olay Selahattin
Yayla'nın kızının açıklamasıyla gün yüzüne çıktı... Hemen 'partimize
iftira atılıyor' söyleminin arkasına sığınıldı..."Partimizin
yükselişini kıskandılar bizlere pislik atıyorlar!" Yapılan pislik
değil midir?
Milletvekillerinin bir kısmı traverslilerle meclis salonundan telefonlaşırken
de aynı söylemlerin arkasında yer alıyordu. Bir milletvekili baskına
uğradığı halde yaşananlar yadsındı ve traversli ölüm tehdidiyle susturuluyordu.
Bir başka isim; İmdat Kaya Hoca. Konuşmalarında sürekli;"Laiklerin
Selanikli tanrıları onlara 50 karı verdi. Nerede mi? Genel evde!"
gibi çirkin, seviyesiz söylevler atıyordu.
Ali Nabi ise bir başka karakter:
Yozgat'ın sorgun İlçesi'nden olduğunu savlıyor. Ama Ordu'da ve Gebze'de
müftülüğü kesin. Adı birtakım yolsuzluklara karıştığı için ayrıldı.
İstanbul'da Cevizli' deki HİPAŞ' a müdür yaptılar. Müftü' nün ticari
anlayışı ve bilgisi ne derece yeterliyse?.. Ali Nabi il başkanlığını
da ret ederken bu gıda markete balıklama atladı. HİPAŞ' ı adalet eski
bakanı ve genel başkan yarcıları Şevket Kazan' ın direktifler doğrultusunda,
toplam 110 kişiden en az birer daire parası toplayarak kurdular..."Paranızı
faize yatırmayın. Yoksa kâfirlerden olursunuz. Bize verin, biz değerlendirelim.
Hem bu markete ortak olursunuz, hem faizden daha fazla gelir elde
ederek, rahat yaşarsınız. Hem de büyük günahtan sakınarak cehennemliklerden
olmazsınız."söylemleriyle kandırdılar. Yıl 2007.İzmir'de kıyıda
köşede bir dairenin en az ederi 135.000.00.YTL .
Pratik bir çarpımla; 135.000.00.-x110=14.850.000.00.-YTL Toplanan
bu paralarla açılan iş yeri 6-7 kişiden oluşan Milli Nizam Partili'
nin adına onaylatılmıştır Önemle duyurulur.
12 Eylülcülerden istekleri vardır bazı siyasilerin... Necmettin Hoca
yalvar yakar eşini yanına getirtti. Yönetim de Nermin Hanım'ı getirtir.
Nermin Hanım ile birlikte olduğunun ertesi günü, kırılan yatağı gören
yöneticilere şöyle yanıt verdi:
"Memleketin yatak sorununa da inşallah iktidara geldiğimizde,
Milli Görüş çerçevesinde çözeceğiz. Zira bu batı taklitçileri karyolaları
çürük imal ediyorlar." Hoca makine mühendisi ve de Prof.' tur.
Yetkili bir ağızdan karyola tanısı böyledir. Kenan Paşa' ya yazılan
özel bir mektupta şöyle deniliyordu. "Bizler er veya geç beraat
edeceğiz. Bu durum ise sizler için iyi bir not olmayacak." İmam
oğlu Kenan /Kainat/ Paşa' dan kibarca bir yanıt geldi. Bir güvenceleri
vardı ki, "beraat"ı dillerinden düşürmüyorlardı.
"8 Ekim 1980 günü savcılık, MSP, MHP, Halkevleri ve Türkiye İşçi
Köylü Partisi hakkında düzenlediği dosyaları sıkıyönetim 1no'lu Askeri
Mahkemesi'ne gönderdi.
Hâkim Binbaşı Vural Özenirler Halkevleri dosyasını, Hâkim Binbaşı
İlhami Uğuryılmaz TİKP dosyasını, Hâkim Binbaşı Üstün Günsan MHP dosyasını,
Albay Hamdi Sevinç ise MSP dosyasını aldı."
Hakim Albay Hamdi Sevinç 9 Ekim 1980 günü İstihbarat Okulu'ndaki MSP'
lilerin sorgu-sunu yaptı... Kesin delil bulunmadığından, Necmettin
Erbakan, Tahir Büyükkörükçü ve Temel Karamollaoğlu Sivas Katliamının
yapıldığı tarihte Belediye Başkanı'ydı dışındaki MSP' liler in hepsini
tahliye etti. Bu karar ortalığı karıştırmıştı. Ne var ki tüm partililer
serbest kalmışlardı...
1993 yılında emekli hakim Albay Hamdi Bey Refah Partisi'nin üyesi
oluverdi(!).
Süleyman Arif Emre'nin Mamak anıları ise şöyleydi:
"Mamak duruşmaları Cuma gününe rastlardı. Duruşma öğle tatili
dolaysıyla öğleden sonra-ya ertelenince, bizler çantalarımızdaki seccadelerimizi
çıkartır, mahkeme salonunun ortasında-ki boşlukta Lütfü Doğan hocanın
imamlığında namazlarımızı eda ederdik.
Bir Cuma bize nezaret eden subay iyilik yaptı. Hepimizin Cuma namazımızı
eda edebilmemiz İçin tümenin camisine götürdü. Caminin resmen görevli
hocası Cuma'dan önce verdiği vaazda namaza gelmiş olan bazı askeri
hakim ve savcılarında yüzüne karşı şunları söylüyordu:
Bir müminin bu dünyada birinci vazifesi, şeriatı Garrayı Muhammediyeyi
ihya etmektir. Eğer o şeriat yürürlükten kaldırılmışsa, onu yürürlüğe
koymak için cihat etmektir. Bu cihat sadece söz ile olmamalıdır. Peygamber
efendimiz bir kötülük görünce onu elinizle önleyiniz, bunu yapamazsanız
dilinizle önlemeye çalışınız, onu da yapamadığınız takdirde kalben
buğz ediniz. Ancak bu üçüncü imanın en zayıf derecesidir buyurmuşlardır.
Bunun için, Kuran nizamını tekrar yürürlüğe koymak için, imanın en
yüksek mertebesine nail olabilmek için fiilen mücadele etmek zorundayız.
Bunu haps' olmak veya idam cezasına çarptırılmak korkusuyla yapmaktan
kaçınanlar, Allah katında büyük cezalara çarptırılacaklardır. Sakın
ha dünya, hayatını düşünerek bu konuda neme lazımcılık yapmayınız...
Süleyman Arif Emre devam eder:
Bizler, o günün şartları altında bu kadar dehşetli bir konuşmaya,
bizi dini nizam istiyoruz
diye tutuklayarak yargılayan bir kurumun tümen camisinde şahit olacağımızı
doğrusu beklemiyorduk. Bu adamların düştükleri tezada bakın. Bu açık
seçik davet vaazını oradaki askeri
hakimler, savcılar iki büklüm huşu içinde dinliyorlardı. Bizler ise
kabuğumuza büzülmüş olarak hoca efendi namına endişe ediyorduk. Milli
Görüş deyimini bile, Devlet nizamlarını yıkmak manasına yorumluyorlar
bu vaiz efendiye neler neler yapmazlardı? Ama burası Türkiye'ydi olurdu
böyle şeyler."
Kenan Paşa 20 Ekim 1980'de Van'da babasının inhisar dairesinden tekelden
olduğunu ama, asıl cami hocası olduğunu açıklayarak hoca çocuğu olduğunu
vurgulayarak; yapılan dar benin temel nedenlerinin biri olarak gösterdiği
"yobaz takımına" karşı gerçekleştirdiğini öne sürüyordu.
Fakat "yobaz takımının" yapamadıklarını Paşa komutasındaki
silahlı güçler gerçekleştiriyorlardı: İmam Hatip Okulları'nın yapılıp,
açılmasına hız verildi. Din derslerinin zorunlu hale getirilmesini
istedi... Tümen camisinden şeriat yayınlarına izin verildi. Ayrıca
bireysel olarak şarkıcılarla takıştı. Paşa eski MSP' li Özal'ı ekonominin
yönetiminin başına atadı. Bir Ana- dolu çocuğunun yaşını mahkeme kararıyla
büyülterek asılmasına onadı.
Atatürkçü paşa çoğu konuşmalarında kutsal kitaptan ayetler çevirdi,
hadis yorumladı ve namazda safların nasıl olacağına dair birçok konuda
din bilgini edasıyla bilgiler sundu topluma.
Sanırsınız alanlarda konuşan general değil bir din bilginiydi(!).Döneminde
'Rabita' olayını Uğur Mumcu su yüzüne çıkardı.
12 Eylül'ün olanak ve desteğiyle köklenip palazlanan kişilerin, Atatürk'ün
Millet Meclisi' nin verdiği olanaklarla konuşan Refah Partili Hasan
Mezarcı' nın 93 yılında şöyle diyordu kadın yandaşlarına İstanbul'da:"Atatürk
milliyetçiliği ne demek? Herkes ben Türküm diyecek, yani niye ben
senin aslın için babamı inkâr edeceğim, anamı inkâr edeceğim? Haşa,
ben senin atan gibi veledi zina mıyım? Benim babalarım Selanik'ten
gelmedi, Batum'dan geldi."
Refah Partili İmdat Kaya'nın düşünceleri şu yöndeydi:
(.....)Bütün bu pislikler demokrasi kavanozu yüzünden oldu...
Hasan Mezarcı ile Uğur Mumcu tartıştıktan sonra kimi öldürdüler? Uğur
Mumcu'yu!..
Dikkat edin bugünlerde Aziz Nesin'de öldürülebilir. Kendileri öldürür,
üstümüze atarlar. Aman dikkat edin haa! Öldürmeyin bu pis mereti durun.
Zaten itirafını ediyor, "Sabaha çıkacak halim yoktur." diyor..."Korkuyorum."
diyor. Elli tane Müslüman pislik ne yazık ki bunu bekliyor. Ben Müslüman
polis olsam vallahi beklemem, istifa ederdim. Kısacası arkadaşlar,
nasıl olur da hâlâ duruyorsunuz? Müslümanların üzerinde yoğun baskı
vardır. Ya İran Müslümanları gibi ayağa kalkacağız ve bu kahpe rejimi
ayaklarımızın altına (Atatürk Türkiye'sini) olacağız. Ya da Müslüman
bir partiyi iktidara getirip işi yumuşakça halledeceğiz...(.....)
Faşist sistem bir puttur. Komünist sistem de bir puttur. Demokrasi
sistemi bir puttur. Laik sistem yani dini devletten ayırma bir puttur.
Kemalist sistem bir puttur. Particilik sistemi bir puttur. Hakkı batıla
karıştırma sistemi bir puttur. Kendi karıştırıyor bazen. Ve milliyetçilik
sistemi de bir puttur."
Refah Partisi'nin sözcülerinden Hasan Mezarcı ve Şevki Yılmaz, Şeyh
Sait'in Müslüman olduğu ve Kıyafet Devrimi'ne karşı geldiği için ölüm
cezasına çarptırıldığını savunuyorlar...
Yine bu tip insanların savundukları ve söyledikleri şu doğrultuda
sürüp gitmektedir:"Türkiye Cumhuriyeti son İslâm Devleti Osmanlı
İmparatorluğu'nu yıkıp, yerine kurulmuş bir devlettir.
Ve Osmanlı'ya düşmandır. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti laiktir
ve dinsizdir. Amerikan köpeği Kemalist kalemşörlerin ortaya attığı
Neo Osmanlıcılık ise Neo Kemalizm'den başka bir şey değildir.
Osmanlı İmparatorluğu, zamanında gücü yettiğince İslâm'ı temsil ediyordu.
Günümüzdeki Müslüman'a ise ecdadıyla bir dünya görüşünün kavgasını
vermek düşer. Osmanlı'nın intikamı da ancak böyle alınır... Bunun
için ilk hedef, Osmanlı düşmanı Türkiye Cumhuriyeti' dir. Çünkü hayata
İslâm'ı tatbik etmek ve İslâm Devleti kurmak için bu şarttır."
Refah Partisi'nin Grup Başkan vekili ve Adalet Bakanlığı yapmış Şevket
Kazan, Bayram-paşa Cezaevi'nde tutuklu bulunan İBDAC' cılara destek
vermiştir.
- "İstanbul milletvekili Av. Ali Oğuz bu gün ziyaretinize gelecektir.
Sizleri dinleyecek ve haklarınızın korunması için gerekli girişimleri
yapacaktır. Geçmiş olsun dileklerimi iletir, selâm ve sevgilerimi
sunarım."
Kazım Albayrak, 21.10.1993 tarihinde Kazan'a yanıt verdi:Bu yanıtın
tam metni, Sara Gül Turan'ın Din Tacirleri'nin 90-91.sayfasından bulunabilir.
İş bununla da bitmiyor Partiye destek veren ve şeriatı uygulamak isteyen
ve silahlı eylemin gereksinimini Taraf dergisi 32.sayfasında <Ya
şeriat, Ya ölüm> başlığı atıyordu... (age 92-93)
Dergilerinde silahlanmaya çağrı yapılıyor ve bu silahların nasıl kullanılacağı
şekillerle anlatılıyordu... Bu açıktan açığa silahlı meydan okuyuştu...
Özetle Türkiye Cumhuriyeti Te Ce ile küçümsenerek şu söylemlere yer
veriliyordu:"İslâmiyet adına, işgal ettiğiniz bu topraklardan
sizin tek ferdiniz bireyiniz- ve tek kurum ve kuruluşunuz kalmayıncaya
kadar savaşacağız.
Sizi ya biz tepeleyeceğiz ya da siz def olup gideceksiniz. Bunun için
size şeref sözü veriyoruz."
Yine bu görüşü benimseyenler bir kampanya başlatarak şu bildirgeyi
yayınlamışlardır:
"Genç mücahit kardeşlerimiz. Kemalizm'e karşı olduğunuzu tekrar
gündeme getiriyor ve başlatmış hiçbir ülkede görülmeyen 5816. maddenin
(!) kaldırılması için Mustafa Kemal'i sevmiyorum kampanyasına bizler
de katılıyoruz. Bizler Kemalizm'e ve ilke, inkılâplarına karşıyız.
Bizler ümmetin önünde İslâm adına, Müslümanlık adına çıkan "belam"
tipli işbirlikçihainlere karşıyız. Kim ki pazarlıksız Allah ve sevgilisinin
yolunda taviz vermeden küfre karşı açık seçik kıvırmadan tavrını koyarsa,
bizler o kardeşimizi destekliyoruz. Kemalist Devleti yıkacağız elbet.
İşkenceci kuduz köpekler hesap verecek. Şeriat için silahlı mücadele.<Ya
şeriat, ya ölüm>"(age. sayfa:96)
Atılan nutuklarda söylevlerde, ikili ya da daha çoklu görüşmelerde
özetle şunlar gündeme geliyordu din ve inanç özgürlüğü adına: "
(....) Onları da Müslüman, yani Refahçı yapacağız. Yapmazsak en büyük
suçu işlemiş oluruz. Refah İslâm' i cihat ordusudur..."
(....)
Bütün ehli sünnet vel'cemaat Refah'ın emrine itaat edeceğiz, bu orduya
dahil olacağız. Olmayanlar patates dinindendir. Dahil olmak kalben
niyet etmektir. Refah:Bu ordudur... Bütün gücünle bu ordunun büyümesi
için çalışacaksın. Çalışmaz isen patates dinindensin.Cihat emrine
uymak farzdır.(....) Cihada para verilmeden Müslüman olunmaz. Kişinin
Müslümanlığı cihada verilen parayla ölçülür. Müslüman zekâtını götürüp
fakire vermez. Zekâtını beytül mala, cihat ordusunun karargâhına verecektir...(...)
Madem ki Müslümansın Refahçıyım demelisin!!! Refahçı olmakla oturduğun
yerden sevap alıyorsun be akılsız adam.
Şuurla Refaha çalışan cennete gidiyor. Nasıl? Çünkü Refah demek Kuran'ın
nizamını hakim kılmak demektir. Sen herkese faydalı olmaya mecbursun.
En faydalı olan "Cihat" edendir." (age.syf.106)
Bunları dillendiren kim olabilir? Pek doğaldır ki, Necmettin Erbakan!
Refah Partili Şevki Yılmaz Hac alanlarında yırtınırcasına oy isterken;
"Allah içeni af eder, zina edni af eder, faiz yiyeni af eder
ama oyunu Refah Partisi'nden başkasına vereni af etmez. Bunlar cehenneme
postalar."
1970'li yıllarda devrimci gençlik vardı. Bir de ülkücüler vardı.23
Ocak 1976 yılında Ankara'da Akıncılar Derneği kuruldu. Yapılan genel
kurulda genel başkanlığa Mehmet Günay getirildi. Amaçları özet ile
şöyleydi:"İstenmeyen ve beşeri bir sistem olan Batıcı-Laik cumhuriyet
düzeni yıkılacak, İlâhi n, zam kurallarının geçerli olacağı İslâmi
Devlet düzeni kurulacaktır. Zafer, devlet olduğunda kazanılacaktır."
12 Eylül'ün oluşumundaki ana neden Konya mitingiydi. İşte adım adım
1980'e getiren olayların örgütsel aşaması ilk olarak Akıncılar ile
başlıyordu... Gerisini Paşalar Birliği getirecekti. Özetle bu Akıncılar
toplumdan saklanarak eğitilmeğe başlandı. Dövüş sporlarında eğitimden
geçirerek bir uzmanlar ordusu şekillendirilerek, siyasetin karışımında
beyinler gün-demdeki parti içeriğinde yıkanarak hazırlanıyordu...
Bu Akıncılar artık halkın cebine de el Atmışlar;"camiyi boyatacağız,
devlet su ve elektrik parası vermiyor gibi bahanelerle çuval çuval
para topladılar."Bir günde toplanan paralarla bilmem kaç tane
caminin su-elektrik ve badana yapılırdı... Toplanan paralar Akıncıların
kampına akıyordu.
Gençlerin molla eğitimine yönetim göz yumdu. Bir gün bu cüppeli, kara
sakallı mollalar Ankara'nın kapısına dayandılar. İl sınırında durduruldular.
Bu bir darbe girişimi miydi, yoksa provası mıydı?.. Ama bir gerçek
vardı. Ankara'ya dayanmışlar ve Anıtkabir'e gidip Atatürk'ü ziyaret
etmek istiyorlardı... Amaç; ziyaret değildi... Bu görkemli yeri yerle
bir etmekti... Bir de seyahat özgürlüğümüzü kullanamıyoruz, engelleyemezsiniz
gibilerinden direnişte bulunuyorlardı. Aynı sesin bir başkası;"
Kemalist Devlet yıkılacak" diye gösteriler yaparak M.Kemal'in
heykel ve büstlerine saldırarak kırdılar... Bunları henüz unutmadık!
Türkiye'de ve sınır dışında yükselen gericilerin lehine oluşan bu
oluşum sonunda daha önce sözünü ettiğimiz Konya Mitingi'yle bir devrim
mi, yoksa devrimin provasını mı yaptılar...
(Bu alan toplantısının mimarı Mehmet Keçecilerdir.)
Yeşil cüppelerini ve sarıklarını giyip; ayaklarında takunya, ellerinde
tespih ve de takkeleriyle Konya yollarına düştüler. Bu eylem Kenan
Kâinat Paşa'nın ekmeğine yağ sürdü, fırsatı iyi değerlendirip bir
de askeri kullanarak yönetime el koyuverdi. İşler daha kolaylaştı
ve tıkır tıkır yürümeğe başladı bundan sonra...
1984 yılında Büyük Doğu Akıncıları Cephesi örgütünü oluşturdular.
Daha aradan 4 yıl geçmişti ki; Türkiye Cumhuriyeti'ne TE CE, parya
devlet, işgalci devlet, laik dinsiz devlet diyerek ve "Yıkılmasına
asla izin vermeyeceğiz, çünkü biz yıkacağız" yeminleri ant içtiler!
Polislere, askerlere 'piç', köpek yakıştırmalarıyla, ölen resmilerin
arkasından baklava-kadayıf partileri düzenlediler.
Atatürk'e 'piç', ibne, İngiliz ajanı gibi kimlikleri yakıştırıp ülkeyi
kana ve dehşete sürüklediler. Sivas'ı; "ŞANLI SİVAS KIYAMI"
olarak niteleyip, avukatlıklarını da Genel Başkan Yardımcısı ŞEVKET
KAZAN üstlendi.
Durmadan, arka arkaya yapılan eylemlerin sonunda iğrenç bildiriler
yayınlanıyordu: "70 yıldır bir vampir gibi Müslüman kanı içerek
bugünlere gelen halk ve halk düşmanı TC adlı 'yasadışı' terörist kuruluşun,
'kendi devletini talep eden' insanlarına bir soy kırımla karşılık
vermeye hazırlanması doğaldır.2 Temmuz' daki şanlı Sivas kıyamından
sonra İBDA-Cephesi taarruzlarına devam ettiler. İstanbul'da Çeliktepe,
Konya taarruzu, Maraş taarruzu ve diğerleri gibi...
Basın paniği ve yıkılışı gizleme çabasında."
Refah Partisi'nin desteğiyle "Sivas Kıyamı"(ki düzenleyen
Belediye Başkanı Temel Kara mollaoğlu milletvekili olarak dokunulmazlık
arkasına sinmiştir) gibi daha nice iğrenç eylemlere imza atmışlardır.
Bu; parasal durumdan başka hiç bir şey görmeyen siyasi parti, Arafat'a
Şevki Yılmaz aracılığıyla yeminler düzenlemiştir. Bu yeminleri antları
ulusal televizyon kanallarında çokça izledik. Şevki Efendi şöyle sesleniyordu:
"(....) Bundan böyle sana savaş açan sağcılık, solculuk, Kemalizm,
kapitalizm, laiklik ve bütün şeytani düzenleri boykot ederek, seninle
bizim aramıza İslâm'dan başka, Kuran'dan başka hiçbir nizamı sokmamak
için, canımızla, malımızla tıpkı Bilal gibi, senin dinin uğruna nöbete
koşuyoruz. Nöbete koşuyoruz... Nöbete geliyoruz.
Refah için, Milli Görüş için, bütün gücümüzle, çalışacağımıza söz
veriyoruz.(...) "Her sene bu yemin tekrarlanıyordu. (age.syf:135)
Bu dinci akımın ve partinin "laiklik" konusundaki anlayışları
resmi bildirilerle belgelenmiştir:
"Laiklik Türkiye gündeminin artık en çok tartışılan ve tartışılacak
mevzuunda. Bazen bu tartışma kanlı boyutlara varıyor ve varacaktır
da. Çünkü Müslümanların huzuru, bu meselenin halledilmesine bağlıdır.
Çünkü; demokratlar tartışmayı demokrasinin gereği kabul etseler de,
etmeseler de, inanç sahipleri haklarını arayacaklardır.(...)
İşin geleceği nokta şudur:Ya sen, ya ben!.. Bütün hoşgörülü demokrat
vatandaşlara sesleniyorum! Gelin bizim egemenliğimiz altında mutlu
bir hayat sürün. İslâm devletinin koyduğu konulara uyduğunuz sürece,
kılınıza bile dokunmayacağız... ve inanın sizi kör testere ile kesmeyeceğiz...
İşte batı demokrasisinde vaatler...
Eğer siz, 'kendi egemenliğiniz altında' yaşamayı bize dayatıyorsanız,
bunun neresi hoşgörü oluyor?.. Düpedüz siz bizi kandırmaya çalışıyorsunuz.
Kanmazsak darbeniz hazır...(....)
Demokrasi İslâm şeriatına zıt bir rejim adıdır... Artık Türkiye'de
laiklik ve demokrasiye inan-mayan büyük bir çoğunluk var. Bu çoğunluk,
çeşitli cemaatler içinde yer alsa da, kıvılcım beklemektedir.(....)"
Korkut Özal dönemin önemli adlarından..21 Temmuz 1977 seçimlerinde,
Adalet Partisi ile kurulan 40.hükümette MSP Milletvekili olan Korkut
Özal İçişleri Bakanı olur... Nakşibendîler bu bakanlıkta örgütlendiler.
Abdülkadir Aksu, Galip Demirel, Saffet Arıkan Bedük, Vecdi Gönül gibi
kimlikler Nakşibendî tarikatının müritleri olarak bakanlıkta yıllarca
<Türk-İslâm Sentezi'ni> yerleştirdiler. Başarıları T.B.M.M.'
ne taşındı.
18 Ekim 1978'de üç kilo eroinle yakalanan Milli Selamet Parti Milletvekili
Halit Kahra-man;"Eroinleri MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'dan
aldım" dediğinde Korkut Özal İçişleri Bakanı idi... Bu açıklamadan
sonra Erbakan ve Fehim Adak "Teşekkül halinde eroin imâl ve ihraç
etmek" suçundan yargılandılar.
Daha sonraki yıllarda Refah Partisi'nde umduğunu bulamayan ve faizcilikle
suçlanarak güvensizlik ortamından ayrılmayı geciktirmemiştir. Daha
sonra Esat Coşan ile ANAP'ı destekleme kararı alacak Mesut Yılmaz'ı
başbakanlığa taşımışlardır. Arkalarından Abdülkadir Aksu ve Cemil
Çiçek gibi adları da sürüklemişlerdir ANAP' a...
İSLÂMCI ÖRGÜTLER
(Kaynak:F. Bulut)
Tarikat Anamalının Yükselişi ve İslâm Ekonomisi
1940'lı-1950'yıllar, hem Türkiye'nin çok partili yaşamına geçişine
hem de bastırılan İslâm' cı çevrelerin gizli-açık biçimde erk'e rakip
sağ partilere destek vermelerine tanık oldu...
Milli Kalkınma Partisi, Sosyal Adalet Partisi, Arıtma Koruma Partisi,
İslâm Koruma Partisi, Türk Muhafazakâr Partisi, Toprak-Emlak Teşebbüs
Partisi gibi... İslâm' i partiler kuruldu.
1960'lı yıllar Adalet Partisi'nin çatısı altında kimi İslâmcı kişilerin
toplanma dönemidir. Süleyman Demirel de açık dini motifleri kullanıp
gerekli (işaretleri) imleri veriyordu. Adalet Partisi'nin İslâmcı
akım, cemaat ve tarikatlar için "sığınak" konumundaydı.
Demirel, bunları istediği gibi kullanabiliyordu. Örneğin; Süleymancılarla
Nurcular, Demirel'in baş destekçileriydiler.
Demirel'in başlatıp hızlandırdığı camii ve İmam Hatip okulları yapma
atağı 1980'li yıllarda son hızına ulaştırıldı.
Milli Nizam-Milli Selamet -Refah Partisi (sonradan Fazilet ve Saadet
Partisi-Adalet ve Kalkınma Partisi aynı sürecin siyasal kesimidir)
başkanı olarak Prof. Dr. Necmettin Erbakan Konya gibi tutucu-gerici,
dinci bir ilde büyük oy toplayarak seçilmesi, İslâmcı hareketlerin
siyasi eğilimlerini hızlandırdı ve büyük cesaret aldılar.
Aynı yıllarda Sezai Karakoç' un "edebiyat çizgisi" İslâm'
i alanda bir derinleşmeyi (!) irdeleyip sorgulamayı da gündeme getirdi.
Sezai Karkoç' un önemi arayış içinde olan İslâm' i kesimi, yaşadığı
çevrenin düşünsel, siyasal ve toplumsal sorunlarına karşı duyarlı
olmasında yatar. Sezai Karakoç' un öncülük söylemlerinde bir hayli
kökten dinci, özde ise gelenekçi olan Necip Fazıl Kısakürek'tir.
Çok partili döneme geçişte İslâm' i odaklar Demokrat Parti' de toplanmışlardır.
Demokrat Parti geleneği; o güne değin sistem karşıtı olan bir kısım
İslâmcı grupların sisteme eklenmesinin ve Müslümanların aktüel politikaya
katılmaları geleneğinin başlangıcı olmuştur.
1960'lar da D.P.' nin devamı olan Adalet Partisi yine tarikatlara
ödünleriyle oy topladı. Türkiye'de İmam Hatip Okulları ve Kur-an Kursları
"furya" hainde açıldı. Bu furya 12 Eylül döneminde de devam
ettirilmiştir Paşalar Konseyi tarafından. A.P. lideri Süleyman Demirel,
o dönemlerde yükselen sosyalist ve devrimci karşı dini ve bağnaz kesimleri
kullanıyordu. Siyasete katılan ilk İslâmcı gruplar, ürkek ve mahcup
davrandıkları için ucuz oy depolarıydılar.
12 MART faşizm, görünüşte "hem sosyalist ihtilalcilere hem de
İslâmcı mürtecilere karşı askerin keskin kılıcını" temsil ediyordu.12
Mart darbesi sırasında 163. madde gereğince Ana-yasa'ya aykırı bulunan
Milli Nizam Partisi tüzük ve programı, 1974 yılında Milli Selamet
Partisi'nin aynı tüzük ve programını oluşturunca erk çevreleri, özellikle
darbeyi yapan çevreleri buna ses çıkarmadı...
O dönem darbecilerin irticaya karşı olan sert kanadını temsil eden
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ile çelik çekirdeğin
temsilcisi Orgeneral Turgut Sunalp(ki sonra parti kurdurularak genel
başkanlığı yaptırılmıştır Kenan Evren Eylül'ünde)İsviçre'ye giderek
oraya sığınmış olan Erbakan ile görüşmeler yaptılar. Erbakan'ı ikna
ederek yurda dönmesini sağladılar. (M.Batur son yıllarda bunun bir
uydurmaca olduğunu açıklamıştır.) İslâmcı kesimler, bizzat Refah Partisi
içinden gelen kimi insanlar, bu noktanın da hayli karanlık olduğunu
dillendiriyorlar. MNP ve MSP önderliği, ikinci kuşak Müslümanların
sistem karşıtlığından sisteme eklenme sürecini başlatarak o güne dek
sisteme rejime karşıt güçleri; özellikle Nakşibendîler; aktüel Türk
siyasetine soktu.
12 EYLÜL 1980 cuntası, tüm siyasal parti ve örgütleri kapatırken,
(bunun içinde T. Tarih Kurumu ve T. Dil Kurumu ve Atatürk'ün kurduğu
C.H.P. 'de vardır.)İslâmcılar da bundan zarar gördüler. Ama toplumda
maya tutmuş, kurumsal temelleri ve uluslar arası bağlantıları devlet
ile girift iç içe girmiş ilişkileri, İslâmcıların gerilemesine değil,
gelişmesine yol açtı.
Kemalist devlet, kimilerine göre diktatörlük olarak tanımlanan süreci
sürdürebilmek için, Türk-İslâm sentezi çerçevesinde İslâm ülküsünden-ideolojisinden-yardım
aldı. Toplumsal karşıtlığı sindirmek ve göz boyamak içim, İslâm bir
bent-set-olarak kullandılar. Kürt mücadelesinde dini bir birleştirici
ve kurtarıcı ya da yapıştırıcı olarak kullanıldı. Bu gerçekler karşısında
tarikatlar, laik cumhuriyet sistemine ters bir biçimde çıkıverdiler.
Devletin önemli kilit noktalarını ele geçirip söz sahibi oldular...12
Eylül paşası her önüne geldiği yerde Kuran'dan sureler, ayetler okuyarak
Türk toplumuna iletiler göndermeyi yeğledi. Cumhurbaşkanı olan Özal
bile Nakşibendî gibi bir tarikatın mensubuydu., ki resmiyet açısından
bakıldığında Cumhuriyet tarihinde görülmemişti...Sonrası 2007'de R.T.E.
ile perçinleşecektir.
1946'da çok partili döneme geçilirken en belirgin kıpraşma din alanında
yaşandı. Demokrat Parti ile Millet Partisi, CHP'nin yıllar yılı süren
diktatörlüğünü sağ temelde yıkmaya çabalamışlardır. Kazanımlar ise
İslâmcı kesimdi. Demokrat Parti 2.Kurultayı'nda, İslâmcı düşüncenin
kendi taraflarında toplanma yolunu açmıştır.
16 Haziran 1950 tarihinde ezanın Türkçe okunmasını ön görüp Arapça'sını
yasaklayan T.C.K. yasasının 526.maddesi değiştirildi. Arkasından 163.madde
gündeme getirilmeye başlandı.
Demokrat Parti döneminde; Sebilüreşad, Hür Adam, Serdengeçt, Fetih,
Türk Düşüncesi, Büyük Doğu gibi İslâmcı gazete ve dergiler Kemalist
reformlara ve laik devlete yüklenmeye başladı. DP de bunun yanında
Milli İman Cephesi ya da Vatan Cephesi'ni kurdu. Dönemin İslâm'i düşüncelerini
şu kişiler savunuyordu:
Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Sefa, Ali Fuat Başgil, Hamdullah Suphi
Tanrıöver, Ömer Rıza Doğrul, Eşref Edip, Cevat Rifat Atilhan, Osman
Yüksel, İsmail Hakkı Danişment, Nurettin Topçu, Hikmet Tanya, Mustafa
Kentli, Ömer Nasuhi Bilmen ve Hüseyin Saruhan.
Başbakan Adnan Menderes, Eyüp Sultan türbesini açtırarak "D.P.'
yi" <İslâm'ı Kurtaran Parti> biçiminde algılanmasını sağlamıştır.
Demokrat Parti kadrolarında Abdullah Aytemiz, Münip Hayri Ürgüplü,
Fehmi Ustaoğlu, Şevket Ustaoğlu, Sait Bilgiç, Mehmet Gürkan gibi milletvekilleri
Meşrutiyet dönemi İslâmcılığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde aynen
taklit etmişler, onların söylemlerini dillendirmekten kaçınmamışlardır.
Bu kişiler, Türkler, Allah ve Kur-an iradesini tümüyle kullanmak zorundadırlar
düşüncesindeydiler. Fahri Ağaoğlu ise, devletin dini İslâm önerisini
yapmıştır.
1967'de Milli Mücadele savaşımı-Birliği adı altında örgütlenirken,
İslâm' i bakış açısı çok belirgin değildi. Ya da milliyetçi mukaddesatçı
kesim olarak adlandırılarak "Türkçülük İslamcılık" sentezini
yakalayıp faşist Pan Turanistlerle henüz kol kola gittikleri bir dönemden
geçiyorlardı.
Milli Türk Talebe Birliği yöneticilerinden olan Fidan Güngör, Molla
Mansur Güzelsoy, Molla Ubeydullah Bolar gibi adların, 1990'larda Kürt
Hizbullah'ı (Menzil Grubu) adıyla çıkıp sırtını İran'a dayayarak bir
İslâm devletini hedeflemek, yeterince açıklayıcı olmalı.
İslâm sosyalizmi, bilimsel bir terim olmasına karşın 1960'lardaki
siyasi ortamda bir hayli geçerli olmuştur... Türkiye'yi çeviren hemen
Arap-İslâm ülkelerinde çokça tartışılan, teorisi yapılan siyasi bir
akımdı. Örneğin; Mısır'da resmi söylem halini almıştı.1995'de Sovyetler
Birliği; Arap sosyalizmi, Hint sosyalizmi, Afrika sosyalizmi, İslâm'
i sosyalizmi türünden görüşleri, kapitalist ve sosyalist olmayan üçüncü
kalkınma yolu olarak kutsanmıştır.
1970'lerin başındaki sol bir askeri (?) darbenin hazırlığı içinde
olup, ordu içindeki solcu Kemalistler tarafından pek beğenilen yazar-düşünür
Doğan Avcıoğlu bile, İslâm sosyalizmi düşüncesini YÖN dergisinde savunmuştur.
Görüşün yandaşlarından olan Prof. Cahit Tanyol ise "üretim ve
mülkiyetin Tanrı' ya ait olduğunu, Kur-an' da zaten sosyalist düşüncenin
bulunduğunu ve dolaysıyla İslâm'ın cennetinin de sosyalizm olabileceğini"
ileri sürmüştür.
Avcıoğlu bu görüşünden vazgeçerek; "İslâm sosyalizminin bir şizofreni"
olduğunu söyledi.
Prof. Niyazi Berkes ise "İslâm sosyalizmini" soldan eleştirdi.
Yıldız Sertel'e göre bu görüş laiklik ilkesine bağlı aydınlarca benimsenmedi
ve sönmeye mahkûm oldu.
İslâmcılar Milli Nizam Partisi içinde arayıştalar.
1960 askeri eyleminden sonra Kemalist yönetim bir yandan görece geniş
hak ve özgürlükler tanıyan 1961 Anayasası'nı oluştururken, iki akımı
gizli ya da açık karşıt bildi: Kürtler ve İslâmcılar... Aslında bu
iki unsur birer ülke gerçeğiydi de yadsınmayan.
Milliyetçi-mukaddesatçı kesim 1965'lerde İslâmcı kesim kendisini sorgulamaya
başladı. Bir ayrışmanın sancıları başlamıştı. İslâmcılar köktencileşmeye
başlayıp kendi çizgilerini su yüzüne çıkarmayı başardı."İlim
Yayma Cemiyeti ve Aydınlar Ocağı" aracılığıyla dinsel ve kültürel
çalışmalar yapmaya başladı. Mehmet Şevki Eygi, "Yeni İstiklâl"
gazetesinde kendi İslâmcı çizgisini oturtmaya çalışırken, inişli çıkışlı
bir yöntem izledi. Benzer olayı Büyük Doğu dergisi için de söylemek
olası. İslâmcıların günlük basına gereksinimleri, Sabah ve Bugün gazetelerinde
somutlaştı. İslâmcı kamuoyu yaratma doğrultusunda alim-imam hatipli
ayırımı yapılmaya özen gösterildi.
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, "1965'de tek başına
iktidar olduğunda, Başbakan olarak Başbakanlık da namaz kılan ilk
insandır. Aklınca başbakanlığı Müslüman kılmıştır. Arkasından gelen
tarihsel süreç çok önemlidir:
1966'da Prof. Dr. Necmettin Erbakan Türkiye Odalar Birliği Sanayii
Dairesi Başkanlığı'na getirildi.1967'de isteğe bağlı din dersleri
liselere kondu. 1968 Nisan' ında Hizbül Tahrir bir bildiri dağıtarak
İslâm Devleti Anayasası'nı açıkladı.12 Kasım 1968'de Türk İslâm Enstitüleri
Talebe Federasyonu, askeri okullarda din dersi konması isteğiyle açıklama
yaptı. Aynı yıl Erbakan Odalar Birliği Başkanı seçildi.
1 Ocak 1969'da İstanbul Şehzadebaşı camisinde 20 bin kişiyle sabah
namazı kılındı.
10 Ocak 1969:Milliyetçi cephe öğrencileri Ankara Siyasal Bilgiler
Fakültesi'nde İslâmcı bir öğrenciyi dövdüler.
27 Ocak 1969:İslâmcı Bugün gazetesi yazarı Mehmet Şevki Eygi görüşlerinden
ötürü hüküm giyip sürgün cezasına çarptırıldı.
11 Şubat 1969:Bir kadın öğretmen başını örterek derse girdiği için
görevinden alındı.
17 Şubat 1969:Solcu öğrencilere "kızıl komünist" denilerek
yapılan saldırı; Kanlı Pazar ve
Beyazıt camisinde 15 bin kişilik sabah namazı kılınması.
9 Mart 1969:Yalova'da dini, kültürel çalışmalarda bulunan 36 kişi,
çeşitli cezalara çarptırıldı.
21 Mart 1969:Okula mescit yaptırılmasını isteyen bir öğretmen Konya
valisince görevden alındı.
26 Mart 1969:İslâm Enstitüleri Talebe öğrenci Federasyonu 3.Kongresi'nde
Diyanet İşlerine özerklik verilmesi istendi.
3 Nisan 1969:Ispartalılar, Kız İmam Hatip Okulu açılması için harekete
geçtiler.
6 Nisan 1969:Ankara'da Din Görevlileri Federasyonu kapatıldı.
8 Nisan 1969.Adalet Partisi milletvekili Tekin Erer "şeriata"
karşı bir yasa getirilmesini istedi.
26 Nisan 1969:10 bin Yahudi ailesinin Türkiye'de ekonomiye egemen
olduğu basında açıklandı.
10 Mayıs 1969:Dini eserler okuyan 49 kişi Afyon'da tutuklandı.
26 Mayıs 1969:Dinci bir kadın konferans verince İzmir'deki ilerici-demokrat
kadınlar tepki gösterdi.
16 Haziran 1969:İstanbul Akşam Yıldız Teknik Okulu'ndaki mescit basıldı.
3 Temmuz 1969:İzmir'de bir cami bombalandı.
29 Temmuz 1969:Prof. Necmettin Erbakan "aya iniş ve Müslümanların
ilme hizmetleri"konusunda bir konferans verdi.
6 Eylül 1969:Erbakan Anayasanın 163. maddesini değiştireceğiz söylemiyle
Konya milletvekili adayı oldu.
8 Ekim 1969Konya'daki İmanlı Büyük Türkiye Mitingi'nde "Hak Yol
İslâm'dır" pankartı asıldı.
12 Ekim 1969:Erbakan bağımsız milletvekili seçildi.
26 Ocak 1970:Milli Nizam Partisi siyasal yaşamda yerini aldı.
8 Şubat 1970:MNP kongresi yapıldı. Ankara'da "Allahuekber Amin
İnşallah" nida ve hay- kırışlarıyla..sürdü.
20 Mayıs 1971:Milli Nizam Partisi Anayasa Mahkemesi'nce kapatıldı.
17 Ekim 1971:Askeri yönetimce Kur-an Kursları'nın devletleştirilmesi
ve Diyanet İşleri'ne devir edilmesi Süleymancı cemaatine büyük bir
darbe indirildi.
11 Ekim 1972:Milli Nizam Partisi yerine Milli Selamet Partisi kuruldu.
Genel Başkanlığı'na Süleyman Arif Emre seçildi. Erbakan yurt dışına
kaçtı. Geri döndüğünde genel başkan oldu.
26 Ocak 1974:Genel seçimlerde anahtar parti oldu. CHP ile koalisyon
yaptı. 1975 ve 1977'de
milliyetçi cephe içinde koalisyona ortaklık yaptı.
12 Eylül 1980.Bütün partilerin siyasi çalışmaları yasaklanarak, partiler
kapatıldı.
19 Temmuz 1983:Avukat Ali Türkmen Refah Partisi'ni kurdu. Veto edilen
kurucular tekrar Ahmet Tekdal ile siyasal yaşamına girdi.11 Ekim 1987'deki
kongrede Erbakan genel başkan oldu.
Türkiye' da kökten İslâm' i söylemin; içeriği boş olsa da: ve çizgisinin
ilk ana hatlarını belirleyen kişi Necip Fazıl Kısakürek'tir.Kısakürek'in
geleneğini sürdürmeye çabalayan Tavır dergisi ile İBDA-C örgütüdür.
Kökten İslâmcı söylemi, edebiyat temelinde ele alan kişi ise Sezai
Karakoç'tur. Diriliş dergisinde çalışmalar yapmış sonrada Diriliş
Partisi'ni gündeme getirmiştir. Erbakan'dan farklı bir
Çizgide olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. İçeriği boş kökten söylem
özellikle İslâmcı gençler arasında büyük ilgi gördü.29 Mayıs 1977'de
İstanbul'un kurtuluşundaki yıl dönümünde Ayasofya önünde;"İslâm
uğruna kan akıtılacak günler yakındır" diye bas bas bağırmışlardır.
Refah Partisi önderliğinin; MNP ve MSP' nin devamı olarak; barışmadığı
diğer bir kesim ise Süleymancılar cemaatidir. Liderleri 1970'lerde
Adalet Partisi'nden milletvekili olmuştur.
MSP ile ilişkileri bilinmemekle birlikte, 1980 askeri darbesinden
önce faaliyet gösterip adı şiddet eylemlerine karışan İslâmcı örgütler
şunlardır:
1-Türkiye İslâm Ordusu
2-Türkiye İslâm Kurtuluş Cephesi
3-İslâm Devrimi'nin Acil Mücahitleri
4- Türkiye İslâm Kurtuluş Birliği
5- Dünya Şeriat Kurtuluş Ordusu
6- Evrensel İslâm Kurtuluş Savaşı'nın Türkiye Mücahitleri
7- Evrensel Kardeşlik Cephesi Şeriatçı İntikam Mangası
Ayrıca bağımsız yasadışı örgütler:
1-Ak-Güç
2-İslâm Kurtuluş Partisi Cephesi
3-Türkiye İslâm Mücahitleri Ordusu
4-İstanbul Kültür Ocağı
5-İslâm Kurtuluş Ordusu
Erbakan, 1994 seçim kampanyasını <CİHAT> olarak ilan etti.Cihat
ordusu için çağrıda bulundu ve kökten dincilere ileti gönderdi. Yönetimin
merkezinde duran Recai Kutan;Oğuz-han Asiltürk gibi adlar aracılığıyla
kendisine kuşku ile bakan devlete güven aşılayacak eylemlerde bulundu.
ANAP döneminde İçişleri Bakanlığı yapmış Abdülkadir Aksu, Özal döneminde
yabancı anaparanın Türkiye'ye girişinde başı çeken Korkut Özal ve
Odalar Birliği Eski başkanı Ali Coşkun ile yakınlaşarak yerli-yabancı
iş adamlarına göz kırptı Erbakan Hoca. Erbakan ve çalışma arkadaşları,
"Atatürk sağ olsaydı R.P.' li olurdu, R.P.' nin kökü ta Kuvayı
Milliye' ye dek uzanmakta, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri bizim
bağrımızdan çıkmıştır ve canımızın bir parçasıdır. Bize oy verenlerin
içinde ordu ve emniyet mensupları da vardır." demişlerdir...
Tarikatların Holdingleşmesi ve Adil Düzen:
1960'ların ortalarından itibaren hizmet, organizasyon, teşvik, kredi,
banka, ithalat, ihracat gibi alanlara uzanarak, bu işleri yapanlarla
işbirliği içinde ya da bizzat bunu başını çekerek bir anamal birikimi
yarattılar.
1973-1983 yıllarında devlet solcularla uğraşırken, İslâmcılar tüm
çalışmalarını toplumsal, siyasal, ekonomik ve düşünce alanında yoğunlaştılar.
Cemaatler ve tarikatlar halinde ya da bireysel işadamı kimliğiyle
<<servet>> birikimine başladılar. Niceliksel ve niteliksel
sıçrama yaptılar.
Al Baraka Türk, Kuveyt Türk, Faisal Finans, Libya-Türk bankacılık
sistemiyle gelişen Müslüman yatırımcılığı, petrol dolarla buluştu.
Türkiye'deki cemaat ve tarikatlar; en azından belli bir bölümü; artık
holdingleşmiş Müslümanlar konumuna girmişlerdir. Bu düzlemde ele alınırsa,
ülkedeki modernleşme karşısında geleneksel cemaat yapısında kırılmalar
da yaşanıyor. İslâmcılar yepyeni bir dayanışma modeli arayışı içine
girmişlerdi o yıllarda. Eski dayanışmacılık yıkılıp yerine biraz daha
anlatımı etkili, meditasyon etkili, mistik yönü ağır basan bir ya
da buradan hareketle, kökten-dinci ağırlıklı bir
odakta birleşmişlerdir. Işıkçılar ve Fethullahçılar cemaati (İhlâs
Holding) holdingleşmiş tarikatlardır.
Böyle bir görünüme oturan Refah Partisi'nin buradan ayrı kalması olası
değildi. RP bir yandan holdingleşen cemaat ve tarikatlar adına şeriat
ve rant peşinde koşmakta, onlara öncülük etmektedir. Devlet yönetiminden
bu yolla pay almanın diğer adı da Adil Düzen'dir artık.
Laiklik taslayan sermayenin bu yolla önünü keserek gücünü kırmaktır,
tıkamaktır. Adil Düzen, aynı zamanda, merkezi ve yerel projelerde
gerek metropol kentsoylusunun gerekse taşra kentsoylusunun ihaleler
yoluyla RP'yi ortaya koymuştur.
Geçmiş yıllarda ülkede bir İslâmcı hareketten söz edilip edilmeyeceği
tartışmalıydı. Ama geçen süreçte bu kesinleşmiştir. Hatta ve hatta
kemikleşerek iktidar bile olmuşlardır. Geçmişin fikir fukaraları ve
suçluları bugün ülkeyi yönetmekte, Çankaya'ya çıkma hesaplarıyla,
taktikler uygulamaktadırlar. Erbakan ise karşıdan izlemektedir.Hüküm
giymiş evinde cezasını çekmesi için yasa çıkarılmış;ya da kararname
ile;Mercedes'iyle camiden camiye koşturmaktadır..
Hesabına geçirdiği bir trilyon parayı ödememekte ısrarcıdır.Geri ödeme
yapmamakta hayli kararlıdır. Baklavanın altından, hindinin tüylerini
Türk siyasal yaşamına kavramlar kazandırmakla uğraşmaktadır.
Lübnan'daki Hizbullah olgusu Türkiye'deki İslâmi uyanışı hem hızlandırdı,
hem de militanlaştırdı. Kürdistan ve İstanbul gibi yerlerde Hizbullah
adı altında suçlusu bilinmeyen cinayetlere imza koydular .Bu arada
Çetin Emeç Uğur Mumcu Turan Dursun-Muammer Aksoy Bahriye Üçok A. Taner
Kışlalı Necip Hamlebitoğlu gibi aydınlar kurban edildi Allah'a!!
Cemaatlar-Tarikatlar ve Basın:
Türkiye'deki gelenekçi ulema, cemaat ve tarikat örgütlenmesi kitlesel
olarak çok yaygınlaşmıştır. Bu cemaat ve tarikatların en tipik özellikleri,
ülkedeki basın-yayın yaşamıyla çok yakından ilgilenmeleri ve dergilerle
özdeşleşmeleri bir gerçektir.
Işıkcılar: Şu andaki lideri sualtı biyoloğu Enver Örendir. Made in
Türkey, Fuar Gazetesi, Medikal Gazete, Türkiye Gazetesi.. İnsan ve
Kainat, Türkiye Çocuk Dergisi, Tekstil Teknik, Türkiye Takvimi gibi
dergiler.. TGRT TV.(2007'de FOX' a satılmıştır) ve Türkiye Gazetesi,
İhlas Holding denetimi altındadır...İhlas Holding batırılmıştır..
Süleymancılar: Önderleri Süleyman Hilmi Tunahan'dır. Tunahan'nın damadı
Adalet Partisi'nden milletvekili olup T.B.M.M.' nde temsil edilmiştir.12
Eylül 1980'de tutuklanmış ve beraat etmiştir. TIR filosu sahibidir.
Şimdiki önder Hüseyin Kumaş'tır. Kurs ve okullara ve de yurtlara önem
vermişlerdir. Bir zamanlar 100 kadar öğrenci; kendi söylemlerine göre
"talebe" yurtları vardı. Ufuk adlı bir dergileri ve Fazilet
yayınevleri bulunuyordu. Bazı önderleri: Hüseyin Kap-lan, Mehmet Arıkan,
Halit Beşer, Mustafa Çırpanlı, İsmail Sarı, Kadir Balcı, Arnavut Mustafa,
Ali Ak, Mustafa Doğanbey, Hilmi Bilge, Mustafa Özaltın, Abdullah Beşinci...
Bu adların soyadları size bir şeyler anımsatıyor mu?.. 1980'den sonra
Hüseyin Kaplan cemaatten ayrılmıştır. Resmi raporlara göre Süleymancılar
"Şeriat Devleti" istiyorlar.
Nurcular: Önderleri Saidi Nursi'dir. Ölümünden sonra Nur sakinleri
İzmir'de Zülfikar adlı gazete çevresinde toplandılar. Zülfikar'ın
toplatılmasından sonra Uhuvet gazetesini çıkardılar.
1967'de İttihat çıkarıldı, 1971 askeri yönetimince kapatıldı. Nurcuların
günlük gazete projeleri gündeme geldiği yıl 1970..1980'de kapatıldı.
Yerine Yeni Nesil devreye sokuldu.
Altı gruba bölünen Nurcular, İstanbul ve İç Anadolu'da; Burdur, Isparta,
Afyon, Kastamonu, Denizli, Manisa;güçlüler.Ana kanat DPY' de politika
yapıyor. Yeni Nesilciler ANAP'ı destekliyor.
Fethullahçılar: Nakşî kolunun önderi Fethullah Gülen.1970'lı yıllarda,
sıkı Demirel ve ABD yanlısı olarak bilinen Yeni Asya gazetesinin hizipçiliğine
ve siyasetsizliğine bir tepki olarak harekete geçti.12 Mart 1971 ve
12 Eylül 1980 askeri yönetimin dini söylemlerinden ötürü gözaltına
alınıp tutuklandı. 1970'lerden beri İzmir, Manisa yöresinde öğrenci
yurtları, Kuran Kursları, gençlik eğitim kampları yoluyla faaliyet
gösteren bu grubun Zaman adlı günlük gazeteleri, Sızıntı, Zafer, Sur,
Bizim Aile gibi dergileriyle Samanyolu televizyon kanalları var. Kürtlere
antipatiyle bakarlar. ANAP-DYP-RP'de politika yaparlar.1500 kadar
özel okul ve büyük anamal sahibidirler.
Tarih 28 Şubat 2007 ve Hikmet Çetinkaya'nın yazısından bir bölüm...
Çok dikkat ve ilgi çekici. Politika Günlüğü'nden: Bir söyleşiden bölümler.
(....) "Türk İslam Sentezi ve Kürt İslam Sentezi'ne dayalı milliyetçi
mukaddesatçı yapılanmaya, Fethullahçıların başta Alman ya, İngiltere,
Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya gibi ülkelerdeki örgütlenmesine
geliyor, sohbet...(...) Fethullah Gülen aslında Türk ve Kürt İslâm
Sentezi'ne dayalı milliyetçi mukaddesatçı bir yapıyı oluşturuyor.
Fethullahçıların görünen yüzünde bu yok. Örneğin Türk ve Kürt İslâm
sentezcileri laikliği yok sayarlar. Fethullahçılar da öyledir.
Laiklik olmadan demokrasi olur mu?..Fethullahçı yapılanma Avrupa'da
ivme kazanıyor.
Zaman gazetesinin matbaaları, büroları, işyerleri çoğalıyor. Zaman
gazetesi, Türkiye'de olduğu gibi Avrupa'da da"elden" dağıtılıyor
ya da "abone" yöntemiyle saptadıkları kişilere gönderiliyor...
Avrupa'nın pek çok kentinde başimam, bölge imamı bulunuyor.
Okullar, yurtlar, dershaneler peş peşe açılıyor... Yıllardır Almanya'da
yaşayan gazeteci arkadaşlardan dinledim olup bitenleri. Bazı işadamlarıyla
konuştum... Dedikleri şu:
Samanyolu ve Kanal 7 alt yapısını milyonlarca Avro harcayarak yeniledi.
Zaman gazetesi
Frankfurt'ta dev bir tesis kurdu... Paralar nereden geliyor bunca
yatırım yapılırken? Geldiği ülke belli değil. Avrupa'daki Türk işadamlarının
yardım yaptığı söyleniyor ama doğruluk oranı az...Çünkü!..Avrupa'daki
Türk işadamları ekonomik bunalım yaşıyor.1, 2 bin Avro veremeyecek
durumdalar...
Fethullahçılar Türk ve Kürt İslâm Sentezi'nin Avrupa ayağını oluşturmuşlar...
İşaret fişeği Washington'dan atılmış. Londra'dan sonra Kahire'de toplantı
yapılmış. Mısır'daki Müslüman Kardeşler, Lübnan'daki Hizbullah nasıl
bakıyor bu olaylara?..
Güneydoğu' da Kürt İslâm Sentezi'nin ayağındaki Fethullahçıların Hizbullah,
Müslüman Kardeşler, El Kadı ve İslâm' i Hareket' le ilişkileri nasıl?..
Fethullahçılar DYP lideri Mehmet Ağar' la içli dışlıyken, etnik temele
dayalı kör milliyetçiliğe karşı çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli' ye
neden öfkelendiler?"
Necip Fazıl Kısakürek ve İBDA-C:
Necip Fazıl'ın Büyük Doğu ekolü boş içeriğine karşın İslâmcılar arasında
derin izler bıraktı. 1968-1971 yılları arasında toplu namazlar eylemleri
görüldü.
Bu namazları, daha önceden düşünüp, sahibi olduğu Bugün gazetesinde
yazan Mehmet Şevki Eygi adlı tutucu, gayet saldırgan bir dil kullanan
ve yeminli anikomünisttir. Önerisini 1966-1971yılları arasında yineleyip
dururdu. Diğer yanıyla "Toplu Namazlar" ülkede toplu katliamları
da başlatan bir geleneğe dönüşmüştür. 1969'da Kanlı Pazar Olayı'nın
kışkırtıcıları Mehmet Şevki Eygi'dir. Bu gelenek 1979'larda Sivas,
Malatya, Kahramanmaraş gibi illerde sürdürülüp kıyımlara vardırılan
ölümler olmuştur.1993 Sivas Madımak'daki eylem de bunların marifetidir.
Türkiye'deki cemaatlar, tarikatlar öylesine birbirine girmiştir ki,
altından kalkmak olası değil. Bu yüzden zaman zaman yinelemeler oluyor.
Hem zaman, hem de konu ve kişiler açısın- dan. unun doğal karşılanması
gerekiyor. Gerçekten konu çok karma karışık.
Ama sonuçta Allah'ı kullanarak, dinsel öğelerle ekonomide etkin olabilme
savaşlarıdır.
Allah ve din söylemleriyle devletin ekonomisini ele geçirip, onlar
adına, kendi ceplerine indirme umuduyla pastanın büyük bölümünü elde
tutmaktır tüm amaçları. Yurt içiyle yetinmeyip, İslâm uğruna dünya
ekonomisinden de pay alma düşüncesiyle örgütlenip Holdingleşmişlerdir.
Yani:"Yeşil Emperyalizmin" yer kürede etkin olması ana amaçtır.
Bu da Arap Yarım Adası'ndan başlayarak Anadolu topraklarınsa, İstanbul
Boğazı'ndan Avrupa'ya açılmaktır. Son 25 yıllık hedef buydu ve başarıldı.
Şimdi Avrupa'ya bir bakalım:
İslâmi örgütlenme ağı, Türkiye'deki resmi belgeler, Avrupa'daki Türk-İslâm
örgütlenme ağının kuruluşu şöyledir. Verilen bilgiler 1994 yılı ana
nokta alınmıştır...
Almanya: İslâmi Kültür Merkezleri 24 adet, Milli Görüş Teşkilatı,
Batı Berlin İttihat Basımevi.
Fransa: Frankreich ve çevresi İslâm Kültür Merkezleri 2 adet.
Avusturya: Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği 8 adet..Milli Görüş
Teşkilatı.
Danimarka: İslâm Kültür Merkezi.
İsviçre: Schweiz ve çevresi İslâm Kültür Merkezleri 8 adet.
İsveç: İslâm Kültür Merkezleri.
Belçika: İslâm Kültür Merkezleri 2 adet, Milli Görüş Teşkilat.
Hollanda: İslâm Vakfı ve İslâm Kültür Merkezleri 14 adet, Milli Görüş
Teşkilatı..
Avrupa Milli Görüş Teşkilatı:
1970'lerde Milli Selamet Partisi'nin gençlik örgütü Akıncılar' ın
bir kolu olarak kuruldu. 1985'in 20 Mayıs'ında resmen Avrupa Milli
Gençlik Teşkilatı / AMGT/ olarak onaylandı. Merkezi Köln olan ve 400
şubesi vardır.1980 öncesi şeriat yanlılarının Avrupa'ya kaçarak bu
teşkilatın-örgütün-yönetimini ele geçirmesiyle "irtica"i
bir içerik kazandırılmıştır. Kendi tanımlarıyla T.C.' yi devirip İran
benzeri bir düzen kurmayı amaçlayan bir örgüte dönüştürmüşlerdir.
AMGT' nin yönetimi: Dr. Zeynel Abidin, Haldun Alkan, Cemalettin Kaplan,
Hüseyin Kamil Büyükgezer, Ahmet Polat, Hasan Damar, Akgün Erbakan,
Cemal Kamacı (ünlü boksör), Abdullah Yüksel, Mustafa Gül... AMGT'
nin her yıl 1500 kişiyi Hac'a götüren KAR-BİR adlı şirketleri vardır.
Bu şirket Şevket Kazan'ın Zemzem adlı şirketiyle işbirliği içindedir.
"İslâmi
Cemiyet ve Cemaatler Birliği":
1981 yılında Almanya'ya giderek Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'na katılan
Cemalettin Kaplan (Hocaoğlu), 13 Ağustos 1983'de bu örgütten ayrılarak
"İslâmi Cemiyet ve Cemaatlar Birliği" adıyla bir örgüt kurdu.
Başlangıçta 5 bin yandaşı olan örgütün 10 bin kadar taban kitlesi
olduğu sanılıyor. 1993 verilerine göre Almanya'da 98 camisi 1200 kadar
üyesi ve 3 bin dolayında sempatizanı kayıt edildi. İCCB yandaşlarına
<Kaplancılar> deniliyor. Almanya'da Anadolu Federe İslâm Devleti
kurduğunu ilan etmiştir... Bu nasıl bir anlayıştır ki devlet içerisinde
devlet kurumuna izin veriliyor ve göz yumuluyor çağdaş ve uygar sandığımız
Almanya'da
Dünya'da ün yapmış İslâmcılara yakın duruyor. Afgan Hizbi İslâm önderi
Gulbettin Hikmetyar, Lübnan'da İran yanlısı Hizbullah, Mısır'da radikal
Cihat, Filistin' da Hamas gibi örgütlerle iletişim halindedir.
Dinin siyasete karıştığı yerde; örneğin Mısır'da Enver Sedat, ABD'de
Jimmy Carter ve Ronald Regan, Türkiye'de Kenan Evren ile Turgut Özal
ve İsrail'de Menahim Begin gibilerin iktidara gelmesi pek olağan ve
kaçınılmazdır ve ortak noktaları bugün RTE' nin başbakan olması gibi...
TARİKAT SERMAYESİ'NİN YÜKSELİŞİ
(Kaynak:Faik Bulut)
İslâmi sermayenin ülkeye girişi 12 Eylül 1980 askeri eylemin öncesinde
Süleyman Demirel hükümetinin aldığı ünlü <<24 Ocak Kararları'yla>>
başlar.12 Eylülcüler bu kararların uygulanmasını bir süre rafa kaldırdılar.
Küresel kapitalizm ile Türk ekonomisinin bütünleşmesini amaçlıyordu
bu karar.
'24 Ocak Kararları'nı uygulamak <cunta yönetiminin> ve bakanlarının
inisiyatifine önceliğine kaldı. ABD desteğindeki Suudi sermayesi,
Türkiye'deki İslâmcıları; özellikle "Rabıta" adlı İslâm'
i örgüte üye olanlardı; ve kimi önderlerini kullanarak ülkeye girdi.
Bu yadsınamaz!
1984 yılında dönemin Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı paşası Kenan
Evren'i Kainatı >İslâm Konferansı Örgütü'ne< bağlı "Ekonomik
ve Ticari İşbirliği Komitesi" başkanlığına getirilince petro
İslâm'ın ülkeye girişi kaçınılmaz olmuştu. Paşa' nın başbakanı Nakşibendî
Turgut Özal ise, bu anaparanın gelişmesi içim özel yasalar düzenlemişti.
Yine Paşa' nın Paşa Başbakan' ı Bülend Ulusu (oramiral), 80'lerin
başında tarikat "mensubu"üyesi bir profesörü Cidde'ye gönderdi.
İslâm Kalkınma Bankası yapılanmasında bir enstitü kurama uğraşılarını
başlattı.Türk-İslâm ekonomisi için 60'dan fazla uzman yetiştirilmesi
İçin kolları sıvadılar. Milli Selamet Partisi milletvekiliyken askeri
yönetim tarafından tutuklanan Korkut Özal salıverildi. Kardeş ilişkilerinin
iyi bir uygulaması yaşandı. Bu aynı zamanda silahlı eyleme karşı bir
tükürdüğünü yalatmaktı onlarca. Özal'ın siyasi gücüne dayanarak, yürü
ya kulum dendi. Örneğin; Topbaş ailesinden ticareti öğrenen Prof.
Korkut Özal, Al-Baraka Türk adıyla petro dolar anaparasının Türkiye'ye
akışını sağladı. Sonuçta ABD destekli Arap-İslâm sermayedarları, mantar
gibi çoğaldılar. Özel finans kurumları kurup faizsiz (nasıl oluyorsa)
bankacılık düzenini yaygınlaştırdılar... Ve başladılar para emmeğe...
Korkut Özal'ın tanımıyla;"yastık altında korkunç bir servet yatıyordu.
İnanan kesim, faiz, helal, haram gibi kaygılarla geleneksel bankalara
gitmeye çekiniyordu. Amaç, bu korkunç serveti ekonomiye sokmaktı."
Özallar yurttaşın dişinden, tırnağından biriktirdiğine, kefen parasına
da göz dikmişti...
Özal desteklerle Kuveyt ve İran finans firmaları ülkeye akın ettiler.
1984-1986 arası Suudi şirketlerinin akışındaki oran % 4500'e çıkarken,
İranlıların oranı ise % 2100'e ulaştı... Bu bir yeni söylemle, yeni
bir sömürü düzeni demekti.
Tarikat holdingleşmesinin ve yeni "hanedanlığın" sembolü
Korkut Özal'ın <biraderi> Turgut ÖZAL idi!.. Ve Başbakanlık
koltuğunda oturuyordu. Yetkilerini kullanarak bu örgütlere özel yasalar
ve düzenlemeler yaparak, hem onlara, hem soyadlarına kıyakçılık yaptı.
Sonuçta keselerini de doldurdular, etrafına üşüşenlerle birlikte...
En üzücü olan şeyler şu ayrıcalıklardı:
1- Faisal Finans ve Al-Baraka-Türk gibi özel finans <para yatırım>
kurumlarının Türk İflas Yasaları'ndan 'muaf' tutulmaları sağlandı.
2- İSEDAK kararları doğrultusunda ülkeye İslâm' i anapara akışını
sağlamak için, İslâm Kalkınma Bankası'nın vergi muafiyetini geliştirdi.
3- Kardeşi Korkut Özal'ın İslâm Kalkınma Bankası danışmanı olmasından
sonra (K.Özal bankacı mıydı ki danışman yapılmıştı.-?-) da İslâm'
i para finans örgütlerinin, Türk şirketleri-ne eşdeğer haklar elde
etmesini kolaylaştıran yasa değişiklikleri yaptı.
4- 1983-1986 arasında yapılanlar yetmediği gibi Turgut Özal geleneksel
bankalar aleyhine ve İslâm' i bankalar lehine olabilecek yeni düzenlemeler
de getirdi. Örneğin; geleneksel Türk bankaları, mevduatlarının %10-15'ni
Merkez Bankası'na yatırma zorundadır. Buna karşılık İslâm' i finans
kurumlarına bu oran %10 geçmemektedir. Hatta bu bankaların iştirak
hesaplarının yalnızca %1'i Merkez Bankası'na yatmaktadır... Ve biz
ulus olarak bunlara katlandık "aç, yoksul ve sömürülerek."
Türk ekonomisinde zaman zaman iflas eden şirket ve firmalar, tarikat
şeyhlerinin fetvaları ile yeniden diriltildi. Fırsatı bulan İslâm'
i sermaye Masonluk-Yahudilik karşıtı söylemlerle, ülkedeki güçlü rakiplerini
Alarko'yu gayri Müslim olarak niteleyerek bir rekabete girdiler. İlk
örneği İhlâs Holding'tir... Maden Suudi Faisal Finans'ın , 'ılımlı
İslâm'ı' destekleme çerçeve sinde açtığı kredilerle palazlanmıştır.
SEKA kâğıtlarından büyük oranda kâr etmiştir.
DYP-ANAP yönetiminde İhlâs İktidar (erk) ilintisi önemli ödünler alınıp-verildi.
İhlâs Holding iktidara ortak olarak; Eurocredit Bank'la ortaklık sonucu
YURTBNANK doğmuştur.
Sermayenin-Anaparanın-Dini Olur mu, Olmaz mı?..
Türkiye'deki İhlas Holding, hem Fransız hem Kore firmalarının ortağıdır.
Refah Partisi'nin paravan şirketler kanalı ile işletilen parasının
Marmara Bank, TYT Bank, Türkinvest gibi çok faiz veren riskli banka
ve bankerlere kayması gerçeği bir yana, RP gizli mutemedi Süleyman
Mercümek'in Yahudi işadamı ve banker ile ortaklık kurması düşündürücü.
Nurcu kesimin bir başka kolu olan Fethullahçıların Kafkasya ve Orta
Asya'daki ortaklıkların bir kısmı Amerikan, Avrupa ve uzak doğulu
şirketlere aittir. Yine Avrupa'daki Süleymancıların Masonlarla iş
ortaklığı ayrı bir sorundur. Avrupa Milli Görüş Teşkilatı içerisinde
örgütlenen yan dernek ve cemaatlar Avrupa'daki "mümin Türkleri"
hedef alarak; yaklaşık 12 bin mümin-inanan-Türk İslâm' i Hayat Sigortası'yla
soyulmaktadır. Sekiz kişilik Dini Meclis'in denetimindeki İ.T.S.'
nin her ay düzenli biçimde 300 D. Mark alıyor. İ.T.S.' nin aylık geliri
3 Milyon 600 bin D. Mark' tır. Yaklaşık; 5.400.000.000.000.T.L.
Ölen Cumhurbaşkanı'nın inançlı kardeşi Korkut Özal iktidarla ilişkilerini
sıcak tutarak ve tarikat şeyhinden "icazet" -izin- alarak
1980'li yıllarda İslâm Bankası Enstitüsü'nü kurma başarısı sağladı.
Ardından petrol-dolar bağlantısıyla Irak'tan günde 5 bin ton;1983
yılında petrol çekecek biçimde TIR filosu kurdu. Bugün mazotun litre
fiyatı 2.000.000 TL civarındadır, benzin ise 2.500.000.TL'dir. Ticareti
tarikat adamı olan Topbaş'tan öğrendiğini belirtmiştik. Ardından Halk
Yatırım Pazarlama' yı kurdu. Arap şeyhi Salih Kamil ile Al Baraka-Türk
finans kurumu oluşturuldu.
El Rachi-Al Baraka, Faisal Finans ve İhlâs Holding gibi İslâm' i şirketler
yasal İslâm' i bankalarının uygulamalarıyla rekabet etmeye çalışırlar.
Fakat ülkede yasal zorunlulukları en aza indirildiğinden daha fazla
özgürce hareket kabiliyetleri vardı. İslâm'i kesimlerde "fetva"
ile ticaret yöntemi böylelikle geliştirilmişliğin somut örneğini görüyoruz.
Adil Düzen, vahşi kapitalizmin gözü kara sömürüsünü biraz gemlemeyi
amaçlamaktadır. Bir bakıma sömürünün başka bir yöne akıtılması prensibi
olarak da algılanıp, yorumlanabilir.
Bundan başka bir şey değildir. Dolaysıyla ne adildir ne de gerçekçi.
Aksine, olay bir yanılsamadır, aldatmacadır. Daha da önemlisi vakıflar
ve tarikatlar yoluyla giderek büyüyen Müslüman kapitalistler lehine
sermayeden anaparadan taban kaydırma ve kredi kanallarının yönlendirme
projesinden başka bir şey değildir. Üstelik tüketim toplumunda spekülatif
kazançların dua ile açma operasyonudur. Özü: Peçeli-tesettürlü ve
çarşaflı kapitalizmdir.
Fransız uzman Oliver Roy'un anlatımıyla, "kurulması düşünülen
İslâm modeli içinde Coco
Cola'dan tutun da her türlü tüketim maddesinin su gibi harcandığı
(sonradan Cola Turka rezaleti de katılmıştır) modern bir tüketim toplumundan
başka bir şey değildir."
Bu yönü ile ele alınırsa İSC programı iktidardaki F.L.N. programının
çarşafa büründürülmüş şeklinden başka bir şey değildir. Sömürgecilik
ve emperyalizm düşmanlığı ise belirsizdir ve batı düşmanlığı sınırlarını
aşmaktadır.
İ.S.C.' nin baskısı ise "metafizik" -doğaötesi- ve sınıfsal
temelden uzak ama aynı zamanda İslâmi'dir "Ordu halktır, halk
da ordudur."ifadesinden sonra ordudan, "cihat sancağını
dik tutmanın, İslâm iletisi, ümmet ve ülke ordusu olarak kalıp siyasetten
uzak durması" isteniyor.
Karanlıkta bir kibrit çöpünün ürettiği ışık insanın gözünü kamaştırır...
Bilimin aydınlığı elbet bir gün irticası yok edecektir...
İrtica karanlığı devrim enerjisiyle aydınlanacaktır...
İnanın buna!!!
T a r i k a t S e r m a y e s i...
Tarikat Arapça yol ve yollar demektir. Ama hangi yol ve yolun varacağı
yer çok önemlidir.
Cemaat ise topluluk, kalabalık anlamına geliyor.
Tarikat-Cemaat anaparası-anamalı demekle; belirli bir yolun ve belirli
topluluğun sermayesidir. Müslümanlıkta Tarikat ve Şeriat kavramları
birbirinden zıt anlamda ve ayrı düşünülemez. Şeriat dinin dışarıdan
görünen hükümlerin tümünü içerir. Şeriat aslında Müslümanlıkta İnsana-dindara-
hitap eden anayol gibidir. Yan yollarda tarikatlardır. Mezhep de gidilen
yol anlamına gelir. İslâmiyet başlangıçtan bu yana ve bundan sonra
da cemaat üzerinde ısrarcıdır.
İşin en ilginç yanı;"ister cemaat ve tarikat sermayesi densin,
isterse tümüyle İslâm' i ekonomi adı altında kendini göstersin, modern
egemen sınıfların yerine göz dikilmiş, oradaki ranttan pay almak isteyen
ve pazar ekonomisindeki rekabet ortamında dini motif ve simgeleri
kullanarak yükselmek isteyen bir sınıf ya da tabaka ile karşı karşıyadır.
Günümüzde kapitalist ülkü, İslâm' i kültür ve ekonomiyi de içine alacak
biçimde küreselleşmiş; maddi değerler yanında ma-nevi değerleri birer
piyasa malına dönüştürüp satılmıştır. Manevi değerler paraya çevrilmiştir.
Bu ortamda cemaatçılık ve tarikatçılık olgununda. anamal yapılarak
holdingleşmesi çok doğaldır."Din paraya bağımlı oldukça kimse
onu tanımaz; kurucusu para olan bir din, yine o paranın koruyucusu
olmak zorundadır."(Dr. Ali Şeriati) Peçeli kapitalizm ya da tesettürlü
kapitalizm;İslâmiyet'in, kapitalizme geçiş sürecindeki modern toplumlarda
bir değerler sistemi ve bir kurum olarak işlevini sürdürmesi, bu dinin,
modernleşme karşısında bir engel konumundan çıkıp tampon olma durumuna
girmesini kaçınılmaz gibi yapılandırılmıştır.
Şunun ayırımına varmalıyız:
Bu tanım veya tanı bundan on iki yıl önce yapılmış:(Bu tarih aşağı-yukarı
1982 yılıdır.)
Türkiye gibi ülkelerde "devletin küçülmesi ve özelleştirmenin
kesin kez gerçekleşmesi toplumsal ve ekonomik hizmetlerin sivil kuruluşlar
tarafından yapılması" yolundaki isteklerin yaptırılması; yönetime
diretilen;öne sürenler yani sivil toplumcular, devletin çekildiği
alanları cemaat ve tarikat holdinglerinin doldurduğunun farkında değiller
galiba... diyor Faik Bulut.
Devletin boşluk yarattığı siyasal ve ekonomik alanlarda güçlerin bugün
ne olduğu apaçık ortadadır. Doymak bilmeyen toplumlar yaratılmıştır
özelleştirmeyle ve devlet "hiç" olma yolundadır. Sivil toplumculuk
isteği olarak devleti, küreselleşmiş emperyalist kapitalizmin para
kaynakları tekelleriyle onların yerli işbirlikçileri olmuş İslâm'
i sermayedarlara teslim olma konusu, bir kez daha irdelenmelidir.
Türkiye'deki tarikat sermayesinin (anamalının-parasının)veya cemaat
holdingleşmesinin ne anlama geldiği daha kolay anlaşılacaktır.
İslâm' i Sermaye:
a.1.evre 1923-1950 arası,
b-2. " 1950-1973 " ,
c-3. " 1973-1983 " ,
d-4. " 1983-1994 " olarak sınıflandırılabilir.
Müslüman sermayedarlar, <pazar ekonomisi>ndeki rekabette, Müslüman-mümin
(inanan) tüketiciye ulaşmayı başardılar. İslâm' i simgeleri kullanarak
müşteri alıcı çektiler ve yükselmek için geniş taban ve piyasayı alım,
satım alanını fark ettiler. İnanan tüketiciler, tüketilen malın kalite
ve ederine bakmaksızın, Müslüman kapitalistlerin ürettiklerini almaya
başladılar.
Kuşkusuz bunlar, çoğunlukla cemaat-tarikat liderleri veya İslâm'i
kişilerin (ulema denenler) yönlendirmeleri ile gerçekleştirildi. Örnek
olarak Ülker'in ürettiği bisküvilerin yenmesi yolunda Nakşibendî şeyhinden
bir "fetva" alınmıştır . Cemaatler koalisyonu niteliğindeki
Refah Partisi'nin yayın organı Milli Gazete' ye verilen ticari alanları
da aynı düzlemde görmek gerekiyor. Bir dindarın anlatımıyla "Milli
Gazete de taş ilanı bile versen, satılır ve yenilir."Aynı Kişi;
İstanbul Fatih'teki bir market-bakkal-sahibi, nereden alındığı belli
olmayan etleri, Milli Gazete de "İslâm' i kesime uygun helâl
et" diyerek yayınlatarak, sözü edilen mal su gibi tüketilmiştir.
Süleymancı kapitalistlerin yurt dışından Ankara-İstanbul-Antalya güzergahında
çalışan TIR filosuna; Aslan Nakliyat; sahiptirler.
Hızlı büyüme ve rekabet sonucu bazı ticari kuruluşlar ve şirketler
battı. Ticari temelde bat-an şirketleri kurtarmak veya rakip firmayı
geriletmek için, her cemaat şeyhi diğerinin aleyhinde "fetva"
verdi veya kendisine bağlı firmasının kurtulması doğrultusunda 'müritlerine'
çağrı'
da bulundu.
Alnında seccade izi olan ilk tarikatçı Cumhurbaşkanı Turgut Özal düşüncesinin
egemen olduğu dönem 1980-1990 arasıdır. Bu yılların ekonomisinde devlet,
Müslüman kapitalistlerin gelişme yollarını açtı. Üzerlerindeki baskıları
kaldırarak İran, Irak, Suudi Arabistan gibi İslâm ülkelerine doğru
itildi. Şu özel notu koymakta yarar var:
Nakşibendî mensubu Korkut Özal "Petrolden iyi para kazandım"...
diyordu. 10 Temmuz 1994 Milliyet gazetesi..Yine bu yıllarda; Müslüman
ve tarikat çevrelerinin patronlarının yaptıkları ilk iş:Altın ve döviz
piyasasında etkin olmaktı.İsmail Ağa cemaati mensupları İstanbul Tahtakale'de
piyasasında dolar-mark ticareti yaparken, R.P. (ondan önce MSP) kimi
ileri gelenleri ise, Suriye'deki Müslüman Kardeşler örgütünün aracılığıyla
Ortadoğu-Türkiye-Avrupa doğrultusunda düşük ayarlı altın kaçakçılığı
yaptılar!..
Tarikatçı anaparayla İslâm bankaları bir oranda doluşturularak, ülkede
İslâm' i ekonomik model yaratma çabaları başlatıldı ve başarıldı.
Özetle, var olan "liberal" kapitalist sisteme karşı böylece
temeli atılmış oldu.
İhlas Holding-Feza Matbaacılık-Al Baraka Türk Anadolu Finans Kurumu
Tahtakale Ticaret Merkezi Hak Ticaret ve Yatırım A.Ş.-Faysal Finanas
Özbayrak İnternational Trade A.Ş.- Fen İş Holding...MÜSİAD Müslüman
kapitalistleri bir çatı altında toplanmıştır...Ve bir zenginler kulübü
niteliğini almıştır.
Sayısı 5 bine yükselmiş olan dini vakıflara bir bakalım:
1979'da 200, 1983'de 350, 1985'de 850, 1987'de 1285 adet.
Kültür-sanat ticaretinde ihmal edilmemesi gereken dallardan biriside
İslâm' i sinema ve filmciliktir. Kitap ve kasetlerin yanında İslâm'
i girişimciler >Minyeli Abdullah< ile seslerini duyurdular.
Yaşamında sinemaya gitmemiş insanlar ailecek sinemaya gitmeye başlamışlardır.
Arkasından "İskilipli Atıf Hoca, Yalnız Değiliz ve Bize Nasıl
Kıydınız" filmlerin ardı arkası kesilmemiştir.
Ortadoğu'da Amerikancı İslâm'ın ve peçeli kapitalizminin sac ayaklarından
biri sayılan<RABITA>;Rabitatül Alemül İslâm' i /İslâm Dünya
Birliği;bir Suudi-Amerikan şirketi ARAMCO;Arabistan-American Oil Company;
yapımıdır.1962 tarihinde Mekke'de kurulmuştur. Tüzüğünde şöyle der:"Müslüman
memleketlerinde yönetimin İslâmcı kurallara göre olmasına çalışmak,
çeşitli ülkelerden gelen hacılar arasında 'İslâm Misyoner' i yetiştirmek
ve bunları kendi ülkelerine göndermek. İslâmcı yayın organlarının
işlevini yerine getirebilmek için maddi bakımdan desteklemek."
Tüzüğe göre her ülkeden bir kişi Rabıta Yönetim Kurulu'nca üyelik
için seçilerek gönderilecekti. Salih Özcan ve DP-AP' nin Konya milletvekili
Ahmet Gürkan sora Faysal Finans Kurumu Yön. Kurul Bşk. Yardımcısı
olan bu kişi her fırsatta:"Allah, Özal'dan razı olsun",
diyordu. Arkasından Rabıta' nın kuruluşunda yer aldı.
Suudi tarikat ilişkileri de 1976 yılında gerçekleşir.3-14 Mart 1976'da
Pakistan'da yapılan "Uluslar Arası Şeriat Kongresi'ne" dönemin
MSP milletvekili MC koalisyonunun Devlet Bakanı Hasan Aksay katılır.
Suudi bağlantılı RABİTA' da iki Türk üye daha vardır. Diyanet İşleri
Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör ile İslâmcı İBDA-C' ci Mehmet Şevki
Eygi!..
Rabıta ilişkileri gelişmesinin arkasından Komünizm ile Mücadele Dernekleri
İlim Yayma Cemiyetleri-Din Adamları Yardımlaşma Dernekleri gibi örgütler
darı patlağı gibi çoğaldılar.Bu derneklerin artmasını destekleyen
Korkut Özal, Sami Tuğ gibi tarikatçıların günümüzde Suudi sermayesinin
Türkiye'deki ortakları olması önem taşır.
Milli Türk İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü Yaptırma ve Yaşatma Derneği
Başkanı tüccar Ali Rıza Güven'dir.200 öğrenciye burs, 700 aşkın öğrenciye
yemek verirken, elbette ki Rabıta ile iş birlik içindeydi. Güven ANAP'ın
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı tarikatçı Burhan Öz-fatura ile beraber
Türk-İslâm Kültür Vakfı Yön. Kurul. üyesiydi. Rabıta ile şimdiye dek
bir İmam Hatip Lisesi bir de İlahiyat Fakültesi yaptırmışlardır.
Bir ayağı Türkiye'de olan Nazım Adil Kıbrısı Rabıta' dan 672 bin dolar
yardım aldığını, Rauf Denktaş'a 1978'de açıklamıştı. Türkiye'de ise
R.P., Korkut Özal ve çevresiyle ilişki halindeydi. Bu Rabıta-şeyh
ilişkisini Hüseyin Aktaş yapmış, Korkut Özal ile bağlantıyı sağlayan
kişidir.
Aktaş;İslâm Kalkınma Bankası danışmanlığını Korkut Özal' dan devir
almış, o da Nevzat Yalçıntaş'a devir etmiştir. Şeyh Nazım Turgut Özal'ın
eşi Semra hanımın başörtüsü takma-ması yolunda İslâm' i bir "fetva"
vermiştir.
Rabıta örgütü T.B.M.M. ve O.D.T.Ü. camisi, İslâm Kültür Merkezi, Ankara
Kocatepe Camisi'ne de parasal olarak tam destek vermiştir.
<Geniş bilgi için bakınız ;"Tarikat Sermayesinin Yükselişi"
Yazarı: Faik Bulut.>
İslâm' i bankacılık, özellikle Suudi Arabistan ve diğer ülkelerde,
örneğin Bahreyn'de kurulan
İslâm' i para kurumları, esas olarak "Kıyı Bankacılığı"
sistemiyle çalışır. Bankacılık dilinde
"Off-Shore Bankıng" denilir. Ana ilke her türlü denetimden
ve vergiden kaçmak, serbest bölgelerde çalışma yaparak yasadışı yöntemlerle
olabildiğince para kazanmak. İnançlı Turgut Özal da İslâm' i para
kurumlarına Türkiye'yi kıyı bankacılığı gibi onlara sunmaktan çekinmemiştir
de acaba akıl hocası kimdi?
Kirli paralarla riskli rantlarda bile oynayabilen bir vurgunculuk
sistemidir. İncelenirse bu tür kurum ve kuruluşların hiç birisinin
yasal merkezi Suudi Arabistan değildir... Suudiler yalnızca parasal
olarak destek vermişlerdir. Türkiye'de de İslâm' i bankacılığın ana
nedenlerin birisi de müminlerin bu sistemden hem yararlanması, hem
de İslâmcı destek amacıdır... Doğup büyüdüğün topraklarda bu çarpık
ilişkilerle ihanet etmek sanırım yurtseverliğin sözlük anlamı ile
bağdaşır bir yönü yoktur.
Kirli İslâm paraları ülkede cirit atmaya başlar! Rabıta' nın yanında
Faysal Finans vardır. Merkezi Cenevre kenti olan 55 İslâm bankasının
üst örgütü Dar-al Mal-al İslâm i tam birçok uluslu para kapitali şirketidir.
Faysal Finans da bu örgüte bağlıdır. Yani çok uluslu şirketler grubunun
Türkiye'deki düzenin bir parçasıdır. Türkiye'deki ortakları Nakşibendî
Salih Özcan, Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın'dır. Bir dönem Türkiye
Cumhuriyeti hükümetinde bakanlık da yapmıştır.
Üçüncü örgütün adı:Al Baraka'dır. Türkiye'deki kolu ise Al Baraka-Türk'tür.
Suudi merkezlidir. Özal ve Topbaş ailelerinin ortaklığı vardır. Başkan
yardımcılığını ünlü Topbaş adlarından biri; Mustafa Topbaş yapmaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın da soyadı Topbaş'tır. Kurulun
diğer adları ise;Türkiye' da Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, AKP'lilerin
ve de Başbakan'ın Kemal abisi diğeri de Talat İçözdür.
Bir başka kurum ise, 44 İslâm ülkesince gerçekleştirilen İslâm' i
Kalkınma Bankası'dır. İç tüzüğüne göre;"üye ülkelerin tekil veya
kollektif toplumsal ve ekonomik gelişmelerini ŞERİ-AT ilkelerine uygun
olarak artırmak" ana hedeftir.
Suudi Arabistan, Türkiye tarikat- cemaatler aracılığıyla sokulmuştur.
Parasl ilişkiler bu kesimin hizmetiyle ve karşılıklı desteğiyle sağlanmıştır.
İslâm' i sermayenin girişine izin veren Özal ailesidir. Özcan ve Topbaş
ailelerinin bir kısmı "nurcu", bir kızmı da Nakşi Erenköy
cemaatindendirler.
İçerisinde tarikat cemaat sermayedarlarının da bulunduğu bu yeni sermaye
kesimi, ilk kez hatırı sayılır bir ekonomik güce sahip bağımsız bir
güce dönüşüverdi. İşte yeşil ya da İslâm emperyalizminin güçlenip,
yayıldığı ve aranan olan oluverdiği bir merkez...
Özal Ailesi;başlı başına bir sermaye grubudur. Ailenin, Suudi finanasmanı
ile tarikat ana malının yada parasını bağdaştırarak siyasi ve ekonomik
açıdan nasıl yükselişe geçtiğidir. Turgut, Korkut ve Yusuf Bozkurt
Özal üçlüsü Nakşibendî'dir. Bu özellik yeter gibi görünüyor... Hele
Turgut Bey'in ailesinin Ahmet'inde Zeynep'ine dek gerçek öyküler artık
ayaklara düşmüştü.
Bir sav vardır... Turgut Özal'ı ABD Başkanı başbakan yaptı. İşin içinde
tarikat girince bu pek inandırıcı gelmemeye başlıyor. ABD'nin Nakşibendî
kanalıyla olabilir mi?Neden olmasın! Bizim tarikatlar Beyaz Sarayı'da
İslâmşaştırıp Nakşi Tarikatı'na almış olamaz mı? Çünkü Özal'ın başbakanlıktan
önceki yaşamı pek parlak değildir. İflaslarla doludur. Ya sonrası
deği-şen yok. Koskoca Tüekiye'yi iflasa sürükledi.24 Ocak Kararları'nın
altındaki imzayı ülke insanı hiç unutmuyor, Ayrıca Özalların MSP ile
yakın ilişkisi olmuş, Erbakan'ın partisinden
İzmir Milletvekili adayı olmuş;"dini muhafazakâr ve mukaddesatçı"
söylemler yapmıştır.
Korkut Özal ise, Milli Nizam Partisi'nin kuruluşunda yer almıştır.
Kapatıldıktan sonra M.S.P.de "mürit" olarak yerini almış
ve sosyal demokrat Bülent Ecevit ile yapılan (CHP) birleşmede İçişleri
Bakanı olarak görev yapmıştır. Bu dönemde bakanlık kadrolarına çok
sayıda tarikatçı; Nakçibendi; müminler işe başlamıştır. Bu kadrolaşma
meyvelerini Turgut Özal'ın baş-bakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde
Emniyet Genel Müdürlüğü'nde vermiştir. Bu arada İslâmcı Cunta kurulmuştur.
Başını ise kürt kökenli Nakşibendî Abdülkadir Aksu çekiyordu. Bu Muhterem
şimdi AKP' nin İçişleri Bakanı'dır. Mehmet Ağar ise DYP'nin genel
başkanıdır.
Korkut Özal nedendir bilinmez, 12 Eylül 1980'de siyaseti bırakır.
Ancak ağabeyi Turgut Özal aracılığıyla Kenan Evren'e dek kolayca ulaşır.
O'na telkinlerde bulunabilen bir Özal aile-sinin bireyiydi. Sonra
Turgut Bey Çankaya'ya yerleşince Korkut Bey Çankaya'yı ele geçirecekti.
1983 yılında Özal Turgut; Nakşibendî, Süleymancı, Nurcu, Işıkçı, Fethullahçı,
Milli Mücedaleci; milliyetçi, mukaddesatçı koalisyonunun başbakanıydı.1990'da
ise Nakşi ANAP görüntü-sünün matematiksel tanımı şöyleydi: 24 Nakşibendî,
8 Süleymancı, 6 Kürt şeyhi, 6 Milli Mücedeleci, 1 Işıkçı, 1 Nurcu
milletvekili;22 dinci vali ve İslâm' i sonradan bulmuş 8 il yöneticisi,
14 emniyet müdürü ve bazıları...
ANAP' taki ünlü adlar ise şöyleydi:
Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler, Abdülkadir Aksu, Kamran İnan,
Kasım Aksay...Tek patron ise Korkut Özal!
12 Eylül 1980'de partiler kapatıldı. Milli Selamet Partisi milletvekili
Korkut Özal'da tutuklandı. Sıkıyönetim mahkemelerince; irtica ve şeriat
faliyetlerinden yargılandı. Dava biter bitmez Cidde'ye gitti. İslâm
Kalkınma Bankası Enstitüsü'nün yöneticiliğini yaptı. Nevzat Yalçıntaş'tan
devir aldı... Yalçıntaş aynı zamanda TRT Genel Müdürlüğü'ne de getirilmiştir.
Turgut Özal İslâm Konferansı Sekreteryası, Rabıta ve İslâm Bankası
ile özel temaslar-iliş-kiler- kurdu.14 Aralık 1982'de ABD'ye uçarak
İMF ve Dünya Bankası yetkililerinin yanısıra
ABD' li yöneticilerle iletişim kurdu.(RTE de bu yolu izledi)Böylece
petro İslâm sermayeciliği
, dünya finans merkezinden onay alarak Türkiye'de tarikat sermayedarlığı
halini almaya başladı. Çünkü Özal'ın ANAP'ı 1983'de hükümet oldu ve
durum 1990'a dek sürdü. Özal Suudi sermayesinin iyiliğini hiç unutmadı.
Madalyonun diğer yüzü de; Özalların 'aile boyu' çıkarları yatmaktaydı.
Özal ağabeyin başkanlığındaki yönetim, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
ve PETKİM gibi kuruluşların özelleştirilmesi getirdiği günlerde, küçük
kardeş Korkut Özal her iki kuruluşun Kürt bölgelerindeki
petrol sahalarını incelemekle meşguldü. Bu bir rastlantı değildir.
Korkut Özal;"Ben, TPAO'nun Genel Müdürlüğü'nü 4 yıl yaptım. Petrolü
hem öğrendim, hem de bir sürü dostlarım oldu. Irak'a çok gittik geldik.(....)Irak'ın
ham petrolü çok, ama tek gram mazot ve benzin yok.(....)"Sonuçta
buradan korkunç bir işlenmiş petrol nakli olacaktı...
Antep'deki nakliyeci işiyle; zamanında bazı nakliye işini Bahattin
Bayraktar'a yaptırmıştı; yakından ilgilendiler."Petrolden iyi
kazandık" diyebilmişlerdir.(...)Sonradan Eymen Topbaş ile ticari
ilişkiye soyundular. Faizden arınmış gelir sistemi diye tanımlanan
sistem bir hayli tartışılmıştır. K.Özal;"Baktım ki hayırlı bir
iş. Bunu ret etmek kuralımıza aykırı. Durum gereği, işi kabul ettim."
"1982 başlarında işe başladım. Bu arkadaşların Bahariye Mensucat
diye bir tekstil fabrikaları var. O zamanın parasıyla 200 milyon lira
gibi büyük bir sermaye koyarak, beni de daha sonra primlerimden ödenmek
üzere % 1 oranında ortak yaptılar.(...)Parayla para nasıl kazanılır
öğrendim. Hoşuma da gitti...(Sizce inandırıcı mı?)
Özal-Topbaş aileleri, 16 Aralık 1983 tarih itibariyle Al Baraka-Türk
A.Ş.' yi kurarak Suudi sermayesiyle kaynaşmanın öncülüğünü yaptılar.5
milyar sermaye ile kurulan Al Baraka-Türk'ün 2.başkanlığına ANAP İstanbul
İl Başkanı Eymen Topbaş'ın kardeşi Mustafa Latif Topbaş'ı yönetim
kurul üyeliğine ise, Korkut Özal'ın sap kolu Talat İçöz getirildi.
Topbaş ailesinin de kendince şirketleri var:Bahariye Mensucat, Kastamonu
Entegre A.Ş., Marmara Kimya A.Ş., Rem Dış Ticaret A.Ş...
Fysal Finans Destekli Nurcular:
ARAMCO destekli Rabıta'nın 41 kişilik kurucular listesinde MSP milletvekili
Salih Öz-can hem nur öğrencisi hem de Faysal Finans Kurumunun ortağıdır.
Nurcu milletvekillerinden M.Gündüz Sevilgen ile S.Reşat Saruhan'da
ortaklardandır. Kurumun ortaklarından, Ülker Bisküvileri sahibi Asım
Ülker bir Nur cemaati şirketidir. Faysal Finans'ın yerli sermayesinin
büyük bir bölümü de Ülker Gıda'ya ait olunca yorum daha da kolaylaşıyor.
Ülker bisküvisi yenmesi için fetva verildiği de bir gerçektir.
Diğer bir başkası daha korkunç; Azerbaycan'daki "Müslüman kardeşlere
karşı savaşan Ermenilere, tam 18 ton çikolata ve bisküvi ihraç edildiği"
yolundaki haberler basında yer aldı.
Diğer yandan Faysal Finans Kurumu A.Ş.' ye bağlı kuruluşlar şunlardır:
Fatsal Dış Ticaret ve Pazarlama A.Ş., Faysal Emlak ve İnşaat A.Ş.,
FEK-SAY Vakfı... Gül Optik, Fatih hastanesi Bostancı Polikliniği...
v.s.
Fethullah Hoca' nın İzmir'deki sağ kolu eski DYP' li Belediye Başkanı
Burhan Özfatura, 1980'li yıllarda ANAP yandaşıydı. ANAP il başkanı
Atila Yurtçu'nun Özal ile arası çok iyiydi. Parasal gücü tükenmek
üzereydi...Ki, Turgut Özal zenginleri seviyordu.!..İşte bu aşamada
El Rajhi Banking devreye girdi. Yurttçu'nun hisselerinin bir bölümünü
satın aldı.Geri kalan bölümünü İş Bankası satın aldı.Yurtçu parasal
olarak soluklandı. Yurtçu'nun; Santek, İzdaş Dış Ticaret, İzmir Demir
Çelik Sanayii, Namtaş, Asmaş gibi şirketler devlet bankalarından mil-yarlarca
kredi almışlardı. Tarikatçı Yurtçu'ya İslâm Kalkınma Bankası'da kredi
açtı. İşin ilginç yanı; ANAP'ın Nakşi toplarından çiftlik sahibi ve
sanayici Ekrem Pakdemirli'nin mülkiyetindeki Mistaş ile Yurtçu'nun
şirketlerinin adresi de aynıydı. ANAP İzmir İl Merkezi... Bu adres-teki
diğer firmalar ise;Raks Elektronik Sanayii ve Ticaret A.Ş., Teko Plastik
Sanayii ve Ticaret A.Ş. Pakdemirli daha sonraları bakanlık da yapmıştır.
İhlas Holding'in başarısının gizemliliği Dr. Ören'in girişimcilikteki
ön görüşünde mi aramak gerekiyor... Bunda pek tatmin edicilik yok
gibidir. Sanırım dış etkenler bir hayli destek oluyor. Örneğin;Türkiye
gazetesinde köşe yazarlığı yapan Necati Özfatura, tarikatçı kardeşi
Burhan Özfatura'nın ANAP' tan belediye başkan adayı olmasını 1984
yılında köşesinden istemiştir. İhlas Holding devreye girip başkan
seçilmiştir. Bu seçimden holding de kârlı çıkmış ve iktidar ortağı
gibi olmuştur.
Turgut Özal döneminde diğer tarikat ve cemaatlere; günümüzdeki AKP
iktidarı gibi;dağıt-tığı nimetlerden;kredi ve ihaleler;oldukça yararlanmışlardır.
İhlas Holding iktidarla dirsek teması kurarak şöyle bir oluşum ortaya
çıkmıştır: "Türkiye gazetesinin, dolaysıyla İhlas Holding'i önemli
finans para kaynaklarından birinin de "Faysal Finans'ın, her
kağıt krizi döneminde Türkiye gazetesine düşük faizlerle veya karşılıksız
kağıt verdiğini" ifade ediyorlar. Faysal Finans'ın, SEKA grevlerine
destek vermesi de buna bağlıdır."
S ü m e r b a n k' ı n Ö y k ü s ü:
1993 tarihinde 27 şirket ve üç iştirakten oluşan İhlas Holding, 1994
yılında bir atılım daha yaptı. Önce siyasi alanda yükselen gücü saptayarak
iktidarın yanında durdu. Daha önce ANAP'tan aday olmaya ikna ettiği
Burhan Özfatura'nın, bu kez DYP'den 94 adayı olması için devreye girdi
.Onu ikna edince, Başbakan Tansı Çiller' den Sümerbank'ın, özelleştirilerek
İhlas Holding' e satılması yolunda söz aldı. Böylece bu sermaye grubu,
Özfatura kanalıyla yeniden iktidar ortağı konumuna yükseldi.
Borsa' dan toplayarak Sümerbank'ı almak için kolları sıvayan Enver
Ören bu kuruluş için 1.2 trilyonluk teklif verdiklerini, bu yüzden
Holding' in %15 hisselerini 15 Şubat 1994 tarihi itibariyle Borsa'
dan halka sunacaklarını açıkladı. Sonuçta Enver Ören bankayı alamadı.
İhlas'ı çıkmaza soktu Tarikatçı İhlas Holding açıkça konuştu:"Sermayenin
İslâmisi filan olmaz. Sabancı nasıl çalışıyorsa, biz de aynı şekilde
çalışıyoruz."
Enver Ören kesinlikle bir bankaya gereksinim duyuyordu. Bu kez Fransız
ortaklı Euocredit
Bank'ın %40 hissesini aldı. Adını Yurt Bank yaptı. Başka bir sermaye
grubu olan Hüseyin Bayraktar'ın Ege Bank'ın %31.5 hisselerini de aldı.
Holding kapsamındaki Bayraktar Plaza A.
Ş. İle İhlas Holding A.Ş.arasından Bayraktar-İhlas Motor A.Ş. adıyla
bir şirket doğdu. Böylece İhlas, Bayraktar Holding' in %35 hissesine
de sahip oldu.. Daha sonraları Ege Bank'ı Demireller satın aldı, O'
da içini boşalttı.
İhlas Holding yalnız bankacılıkla kalmadı. Meşrubat-orta ölçekli TV
üretimi ve kahverengi eşya sektörüne de girdi.Ülkede dev sermaye gruplarının
bile yatırımlarını durdurduğu dönemde, İhlas önlenemez yükselişini
gözledik binbir soruyla.
İhlas Holding'in mal varlığı 94 Eylül itibariyle 930.6 milyar liradır.
Grubun uzun vadeli borcu 6.3 trilyondur. Borç %93.7 artış gösterirken
malvarlığının on katına denk düşen kredi alıyor.
1993 sonunda kâr oranı %130'dur.Kısa vadedeki borcu 3.6 trilyona ulaşmıştır.
İhlas Holding'in tarihsel ekonomisi:
17 Mart 1994: Eurocredit Bank'ın %40 hissesini aldı
24 Mart 1994: Altın Sigorta A.Ş. ve Altın Hayat Sigorta A.Ş.kuruluş
başvurusu.
02 Nisan 1994:122.500 m2 arsa satın aldı.Üzerinde 500 yataklı apart
termal bir otel ile 1000 dairelik devre mülk inşaat projesi. Maliyeti
750 milyar tutuyor.
18 Nisan 1994:Otomotiv yatırımı.1994 yılından itibaren iki yıllık
süreçte 10 bin taşıt üretecek. Toplam yatırım 854.7 milyar TL Yatırımın
%60 özel kaynaklardan, kalanı yabancı sermayeden sağlanacak. Ayrıca
200 milyonluk vergi muafiyeti projesi.
31 Mayıs 1994:Balıkesir Mensucat Sanayii A.Ş.' nin 18 bin hissesinden
3794 adedi İhlas tarafından 7 milyar 528 milyona satın alındı. Aynı
tarihte kiralanan boş bir binada 200 bin litre kapasiteli meşrubat
üretimine başlandı. Kristal kola, Kristal portakal Kristal soda bu
ürünlerin bir kısmı.
02 Haziran 1994:Merkezi Londra'da bulunan toplam 150 bin paunt sermayeli
Londra Video Production Center Ltd.'nin %95 hissesini 152.500 paunda
satın aldı.
15 Haziran 1994:Nisan'da temeli atılan 1000 dairelik, 22 bin adet
devre mülklerden 100 adet satıldığı açıklandı.
01 Temmuz 1994:Satılan 2185 adet Kia, Citroen, Subaru marka taşıtlardan
14 milyon dolarlık ihracat elde edildiği açıklandı.
09 Ağustos 1994:Marmara evleri;2.500 daire ve 132 villadan oluşan
projenin 500 adedi tamamlandı.
15 Ağustos 1994:İhlâs Dış Ticaret A.Ş.' nin %60 hissesi Holding tarafından
10 milyar TL karşılığı alındı.(hissedarlardan)
16 Ağustos 1994:Holding'e bağlı İhlas Holding A.Ş., Ankara'da Büyükşehir
Belediye Başkanlığı'nın kömür gereksinimi olan 675 bin tonluk ve tutarı
3.5 trilyonluk ihalenin 125 bin tonluk kısmını kazandı. Aynı şirket,
Avrupa ülkeleriyle, 39.750.000 dolar tutarında gıda maddesi ihracatı
bağlantısı yaptı. Böylece yıl sonuna dek İhlas Grubu'nun ihracat hedefi
100milyon doları bulacak. Bugünkü dolar 1.500.000.TL 'dir. Küçük bir
çarpımla;100.000.000.- dolar x 1.500.000.-TL =150.000.000.000.000.-Tlokuması
bile güç bir rakam ortaya çıkıyor.
12 Eylül 1994:Bayraktar Plaza A.Ş.ortaklığı.
19 Eylül 1994:Eurocredit Bank'ın sermayesi 200 milyardan 500 milyar
TL' ye çıkarıldı. Altın Sigorta A.Ş., 500 milyar sermayeli İhlas Sigorta
oldu.
03 Ekim 1994:İhtaş-İhlas Elektronik Sanayii ve Ticaret A.Ş. aylık
net 300 adet televizyon üretimine başladı. Rus Foton firmasıyla bağlantı
sağlandı.
06 Ekim 1994:Egebank'ın en büyük ortağı konumundaki 500 milyar sermayeli
Otomobilcilik ve Ticaret A.Ş.' nin %35 hissesini;48.125.000+17.325.000
USA dolarına satın alındı.
1994 yılı sonunda: İhlâs Holding, Kore' li KAERİ ile ortaklaşa Silkifke
Akkuyu Nükleer Santral inşaatına soyundu.
En Kutsal Şey:Mukaddes Kapital!..
İhlas Grubu, her zaman bankacılıkta bir gizem içerisindeydi. Bu faizsiz
gelir dağıtımı konusunda. Egebank'ı alırken 'liberal' kapitalizminin
tekelleşme ve parasal kaynak kapitali ile birleşmesindeki bilinen
oyunlara başvurdu. Bayraktar'ı ahtapot gibi sarmalayıp yutmak istedi.
Grup bir kısım şirketlerini İhlas'ın elinden zor kurtardı. Ali Rıza
Çarmıklı'dan alınan Eurocredit Bank, Yurtbank olduğunu vurgulamıştık.
Genel Müdürlüğü'ne Sami Erdem getirildi. Ege-bank alınınca da Egebank'ın
başına getirildi. Son olarak da Demirel Murat'ın elindeydi bu banka!
Sami Erdem;"İslâm' i kurallara göre değil ticari, kurallara göre
bankacılık yapacağız" demesi tarikat ve cemaatleri şok etti.
Kurallarına bağlı İslâm' i kesim, "Yurtbank ve Egebank aracılığıyla
faizcilikle uğraşan böyle bir sermaye grubuna selâm bile vermez. İmanı
kontrol edemezsiniz! İhlâs Holding' in amacı, insanlığa hizmettir."
M ü s l ü m a n K a p i t a l i s t l e r:
Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği içindeki imanlı ve de inançlılar
petro dolarla tanışınca, tatlı gelen bu kaynağa karşı Müstakil işadamları
ve sanayiciler olarak; MÜSİAD' ı kurdular... Aslında müstakillik,
Müslümanlığı simgeliyor ve tanımlıyordu.5 Mayıs 1990'dır kuruluş tarihi.
İstanbul'da o tarihlerde 523, Ankara'da 180, Konya'da 180, İzmir'de
134, Kayseri 128,
Bursa 118, Balıkesir 87, Gaziantep 60, Denizli 60, Malatya 47, Şanlıurfa
23, Kahramanmaraş 44, Adana 32, Karadeniz Ereğli 26, Çankırı 18, Çorum
16 üyeye sahiptiler. Tarih:2 Eylül 1994!
MÜSİAD' ın ülke çapındaki ünlüleri şunlardır:
İttifak Holding-Atom Kimya-Kombassan Şirketler Grubu-İstikbal Yaylı
Yatklar A.Ş.-Hes Kablo-Al Baraka Türk-Anadolu Finans Kurumu-Bahariye
Mensucat-Sanko Tekstil-Ülker Grubu-Jetpa-Zaman gazetesi sahibi Alaattin
Kaya-Akabe İnşaat-Turkuaz-Ergaz-Koska Helvaları-Topbaşlar Grubu-Uzay
Yünleri-Yimpaş Holding-Saray Bisküvileri-Has-Mer İnşaat...
MÜSİAD' a bağlı firmalarda 2 Eylül 1994 tarihi verilerine göre toplam
150 bin kişi çalışmakta. Üyelerin yıllık ciroları 250 trilyon TL Toplam
ihracat 750 milyon dolar. Ülkenin 1994 yılı toplam ihracatı 13 milyar
dolar olduğuna göre Müslümanların payı %6 civarındadır.
Ankaralı MÜSİAD' ların içinde 22'si siyasi partili:17 RP+ANAP 3+BBP
2.
Ayrıca MÜSİAD' lılar şu uyarıyı da yapıyorlardı ki, özelleştirmelerden
pay alabilsinler.
"Özelleştirmede stratejik hatalar yapılaması"nı istiyorlardı."
SİYASİ ve TİCARİ BİR HOLDİNG:R.P.!
Refah Partisi'nin en önemli özelliği şirketler grubunu bünyesinde
barındırmak ve bir A.Ş. gibi yönetmesi."İslâmiyet zaten bir tüccarlar
hareketidir" deyişiyle bu kanıtlamıştır.
Bu grup içerisinde Genel Başkan Erbakan'ın varsıllığına bakmak yeterlidir.420
bin dolar- 610 bin mark, 532 bin İsviçre Frangı, İstanbul ve Ankara'da
ikişer daire, yıl 1994, Çanakkale'de beş ayrı yerde zeytinlik, biri
Kazan'da olmak üzere 8 ayrı yerde toplam 17.600 m2'lik 7 arsa. Altınoluk'
ta iki ayrı yazlık villa. Ankara'daki R.P. Genel Merkez binası, Sinop'ta
574 m2'lik bir arsa ile bir köyün hissesi. Erbakan'ın 100 milyar lira
994 değerleriyle bir villası olduğu ve Erbakan'ın feodal ağalar gibi
bir köye sahiptir1994'den bu yana neler olduğu araştırmaya değer Bildiğimiz,
partinin 1 trilyon TL 'sinin üzerine yatması ve ödememesi inadıyla
hapse mahkûm olması ve cezasını evinde çekmesi ayrıcalığı tanınmıştır...
Yasal mıdır? Yasal şekle getirilmiştir çoğunluk partisi AKP kararıyla.
20 yıllık süreçte bir hayli deneyim kazanan RP' liler şirket ve binaları
RP malı kullanarak "Müslüman malı ortaktır" deyimini güncelleştirmişlerdir.
1950'de İzmir'de kurulan Van Der Zee' yi Tekin Kaya Yalçın ve Murat
Yalçın 1990'da 180 bin hisseyi 900 milyon karşılığı Beşir Darcın'a
satarlar.1994'de bu kişi R.P.' nin gizli kasalarından biridir. Partinin
yan şirketi konumundaki Van Der Zee, daha girişimci olduğundan, 1994
yılında kendi aracılığıyla hacıya gideceklerden 1.800'şer dolar topladı.
Suudi Arabistan R.P. 'ye ayırdığı hacı kontenjanı 5 bin kişiliktir.
Toplam 9 milyon dolarlık bir rakam çıkıyor ortaya. Bugünün parasıyla;9.000.000.-
dolar x 1.500.000. TL =13.500.000.000.000.-TL
Üç aşağı, beş yukarı R.P.' nin kasasına net olarak yılda 300 milyar
dolar giriyor.
1990'larda Necmettin Hoca'nın, Nakşibendî Şeyhi Esad Coşan ile arası
açılır. Bunun üzeri-ne Coşan şu açıklamayı zorunlu görür." Kırk
yıldır tanıyıp beslediğimiz ve desteklediğimiz insan Erbakan. Varlığımızın
her çeşidiyle katıldığımız insan, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi
kabarmış, şişmiş insan. Almanya'dan vaizlerle gelen paralarla zenginleşmiş
(varsıllaşmış) insan. Suud'tan, Kuveyt'ten gelen paralarla şey yapmış
insan..." İlginç olan bu açıklama herşey anlatıyor, Hoca'nın
karakterini ortaya seriyor. Vah inananlara ki vaah!
Erbakan'ın İslâm Sosyetesi
Hoca'nın para ve şirket ilişkilerini ortaya Soner Yalçın çıkarmıştır.
Bir Örnek: Demirel ailesi, Özal ailesi, Yılmaz ailesi, Erbakan ailesi...
Geleneğe göre biri siyasetle uğraşırken, ailenin öbür bireyleri ticaretle
uğraşıyor.
Kemalettin Erbakan TYT ve Marmarabank'ta 65 milyarı batıran Süleyman
Mercümek'in arkasında yetalıyor. Aslında paralar K.Erbakan'ındı. Mercümek
parayı yönlendiriyordu, sadece vitrindi. Bu yüzden Kemalettin Bey'in
sık sık ifadesi alınmıştır. MSP döneminde Bosna Hersek için toplanan
paralar bankalarda batırılmıştı.
9 Aralık 1981'de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı MSP' nin para işlerini
soruşturan komisyon K.Erbakan'ın ifadesini aldı. Necmettin Erbakan'ın
Yapı Kredi Bankası Aşağı Ayrancı Şubesi'nden toplam çeşitli tarihlerde
11.000.000.-TL ' lik K.Erbakan tarafından çekilmiş, MSP İstanbul İl
Örgütü'ne yani Selahattin Kılç'a havale edilmiştir. Bu bir itiraftır.
Bu arada işadamı Emin Hathar, MSP' den milletvekili olabilmek için
1980'de toplam 7 mil-yon lira bağışta bulunduğunu söylemiştir. Erbakan'ın
mutemedi aynı zamanda RP'nin gizli kasası Beşir Darçın'dır. Mal varlığı
trilyonları aşıyor. Darcın iyi bir tefecidir. Kurban derilerinin toplanmasının
arkasındaki ad da Darçın'dır..1983 yılında tarikatların topladığı
kurban derilerinin parasal değeri 1 trilyon lirayı aştığı dikkate
alınırsa, Refah Partisi'nin parasal kaynakları konusunda bir fikir
edinilmiş olur. Mercümek'in üzerindeki şirketlerin zimmetli parası
takı tamına 36 trilyon liradır. Yani bir bakanlığın bütçesinden daha
fazla...
Basında R.P., Avrupa M.G.T. Bosna-Hersek yardımları konusunda açılan
soruşturma ile birtakım kirli işlere bulaştığı yolundaki savlar da
var. Örneğin; MSP' li olarak Almanya'ya giderek oradaki Avrupa Milli
Görüş Teşkilatı içinde bir süre çalıştıktan sonra daha kökten bir
örgüt kuran Cemalettin Kaplan, ırkçı ve mukaddesatçı Murat Bayraktar
ile birtakım karanlık silah işlerine birdi.
1987'de Kaplan' dan ayrılan Ahmet Polat grubu, Cemalettin Hoca'yı,
109 bin markı yemek, oğluna lüks Mersedes almak, faiz yemek, milyonları
götürmek ve bir kıza tecavüz etmekle suçlandı... Yarıca MHP yayın
organlarından bazıları, 1994 ortalarında, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'nı
Orta Asya'dan Avrupa'ya uyuşturucu kaçırmakla suçladılar.
Gelişen İslâm' i seyahat firmaları, artık turizm alanında birinci
elden pay almak amacındaydılar. Öncelikle Müslüman şirketler arasında
bir birliktelik sağlanmasını ve ortak bir tavır konulmasını istiyorlar.
Neden olmasında ki? 1994 ederleriyle, hacı adaylarının gezi maliyeti
500 dolar dolayında. Oysa her hacı adayından 1.900.- 2.000.- dolar
arasında para alınıyor. Demek ki, hacı başına 1.500 dolar gibi bir
gelir sağlanarak kazıklanıyor. 5 bin hacı ayrıcalığından edinilen
"artık değer" kaç dolardır? Bunun yanında devletin vergi
payı ödenimi ödenirse ne kadarı ödenir?
(Günümüz kuruna göre hesaplanırsa; 5.000 hacı x 1.500.dolar/hacı =
7.500.000.000.dolar/hacı x 2007 kur ederi 1.500.000.-TL=11.250.000.000.000.000=TL
günümüz parasıyla.)
Milliyetçi-Mukaddesatçı Tüccarlar Örgütü:
Türkiye, milliyetçi mukaddesatçı diye ayrılanların bir araya gelmesi
iki çatı altında örgütleştiler. İlim Yayma Cemiyeti ve Vakfı, Nakşibendîlerin
önemli isimlerinden biri de Yusuf Türel ve arkadaşlarından Abdükadir
Çavuşoğlu, H.Tahir Uğur ve de Hafız Çelebi kurdular. Bu 'hayır' vakfı,
Fundamentalist kurumlara ve üyelerine finansal parasal yardım sağlar.
Sonradan bu hayır vakfının içerisinde Turgut ve Korkut Özal'ı görüyoruz.
Bu örgüt 1970'e kadar İmam Hatip Okulları'na, 73 İmama-Hatip okul
binası hizmete açmıştır... Bu okulların yaşama geçiril-mesi için dönemin
Başbakan'ı Süleyman Demirel ile teke tek görüşen isim: Yusuf Türel'
dir. 1970'lerde 250 imam-hatip açılırsa cami görevlileri açığı kapanacaktır.
(Fundamentalizm: Kutsal kitabın asla yanılmaz olduğunu savunan Amerika'da
yaygın Hıristiyanlık mezhebi... Fundamentalsaetze: Temel önerme...
Felsefe Ansiklopedisi-O.Hançerlioğlu)
Daha sonraları bu akıma Cumhuriyet Halk Partisi de katılmıştır. İmam
hatip okullarının dengesizce eğitime açılması kararı, hem bireysel
çıkar, hem de toplumsal çıkarlara neden olmuştur. Bunlardan politikacılardan
tutunda müteahhitlere, oradan tarikat ve cemiyetlere dek yarar sağlamış,
ekmek yenen bir olgu haline gelmiş, bugün de önüne nasıl geçeriz diye
savaş veriyor demokratik ve laik yanlıları.
İlim Yayma Cemiyeti'nin bağlantıları Rabıta ve Aramco'ya dek uzandığı
yolunda savlarda vardır. Geniş parasal kaynakları olan ve "mukaddes
şirket" gibi çalışmaktadır. Üstelik Diyanet İşleri Başkanlığı
bu tarihlerde İlim Yayma Cemiyeti'ne yardım edin, bağışta bulunun
gibilerden yorumlarda bulunmuştur. Derneğin tüzüğüne göre:
Nuri Topbaş, Hulusi Topbaş, Hüseyin Taviloğlu, İbrahim Ak, Faik Akseki,
Halil Karaca gibi daha nice tüccar, fabrikatör olan adlar vardır.
İlim Yayma Cemiyeti kurucularının ticaretle uğraşması başka önemli
bir noktadır. Başka ilginç nota; bir zamanlar darbeci Kenan Evren'in
yanı başında durup fotoğraf karelerine giren general Hasan Sağlam,
cuma önderi, komutanı din çalışmalarda bulunmayı önerdi ve başardı.
Meyveleri de "okullara zorunlu din dersi" koydurarak alındı.
Bu iyiliği unutmadı Sağlam paşanın. Emekli olunca İlim Yayma Cemiyeti
başkan-lığına oturtuldu. Uzun yıllar sonra İzmir'de Öğretmen Evi'nin
ismi değiştirilerek bu irticacı Paşa' nın adı verildi.
Büyük Antalya Nakliyat Ambarı Halil Kaçar' a aittir. Oğlu Kemal Kaçar'
ı Süleyman Hilmi Efendinin damadı yapmıştır. Süleymancılığın dini
temelde önderi Süleyman Hilmi Tunahan'dır. Resmi belgelerde kaynak
bulma olasılığı çok fazladır... "Atatürkçülük düşmanı olup, kendilerini
öyle göstermek isteyen irticai bir örgüt" olarak tanımlamaktadırlar.
Hilmi Türkmen gerek Hüseyin Kaplan, Süleyman Hoca Efendi'nin görüşlerinin
saptırıldığı inancındadırlar. Hocanın ölümünden sonra damadı tarafından
sakıncalı durumuna getirildi.
Hilmi Türkmen:"Devletin hemen her kademesinde sızmış bulunan
Süleymancıların amacı devleti ele geçirmektir. Devlet Planlama Teşkilatı'ndan
tutunda Devlet Su İşleri'ne; bir dönem bu kurumda Süleyman Demirel
genel müdürlük yaptı ve barajlar kralı sanıyla anılmaya başlandı;oradan
emniyet kadrolarına dek girmeyi başardılar."..derken olup bitenlerin
Kemal Kaçar dönemini anlatmaya çalışmaktadır.
12 Eylül 1980 raporlarında ise;"Süleymancılar Halk Eğitim Merkezleri,
müdürlükler, valilikler, kaymakamlıkların yanı sıra bütün devlet dairelerinde
örgütlenmişlerdir."Yönetim ellerinde ve de silah ellerinde olmasına
karşın bu 12 Eylülcüler bu konuda olumlu bir şey yap-maktan sürekli
kaçınmışlardır. Yasaları işletmemişler daha da yardımcı olmuşlardır.26
yıl sonra, ülkede irtica var mı, yok mu tartışma ve araştırma konusuna
neden olmuşlardır. 2007'de bir gazete "Tehlikenin Farkında Mısınız?"
sorusunu ve sorununu her gün başlık yapmıştır.
Tarikat sermayeciliğine bir göz atılırsa, Hilmi Türkmen'in söylemleri
hayli can alıcıdır. "Bir adam düşünün ki ticaret yapmaz, ziraat
yapmaz, devletten maaş almaz. Babası fakir biridir. Büyük bir miras
almamıştır. Ama kumandan olarak devamlı mal artırımı yapmakta, zengin
olmaktadır. Nasıl zengin varsıllaşıyor olabiliyor? Efendim... Allah
veriyor. Bu işin uydurma yönü. İşin kaçamak tarafı. Neden ortada.
Gemicilik faaliyetleri-çalışmaları, TIR'cılık faaliyetleri, ayrıca
Türkiye'nin çeşitli yerlerinde devlet yasalarının tanımış olduğu haklar
ölçüsünde kurulmuş ticari müesseseler kuruluşlar, arsa emlakçılık
falan gibi faaliyetler var. Bunlardan büyük paralar kazanılmaktadır.
Ayrıca özellikle, kazanılan paralar da tek elde biriktiriyor. Hüseyin
Kaplan' da aynı düşüncelere sahiptir."
Bu düzlemde görülen Aslan Nakliyat sahibinin ticari faaliyetidir.
Avrupa Antalya arası büyük TIR filosuna sahiptirler. Hilmi Hoca Efendi'
nin müritleri işi öyle büyüttüler ki, Özal döneminde RoRo geçiş önceliğini
elde ettiler. Bu geçiş önceliği ve TIR filosuyla neler yapılmazdı
ki? Aklıma kötü kötü eylem ve davranışlar geliyor. Edirne'den Irak
ve Kars sınır kapısına dek...
İstanbul Ticaret Odası Başkanı Niyazi Adıgüzel:"Ey solcular,
liberaller, demokratlar! Sizler uyuyorsunuz. Tarikatçı sermayenin
asıl maddi/finansal kaynağı Devlet Planlama Teşkilatı Teşvikler Dairesi
Başkanlığıdır. Burası ele geçirilmedikçe, tarikat sermayesinin kaynağı
kurumaz... "İşin ilginç yanı ise bu konuşmayı uluorta yerde söyleyen
Adıgüzel bir süre sonra canından olmuştur. D.P.T.'ın renkli simalarından
birisi de T.Özal olmuştur. Sonra bir başka Özal!
Bir başka örnek: Ticaniler adlı tarikat önderi Kemal Pilavoğlu'nun
1960'lı yıllarda Bozca ada'daki girişimciliği sayesinde bir hayli
varsıllaşmıştır.
Her ülke, coğrafya ve yörenin kendine özgü toplumsal bir taşama biçimi
ve öteden gelme kültürel devinimleri vardır. Bunları bir tarihsel
süreçten geçirerek, bir uygarlıktan diğer uygarlığa miras olarak kaldığını
görürüz. Günümüzde böylesine zor aşamalardan geçerek ulaşmıştır.
İslâm'daki ticari düşünce birinci derecede Arap Yarımadası' daki çok
eski ticari alışkanlıkların bir devamı olmuştur. Arabistan'daki ticari
uygulamanın en çok etkilendiği uygarlık Mezopotamya uygarlığıdır,
yadsıyamayız... Sümer... Akad, Kasid ve Med tüccarları aynı zamanda
iyi birer din adamıydılar. Bu yüzdenlik uygarlıklardan beri, din ile
ticaret iç içedir. Bu yüzdendir ki, her iki öğenin birbirine alet
ya da araç olduğu etkili bir yasadır.
Ticari yaşamda "haksız rekabet" şöyle tanımlanır:Karşı tarafın
ürettiğini ya da sattığını kötüleyerek kendi malını övmek."Örneğin:"Aman
dikkat!.. Migros mağazalarının bir bölümünde "domuz" mamulleri
satılmaktadır. Alış-veriş yaparken dikkatli olunuz!"ilanı verenler
ise;"Haramlardan Sakındırma Grubu." Yine tarikat cemaat
gazetelerinin birinde:"Beğendik mağazalarının mallarını severek
alıp kullandım. Fakat geçtiğimiz günlerde Beğendik tarafından çıkarılan
bir tanıtım broşüründe baktım. Laiklik ve Atatürkçülük' den dem vurmuş.
Satış için gittiğim mağazayı anında terk ettim. Meğer biz bunca zamandır
paralarımızı Beğendik mağazalarıyla laik düzenin kasasında akıtıyormuşuz.
Artık yağma yon, alış-veriş yapmayacağım. Müslüman kardeşlerimize
de bunu tavsiye ediyorum..."
Başka bir "ılımlı İslâmcı" da tersi savda bulundu. Beğendik
mağazası, Kaplancılar grubunun denetimindedir. Oraya verilen para,
küfre götüren kör radikalizmi destekler..."
Bir cemaatin sözcülüğünü yapan Samanyolu TV bunun üzerine kasıtlı
olarak gitti. Arkasından "Domuz Yağı Kullanan" sucuk üreticilerini
suçlayan ve kınayan başka sucuk imalatçısının; Beşler Sucuk (bu soyadı
size başka bir şeyi anımsatmıyor mu?);görüşlerine yer verildi... Önce
Konya'da bir radyo, sonra Uşak'ta bir TV kanalı; Anadolu'nun diğer
yerlerinde yerel, İslâmcı, tarikat yanlısı TV ve radyolar, 'Margarinde
Domuz Yaşı' başlığıyla haber yaptılar.
Bunlara, bilimsel yanı olmayan, ilimsel yanı ağırlıklı "Gıda
Raporu" olmayan gerçekle ilgisi olmayan açıklamalar gündeme geldi.
Bilim ile ilim eş anlamlı bir sözcüktür. Ama bilim, bilimsel çevrelerde,
ilim ise dini temele da-yalı çevrelerde ve 'dogmatik' anlam içeren
konularda kullanılmaya başlandı.
Liberal işadamları paniğe kapıldı...'Bitkisel Sanayiciler Derneği',
tarikatların merkezi olduğu bölgelerde, illerde basına duyurular vererek
karşı atağa kalktılar. Derken büyük, cüce adamlar devreye girdi. Ülke
çapında bir karşı yayına giriştiler tekelci basın aracılığıyla. Ama
bir türlü durduramıyorlardı bu kızgın savaşı. Bu arada son çare Diyanet
İşleri Başkanlığı' ydı. Devreye sokularak "fetva" verdirildi.
İşte bu aşamada İslâm kapitalizminin büyüklüğü ve etkinliği kanıtlanıyordu,
haksız bir rekabete karşı. Ortalık durulur gibi oldu. Olayı yayan
Müslüman basın hem de ulusal basın, verilen ilanlardan milyonlarca
parayı cebe attılar.
İslâmcılar arasında bir başka kazanç yolu ise; piyasalarına müşteri-alıcı-çekebilmek
için, atıl birikimleri pazara çekebilmek için, müminlerin-inananların-alış-verişini
hızlandırabilmek için tüm yöntemlerin kullanılmasıdır. Bunlar, dini
söylem ve motiflerdir. Bunu en iyi anlatan ve tanımlayan Nakşibendî
kimliğiyle işadamı Korkut Özal'dır.
"Arap âlemine açılalım, oradaki finans modellerini;'İslâm' i
bankacılık';Türkiye'ye getirelim dedik. Türkiye'de o zaman yapılan
olasılıklara göre, yastık altında korkunç bir servet var: Faiz nedeniyle
sisteme girmiyor. Faizden çekinenlerin de gireceği bir sistem olursa,
bu para ekonomiye girer."Bu dillendirmeyi yineledik, çünkü işadamı
kimliğiyle Korkut Özal'ın bireysel ekonomik anlayışını tanımak, nerelere
göz diktiğini kavramak ve vurgulamak açısından çok, çok önemsenmelidir...
Doğaldır ki bu söylem bir aldatmacadan öteye gitmiyordu. Para çalışırsa,
ne olursa olsun getirisi "kâr"dır İster faiz olsun, ister
pay olsun... adı her şartta faizdir!
Bir başka tarikatçı, "Bizde faiz yok, dayanışma var..."derken,
cemaat holdingleşmesinin en tepesindeki Müslüman kapitalist ise şunu
dillendiriyor: "Biz vücudumuzu ve ruhumuzu korumakla mükellefiz."..
Yani korunacak başka bir şey yok!..
Faizsiz bankacılık da, sözü edilen rekabetlerle dolu düşünce biçimi,
dürtülerin devamıdır. Faiz; ticaret yaşamındaki orta ölçekli işletmelerin
hepsi, öz sermayelerini kullandıklarını, faizli banka kredilerine
itibar etmediklerini söyler dururlar. Oysa bankacılığın ve ticaretin
özüdür.
Bu söylem içerisinde genel ekonomik krizlerden etkilenmediklerini
söylerler...Yalandır!.. Ya Yüksek faizle uğraşırlar ya da müminlerden
-inananlardan- birikimlerini toplayıp yok ederler...
Korkut Özal'ın söylemiyle örtüşmüyor mu?.. Kendileri de dimdik ayaktadırlar.
Öz sermayenin altı ve üstü nedir ki, hiç tükenmez. Bakınız dizide
adı geçenlerin hepsi de dimdik ayaktadırlar bunca yıldır. Bir örnek
daha:
İslâm dünyasının önde gelen adlarından "Çetinkaya Mağazaları"nın
1994 Aralık'ı boyunca Sabah gazetesinde şu ilan da dini motiflerle
ticari reklâm arasındaki ilişkiyi anlamlı kılıyor:
"İsraf haramdır. Paranızı israf etmeden Çetinkaya'dan alış-veriş
yapabilirsiniz..."
İşçi, İşveren İlişkisi:
Tarikatçı holding ve işletmelerde ana ilke mümin-inanan-çalıştırmaktır.
Çünkü 'Allah korkusu' nedir, zenginin varsılın verdiği risk nedir,
bunun bilincindedir... Bundan ötürü de sömürülmeye müsaittir-elverişlidir.
Dolaysıyla patronu kalkındırmak için büyük özveride bulunur.
Piyasadan ve devletin asgari ücretinden düşük ücretle çalışma "azmi"ne
sahiptirler. Bir noktada İslâm'i fedakârlıktır özveridir. Bunun için
gurur duyar ve gururla ölmeğe hazırdırlar. Farkında olmadan doğrudan
doğruya firma giderlerini ve maliyeti azaltır, 'artık değeri' yükseltirler.
Bir tarikat holdingi olmuş ve modernleşmiş "İhlâs" toplumunda,
hâlâ cemaat tabanında işçi işveren ilişkileri yürütülüyordu. Refah
Partisi'nin Milli Gazete adlı kuruluşunda buna benzer olaylar geçerliliğini
koruyor. Müslüman kapitalistler, varolan kurallar uyarınca, kendi
inançlarına göre "ücret ayarlama" ilkesinden hareket ederek
çalışanları sürekli sömürüyorlar. Bunun adı apaçık şudur: Ücret ayarlama
eşittir sömürü. Ama din ve Allah adına!
Korkut Özal gibiler ise:"Türkiye'nin bu hale gelip batmasında
işçi maliyetlerinin yüksekliğini..."ana neden olarak görüyor...
Başbakan Özal da Dünya işverenlerine şu çağrıyı yapmıştı: "Türkiye'de
işçi ücretleri asgarinin altındadır. Üreticiler Türkiye'ye gelin maliyetleriniz
düşsün..." gibilerden sömürüyü devlet elinden yaptırıyordu.
Bir din adamına mümine-inanana, tarikatçıya hele hele bir Başbakan'a
yakışır söylem midir?
Bilinmez!
Cemaat ve tarikat anlayışı bu çerçevedeydi Ülke' de... Küçük ve orta
ölçekli firmalarda öylesine hâkim ki bu ilke; inanmışların iflas,
icra, haciz, ortaklıktan ayrılma, hak yeme türünden sorunların çözüm
yeri öncelikle bakan yer ve makam, resmi mahkemeler değildir. Tersine
tarikat yanlısı kişilerden oluşan "Şura veya Hakem Meclisleri"ydi.
Bu sorunlar genellikle İslâm' i ya salarla ya da yöntemlerle çözülür...
Hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti'nde. Çözümsüzlüğe girilirse ya da
bu 'ticari sır' toplum dışına çıkmışsa o zaman T.C. Devleti'nin mahkeme
yolları açılır... İslâm ticareti kutsadığına göre, İslâmcılar açısından
yapmak ibadet gibidir. Adeta 6.farz gibidir. Asıl sorun, bu ticaretin
içeriğidir. Ne olup olmadığı ve içinin nasıl doldurulacağı, var olan
kuralların nereye dek geçerliliği, paranın imanı ne derece bozup-bozmadığı
gibi tartışma konusudur.
Enver Ören, Erol Yarar ve Korkut Özal gibi büyük Müslüman ve büyük
kapitalistler "para paradır;paranın imanı olmaz, İmanı kontrol
etmek olanaksızdır. Faiz bile kaçınılmazlaşıyor.
Sabancı piyasada ne yapıyorsa, biz de aynısını yaparız, yapmalıyız."..mantığıyla
ediyorlardı.
Giyim üzerine de; İslâm sosyetesine nasıl bir sunum ile hareket edeceklerini
biliyorlardı. İnanan bacıların tesettür giysileri daha albenili hazırlanıp,
sunuluyor. Pierre Cardin tarzı çizilip hazırlanıyor."Tekbir Giyim"den
bu tür giysileri kapitalist dünyanın çocuklarınca çarşaflı, peçeli
hanımlara Atatürk'ün bir filminde kullanılan müzik eşliğinde sunuluyor.
Bu tesettür giy-sileri sunan mankenler ise çoğu;"Bu işi para
için yaptım; yoksa sonuna dek Atatürkçüyüm" diyebilme özgürlüğünü
seçenek yapıp, kendisiyle çelişkiye düşüyordu... Özüne olan saygısını
irtica sermayesine satıyordu...
Müslüman anamalcılara ya da anaparacılara yol gösteren cemaat-tarikat
önderi, din adamları, alimler, ulemalar, dergah şeyhleri, dünyadaki
sermaye hareketlerini; boyutunu izlemekten yoksun ekonomi bilgisi
fukarası kişiler... Klasik çarşı Pazar alış-verişi ile bu işi yürütüyorlardı.
Finans, kapital alanında verdikleri fetvalar dünya değişimini yakalayamaz,
bu yüzden ters tepkiler ortaya çıkarıyor.
Geçmişte profesyonel çalışma alışkanlıkları olmadığından, önemli kararlar
geçmişte kalıyordu. Bugün bu profesyonellikle iç içe girmişler, liberallerden
geniş yardım görmüşlerdir.
Tarikat sermayedarları, kapitalizmin araç ve gereçlerini kullanarak
ortaya döküldüler. Arkasından, rekabetçi zemine oturan cemaat ve tarikatlar
arasında "dini-siyasi-ideolojik" çatışma çıktı... Bu ikilem
ya da üçlü çarpıklık "dini ekonomik" bir görünüme oturuverdi
apansız. Sonuçta bu kurumların "mürşitleri" de birbirlerine
cephe oluşturdular. Bu konularda geniş bilgi almak isteyenler Faik
Bulut' un "Tarikat Sermayesi'nin Yükselişi" yapıtından faydalanabilirler.
Ekonomiden cesaret alan İslâm' i finans kurumlarını borsaya sürdüler.1995-1996
arasında "faizsiz finanas kurumu" için;nasıl oluyorsa?;
başvurudaki artışlar çok ilginçtir. Resmi izine başvurmadan <Fetva
Kurulları> oluşturuldu. Bu kurullar İslâm' i sermaye için büyük
önem taşıyordu.
İslâm patronları, ilk 7 Aralık 1994'te 'İhlâs Finans' kurumu oluşturuldu.
İhlas'ta kimler var?:
Prof. Ahmet Akgündüz, Prof. Sabahattin Zaim, Prof.Hayrettin Karaman
ve diğerleri.<Yüksek İstişare Meclisi'nde>ise İstanbul müftülerinden
Selahattin Kaya ve yazar Abdurrahman Dilipak yer almıştır.
"Bemer"bir fetva kurulunu da Fethullahçılar kesimlerin kurduğu
Asya Finans'dır. Burada; Prof.Sabahattin Zaim, Sakarya Üniversitesi'nde
Prof. Suat Yıldırım, Doç.Dr. Abdülaziz Bayındır, Halil Gönenç ve İstanbul
eski müftüsü Selahattin Kaya'nın adları yer aldı. Bunların işlevi
de aynı. Kâr adı verilen para alanında gizli-açık faize dinsel bir
"meşruluk" diğer adıyla kılıf yaratmaktı.(meşru=Yasanın,
dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu.)Asya Finans'ın diğer adları;
Selşçuk Berksan, İhsan Kalkavan, Mustafa Kavurmacı, OsmanGürbüz Özkara
var. Genel Müdür Murat Ulus. Asya Finans ortaklarından biri de Yimpaş
Hoşding'dir. Yönetim Kurulu Başkanı ise Dursun Uyar. O yıldan bu yana
Dursun Uyar hep yönetim kurulu başkanı.
Öte yandan özel finans kuruluşları İ.M.K.B. de işlem yapacak aracı
kurum açma yetkisi verilmesi isteminde bulundu. Bazı Müslüman sermayedarların
borsaya girmeleri 96 yılında günlük işlem 10-12 trilyondan birden
25-30 trilyon liraya çıkardı. Anadolu Grubu, yani Ülker ve Birlik
Mensucat gibi şirketlerin payları da borsada işlem gördü.
Eylül 96'da Konya'da toplanan 1. İslâm Ticaret Hukuku Kongresi'nde
8 profesör, 9 din adamı <bono-haram-borsa ile lesaing helal>
yolunda fetva verdiler.
İslâm' i parası, GAP rantında oynamak istiyordu. Faysal Finans, İhlâs
Finans, Asya Finans, pamuk üretiminden elde edilecek kazançları da
değerlendirme yolunda Urfa' da çalışma gösterirken, tarikatçı SAYKO
firmasını da Gaziantep merkez de seçenek yaptı.
Tek-Bir Giyim, 40 bin kredili alıçlısı olan Aydınlık Giyim'i de vurgulamak
gerek. Her iki grupta Pierre Cardin'le çalışıyor. Anadolu'nun yeşil
kaplanları ise: Kombassan, Yimpaş, Sayko, Asya, Estaş gibi... Şirketler
de tarikat koalisyonu niteliğinde. Müsiad 28 şube karaları sonrasında
ASKON adlı yeni bir patron kulübü doğurdu.
R A B I T A
Bu örgütü "Uğur Mumcu" araştırdı. İlginç belge ve söyleşilerle
uzun uzadıysa irdeledi ve kapsamlı bir yapıt ortaya çıktı... Ve canından
oldu. Bir 24 Ocak günü katledildi. Türkiye'de önemsenen bir örgüt
olduğunu kanıtladı...6.12.1992 tarihinde Bakın neleri ortaya koyuyor
köşesinden: Kara Ses... Kamuoyumuzda 'Kara Ses' diye bilinen Cemaleddin
Kaplan kim?1926 yılında Erzurum'un İspir ilçesinde doğmuş. İmamlığa
başladığı zaman ilkokul mezunu bile değil. Askerliğini yaptıktan sonra
ilkokul, ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitiriyor..1966 yılında Ankara'da
İlahiyat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı'na
(D.İ.B.) müfettiş olarak atanıyor. Sonra D.İ.B. Özlük İşleri Müdürü
sonra da D.İ. Başkan Yardımcısı.
1977 seçimlerinde MSP listesinden Erzurum milletvekili adayı.1980
öncesinde de Adana Müftüsü. Müftülük yıllarında Adana "İslâm'a
Hizmet Vakfı'nı kurup, dinsel yayınlar yapmış.
Kaplan, 1981 yılında "re' sen emekli" oluyor. O zamanlar
Erbakan, MSP yandaşı. Erbakan'ın isteği üzerine Almanya'ya gidip "Milli
Görüşçüler" adlı grupla çalışmaya başlıyor. C.Kaplan'ın Almanya'da
oturma izni alması eski milletvekillerinden ve MHP' nin, hakkında
soruşturma açılmayan tek yöneticisi işadamı Murat Bayrak tarafından
sağlanıyor. C.Kaplan'ın Almanya'daki ilk görevi ilginç: Avrupa Milli
Görüş Teşkilatları İrşad ve Fetva Başkanı. Kaplan soyadını 'Hocaoğlu'
olarak değiştiriyor. 'Hicret Dergisi'nde yazılar yazan Kaplan ile
'Milli Görüşçüler'in yolları 1983 yılında ayrılıyor.(....)Kaplan ve
arkadaşları, 1985 yılında 'İslâm' i Cemiyetler ve Cemaatler Birliği'
adıyla bir örgüt kuruyorlar. Birliğin Kaplan dışındaki kurucuları:
Ahmet Polat, Selahattin Yazıcı, Hasan Hayri Kılıç, Seyfettin Özkan,
Süleyman Aslan. Mustafa Özçelik İbrahim Kaba. Hilmi Elgünlü. O tarihten
sonra Kaplan, çeşitli camilerde konuşmalar yaptı. Bu konuşmalar, videobantlar
ve kitaplarla Avrupa'nın birçok yerine olduğu gibi Türkiye'ye de gönderildi.(....)Türkiye'de
İslâm devrimi için hazırlık yapılıyormuş, bir anda "50 bin camide
50 bin hoca ayağa kalkacak." Hoca bunu tasarlıyor ve planlıyor.(....)
C.Kaplan ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'ni devirmek için çalışmalar
yapıyor, 'federe devlet' kurduğunu da açıkça ilan ediyor.(...)
Cemaatin en önemli sloganlarından birisi;"İslâm' i devlet kurulacak
elbet!.."Böyle bağıran insanlar siyah cüppeli, yeşil şalvarlı,
beyaz sarıklı ve sakallı insanlar. Altlarında en son mersedesler.
Uğur Mumcu;Sarık ve Mersedes!..diyor. Aslında iş 3T'ye bağlanmış.
Bu özdeş üçlü takke, takunya, tespihtir. Bu özetlediğimiz Türk insanının
isteği nedir?..sorusunu İslâm devleti ile yanıtlamak olasıdır.
Cemalettin Kaplan'ın elden ele dolaşan "Tebliği'nin El Kitabı"nda
şunlar var:
Amaç: İslâm devleti. Egemenlik: Allah'a aittir. Yasa: Şeriattır. Kaynak:
Yine Kur'anı Kerim'dir. Örnek ve önder: Hz.Muhammed. Metot: Tebliğ'dir.
Konu: Hakkın egemenliği. Tebliğ araçları: Meşru her vasıta. Tebliğ
hükmü: Farzdır. Tebliğ'in üslubu: Açık, net ve kesin. Silah: İlim
(ayet,
hadis, akıl ve mantık).Siper ve kalkan:Sabır, tahammül ve müdafaa,
silaha sarılma, kaba kuvvete başvurma. Günün Türkiye'si:Dünün Mekke'sidir.
Cemalettin Hoca'ya tutulan ceplerden milyonlarca mark akıtılıyor.
Neden sorusunun yanıt:
"Hoca, peygamberin temsilcisidir, peygamber de Allah'ın temsilsidir.
Müslümanlar eğer ceplerinin ağızlarını doğrudan doğruya Cemalettin
Kaplan'ın özel hesabına açarlarsa cen-nete gideceklerdir. Öyleyse
pamuk eller cebe!"Bu Cemalettin Kaplan'ın düşman olduğu konular
şöyle sıralanıyor: Komünizm-Kapitalizm-Siyonizm-Masonluk-Kilise ve
yarı Müslümanlar. Hoca' nın şöyle bir savı da vardır:"İslâm dininin
devleti de vardır, siyaseti de vardır. Ona ne zaman tesir eder, ne
de mekan."
1981 yılında emekliye ayrılan hoca, kendi söylemine göre;12 Eylül
yöneticilerince kapatılan MSP' nin genel başkanı tarafından Federal
Almanya'ya gönderilir. Genel Başkan Necmettin Erbakan'dır. Gönderilen
ilginç görevi de belirtmiştik.
Almanya'da çalışmalara başlar.Ve..35 adet kitabi okuduktan sonra İslâm
Anayasası'nı hazırlar. Bunun da İran Anayasası'ndan aldığı ortadadır.
Her iki anayasayı inceleyen Kaplan'ın daha A.M.G.T. İrşat ve Fetva
Başkanı'yken gönlünü İran Devrimi'ne kaptırdığı gül gibi ortadadır.
C.Kaplan'a Almanya'da sığınma iznini alan kişiyi de belirtmiştik.
Bu kişi eski CIA görevli-si ve silah tüccarı Frank Terpil'in silah
sattığı ileri sürülen işadamıdır. Yineleyelim:12 Eylül döneminde dava
açılmayan tek MHP 'li yönetici kişi!
Yıl 1971.Av.Kadir Mısıroğlu İstanbul'da Milli Türk Talebe Birliği
konferans salonunda
Atatürk'e karşı yaptığı konuşma nedeniyle kovuşturulur. İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı Faik Türün' dür. Türün' ün emrindeki savcılık konuşmasında
suç bulamaz, kovuşturmaya gerek olmadığı kararını alır. Konuşma kayıtları
bir şekil de Eskişehir Sıkı yönettim Komutanlığı'nın eline geçer.
Komutan Orgeneral İrfan Özaydınlı'dır. Soruşturma emri verir. Bantları
çoğaltanlar ve dinletenler; Mısırlıoğlu mahûk olurlar. Mısırlıoğlu'nun
avukatı ise İsmail Müftüoğlu, sonraları Adalet Bakanlığı yapar.Bu
önemli bir olgu ve gelişmedir bu bağlamda.
24.7.1979-25.8.1979 tarihleri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı 26
din adamını Avrupa'ya göndermiştir. Aynı dönemde Süleymancılar 150,
Türkeş'in MHP'li yandaşları 100 ve Erbakan'ın MSP yandaşları 150 vaizi
Avrupa'ya göndermiştir. Devlet ile siyasal partiler arasındaki bu
uçurum gerçekten çok üzücüdür ve düşündürücüdür.
Atatürk'ten en çok söz edilen dönem olan 12 Eylül'de imam aylıkları
Rabıta'ya yani bir şeriat örgütüne ödetilmiştir. Ödenen aylık 1100
dolar.(Yıl 2007 bir inşaat mühendisinin ücreti 800 milyon TL Bir dolar
yaklaşık 1.500.00.-TL x1.100=1.650.000.000.-TL/imam.) Ne yazık ki
T.Cumhuriyeti, yurt dışında görevlendirdiği imamlara verecek para
bulamamış, bu parayı bir şeriat örgütüne, "Rabıtasal Alâm al
İslamiye"ye ödetmiştir. Bu örgüt Atatürk hakkında hakaret dolusu
"Sanem Adam-Put Adam"kitabını basan ve dağıtandır.
Rabıta'nın 41 kişilik kurucu meclisi var. Örgütün kuruluşunda Türkiye'yi
Hiâl Dergisi sahibi Salih Özcan temsil etmiştir. Bu kişi daha sonra
MSP Şanlıurfa milletvekili olarak Atatürk'ün T.B.M.M.'ne girmiştir.
Daha sonra da Faysal Finans'ın içyapısında izleyeceğiz. Bu örgütün
2.Türk kimliği ise Ahmet Gürkan'dır. Bu kişi de ayağını T.B.M.M.'den
eksik etmemiştir.950-957 arası DP, 1961-1965 arası AP Konya milletvekilidir.
A.Gürkan'ın yaptığı en önemli iş ezanın Türkçe okunması yasasını kaldırmaktır.
Dilini ve yurdunu yadsıyan bir insan."Rabıta Örgütü" 1976'da
Devlet Bakanı Hasan Aksay'ın Pakistan'da Şeriat Kongresi'ne katılmasıyla
Türkiye'de tartışıldı.
Din ve inanç özgürlüğünün en sağlam güvencesi laikliktir. Bu ilke
neden hep ön plandadır? Siyasal amaçlı dinsel akımların devlet erkine
egemen olmasını anlamak için getirilmiştir. Laikliğin ne denli önemli
ve olmazsa olmazı olduğunun farkına varıyor muyuz acaba?
Cumhuriyet, kuruluş amacına yabancı bir siyasal yörüngeye oturtulmak
istenmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi ; 41 milyonunun 9.1 milyonu
oy kullanmamıştır, arta kalan oyun; % 35 ile çoğunluğu elde ederek
iktidarı ele geçirmesi bunun kanıtıdır 2000'li yıllarda.
Laik nitelikli Türkiye Cumhuriyeti, İslâmcı Suudi Arabistan Kralı
Faysalın önderlik ettiği 'İslâm Konferansı'na katılıyor. A.B.D.ile
tam bir dayanışma örneğini veren krallık, İslâmcı ülküsünü, laik Türkiye
Cumhuriyeti'ne de benimsetiyor. Hem de bu ülkenin eğitimini almış,
karnına bu ülkenin ekmeği girmiş kişilerce... Konferansa katılan ise
12 Eylül'ün Başbakanı Oramiral Bülent Ulusu'dur. 1984 yılında da Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı orgeneral Kenan Evren temsil etmiştir.Arkası
geliyor..Başbakan Turgut Özal ve Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler...
O dönemlerde Rabıta'dan ödenen ücretler konusunda Evren:
O dönemde böyle bir bilgi bize gelmedi... Ulusu:
Bu konu ile ilgili hiçbir bilgim yok... Özgüneş:(Devlet Bakanı)
Bu iş tamamen Tayyar Altıkulaç'ın işidir... Altukulaç:(D.İşleri Başkanı)
Bu konuda Bakanlar Kurulu kararı var... Hasan Celal Güzel:(Bakan)
Rabıtanın maaş ödeme konusu incelemede...
Bakanlar Kurulu kararı olduğunu anımsatan Diyanet İşleri Başkanı'na
12 Eylül Devlet Başkanı'nın yanıtı şöyle olmuştur: PALAVRA!
Bir gazeteci dost şöyle diyor Altıkulaç'a:
-Hepsi konuştular..."Yok öyle bir şey" diyorlar. Evren basın
sözcüsü aracılığıyla açıklama yaptı."Bizim Konsey olarak bir
bilgimiz yok."diyor... Ulusu, Özgüneş açıklama yaptılar. Özgüneş,
"Bu Diyanet' in işidir." diyor.
Demokratik Sol Partisi Konya milletvekili Sabri Irmak ve arkadaşları
T.B.M.M. Başkanlığı'na araştırma önergesi verirler:
"Müslüman ülkelerde şeriat düzeni kurulmasını amaçlayan Rabıta
Örgütü' nün yurt dışındaki Türk imamlara aylık verilip veremediğinin
ortaya çıkarılmasını" istedi.
Sonunda kararnamenin varlığı Başbakan Oramiral Bülent Ulusu tarafından
açıklandı. Bakanlar Kurulu'nun Rabıtanın Türk imamlara ücret ödemesi
konusunda 28.4.1981 tarihinde çıkarıldı. Bu ret edilen kararnamede
Devlet Başkanı Kenan Evren ve Başbakan Bülent Ulusu'nun imzaları bulunuyor...
Utanç verici ilginç kararnameyi öneren; Diyanet İşleri Başkanı Tayyar
Altı-kulaç, Devlet Bakanı Özgüneş'e, imamlara Rabıtanın ücret ödemesine
ilişkin öneriyi iletti.
Özü şöyle devam ediyor:
Milli Güvenlik Onayı: Altıkulaç konuyu M.G.K. Genel Sekreteri Saltık'a
açtı .Saltık önce "Olur mu?"dedi, sonra onayı belirtti.
Başbakan' a yazı: Özgüneş. Başbakan Ulusu' ya kararname çıkarılması
için yazdı. Yazıda izinli imamların Rabıtandan ücret alacakları belirtiliyordu.
Ve kararname: Özgüneş'in yazısına atıfta bulunan kararname, Devlet
Başkanı Evren ve dönemin Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarıyla çıktı.
ancak Resmi Gazetede yayınlanmadı. İşin bu yönü de gizemli, ürkütücü
ve düşündürücü... Neden yayınlanmadı?
"Rabıtadan Türk imamlara maaş ödenmesi konusunun Tayyar Altıkuluç
tarafından önce Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş'e sonra 12 Eylül Milli
Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık'ın onayının alınması
üzerine Özgüneş'in Başbakan Bülend Ulusu' ya bir yazı yazdığı ve Bakanlar
Kurulu'nun da Özgüneş'in yazısına atıf yapılan bir kararnameyi kabul
ettiği açıklığa kavuştu."
Resmi Gazetede yayınlanmamasının nedeni belirsizken; kararnamenin
İngilizce çevirisinde Rabıta, Dünya İslâm Birliği olarak nitelendiriliyor.
İlginçtir ki;herkes yadsıyor, ama kararnamenin altında yalanlayanların
tümünün imzası var!.. Bu imam ödemelerinin yanı sıra bir başka üzücü
ödeme;T.B.M.M.' de yapılan mescide 20 milyon lira para yardımı yaptığı
da belirlendi. Yıl:1987.Yine bu yıllarda O.D.T.Ü. camisine 210 milyon
lira bağışlandı. O.D.T.Ü.' de
Arapça ders veren 3 kişinin ücretini de Suudi Arabistan ödüyor Aylıklarının
postayla doğru-dan öğretim elemanlarına geliyormuş. Bu da yetkili
bir prof.' un açıklaması.
"Rabıtasını Türkiye'de işbirliği içinde bulunduğu kuruluşlardan
İstanbul Üniversitesi İslâm Araştırma Enstitüsü'nü de 'hamiler listesinde'
yer aldığı bir kitapta >>Mustafa Kemal Paşa' nın İslâm'a yönelik
en erken ve en zarar verici saldırıların öncüsü olduğu<< ileri
sürüldü. Türk İslâm çevrelerinde yayınlarıyla tanınan Hamid Algar'ın
söz konusu kitaptaki yerinde Mustafa Kemal Atatürk'ün reformları son
derece ağır bir dille eleştirildi."Bu eleştiriye çok benzer bir
durum da, Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Atila Yayla
tarafından da yapılmıştır 2006 yılları sonunda.
Bülent Ecevit'te Rabıtanın ödemeleri karşısında bir açıklama yapma
gereksinimi duymuş-tur:"1979'da yapılan bu işlemde Türk hükümetinin
muhatabının doğrudan doğruya Belçika hükümeti olduğunu işaret ederek,
din görevlilerinin ücretlerinin Belçika hükümeti tarafından ödendiğini
ifade etti."
Rabıta gün yüzüne çıkınca, herkes özeleştiri yapmaya, savunmaya geçmeğe
başladı... Evren : "Gene imzalarım." dedi... Ve devam etti;"Bunu
arkasında ne yatıyor? 12 Eylül' ü yapanları kötülemek. İkinci sebep,
irtica diye yüklenelim de ilişkilere darbe vuralım. Ben hatamı kabul
ederim, eğer burada bir hata yapmış olsaydım söylerdim. Her hükümet
ehven-i şer olan bu yolu seçmiş. Zaman zaman sanki benim de düşündüğüm
olmuyor mu, çekip gideyim diye. Ama birisi istedi diye ben istifa
etmem. Ben şeriatçıların üzerine üzerine gittim ve her türlü tehlikeyi
göze alarak gidiyorum. Korkak olsaydım, neme lazım derdim, yapmadım.
Bir gazeteci arkadaşımız araştırma yapmıştır, zor bir iştir, takdirle
karşılarım, ama yorumlara iştirak edemem."Kendi döneminde, kendi
soyadını; Evren'i Kâinata dönüştürüp, yasaklayan bir düşüncenin ürünü
olan bu paşanın söylemleri bunlar.
Yıl 1982..
12 Eylül dönemi... Milli Güvenlik Konseyi Yönetimde... Ulusu Hükümeti
iş başında...
1100 Amerikan doları maaş...(1100 x 1.500.000=1.650.000.000.TL /maaş)
1984'e dek süren bir süreç... Bu konu ile yakından ve kıyısından ilgisi
olanlar bireysel çıkar sağlamışlar. Bugün kimi kilometre taşlarında
ya da kilit noktalarda yer tutmuşlardır Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetiminde...
Cumhurbaşkanlığı'ndan Başbakanlığa ve bakanlara, müsteşarlara, siyasi
parti genel başkanlarına değin. Bunlar yetmiyormuş gibi bu ülkede
irtica var mı?.. sorusunun tartışılarak yanıtı aranıyor.
Daha neler ve kimler var Rabıtanın dışında... Yimpaş... Kompassan
ve diğerleri...
Ş e r i a t ı n K i l o m e t r e T aş l a r ı
(Kaynak: Halil Nebiler)
29 Mayıs 1977;İstanbul'un fethinin yıl dönümü. Bu nedenle Ayasofya
önünde biriken kalabalık;"İslâm'ın uğrunda kan akıtılacak günlerin
yakın olduğunu" ve bu amaçla ölenlerin şehit sayılacağını konuşmalarda
apaçık söylüyorlardı. Taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda "Devrim
yok, diriliş var", "Okullarda Arapça okutulsun", "Kurtuluş
ancak şeriat düzeniyle mümkündür" tümceleri yer alıyordu.
23-25 Aralık 1978, Kahramanmaraş katliamı yapıldı.23 Aralık Cumartesi
günü başlayan kaynaşma sabah erken saatlerde kent içinde gruplar oluştu...
Gerici halk "Müslüman Türkiye", "Ordu millet el ele"
söylemleriyle eylemi başlattılar. Av tüfeği satan dükkânların kapıları
kırılarak silahlandılar. İki günün sonucunda;105 ölü, 176 yaralı vardı...
210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı.>Hamile kadınlar ellerinden
ve ayaklarından bağlanarak aksi yönde, taşıtlarla çekilerek parçalandı.
Ortalık kan gölüne çevrildi. Kimin için?..<
21 Mayıs 1979'da bir federasyonun İstanbul'da yapılan genel kurulunda
Süleymancıların lideri Kemal Kaçar şu konuşmayı yaptı:"Bu salonda,
Türkiye'de çeşitli kent ve kasabalarda birinin üstünde özel binada
kurs gören en az yüz bin genci, yurtdışında da tüm Avrupa'yı ağ gibi
saran 215 İslâm kültür merkezini sinesinde barındıran bir örgütün
genel kurulu yapmak-ta."İşte 1979 yılı Mayıs ayında Süleymancıların
gücü!..
4 Temmuz 1980;Çorum'da namaz kılan bir grup, "Komünistler camiler
yakıp yıkıyor", "camilere bomba atıyorlar" kışkırtmalarıyla
sokaklara düştüler. Gericiler ev ve işyerlerine saldırdılar. Ölü sayısı
10 Temmuz' da 26'yı buldu. Yüzlerce yaralı vardı. Mecitözü ve Alaca'da
yaşayan 600 aile başka yerleşmelere göçmek zorunda kaldı. 6 Eylül
1980, MSP' nin 12 Eylül darbecilerinin dillerine doladıkları son siyasal
eylemi, Konya Mitingi açık hava toplantısı yapıldı.
Mitingde 1 milyar 200 milyon kişilik bir ordu olduğu öne sürüldü...
12 Eylül 1980, Orgeneral Kenan Evren darbe yaptı."Cumhuriyeti
koruma ve kollama" adına yapılan harekâtın, zaman geçtikçe ne
denli Cumhuriyeti, ne denli şeriatçıları kolladığı konusunda kuşkular
kanıta dönüştü... Bu yinelemelerin yapılması, konunun bu eylemden
itibaren başladığını vurgulamak açısından çok önemli bir başlangıçtır.
(.....)
Aramco'nun Körfez ülkeleri ve Suudi Finans Grubu içinde yer alan İslâm
Kalkınma Bankası, Dubai İslâm Bankası, Katar İslâm Bankası, Bahreyn
İslâm Bankası ve Ürdün İslâm Bankası'yla anılan İslâm Kalkınma Bankası'nın
danışmanlığını da yapanlar; K.Özal, Ermen Topbaş ve Talat İçöz'dü!
8 Eylül 1984;Turgut Bet T.C. Başbakanı olarak Almanya'da yaptığı gezide,
bayram namazını İslâm kültür merkezilerinin denetimindeki Hamburg'daki
Ulu Camii'nde kıldı. Özal cumhuriyet tarihinin en çok hacca ve umreye
giden başbakanı olarak tarihe geçti. Öldüğünde, şeriatçılar tekbir
sesleriyle askeri bandoyu susturmaya çalışıp "Müslüman Özal!"diye
bağırırken, Özal'ın bu özelliğinden yola çıkıyordu.
30 Eylül 1984'de;İstanbul'da 3.İslâm Tıp Konferansı toplandı. Konferansı,
Başbakan Turgut Özal tarafından besmele ile açıldı.
25 Kasım 1984;eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Adana Müftüsü
Cemalettin Kaplan kendini "Genel Emir", Ahmet Polat ve Selahattin
Yazıcı'yı Emir yardımcısı yaparak İslâm Cemiyet ve Cemaatleri Birliği
Almanya'da resmen kurdu. Cumhurbaşkanı Orgeneral Kenan Evren ve arkadaşlarının
gözleri içine baka baka...
9 Temmuz 1984;Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, İslâm Mucmuası'nı
lise ve dengi okul öğrencilerine, eğitim ve öğretim açısından önerdi.
Bu dergi, Nakşibendî tarikatlarının en büyük kolu İskenderpaşa Dergâhı
tarafından yayımlanıyordu.
28 Kasım 1985;Ankara/Keçiören Belediyesi genel tuvaletlerin kapısına
astığı 'talimname' de, tuvaletlere girerken ve çıkarken okunacak duaları
ve dini kurallara göre uyulması gereken diğer kurallar belirtiliyordu.
8 Ocak 1987;Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim
üyesi Doç.Dr.Hüse-yin Varol, İhsan Doğramacı' yı türban yasağı nedeniyle
eleştirdi."Doğramacı kafirdir, adamın esas dini nedir bilinmiyor"
tümceleriyle ağır bir biçimde yerdi!..
16 Ocak 1987;Cuma namazından çıkan 4 bin kişilik bir grup Eminönü'nden
Cağaloğlu'ndaki vilayete dek yürüdü. Yine;"Müslüman Türkiye"
ağızlardaydı.
17 Ocak 1987:İslâmcı Kurtuluş Örgütü, Ankara Beşevler' deki bir parfümeri
mağazasına saldırdı. Mağaza molotof kokteyli atanlar, olay yerine
"bacılarımız örtünmeyecekse, metresleriniz de süslenmeyecek"
yazılı bir pankart bıraktılar.
9 Temmuz 1987;Muzır Müzikhol adlı oyunu sahneye koyan Ferhan Şensoy'un
tiyatrosu kundaklandı. Oyun boyunca tehdit edildi.
10 Kasım 1987;R.P. Genel Başkanı Erbakan Atatürk'ün ölüm yıldönümünde
Gaziantep'te "İktidara gelmemiz halinde başörtüsünü milli kıyafet
yapacağız. Her ilçeye bir imam-hatip okulu açacağız. Kuran kurslarının
sayısını artıracağız. Lise ve dengi okullarda din derslerinin yanı
sıra tefsir ve hadis derslerini de okutarak manevi kalkınmayı sağlayacağız."
13 Kasım 1988;İzmir'deki Ocak gazetesi sahibi Acar Tuncer, 2000'e
Doğru dergisine yap-tığı açıklamada, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
Burhan Özfatura'nın Işıkçı Tarikatından olduğunu ve makam arabasıyla
Balçova'daki Erzurumlu Sabahattin Hoca' yı ziyarete gittiğini açıkladı.
26 Şubat 1989;yayıncı İsmail Nacar, Hürriyet gazetesi yazarı Emin
Çölaşan'la yaptığı pazar sohbetinde T.Özal ve E.Topbaş'ın Nakşibendî
tarikatıyla ilişkilerini açıkladı. Nacar;"Özal-lar Nakşibendî
şeyhi M.Zaid Mekmet Kotku'nun müritleridir. Anap İstanbul İl Başkanı
Eymen Topbaş Nakşibendî şeyhidir."dedi.
Mart 1989;Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rüştü hakkında Humeyni'nin
çıkardığı ölüm fetvasına özenen C.Kaplan, ŞERİAT ve KADIN kitabının
yazarı Prof.İlhan Arsel için ölüm fetvası verdi.
14 Mart 1989;Kocamustafapaşa Seyitömer camii imamı Kazım Üstün, sabah
ezanını okuduktan sonra pusuya düşürülüp öldürüldü. Laik vaazlarından
vazgeçmesi için uyarılar yapılıyordu.
4 Haziran 1989;İran İslâm Cumhuriyeti kurucusu Ayetullah Humeyni öldü.
İslâm rejimin ihracı için 80-92 yılları arasında 14 milyar dolar harcadı.
Türkiye'de bayraklar yarıya indirildi.
31 Ocak 1990;Atatürkçülüğün ödün vermez kimliği Prof.Muammer Aksoy,
Ankara'da Bahçelievler' deki evinin önünde, susturuculu bir silah
ile katledildi. Cinayeti İslâm Hareketi Örgütü ve İslâm İntikam Örgütü
ayrı ayrı üstlendi.
1 Şubat 1990;İstanbul polisinin yaptığı bir operasyonda, merkezi Almanya
Köln'de bulunan İ.C. ve C.B. tarafından bastırılan ve ülkeye gönderilen
3 bin 12 adet "Mustafa Kemal'in babası kim? Adlı kitapçık ele
geçirildi. Yine aynı kitaplıkta Zübeyde Anneye ağır hakaretler yapılıyor
ve genelevde çalıştığı öne sürülüyordu.
27 Şubat 1990'da Fikri Sağların bir yazılı sorusuna şöyle yanıt veriliyordu;kanıt
ise MİT: (....)Gayesi, merkezi otoriteye baplı İslâm' i esaslardan
güç alan devlet nizamını kurmaktır. Anti komünist olmak, anti sosyalist
olmak, anti kapitalist olmak, milli değerlere saygılı olmak, İslâm'a
tam bağımlı olmak ve İslâm' i esaslara göre yaşamak bu kuruluşun ana
hedefidir."Milli Mücadele Birliği'nin ana ilkeleriydi bunlar
Kurucuları Melih Gökçek, Necmettin Erişen, Aykut Edibali, Melüt Baltacı
ve Yılmaz Karaoğlu. Kuruluş tarihi:18 Kasım1967/Konya..
7 Mart 1990;Çetin Emeç ve şoförü Aydın Sinan Ercan öldürüldü.Üstlenen
ise şeriatçı bir örgüt. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu..Ellerinde
çok önemli ipuçları var dedi ama;İslâmi Hareket adlı bir örgüt mensubu
23 Ocak'ta tesadüfen yakalandı.Yıl 2007...İçişleri Bakanı yine Aksu
ama, birtakım şeyleri unutmak işine geliyor, anımsamak istemiyor.
4 Eylül 1990;gazeteci ve din araştırmacısı Turan Dursun öldürüldü!
28 Ekim 1990;1960'ların irtica simgesi, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı
Said-i Nursi için Nurcuların gazetesi Yeni Asya, Ankara Kocatepe camisinde
mevlüt okutuldu. Geceye DYP
Genel Başkanı Süleyman Demirel bir telgraf gönderdi:"Büyük alim
ve büyük müfessir Bediüz zaman Sad-i Nursi için okunacak mevlidi Allah
kabul etsin. Hakkın savunucusu ve iyiliğin
yol göstericisi olan Bediüz zaman Sad-i Nursi'ye Allah'ın rahmet eylesin
saygılar."
20 Kasım 1990;Yıldız Üniversitesi'nde Müslüman Gençlik, yemekhanedeki
özdeyişi "Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Allah'ındır" olarak
değiştiriliyordu.
1 Mart 1992;Cizreli şeyh Zeki Atak'ın Hizbullah müritleri, Galata'daki
Neve Şalom Sinagogu'nu bombaladılar.
24 Ocak 1993;Uğur Mumcu feci şekilde bombalanarak öldürüldü.
2 Temmuz 1993;Sivas Olayları yaşandı.37 aydın, şeriatçılar tarafından
tekbir sesleriyle yakılarak öldürüldü..
R e f a h P a r t i s i N e r e d e n N e r e y e ?..
(Kaynak:Oral Çalışlar)
Çok farklı kaynaklardan edindiğimiz bilgi ve belgeleri aktarırken,
bazı konuları, kişileri ve olayları zaman zaman yineliyoruz... Bu
yinelemeli kaçınılmaz oluyor. Fakat yinelenmesi farklı bir biçimde
ve özde yansıtması da özen gösteriyoruz..
Milli Nizam Partisi'nin serüveni Süleyman Arif Emre'yle başlamıştı
1966 yılında. Arif Emre o dönem Yeni Türkiye Partisi Adıyaman milletvekiliydi.
Hasan Aksay Adalet Partisi Adana milletvekili... Bir de Fehmi Cumalıoğlu
vardı.. Necmettin Erbakan sonradan katıldı, hazır siyasete. Erbakan
müritti ve Osmanlıcıydı, Abdülha-mitçiydi ve 960'larda hızla değişen
Türkiye'nin değişmesinden geleneksel yapıları nedeniyle çöküntüye
uğrayan ve bunalıma düşen taşra esnafının düşüncelerini dile getiriyordu.
30 yıl içinde Erbakan'ın dayandığı ana temel hiç değişmedi. O hep
büyük şehirlerin, büyük sermaye çevrelerinin hegomonyası altındaki
esnafa dayandı... Yani paranın yanında yer aldı hep. Onların tutucu
ülküsüyle paralellik gösterdi. Hızlı şehirleşmenin sonucunda, büyük
şehirlerin taşralıları da Erbakan'ın doğal desteği haline geldi.
MNP oluşturulduğunda pek önemsenmemişti. O yıllarda solun önemli bir
etkisi vardı. Sağda ise militarizmci MHP vardı. MNP ise tarikatçı
görünümündeydi. Kemalist devrimin etkisiyle önemli bir darbe yemişti
İslâm'ın siyasal akım kesimi. Bunlar varlıklarını 1950 sonrası kurulan
partiler içinde sürdürmeye çalışmışlardı.
27 Mayıs 1960'ın başlarında tarikatlara yönelik bazı önlemler alındı.
Ama bu çok uzun sürmedi. Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan
AP, YTP ve daha sonra Demokratik Parti, İslâmcı akımların önünün açılmasında
büyük katkılar yapıldı... Bunu hiç unutmayacağız.
1968'lerde üniversitelerde gençlik hareketleri başladı ve gelişti.
İlk başta sağcı gençlerin de içinde yer aldığı bu gösteriler, bir
süre sonra sağ sol çatışmasına dönüştü. Sağcı gençler Amerikan aleyhtarı
göstericilere saldırdılar. İslâmcı gençler önce AP' li gençlerle ittifak
halinde iken daha sonra yavaş yavaş bağımsızlaşmaya başladılar. Bunlar
Komünizmimle Mücadele Dernekleri'nde birleştiler.
16 Şubat 1969'da sosyalist gençler Amerikan 6. Filo'nun Türkiye'ye
gelişi Taksim Meydanı'nda tepkiyle karşıladı. Bu anti emperyalist
gösteri İslâmcılar tarafından "Yaşası İslâm, Allahu ekber"
nidalarıyla bir dinci grubun saldırısına uğradı...İslâmcılar kimden
yanaydılar?..
Bir yanda 6.Filo diğer yanda Türk gençliği. Tarihimize <Kanlı Pazar>
olarak geçen bu eylemde iki solcu genç öldürüldü.
12 Mart 1971!Askeri eylem sonucu Milli Nizam Partisi kapatıldı. Parti
"laikliğe ve Atatürk devrimlerine aykırı hareket ettiği"
gerekçesiyle mühürlendi. Erbakan Konya milletvekiliydi. Ve yurt dışına
kaçtığını söylemiştik. S.Arif Emre arkadaşlık etti. Hoca 110 kilodan
80 kiloya düştü. O günden sonra hiç hastalığı kalmadı.
Atatürkçü 12 Martçıların sorunu MNP değildi. Onların derdi Yaşar Kemal,
İlhan Selçuk, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve onun gibi düşünen ve davrananlardı.
Yüzlerce aydın tutuklanıp, TÖS kapatıldı. TİP' in yöneticileri mahkûm
edildi. TİP yöneticisiz kaldı. TİP bir dengeletici unsur olarak görüldü
MNP yanında. MNP kapatıldı ama yöneticileri beyler gibi dışarıda yaşamlarını
sürdürmüşlerdir. Ne olmuştu, neler gelişmişti ki;12 Mart ordusunun
hedeflerinden olan MNP, kısa bir süre sonra yeniden örgütlenme yürekliliğini
gösterebilmişti?
12 Mart subaylarının arasında, dini, komünizme ve sola karşı; sosyal
demokratlar da dahil; bir bent olarak görme düşüncesi hızla kabul
gördü. Bu düşüncelerin gelişmesinde ABD'nin ünlü <Yeşil Kuşak>
projesinin de önemli bir etkisi olduğu da bir gerçektir.12 Mart' ın
ünlü MNP'li Hasan Aksay'ı bir seçim sohbetinde 12 Mart' ı şöyle değerlendirdi:
"12 Mart' a ordumuz yetişip durdurmasıydı, mevcut siyasilerin
elinde millet ve memleketimiz karanlık bir uçuruma yuvarlanırdı."
MSP' nin açılması ve örgütlenmesinde 12 Martçı generallerin desteğiyle
cesaretlendirilmiştir. Bu örgütlenmede Nakşibendî-Nurcu birlikteliği
yinelenmiştir.
Özetle 12 Eylül' de 12 Mart gibiydi. Sol kesime ve demokratik kitle
örgütlerini hedef aldı. 12 Eylül' ün darbeci generallerinin temel
hareket noktası "komünizme ve Kürt ayrıcılığına" karşı bir
savaştı. Ana hedef MSP' nin Konya mitingiydi. Bu açık hava toplantısıyla
ilgili görüntüler yurda yayılınca, askerin "şeriatçılık"tehlikesine
karşı eyleme geçtiği izlenimi veriyordu.
Erbakan ve arkadaşlarının en önemli kazanımlar, dinci şeriatçı ideolojisinin
12 Eylül döneminde gelişmesi ve elverişli düzenlemelerin yapılmasıydı.
Cuntanın orgeneral öncüsü Kenan Ev-ren, bir elinde Kuran bir elinde
sopa, solun üzerine yürüdü. Demokratik örgütlenmeyi de yasaklıyordu.
Çıkardığı anayasayla da yasakları kalıcı yapıyordu.
Türkiye'de İslâmcıların grup yapısını Ali Bulaç şöyle sınıflandırıyor:
A-Sosyoloji de örgütlü din denilen cemaatler. Nurcular, Işıkçılar,
Süleymancılar, örneği,
B-Politik İslâm: Bunun ülkemizdeki en güçlü temsilcisi Refah Parti'
dir.
C-Bağımsız küçük dini gruplar.
1979 yılında Erbakan şu ilginç söylemi yapıyordu:"Demirel'i destekledik,
çünkü henüz kadayıf pişmedi, biz bu arada kadayıfın altının kızarmasını
bekleyeceğiz."
1983 yılında Kenan Paşa üç partiyi seçime sokuyordu:
1-Turgut Özal'ın Anavatan'ı
2-Necdet Calp' in Halkçı Partisi
3-Emekli Orgeneral Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrat Partisi...
Erdal İnönü'nün SODEP' i ve DYP "veto" edilmişti Paşalar
Konseyi'nce!
Necmettin Erbakan'ın siyaset yasağı diğer politikacılar gibi 1987
yılına dek sürdü. Bir halk oylamasıyla yasak kaldırıldı. Erbakan doğal
koltuğuna oturdu. .S.Demirel' de Cumhurbaşkanlığı'na kadar yürüdü.
Erbakan'ın düzenini küçük bir notla anlatmak olası:
"Mirastan evlenmeye ve ibadete dek her alanda cemaatler, kendi
anlayışlarına uygun bir hukuk içinde yaşayacaklardı"
Bu bir siyasal görüşün toplumsal yanıydı. Çok hukuklu bir toplum projesi
öngörülüyordu. Yıl 1993!..
Siyasal süreçte 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı;
bu çevrelerde"darbeci" olarak tanımlanan Recep Tayyip Erdoğan
oldu... Ve başkan seçildi. Yeni kimliği; İstanbul Anakent Belediye
Başkanı R.T. Erdoğan!
Arka arkaya düzenlenen açık hava toplantıları gerilimi arttırıyordu.
Toplum birtakım sorularının yanıtını ararken Erbakan bir toplantıda
havayı iyice gerdi. "Kanla Geliriz." açıklaması iyice kuşkuları
arttırdı. Bunu Recep Tayyip Erdoğan'ın "fatihalı" açılış
toplantıları izledi.
Şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor;dünden bugüne 'laiklikten
oldukça rahatsız olan bir toplum var... Bu toplum gün geçtikçe MNP,
MSP, RF, FP, SP ve AKP' nin yoğun çalışmaları
ile bilimsel ve bilinçli olarak çemberini hem sosyal, hem ekonomik
olarak genişletiyorlar. Bu gruplar T.C.K.163. maddesine göz dikmişler
kaldırma çalışmalarını yoğunlaşırdılar. Bu madde dine dayalı siyasi
örgütlenmeyi yasaklıyordu.
MNP' nin tarihsel sürecinin sonunda, 2006 yılında iki parti olarak
savaş veriyorlardı... Adalet ve Kalkınma Partisi, diğer tarafta Saadet
Partisi. Kirli ve inancı sömüren bir savaş sürdürüyorlardı.
İçlerinde trilyonları götüren Erbakan olmasına karşın... Aldığını
geri vermediği gibi, kamuoyu önüne çıkıp "ahkâm" bile kesiyordu,
fırsatını buldukça.
28
28 Ş u b a t 1997 V a r d ı T a r i h i m i z d e:
28 Şubat 1997...Nisan 2007!Ulus olarak hâlâ 'Şubat Karaları'nı özümsemiş
değiliz. Aradan tamı tamına 10 yıl gibi bir süreci geçirdik. O tarihin
siyasileri bir başka partide ve biri de başka partide de örgütlü olarak
canı-gönülden çaba gösteriyorlar şeriat düzenini kökleştirmek için.
Birisi erkin başında diğeri; Erbakan'ın artıkları kökten dinci olarak
yine inananları kandırmaya devam ediyorlar.
Dr. Alev Coşkun şöyle dillendiriyor olanları: Gazete ya da TV.' lerde
birçok köşede, ikinci Cumhuriyetçiler, liboşlar, bölücüler, dönekler
yine 28 Şubat' a çatacaklar kimi bu hareketi post modern bir darbe,
kimi de demokrasi karşıtı bir hareket olarak gösterecektir. Oysa 28
Şubat, demokrasi karşıtı değildir... Yıllarca dini politikaya alet
ederek iktidara gelen, feodaliteye dayanarak siyasal güçlerini sürdüren,
ancak kendilerini demokrasi yandaşı gibi gösteren, aslında demokrasiyle
bağdaşmayan bir zihniyete karşı yapılmış harekettir.
Karşı devrim nedir?.. Karşı devrim çağdaşlığa, ilerlemeye, Atatürkçülüğe,
Aydınlanma Devrimleri'ne karşı çıkan, uygarlığa giden yolu tıkayan
50 yıllık bir harekettir. Kimi zaman çok yükselmiş, kimi zaman gerilemiştir.
Ne yazık ki, en güçlü dönemlerinden birisini 12 Eylül 1980 askeri
harekatıyla yaşamıştır. Bu nenenle kısaca değinmekte yarar var...
*12 Eylül' ün; soğuk savaşın ve ABD'nin yeşil kuşak kavramının bir
ürünü olduğu asla unutulmamalıdır.
*12 Eylül Atatürkçü değildir. Onun Atatürkçülüğü içi boş sadece heykelleri
dikmeye yönelik bir Atatürkçülüktür.
*12 Eylül' de imamhatiplere, Kur-an kurslarına gösterilen hoşgörü,
ortaöğretimde din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, askeri hareketin
başı Evren'in din eğitimi gören insanlardan terörist olmaz önyargısının
sonucuydu.
*12 Eylül dönemin kurduğu Atatürk Yüksek Kurulu, Özal'ın da büyük
desteğiyle, 20.Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in başkanlığında
toplanarak "Türk-İslâm sentezini temel alan bir kültürün bütün
millete kabul ettirilmesine yönelik" bir raporu kabul etti.
*12 Eylül yönetimi, "Eğitim Birliği" ilkesini deldi ve 16.6.1983
tarihinde Milli Eğitim Temel Yasası'nda bir değişiklik yaparak imamhatip
liselerinden mezun olanların, üniversitelerin istediği fakültesine
girmesi olanağı yarattı.
*Sonunda 1997 yılına dek gelindi.289 Şubat öncesi, Tansu Çiller ile
Erbakan'ın kurdukları 'RefahYol' koalisyon hükümeti siyasal iktidardır.
Başbakan Erbakan'dır. Erbakan her vesileyle, er hareketinde <din>
motiflerini kullanıyordu... Çiller, "Siyaset dinin emrindedir."
Diyecek kadar aklını yitirmiş, ihtirasının emrine girmişti (Prof.Dr.T.Çiller.).Başbakanlık
konutunda Erbakan'ın tarikat şeyhlerine verdiği iftar yemeği bardağı
taşıran son damla olmuştur.
Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Siyasal iktidarın Atatürk devrimlerini
hiçe sayan tutumuna karşı sivil toplum örgütleri, "Sürekli aydınlık
için bir dakika karanlık" eylemini başlattılar. Bu hareket çok
büyük bir halk desteği toplamıştı.
28 Şubat 1997'de M.G.K.' nun toplantısında Cumhuriyet tarihi için
çok önemli kararlar alındı. Altında asker sivil bütün yetkililerin
imzaları buluna karaların temel maddesi şöyle özetlenebilir: Temel
eğitim 8 yıl olmalıdır. 'Eğitim, Öğretim Birliği Yasası'na uygun duruma
getirilmelidir.
28 Şubat 1977 karalarından sonra Refah Partisi hakkında Anayasa Mahkemesi'nde
dava açıldı ve parti laiklik ilkelerine karşı davranışları nedeniyle
9 Ocak 1998'de kapatıldı. Bu partinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne
açtığı dava da ret edildi.
Türkiye Cumhuriyeti, "çağdaşlaşma ve aydınlanma" yolunda
sürdürmekte olduğu zorlu mücadelesinde, 1996'da yine aynı tehditle
karşılaştı. Siyasal iktidarı üstlenen 54.koalisyon hükümetinin dinci
kanadı, Türkiye'de toplumu ve devleti din kurallarını göre şekillendirmeye
kalktı. Hedef;"Atatürk ilke ve devrimlerini tümüyle yok etmek;
laik cumhuriyeti yıkmak; yerine şeriat hukukuna dayalı bir İslâm cumhuriyeti
kurmak" tı.
Şeriat yanlıları devlet kadrolarına hızla örgütlenmeye başlamışlardı.
Kökten dinci örgütler yapılanma aşamasını tamamlamışlar, eylem aşamasına
ulaşmışlardı.(...) Hükümetin dinci kanadı, Başbakanlığı ortağı olduğu
siyasal partinin liderine devrederek doğan gerilimi azaltabileceğini
düşünüyordu. İktidara ortak her iki partinin de dışında kalacağı yeni
bir koalisyon hükümeti kuruldu.12 Temmuz 1997.
Toplumların temel özelliklerinden biri olan 'unutkanlık', bir gerçek
ki Türk toplumunun da temel özelliği!.. Bu gerçek bizim toplumumuzda
biraz daha belirgin durumda; biraz daha ön plana çıkıyor!..Türkiye'de
bugün 'kanlı iktidar', 'hak nizamı' gibi söylemleri, 'Kudüs gecesi'
ve 'türbana özgürlük' gibi eylemleri hatırlamanlar var!..Bir kısım
yurttaşlar 28 Şubat öncesini, ancak sisli bir perdenin arkasında kalan
belli-belirsiz sahneler gibi anımsıyor!..(D.Silâhçıoğlu)
Bazı kesimlerce <post modern darbe>olarak nitelendirilen 28
Şubat sürecinin sıcak gelişimleri, kapatılan RP ile Prof Dr.(!)Tansu
Çiller liderliğindeki DYP'nin Refah Yol hükümetini kurması ile başladı.
Başbakan Prof. Dr.(!)Necmettin Erbakan tarikat ve cemaat önderlerine
konutta iftar yemeği verdi. Bu yemeğe birçok tarikat şeyhi katıldı...(Biz
gerektiğinde Çankaya'ya da çıkmasını biliriz anlamına.) Örneğin; Fethullah
Gülen ile Mahmut Esat Coşan bu yemeğe katılmamıştı. Erbakan'ın'uzun
süreden beri' Gülen ile anlaşamadığı biliniyordu. Gülen'in bu yöndeki
sözleri da-ha sonra basına yansımıştı. Coşan'ın katılmama nedeni ise
iktidar savaşına bağlanıyordu. Savlara göre, "hiyerarşi bakımından
Erbakan, Coşan'ı iftara çağıramazdı!"..Şeyh-mürit ilişkisi...
İftara katılanlar, sarıkları ve cüppeleriyle (takke-takunya-tespih-şalvar-sakal-mersedes)
dikkat çektiler. Başbakanlık Konutu'na girişlerinde çekile fotoğraflar,
kamuoyundaki hassasiyeti iyice yükseltti.
Bir başka dikkati çeken; Erbakan'ın Afrika gezisiydi. Gezi, Batıyı
tehdit eden Libya'dan başlıyor, Nijerya'da sona eriyordu. Erbakan
ilk olarak Libya'da Muammer Kaddafi'yi çöl çadırında nezaket ve diplomatik
kuralları hiçe sayan sözler dinledi .Daha önceleri, bu tür gelişmelerin
yaşanma olasılığını anlatmaya çalışan Dışişleri Bakanlığı uyarılarını
dikkate almayan başbakan ağır sözleri sineye çekti.
Bu dönemde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu çerçevede hükümete toplam
64 mektup gönderdiğini söylüyordu, İçeriği şöyleydi mektupların:"Sıkıntıları
ve kaygılarımı ikisine de anlattım.(İmam-hatip rekortmeninin bu söylemleri
ne derece inandırıcı olur? Tartışma açılabilir.)Ciddi bir huzursuzluk
vardı. Ama Erbakan'nın da Çiller' in de bu uyarıları anladığını sanmıyorum.
Bunca olaya kayıtsız kalmalarını, düz mantıkla izah edemiyorum."
10 Kasım 1996 tarihinde Atatürk'ün ölüm yıldönümü anmaları Refah Partili
kaynaklı bir krize neden oldu. Kayseri'nin RP' li Büyükşehir Belediye
Başkanı Doç. Dr.(!) Şükrü Karatepe, Atatürk'ü anma toplantılarına
katıldıktan sonra partisinin il divan kurulu toplantısında şöyle konuştu:"İnancımıza
saygı duyulmadığı bir dönemde içim kan ağlayarak bugünkü törenlere
katıldım."Şükrü Karatepe, nu sözleri; bugün Dışişleri Bakanı
olan Abdullah Gül ile AKP' nin Grup Başkan vekili olan Salih Kapusuz'un
da katıldığı toplantıda söylemişti. Gül o dönemde Devlet Bakanlığı
ve RP Genel Başkan Yardımcılığı, Kapusuz ise RP'nin T.B.M.M.' deki
Grup Başkan vekilliğini yürütüyordu. Bu söylem, toplum tarafından
tepkiyle karşılandı.
Karatepe'nin aynı süreçte dile getirdiği ve tepki toplayan diğer dillendirmesi
de şuydu:"Bu düzen değişmeli .Müslümanlar içinizdeki hırsı, kini,
nefreti eksik etmeyin."..diyordu Doç. Dr.!
Tarihsel süreç söyle yaşanıyordu:
7 Ocak 1997 yılında Cindoruk DYP'den ayrıldı ve D.T.P.' ni kurdu.
11 Ocakta Başbakanlık Konutu'nda yemek gerçekleşti. 2 Şubat 1997'de
İran'ın Ankara Büyükelçisi ve Sincan Belediye Başkanı RP'li Bekir
Yıldız'ın (Ünlü yazar Bekir Yıldız'la ad benzerliği vardır sadece.)
da katıldığı Kudüs Gecesi'nde şeriat çağrısı yapıldı. 5 Şubat' ta
şeriat gösterilerine tanık olan Sin-can'da ordu, 20 tank ve 15 zırhlı
araçla bir gösteri yaptı... Anlayana!..Ardından 11 Şubat 1997' de
'Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü' Ankara!da yapıldı.
28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu laikliğin Türkiye'de demokrasi
ve hukukun güvencesi olduğunu sert bir şekilde vurguladı.
4 Mart 1997 Erbakan, MGK karalarını yumuşatılmazsa (bir de şart koşmayı
yok mu yani!) imzalamayacağını söyledi... Ve 7 Mart 1997'de Erbakan,
MGK karalarını imzaladı..
21 Mart 1997 Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş R.P.'nin kapatılması
için dava açtı. 7 Haziran 1997, Genelkurmay irtica çalışmalarını destekleyen
firmalara ambargo koydu.
28 Şubat'ın önemli buluşlarından biriside Diyanet İşleri Başkanı Mehmet
Nuri Yılmaz'dı.
Şu sözleriyle tehdidin ne derecede olduğunu vurguluyordu:"Hizbullah
yedek anahtar yaptırarak camilerin kapılarını açıyordu. İsmini vermeyeceğim
bazı cemaatçı milletvekilleri, camileri kontrol altında alan yasamıza
itiraz etmişti. Çünkü cemaatlerin camilerine istedikleri kişileri
getiremeyeceklerdi."
12 Eylül sonrası imam-hatip sayısındaki artış 28 Şubat 1997 döneminde
aniden kesildi. Bu süreçte gerileyen imamhatip konusu AKP döneminde
(2002) tekrar patladı. Tarihsel süreci şöyle:
1979-1980:Dönemin başbakanı S.Demirel döneminde 36 imam hatip okulu
açıldı. 12 Eylül eyleminin arkasından 35 tane daha yapıldı.
1982:Askeri yönetim, imam hatip lisesini bitirenlerin üniversiteye
girmek için seçenek hakkını verdi. Seçmeli din dersi zorunlu hale
getirildi.
1984-1989:Turgut Özal döneminde 90, Mesut Yılmaz döneminde 23 adet
imam-hatip lisesi açıldı ve eğitime katıldı.
1990:Başbakan Bülent Ecevit imam hatip okullarının orta kısmının kapatılması
kararını aldı.
Fakat uygulayamadı.
1992-1994:DYP Genel Başkanı Başbakan Demirel 12 adet daha imam hatip
açarak rekor kırdı.
1996-1997:Bu dönemde 214 bin öğrenci imam-hatip de okuyordu. 16 Ağustos'
ta 8 yıllık kesintisiz eğitime ilişkin yasa çıkarıldı. Orta kısımlar
kapatıldı. Beşinci sınıftan sonra bu liselere geçiş olanağı ortadan
kalktı ve bu liselerin sayısı düşüşe geçti.
1998:Bu tarihten itibaren imam-hatibi bitirenlerin İlahiyat Fakülteleri'ne
girmelerini kolaylaştırabilen düzenleme yapıldı.
2001;bu dönemde bu liselerin sayısı 600'dür.
2002-2003;2001'deki sayı 558'e düştü.2002-2003'te ise 536'ya geriledi.
Öğrenci sayısı ise 64 bin 534'tü...
Y ı l 2 0 0 4!
AKP'nin seçim öncesi "Katsayı uygulaması değişecek" söz
vermesinin ardından, imam hatip liselerinde okuyan toplam öğrenci
sayısı %35 gibi bir artışla 97 bine ulaştı. Özetle, bir par-tinin
arka bahçesinden çıkıp, bir başka siyasi partinin arka bahçesi oluverdi.
28 Şubat' a gerileyen, AKP ile artışa geçti. Bunun analizini çok iyi
irdelemek gerekiyor bilim adamlarınca.
Profesör Kemal Gürüz; o dönemde "Rektörleri türban karşısında
selam durdurtacağım" diyen Necmettin Erbakan daha sonra üniversiteler
karşısında selam durduğunu söyleyen Gürüz,
"Bugün de büyük Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'ten farklı bir
Türkiye ortaya çıkmıştır. Bunu kalıcı hale getirmek için uğraşanlar
bugün siyaset sahnesindedirler. Şu anda Türkiye'de AKP karşısında
aklını başına toplaması lazım!"
Arif Çavdar;"İbrahim Müteferrika, bugün bile, cahil tarikat şeyhlerini
ulema diye niteleyen ve bunların önünde diz çöküp masal dinleyen ya
da Afganistan'ın ünlü mollası K.Hikmetyar'ın dizi dibinde, anı fotoğrafı
çektirmeyi şeref sayan yöneticilerin görüş ufuklarını fersah fersah
aşabilecek düzeyde beyanlarda bulunmuş ve "Cahil kişilerin yönetimindeki
İslâm ülkelerinin bir gün Avrupa devletlerinin egemenliğine girebileceğini"
öngörmüştür.(...)
Nitekim günümüz köktendincileri, sınırsız petro dolar desteği ile
öğrenime açacakları özel okullarla, laik Cumhuriyet okullarını, İslâm'
i Vakıf ya da tarikatların etki altındaki medreselere dönüştürmek
ve başladıkları "özel okul kampanyası" ile tüm ilköğretim
ve ortaöğretim kurumlarını petro dolar desteğiyle medreseleştirmeyi
planlamaktır. Ancak, Afganistan'ın jeostratejik önemi nedeniyle, bu
ülkedeki toplumların "ılımlı İslâm"a dönüştürülmesi yolunda
ABD desteğiyle oluşturulan molla okullarında Vehhabi eğitimini başlatmışlarsa
da arkasından bu taleplerin (Taliban'ın) New York'ta giriştikleri
kökten dinci terör çalışmaları karşısında, ABD yönetiminin, tüm dünya
ülkelerini imdada çağırması ve daha sonraki Irak bozgunu, büyük dost
ve müttefikimizin, emperyalist politikalarında sonun başlangıcını
getirmiştir."
T a r i k a t S e r m a y e s i n i n B a s ı n a Y a n s ı m a s
ı..
*Yimpaş hakkındaki raporun kapağı yedi aydır açılmadı.
SPK'nın, Yimpaş gibi kuruluşların yol açtığı mağduriyetleri önlemek
amacıyla üç yıl önce hazırlayıp verdiği taslak dikkate alınmamıştı.
Meclis araştırma Komiasyonu'nun aynı konudaki raporun da yedi aydır
beklediği belirtildi.(Milliyet Gazetesi)
*Uyar, Sermaye Piyasası Kurulu'na Meydan okudu.
Uyar, hakkındaki iddiaları dün Dedeman Oteli'nde düzenlediği basın
toplantısıyla yanıtladı. Şirketin 1982 yılında 7 arkadaş tarafından
kurulduğunu anlatan Uyar, 100 ortağı geçince başvuruları üzerine SPK
tarafından kayda aldıklarını, Yimpaş'ın ortaklarından toplanan 600
milyon euro'ya karşılık aktif malvarlıklarının 1.2 milyar euro olduğunu
öne sürdü.(Milliyet Gazetesi)>600.000.000.-x1.800.000.-TL=1.080.000.000.000.000.-TL/2007<
*Şüpheli Paraların Adresi:FAYSAL FİNANS..
(...)Şirket yöneticilerinin 1994'ten itibaren topladığı 60 milyon
markı, Faysal Finans'ın bir Alman bankasındaki hesaplarında topladığı,
bu paraların saha sonra bir ABD bankasındaki hesaba (Fethullah Gülen'de
bu arada yaşıyor, hem de uzunca bir süredir.) aktarıldığını belirleyen
uzmanlar, söz konusu şirketten Türkiye'deki Yimpaş A.Ş.' ye aktarılan
paralar için sürekli Faysal Finans Kurumu'ndaki hesapların kullanıldığı
saptandı.
*Fehmi Koru ortağımızdır.
*Yipaşçılar
Bir yanda Yimpaş soyguncuları... Almanya'da garibanları camide din,
iman nutuklarıyla tavlamış yılların alın teriyle birikmiş milyarlarca
euro'yu iç etmişler. Avrupa'da kırmızı bültenle aranırken, Türkiye'de
bakanlarla aynı safta namaza duruyorlar. O bakanlar ki geçmişte Yimpaş'ın
Avrupa'daki kimi mağazalarının açılışına katılmışlar. Halkı Yimpaş'a
para yatırmaya özendirmişler... Bit biçimde soyguna destek olmuşlar...
Onlar şimdi safları oynuyorlar...
Yimpaş Dursun' un Türkiye'de elini kolunu sallayarak dolaşmasını olağan
göstermeye çalışıyorlar. Acaba bu siyasiler Yimpaş'a sadece AKP' ye
seçim yardımı yaptığı için mi sempati besliyorlar. Yoksa kendileri
de Yimpaş'a para yatırdı, aldıkları kâr paylarıyla beslendiler mi?
Evet, olayın bir ucunda Yimpaş soyguncuları ve savunucuları... Olayın
diğer ucunda Yimpaş mağdurları...(...)
Bakınız Halkın Yükselişi Partisi Başkanı Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk
bu konuda ne diyor:
O aldatıldığını söyleyen insanların hakikaten mağdur ve mazlum olanlarının
oranı çok azdır... Sadece para alalım diye vermediler o paralarıOnlara
dendi ki;"Biz, dinsiz Mustafa Kemal Devleti'nin işini bitireceğiz,
onun için İslâm' i manada yapılanıyoruz. Yeniden Türkiye'yi Müslümanlığa
göre şekillendiriyoruz. Onun için bize destek verin. Hem dünyanızda
daha çok para kazanın hem ahiretinizi garanti edin. Yani bugünün mağdurları
oynayanların büyük kısmı bu kampanyaya bilerek katılmıştır./Y.N. Öztürk
büyük bir olasılıkla bir tarikata mensuptur. Bir TV kanalının bire
bir oturumunda bu tarikatın adını da açıklamıştı yanlış anımsamıyorsam./
(Melih Aşık-Milliyet Gazetesi)
*Yeşil Vurgun
2001'de greve geldiklerinden bu yana Avrupa'daki yurttaşları uyardıklarını
ve saadet zincirini koparttıklarını belirten Sermaye Piyasası Kurulu
Başkanı Doğan Cansızlar, Yimpaş olayının 'nitelikli dolandırıcılık'
olduğunu belirtti.
*Hukukçuları 'Uyarmış'
Uyar' dan Gözdağı
İsviçreli Prof. Fisher ve dört arkadaşına Yimpaş Holding Yön. Kurul
Bşk. Dursun Uyar imzasıyla "ihtarname" başlığı altında hukukçulara
ivedi olarak bu işten vazgeçmelerini istiyor.
(Cumhuriyet)
*Dursun Uyar' a Rüşvet Soruşturması.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, SPK üyelerine rüşvet vermek zorunda
kaldıklarını iddia eden Yimpaş Yön.Krl.Bşk. Uyar hakkında soruşturma
açtı.
*AKP'li Komisyon Başkanı Karapınar İslâm' i Holdingleri Eleştirdi.
Karapınar, "Yimpaş ve benzeri holdingler 28 Şubat sürecinde dindar
kesimde oluşan tepkiyi kullandı ve yalan söyleyerek para toplandı,
ülkeye güveni bitirdiler" dedi.
*AKP'li Benli:"Tavsiye Ettim."
AKP Mersin milletvekili Saffet Benli, dini referanslarla para toplayarak
binlerce kişinin Mağduriyetine yol açan Yimpaş gibi T.B.M.M. Araştırma
Komisyonu Raporu'na giren Anadolu Plastik İnşaat, Turizm, İthalat,
İhracat, Sanayi ve Ticaret A.Ş.' de denetim görevi üstlendiğini açıkladı.
Benli, Milli Görüş Teşkilatı'nın hukuk danışmanlığını yapan eski Almanya
Berlin, İslâm Konfederasyonu Genel Müdürü, Berlin İslâm Cemaati Başkanı
Abdurrahim Vural'ın "cihat çağrısı yaparak para topladı"
savları üzerine "cihat çağrısı yapmadım ama para ver-meleri için
tavsiyede bulundum "dedi.
*Emniyetten Yanıt:
Emniyet Genel Müdürlüğü sözcüsü İsmail Çalışkan, Yimpaş'la ilgili
olarak başlatılan adli çalışmaların "örgütlü suç" kapsamında
değerlendirildiğini ima etti. Mali bir konu olduğunu vurguladığı olayla
ilgili olarak savcılığın inceleme başlattığını kaydeden Çalışkan,
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün , "Eğer bir kişi aranıyorsa,
suç herkesin önündeyse suçlunun o zaman benim yanımda saf tutmasına
müsaade edeler suçlu" sözünün hatırlatılması üzerine, "CMK'
ya göre polis, savcının talimatı olmadan hiç kimseyi yakalayamaz "dedi.(Milliyet)
*AKP'li Arıkan:800 bin Mark Toplandı.
AKP Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan'a, Yimpaş Holding A.Ş.
Yön. Krl. adına para toplama yetkisi verildiği, SPK' nın bu yetki
nedeniyle 2002'de suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Soruları
yanıtlayan Arikan, "Bu, normalde mağaza yöneticilerine verilen
yetkidir." dedi. Kahramanmaraş Yimpaş Mağazası'nda 1999-2001
arasında müdürlük yapan Arı-kan, şöyle devam etti:" 2 yıl içinde
700-800 bin mark toplandı..."(Milliyet)
Bir başka ilginç haberde;5.11.2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden:
*Tansu Çiller Başbakanlığı dönemindeki >örtülü ödenek< skandalıyla
Türkiye'nin bir dönemine damgasını vuran Selçuk Parsadan, ölümünden
önce kendisiyle yapılan söyleşide, geçen günlerde jetskili tatil fotoğraflarıyla
gündeme gelen ve 'Cüppeli Hoca' bilinen Fatih Çarşamba semtinin İsmail
ağa Camii imamlarından Ahmet Mahmut Ünlü'yle birlikte "Cami yaptıracağız"
diyerek halktan para topladıklarını anlattı.
Geçen 25 Temmuz' da yaşamını yitiren ünlü dolandırıcı Selçuk Parsa'
dan yaptığı uzun söyleşi, yazar Oktay Güzeloğlu tarafından "Yüzyılın
Dolandırıcısı Selçuk Parsadan" adıyla kitap haline getirildi.
Kitapta "Cüppeli Ahmet Hoca'yla çalıştık. Ben 11 tane cami parası
olarak 1 tane cami yaptırmama sevabını işleyen bir insanım" ifadesini
kullanan Parsadan, yardımları akla gelebilecek tüm genel müdürlere
telefon açarak" Ben Ankara Üniversitesi İlahi-yat Fakültesi Öğretim
Üyelerinden bilmem kim? Cami yaptırıyoruz" diye isteklerini anlatıyor.
Parsadan, para paylaşımı konusunda ise şu bilgileri veriyor:"Parayı
topluyorum, %50'sini ben alıyordum. Hesapta %50 ama verir miyim onlara,
%90'nı ben götürüyorum, %10 veriyordum." Dolandırıcıları bile
kandırdığını söyleyen Parsadan, "...Bunların hangisi inanan insan
ya? Herif nasıl toplarsa toplasın da, bizim de hesabımıza versin.
Aksın bir yerden para, gelsin diyorlar."
Yine aynı gazeteden bir başka önemli haber başlığı:
*11 Eylül Saldırılarıyla ilgili araştırmada Yimpaş'ın da araştırıldığı
ortaya çıktı... Terör Şüphesi... Alman polisi 11 Eylül Saldırılarıyla
ilgili soruşturmada para transferlerini inceleme altına almış... YİMPAŞ'
ta Terör Şüphesi...
11 Eylül 2001'de New York'a yapılan terör saldırılarına ilişkin yürütülen
soruşturmada Almanya'nın Yimpaş şirketi hakkında "terör saldırısında
bağlantısı olduğu şüphesiyle" soruşturma yürütüldüğü ortaya çıktı...(...)
Yimpaş'ın alt şirketlerinden olan ve yöneticiliğini Almanya'nın tüm
dünyada İnterpol kanalıyla aradığı Yimpaş Holding Yön. Krl. Başk.
Dursun Uyar İle Hüseyin Ünal'ın yaptığı Yimpaş Proma Warenhandles
Gmblt şirketinde kara para aklandığına dair yürütülen soruşturma,
New York'a yapılan terör saldırısı ile bağlantısı bulunduğu şüphesiyle
bu yönde derinleştirildi.
*Yargı sürecinde açılışta işiniz ne?
CHP milletvekili Tamaygil, Başbakan Erdoğan'a "Yimpaş'ın açılış
törenine hükümetinizin üç bakanının katılması etik midir?" sorusunu
yöneltti.
CHP Genel Sekreter Yardımcısı Bihlun Tamaygil, Adalşet Bakanı Cemil
Çiçek, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun ile İçişleri Babanı Abdülkadir
Aksu'nun Yimpaş'ın açılışına katılıp katılmadığını sordu.
Politika Günlüğü köşesinde Hikmet Çetinkaya şöyle dillendiriyor; Fethullah,
CIA, Papaz Okulu... başlıklı yazısıyla.
Yeni Vakıflar Yasası Türkiye'de yeni bir yapılanmanın önünü açtı mı?
Elbet!..
Artık "Misyonerlik Vakıfları" kurulabilecek Türkiye'de.
Yıllardır ABD, CIA denetiminde yaşayan, Bush'un Irak'ı işgalini destekleyen
Fethullah Gülen, yeni Vakıflar Yasası'nı T.B.M.M.'de kabulünden sonra,
ABD'deki Hartford Papaz Okulu'na 2 milyon dolar bağışladı. Şimdi yaklaşık
30 yıldır yıldır sorduğum soruyu bir kez daha yineliyorum:"Ey
Fethullah. bu değirmenin suyu nereden geliyor, açıkla!"
2 milyon doları Hartford Papaz Okulu'na bağışlayan kişi Fatih Üniversitesi
Mütevelli Heyeti Üyesi Dr. Ali Bayram, Fethullah Gülen'in çok yakını...(....)
(2.000.000.-dolar x 1.500.000.-TL =3.000.000.000.000.-TL kısa bir
çarpımla. Evet, bu okumakta zorlandığımız rakamın kaynağı, memleketi
ve rengi ne? Bir de yanıtlanması gereken şey; Hoca'nın ABD'ye gidiş
kaçış tarihi. Her şeyi açıklayacaktır.)
2005 yılında Papaz Okulu'nun yetkilileri Fatih Üniversitesi'nin Mütevelli
Heyeti Üyesi Dr. Ali Bayram' ın çağrısı üzerine İstanbul'a geldiler.
Fethullah Gülen'in ABD'li misyoner konukları Konya, Şanlıurfa, Mardin,
Kahramanmaraş'ı gezdiler, yediler, içitiler...
İlginç bir yeşil sermaye haberi daha...
*"Malvarlığı dondurulan terör finansörü El Kadı, AKP döneminde
taşınmaz satıp sermaye artırmış." "AKP iktidarı El Kadı'
ya yaradı" diyor haber. Bakanlar Kurulu kararıyla 2001 yılında
malvarlığı dondurulan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kefil olduğunu
açıkladı Yasin El Kadı'nın, yasaklı olduğu 2004 yılında ortağı olduğu
şirkette 2 trilyon 125 milyar liralık sermaye artırımına gittiği saptandı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin terörü finanse edenler listesindeki
El Kadı, sermaye artırımının 2 trilyon 114 milyar liralık bölümünü
ise şirkete ait taşınmaz satışıyla karşıladı.2001 yılında Türkiye'ye
girişi yasak olan El Kadı'nın ülkeye nasıl girdiği, para ve mal kontrolüne
geçmesine karşın taşınmazlarını nasıl ve kimlerin izniyle sattığı
belirsizliğini koruyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kendime inandığım gibi inanıyorum.
Hayırsever işadamı" (Bu ülke insanı size inanıyor ve güveniyor
mu bakalım?) olarak tanımlayarak korumaya çalıştığı Yasin El Kadı'nın
yasak olduğu dönemde bile Türkiye'de bazı ticari ve parasal eylemlerde
bulunduğu ortaya çıktı.(...)
Caravan Dış Ticareti ve İnşaat Limited Şirketi Ortaklar Kurulu Kararı'na
göre, şirketin Ya-sin El Kadı ve Muhammed Omar A.Zubair'den oluşan
ortakları yaptıkları toplantıda şirket sermayesinin 950 milyar liradan
3 trilyon 75 milyar liraya çıkartılmasına karar verdi. Ortaklar tarafından
yükümlenen sermaye artırımının 3 ay içinde ödeneceği kaydedildi. El
Kadı' nın 1 trilyon 845 milyar, Zubari'nin ise 1 trilyon 230 milyarlık
sermaye sahibi oldukları belirtildi.
*İngiliz The Times'in İddiası: Camileri Suudiler Finanse Ediyor...
İngiliz The Times gazetesinde yayımlanan bir makalede, Suudi Arabistan'ın
Türkiye'de de İslâmcı teröristlerin eğitildiği cami ve medreselere
destek sağladığı belirtildi... (...)Makalede şu görüşlere yer verildi:"En
koyu İslâmcı teröristlerin beyninin yıkandığı ve eğitildiği Pakistan,
Afganistan, Türkiye, Endonezya, Kuzey Afrika ve giderek artan bir
biçimde İngiltere ve Avrupa'daki Sünni cami medreselere finansman
sağlayan İran değil, Suudi Arabistan'dır. Kökten-dinci Şiilerle Sünni
unsurların arasındaki çatlağı derinleştirecek bir ABD-İran yakınlaşması
cihat terörü ağını dağıtacaktır. Tıpkı soğuk savaş döneminde komünist
bağı kopardığı gibi."
(17.Kasım.2006.Cumhuriyet)
Bir zamanlar bir de JetPa vardı... Bir de Fadıl Akgündüz... Bir haberde
Fadıl'dan:
*Fadıl Akgündüz'e 4 Yıl Hapis...
Siirt'teki seçimlerin iptaliyle milletvekilliği düşen Fadıl Akgündüz,
"Almanya'daki bazı Türk vatandaşlarını yüksek kâr payı verdiyle
kandırarak dolandırıcılık yaptığı" iddiasıyla yargılandığı davada
4 yıl 2 ay hapis ve 10 bin 400 YTL adli para cezasına çarptırıldı.
Bakırköy 8.Asliye Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuksuz sanık Akgündüz
ile avukatları ve müşteki avukatları katıldı. Mahkeme heyetine verdiği
esas hakkındaki görüşünü özetleyen Cumhuriyet savcısı Ömer Korkmaz,
sanığa isnat edilen "dolandırıcılık" eyleminin gerçekleşmediğini
belirterek bu nedenle Akgündüz'ün beraatini istedi.
*Yurtdışında çok sayıdaki din görevlisinin Dışişlerinin onayı ile
gönderildiği öğrenildi.
İmam Maaşı Vakıflardan...
Türkiye'nin Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yurtdışına görevlendirdiği
275'nin maaşı devlet bütçesinden karşılanmıyor. Yurtdışında görevli
5 din görevlisinden birinin maaşını Türkiye Cumhuriyeti devleti yerine
yurtdışındaki vakıflar ödüyor.
Özetle: AKP iktidarı döneminde yurtdışına gönderilen din görevlilerinden
bir kısmının maaşını ve masraflarını yurtdışındaki vakıflar tarafından
ödendiği belgelendi.(...)Şu anda yurtdışında toplam 1265 din görevlisi
görev yapıyor. Bu görevlilerden 990'nının maaşı devlet bütçe-sinden
karşılanıyor. Avrupa ülkelerinde 877, Türk Cumhuriyetlerinde 52, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 61 din görevlisi var. (17.Kasım.2006.Cumhuriyet)
*Yeni Yimpaş Belgesi.
Yimpaş'ın yüklü miktarda para topladığı 1999-2000 yıllarında, Kanal
7'nin Avrupa şubesi olan MEDİA 7'ye 8 milyon 600 bin mark, 2001'de
500 bin mark havale ettiği belgelendi.
SPK' nın izinsiz halka arz ve hisse satışı nedeniyle hakkında suç
duyuruları yaptığı Yimpaş'ın Kanal 7 ile ilişkilerinin incelenmesi
gerektiği yolunda kayıtlarının ardından, bu kuruluşa para akışını
gösteren belgeler ortaya çıktı.
Evrensel Gazetesi'nin dünkü sayısında Yimpaş'ın milyonlarca markın
Kanal 7'ye havale edildiğini gösteren belgeler yayınlandı. (....)1999-2000
yıllarında Kanal 7'nin Avrupa'daki şu-besi olan Medya 7'ye 8 milyon
600 bin mark, 2001 yılında 500 bin mark aktardı.
Habere göre Frankfurt'ta 20 Kasım 1995 tarihinde kurulan Kanal 7'nin
Avrupa'daki şubesi Medya 7 GmbH'nin kuruluş sermayesi 5 milyon 112
918 mark olarak kayıtlara geçti. Şirketin sermayesi 25 Şubat 2000'de
artırılarak 10 milyon marka çıkarıldı. Haberde "sermeyenini 9
milyon 950 bin markının Yimpaş GmbH'ye, 25 bin markının da aynı kanalın
Avrupa sorumlusu Mehmet Gürhan'a, 25 bin markının Kanal 7'nin Yön.
Krl. Bşk. olan İsmail Karahan'a ait olduğu" belirtildi... Evrensel,
4 Nisan 2000'de görevden alınan Gürhan'ınn yerine Dursun Uyar'ın damadı
ve Yimpaş Verwaltungs Gmbh'nin başkanı Faik Güler'in atandığı belirtildi.
Politika Günlüğü'nde Hikmet Çetinkaya soruyor; İşte Belge, Erdoğan
Ne Yapacak?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP'nin YİMPAŞ'la ilişkisinin olmadığını
söyledi mi?
söyledi!.. Yimpaş haberleri medyada çıkınca Erdoğan ne demişti:"Belge
getirin".. Ben de belge topladım. Çünkü Yimpaş Başkanı Dursun
Uyar nedense yakalanıp Almanya'ya teslim edilmiyor. Suçlu aramızda...
Suçlu cenaze töreninde, 29 Ekim kutlamasında... Uyar televizyon ekranlarında
kendini savunuyor. Beş yıl önce Köln'de Frankfurt'ta, Berlin'de camilerde
"Faizli para yiyen, Kâbe yolunda anasıyla zina etmiş gibidir"
diyenler şimdilerde siyasi kimlikle toplumda itibar görüyor.
Başbakan belge istiyor.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dolandırıcılıktan aranan Dursun Uyar
için "suçlu aranıyorsa benim yanımda saf tutmaya izin verenler
suçludur" diyerek polise ve yargıçlara dolaysıyla Adalet Bakanı
Çiçek ile İçişleri Bakanı Andülkadir Aksu'ya top atıyor.
Paraları tokatlayan, milyarlarca avro'yu cebine indiren Yimpaş'ın
patronu televizyon kanallarına çıkıyor, dinci basın tarafından korunup
kollanıyor. Acaba Akp yöneticileriyle Yimpaş arsında bağ var mı, yok
mu? Erdoğan ve AKP'li bakanlar, başta belirttiğim gibi "yok1
diyorlar.
Oysa durum öyle değil, Yozgat ve Kırıkkale'de yoğun bir ilişki zinciri
ortaya çıkıyor. Yimpaş, Yozgatspor'u 2.liğde oynarken içine aldı.
Klüp başkanlığını, önce Yimpaş yöneticisi Mehmet Kaplan, daha sonra
Kadir Şöhret yaptı, Yimpaş Yozgatspor 1.lige çıkınca da 100 milyon
dolar harcamada bulundu.3 Aralık 2005 yılında "paramız yok"
diyerek Yimpaş Yozgatsporu bıraktı. Klüp başkanlığına işadamı Kemal
Yılmaz geldi.
Yimpaş, 27 Haziran 2006'da Yozgatspor'u yeniden aldı. Bu kez başkanlığa
Yimpaş'ın Çan-kırı Çerkeş'teki Aytaç şirketinin genel müdürü Murat
Erdem getirildi. AKP Yozgat İl Başkanı Yardımcısı Erdem' de kulüp
sorumlu yardımcılığına, AKP Yozgat İl Başkanı Zekeriya Avşar'ı seçti.
Erdem ve Avşar, Yimpaş'ın genel kurulunda Dursun Uyar'ın yanından
hiç ayrılmazlardı.
(.....)
Kadir Şöhret, yaklaşık 100 bin kişiden para topladı.24 kilo kaçak
altınla Ankara Esenboğa'da yakalandı.8 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Şimdi ise Antalya'da yaşıyor. Ekonomik durumu çok iyi. Kadir Şöhret
iki eşli. Birisi resmi nikahlı, öteki imam nikahlı karısı var.
Şimdi gelelim Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz'a...
Almanya'da Dramstadt Savcılığı'nın 18 Şubat 2004 tarihli Yimpaş soruşturması
kapsamında dolandırıcılık suçundan aranan beş kişiden biri de AKP'li
Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz. Korkmaz, 18 Şubat 2004'te
Almanya'da aranırken 28 mart 2004 yerel seçimlerinde Akp'den belediye
başkanı seçildi.
Yimpaş'ın Kahramanmaraş Şubesi'ni kuran Fatih Arıkan, AKP milletvekili,
Devlet Bakanı Beşir Atalay, Yimpaş'ın eski yöneticilerinden...Bu arada
pek çok AKP'li bakan Yimpaş mağazalarının açılış törenlerinde kurdele
kesti. SPK'nın yeşil holdinglere yönelik 143 suç duyuru-sunun 42'si
af kapsamına girdiği için ertelendi. Aftan Yimpaş ve Kompassan gibi
en çok para toplayan holdingler yararlandı.
Dursun Uyar'ın başkan olduğu Yimpaş'ın 2001 yılında Avusturalya'daki
şubesi üzerinden 29 milyon Avustralya Doları'nı (33 milyon YTL) Türkiye'deki
"Milli Görüş' e" yakın kurum ve kuruluşlara aktardığını
Alman Die Welt gazetesi yazdı.
Dinci yayın organlarına bir bakın, tek satır haber yok. Dinci medya,
dolandırıcıları koruyup kolluyor!..Bu mudur Müslümanlık?.. Zaman,
Akit, Milli Gazete, AKP'nin sesi Yeni Şafak'ta dolandırıcılara destek
çıkıyor. Paralarını almak isteyenlere gelince... Ölümle tehdit ediyorlar!..
Tarih 31 Ekim 2006..Meral Tamer köşesinde şöyle yazıyor:Çiçeç, Yozgat'ı
avucunun içi gibi bilir... (...)AKP'yi iktidara getiren Kasım 2002'deki
seçimlerin altı ay öncesinde, bağımsız milletvekili sıfatını taşıyan
Çiçek Nuriye Akman'a bakın ne diyor:"İşleri zorlaştıran 3 önemli
olay var:1)Kayıt dışı ekonomi, 2)Kayıt dışı siyaset, 3)Kayıt dışı
din... Yani dine tarafmış gibi görünüp aslında dini kirleten bir kısım
oluşumlar.(...)
Siyaset bugün pahalı bir uğraş haline geldi. Bu da kayıt dışı yollardan
finanse edilmesine sebep oluyor. Bu durum, partileri o kaynaklara
gebe bırakıyor. Kayıt içindeki siyasiler. bu üç
kayıt dışlığı yeteri kadar okuyamadıkları için ya kendileri de bu
kayıt dışı kurumların, kişilerin emrine giriyor, ya da kayıt içindeki
siyaset de, bir süre sonra kayıt dışı bir noktaya giriyor...(...)
Çiçek 7 ay sonra Adalet Bakanlığı koltuğuna oturdu, ama üyesi bulunduğu
AKP hükümeti Çiçek'in 4.5 yıl önceki saptamasına uygun olarak kayıt
dışı kaynaklardan beslenmeyi sürdürdü... Yeşil sermaye mağduru gurbetçilerimizi
"dolandıranlardan" Yimpaş'la ilgili olayların son günlerde
çorap söküğü gibi deşifre olması üzerine Çiçek rahatsız! (....)
Mağdur gurbetçilerimiz ise Çiçek'in 2000 yılında Almanya'daki Yimpaş
Mağazası açılışında Dursun Uyar'ın davetlisi olarak katılmasıyla ilgili
açıklamasına takılmış olmalılar ki, Gönderdikleri e-postalarda sürekli
yeni hatırlatmalarda bulunuyorlar. Han, Çiçek;"Adamın 5 yıl sonra
dolandırıcı olacağını nereden bilebilirdim k, ?"demişti ya...
Biliyorsunuz Çiçek'te Yimpaş'ın patronu Dursun Uyar gibi Yozgatlı.
Bir okurum Çiçek'in Yozgat'ta 10 yıl süreyle serbest avukatlık yaptığını
hatırlatırken, bir diğeri 1984-1986 yıllarında Yozgat Belediye Başkanlığı
da yapan Cemil Çiçek'in, Yibitaş ve Yimpaş'ta olup bitenlerden haberdar
olmamasının mümkün olmadığını vurguluyor.(....)
Yimpaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar'la yapılan söyleşide
çok çarpıcı ifadeler var:
"1-Şirketimizin içlerini biz özellikle boşalttık.
2-ANAR bizim şirketimiz; kurulduğunda başında olan Beşir Atalay da
benim hocamdır.
3-Bizde müdürlük, genel müdürlük, yöneticilik yaptıktan sonra AKP'
den seçilmiş, ama haberlerde ismi geçmeyen başka arkadaşlar da var.
Hepsini tebrik ediyoruz."
* * * *
Demek ki Yimpaş bir okul, buradan derse alındıktan sonra, parasal
destek ile meclise gönderiliyor... Sonra da "Devlet de biziz
hükümet de biziz, hiçbir şey yapamazsınız" ve "Başbakan
benim arkadaşım" mantığıyla işliyor bu işler...
9 Kasım 2006 tarihli bir haberin kaynağı Cumhuriyet Gazetesi:
*Beşir Atalay, YİMPAŞ'ın kuruluşu ANAR'daki hisselerini bakan olduktan
sonra sattı...
İşte Bakan Bağlantısı... diyor! Devlet Bakanı Atalay, AKP için kamuoyu
araştırmaları yapan ve Yimpaş'ın kuruluşlarından biri olan Anar'daki
hisselerini 28 Kasım' da güvenoyu alan 58.hükümette bakan olduktan
12 sonra 10 Aralık 2002'de devir etti. Böylece Atalay'ın dolaylı olarak
Yimpaş'ta çalıştığı bir dönem de hükümetin bakanı olduğu anlaşıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP'nin Yimpaş ile "ilişkilendirilmesine"
gösterdiği sert tepkiye karşın, Devlet Bakanı Beşir Ayalay'ın bakan
olduktan sonraki dönemlere kadar,
Yimpaş'a ait Anar Sosyal Araştırmalar Merkezi Limitet Şirketi'nde
pay sahibi olduğu ortaya çıktı.(...) 10 Aralık 2002'de yapılan Anne
ortaklar kurulu toplantısında "200 milyon liralık % 4'lük"
Anar hisse senetlerini, Yimpaş'a ait Atlas Nehir İletişim A.Ş.' nin
genel müdürü Ahmet Hüküm'e sattı. Anar'ın %99,4'üne sahip olan Atlas'ın
Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı Yimpaş'ın Yönetim Kurul Başkanı Dursun
Uyar yapıyor.
(....) "Anar bizim şirketimiz, Yimpaş Atlas'ın alt şirketi. Eskiden
başındaki insan benim üniversiteden hocam Beşir Atalay'dı" demişti.
(....), Atlas Nehir İletişim' in 31 aralık 1997'de yapılan toplantısında,
şirketin yönetim kurulu başkanlığına Dursun Uyar seçildi, yönetim
kurulu üyeleri arasında Mithat Erbek ve Mustafa Güleç de yer aldı.
Yimpaş Holding, Yimpaş Gıda ve Yimpaş Yozgat İhtiyaç Maddelere Yön.Krl.
üyesi olan Uyar, Erbek ve Güleç hakkında, Sermaye Piyasası Kurulu
tarafından çok sayıda suç duyurusunda bulunulmuş, Yozgat Asliye ve
Sulh Hukuk Mahkemeleri'nde de çok sayıda dava açılmıştı... Başbakan
Erdoğan, geçen hafta içinde Yimpaş iddiasıyla ilgili olarak "AKP'nin
kuruluşunda bu tür holdinglerin parası vardır gibi yanlış yollara
girmeyin, AKP'nin kuruluşunda buralardan bir kuruş gösteremezsiniz,
bunu gelin ispatlayın, göreyim sizi. Tefecileri bulup bize iftira
etmeye kalkışıyorsunuz" diye konuşmuştu. Gelin de kanıtlayın
diyor... Kanıtları ortadan kaldırarak böyle konuşmak çok doğal...
Ama Yimpaş'tan 1 kuruş yerine kim bilir kaç adam alındı Parti' ye
?
Yine, Yönetim kurulu başkanı ile ilgili bir haber!..
Hukukçuları Uyarmış!.. Uyar' dan gözdağı...Cumhuriyet Gazetesi...
Tarih, 3 Kasım 2006,
İsviçreli Prof.Fischer'in de aralarında bulunduğu dört hukukçuya gönderdiği
anlaşılan ve Yimpaş Holding Yön.Krl.Bşk. Dursun Uyar'ın imzasını taşıyan
'ihtarname' başlıklı uyarı mektubunda Avrupalı hukukçular, Yimpaş'la
ilgili girişimlerden "ivedi olarak vazgeçmeye" çağrılıyor.
Hukukçuları "karalama kampanyası" yapmakla suçlayan mektupta
"Aleyhimize yürüttüğünüz haksız kampanya son verilmesine ilişkin
ihtarımızdır.".. diyor. Yimpaş Başkanı Uyar, bu kampanyanın karşı
hukukta karşılıksız kalmayacağını, belirtiyor.
Uyar'ın Mektubundan Sonra Neler Oldu?
Bu üç yıllık süreçte ise Uyar'ın "karalama kampanyası"yla
suçladığı Avrupalı hukukçuların girişimiyle hem Almanya'da ve hem
İsviçre'de Yimpaş'la ilgili soruşturmalar yürütüldü.
Almanya'daki soruşturmalar kapsamında Uyar'ın bacanağı ve Yimpaş'ın
bu ülkedeki şirketinin iflası istendi ve şirket kayma devir edildi.
Mannheim Mahkemesi de Uyar hakkında 8 Şubat 2005'te uluslar arası
tutuklama kararı verildi.
"Yeşil Vurgun" başlıklı gazete haberi 3 Kasım 2006 Cumhuriyet
Gazetesi'nde Murat Kışlalı' nın haberi:SPK Başkanı Cansızlar:İslâmcı
sermayenin soygunu 5 milyar Avro! (5.000.000.000 x 1.850.000.-TL=
9.250.000.000.000.000.-TL ) 2001'de göreve geldiklerinden bu yana
Avrupa'da yurttaşları uyardıklarını ve saadet zincirini koparttıklarını
belirten SPK Başkanı Doğan Cansızlar, Yimpaş olayının "nitelikli
dolandırıcılık" olduğunu belirtti. Cansızlar, tüm yeşil sermaye
maliyetinin 5 milyar Avro'ya ulaştığını söyledi. Cansızlar, Alman
makamlarında Yimpaş'tan AKP'li milletvekili veya bakanlara veya partiye
para aktarıldığına dair tespitler olduğu yolunda söylentiler bulunduğunu
da kaydetti.
Yeşil sermayenin kendilerine karşı kampanya yürüttüğünü belirten SPK
Başkanı, "Biz bunların Hortumunu kestik. Bir daha olmamamsı içinde
yasa teklifi hazırladık ve 2003'te hükümete gönderdik. Ama çıkmadı."
dedi... Teklifte zamanaşımı süresini 20 yıla çıkarmak istediklerini
de belirten Cansızlar, "Bu yasanın çıkmamasında hükümet sorumlu
olmuyor mu? Sorusuna "Vallahi artık onun takdirini size bırakıyorum."
Yanıtını verdi.
İlginç haberler ardı ardına geliyor. İşte bunlardan biri daha.
Bir dönem Dursun Uyar'la çalışan eski Başsavcı Petek hakkındaki iddiaları
yanıtladı, diyor haberde. Yimpaş'ı Hatırlayamadı... diye başlık atılmış.
Yozgat'taki görevi sırasında Cumhuriyet Başsavcısı (1998-1999) olarak
kendisinin bizzat verdiği bir kararın olmadığını belirten Petek, "Cumhuriyet
savcılarımızın da nasıl bir işlem yaptıklarını, aradan 8 yıl gibi
bir zaman geçtiği için hatırlayamam gayet doğaldır.
Bir dönem Yimpaş yönetiminde yer alan eski "Cumhuriyet Başsavcısı"
Reşat Petek, emekli olduktan sonra Yimpaş'ta veya başka bir şirkette
çalışmasının en tabii ve hakkı olduğunu belirtti... Sorulara yanıtlardan
birisi de şudur. Reşat Petek'in:"Emekli olduktan sonra Yimpaş'ta
veya başka bir şirkette çalışmak en doğal hakkıdır. Danışman ve yönetici
olarak kısa bir dönem Yimpaş'ta çalıştığımı ve 2002 yılında yönetimle
anlaşamadığım için istifa ettimi kamu oyuna bizzat kendim açıkladım.
Burada birçok soru yanıtsız kalıyor ve başka sorulara neden oluyor.
Politika Günlüğü'nde Hikmet Çetinkaya soruyor ve irdeliyor...
Tarikatlar Sosyolojik Bir Sorun Mu ?... Tarih:8 Aralık 2006
(....)Bugün, Rufailik, Halvetilik, Cerrahilik kültür ve müziğe dayalı,
felsefi boyutu olan tarikatlardır. Bektaşilik de öyle!..Dikkat ediyorum
"tarikat" denildiğinde Fatih'in Çarşamba semtindeki Nakiler
geliyor akla... Doğrudur!..Şimdi bir soru:"Fethullahçılar, Süleymancılar,
Nakşiler rejim için tehlikeli değiller midir ? "
Hizbullah Güneydoğu'da Nurcuların içinde olduğu El Kaide'nin, Türkiye
kolu, Fethullahçı
ve Süleymancı Kur-an Kurslarından gelişti... Bugün Güneydoğu' da kökten
dinci bir hareketin varlığından galiba kimsenin haberi yok!.. Hatay'da
El Kaide militanları yakalanıyor: Diyarbakır'da, Batman'da, Bitlis'te,
Van'da, "Müslüman Kardeşler Örgütü" cirit atıyor.
Adını verdiğim kökten dinci örgütler, tarikatlardan militan topluyor,
pazardan değil!.. Güneydoğu' da 100 bin kişinin katıldığı mitingler
düzenlendi "karikatür krizi " nedeniyle ve yer yerinden
oynadı.(....)
Gidin Ümraniye'ye, Tuzla'ya, Pendik'e, Acıbadem'e, Bahçelievler'e...
Hastanelerin, okulların, yurtların hangi tarikatların elinde olduğumu
göreceksiniz. Cumhuriyet savcılarının, yargıçların, polis müdürlerinin,
kaymakamların tarikat şeyhleri karşısında nasıl el pençe divan durduklarını
göreceksiniz... Yüzlerce kişinin mallarına el koyan tarikat şeyhleri
bugün paraya para demiyor.
Okullar, hastaneler, bankalar, şirketler...
Muhterem halkı dolandırdı yıllarca. Evlerini, tarlalarını, arsalarını
ele geçirdi. Yargı yerine işi "hakem heyeti" aracılığıyla
çözdü... Yimpaş Olayı tarikatçı yapılanmanın "Milli Görüş"le
ortak eylemidir. Yimpaş, mültecilere dağıtılmak üzere hazırlanan yiyecek
ve içecek paralarına el koymadı mı?.. Laik Cumhuriyet' te yönelik
"karşı devrim" Bekir Coşkun' nun değindiği gibi tüm Anadolu'da
ivme kazanıyor..Tarikatçı kuşatma, şeyhler, şıhlar ve onların müritlerei
devlet kurumlarına dolduruluyor.
Öyle Şanlıurfa'ya, Batman'a, Bitlis'e, Van'a, Hakkâri'ye gitmeye hiç
gerek yok... Gidin Samsun'a, Trabzon'a, gidin Denizli'ye, Aydın'a,
Isparta'ya; gidin Konya'ya, Karaman'a; gidin Tekirdağ'a, Çanakkale'ye
gözlerinizle göreceksiniz "karşı devrim"in başladığını...
Artık Nur kampları yok, okullar, yurtlar, dershaneler, hastaneler,
bankalar, şirketler var. 5 bin "ağabey", 5 bin "abla"
kentlerin varoşlarından, köylerden, kasabalardan yoksul ama zeki çocukları
toplayıp "ışık evleri"nde eğitip okula hazırlıyorlar...
Laik demokratik Cumhuriyet "karşı devrim"le karşı karşıya.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyeti tehlikede.
Evet Bekir Coşkun, doğru söylüyorsun!Valiler yok, kaymakamlar yok,
polisler yok, savcılar, yargıçlar yok!.. 1500 özel okuldan 900'ü şeyhlerin
ve şıhların. Devleti yönetenler bu okullara, binlerce dershanelere,
yurtlara ortak. Ülke elden gidiyor ama yönetenlerin sayısı ne yazık
ki çok az!..
U n a k ı t a n B e r e k e t i.
Al Baraka Türk'le ilgili bir 27 Kasım 2006 gelişmesi... Haberi hazırlayan
şöyle bir başlık altında toplamış kelimeyi:"İcraatı Al Baraka
Türk'e Yaradı" ve şöyle devam ediyor haberci.
Unakıtan Bereketi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın uygulamaları, Al
Baraka Türk' deki ortaklığının değerinin katlanmasına neden oldu.
Unakıtan'ın bakanlığı döneminde Al Baraka Türk'ün öz sermayesi 36
kat, kârı 48 kat artarken kendi payının 580 bin YTL' ye ulaştığı belirtiliyor.
AKP hükümeti, özel finans kurumlarını banka kapsamına soktu:Böylece
Al Baraka Türk'ün risk seviyesi düşürüldü.Kurumlar Vergisi oranları
indirilerek kâr eden şirketlerin pi-yasa değerleri arttırıldı.
Unakıtan'ın, Al Baraka'daki payının, ailesiyle birlikte 2.8 milyon
YTL' ye ulaştığı tahmin ediliyor.(....)Son olarak bu yıl içinde Unakıtan'ın
görev alanındaki kurumlar vergisi %30'dan %20'ye indirilerek, kâr
eden şirketlerin piyasa değerleri kabaca üçte bir oranında arttırıldı.
Unakıtan'ın 281 milyar lira sermaye ile ortak bulunduğu 2001 sonunda;
sermayesi 26.5 trilyon lira, öz sermayesi 5 trilyon 70 milyar lira,
kârı ise 954 milyar lira olan Al Barak Türk'ün, 2005 sonunda sermayesi
126 trilyon liraya, öz kaynakları 182 trilyon 490 milyar liraya, kârı
ise 45 trilyon 912 milyar liraya çıktı. Böylece Unakıtan bakanlığı
döneminde Al Baraka Türk'ün sermayesi 4.75 kat artarken öz sermayesi
36'ya kârı ise 48'e katladı...
31 Ekim tarihli bir özel haberde; Milliyet Gazetesi'nde yer alıyor,
Önder Yılmaz'dan:
Yimpaş'ın eski yöneticisi Kadir Şöhret anlatıyor:"Camilerden
2 milyar avro topladık."
Kadir Şöhret, "Fakir bir ailenin, ortaokul mezunu çocuğu olarak
bu kadar parayı yöneteceğim aklıma gelmezdi" diyor. Yimpaş Yönetim
Kurulu üyeliğinden geçen yıl ayrılan Kadir Şöhret, Avrupa'daki gurbetçilerden
"camilerde çağrı yaparak" toplanan paranın 2 milyar avro
olduğunu söyledi...
Namaz sonrası davet:
Antalya'daki bürosunda görüştüğümüz Kadir Şöhret, Yönetim Kurulu Başkanı
Dursun Uyar'ı Avrupa'ya çıkaran kişi olduğunu söyledikten sonra yaşadıklarını
anlattı: İnsanları evinde ziyaret ettik. Camide namaz kıldıktan sonra
Yimpaş yatırımlarına ilişkin bilgi vereceğimiz çağrısını yaparak lokale,
restoranlara davet ediyorduk.
Kolundaki altını verdi:
Gurbetçilerin kimi parasını, kimi kolundaki altınlarını çıkarıp hisse
senedi karşılığı verdi.
Altınları Türkiye'ye getirirken yakalandım. Uyar "380 milyon
mark"diyor ama 3 milyar mark topladık. Hissedarlar "paramızı
verin" deyince vicdan azabı çekiyorum. Artık bize güvenip beş
kuruş vermezler. Erdoğan da gitse vermezler. Antalya'daki ofisine
büyük bir Atatürk resmi a-san, kapatılan Refah Partisi'nin Yozgat
İl Başkanı olan Şöhret, "Atatürkçü mü oldunuz ?"soru-suna
"Atatürk'ü serveti, tabi ki portresini de asarım. Herşeyi O'na
borçluyuz. Cumhuriyet' in kurucusu. O olmasaydı burada olmazdık."
yanıtını verdi.
Zaman aşımından kurtardı:
Şöhret, Almanya'daki Mersedes Benz fabrikasında çalışırken 1983'te
Uyar'la tanıştı.1997'ye kadar gurbetçilerden yüzbinlerce mark topladı.1997'de
23.5 kilo altını Türkiye'ye sokarken yakalandı. Yurt dışına çıkan
Şöhret, hakkındaki dava zaman aşımına uğrayınca 2004'te Türkiye'ye
döndü.2005 yılına kadar Yimpaş şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği
yapan Şöhret, Uyar'la "yönetim tarzı" konusunda anlaşamayınca
istifa ederek Antalya'ya yerleşti.
Bekir Coşkun'un Onuncu Köyünden...
Tarih:31 Ekim 2006...Başlık: Yimpaş, AKP ve Papağan...
Yimpaş'ın ilk kurduğu şirketin adı;H i c r e t...Dinciler siyasi-ticaret
çıkarları için halkı dolandıracaklarsa, böyle mübarek isimlere bayılırlar.
Kaç kişinin, parası evdeki alın teri, bohçalarından çıkıp Yimpaşçıların
cebine "h i c r e t" etti.
120 bin... Paraların nasıl "hicret" ettiğini de artık biliyorsunuz.
İmamlar, tarikat şıhları tarafından toplanan paraların çokluğundan,
bavullar kapanmayınca, üzerine otururlarmış ki bavul kapansın. Aklıma
papağan fıkrası geliyor: Ve devam ediyor Coşkun!(....)
Nedir bu paralar sığsın diye bavulların üzerine oturulan Yimpaş Olayı
?.. Mesela;Yimpaş'ın kurucularından AKP'den bakan var. Yöneticilerden
milletvekili var. Yimpaş mağazalarının açılışını hep AKP'li bakanlar
yapıyor.(....)
Din-iman adına işlenen, belki de cumhuriyet tarihimizin bu en büyük
vurgun suçu olayına bizim papağanlar yine de dönüp bakmayacaklar bile,
paraların üstüne nasıl oturuldu ?..
AB ülkelerinin interpolleri arıyor, ama dolandırıcılık iddialarının
işlendiği, paraların gelip dağıtıldığı Türkiye'de bakanların, valilerin,
savcıların haberi yok...
Bu nasıl olur ?..
Başbakan, Dursun Uyar'a da kefil mi ?..Kefil değilse, partisindeki
Yimpaş uzantısını nasıl açıklayacak? Bence bu Yimpaş olayı, Cumhurbaşkanlığı
seçimi ve genel seçimleri etkileyecek tarihimizin en büyük dolandırıcılık
olayıdır... Ama üzeri örtülmezse... Ne diyorsun papağan?..
29
29 Ekim 2006 tarihinde Hikmet Çetinkaya, Politka Günlüğü köşesinden
soruyor:
T e h l i k e n i n F a r k ı n d a m ı s ı n ı z ?
(....)
Bugün Cumhuriyetimizin 83.yılını kutluyoruz... Tarikatların egemen
olduğu Türkiye'de laikliğin altı oyuluyor, halkı dolandıran Yimpaş'ın
yöneticileri AKP iktidarı tarafından korunup kollanıyor... Yimpaş'la
AKP yıllardır iç içe ama medya nedense bu gerçeği okurlarına yansıtmıyor!..
Türkiye "İslâm Devleti"ne doğru adım adım ilerlerken AKP'liler
Cumhuriyet Bayramı'nda her yeri bayraklarla donatıyor... Oysa M.K.
Atatürk'ün "Türk Devrimi", bu coğrafyada yaşayan etnik,
dinsel ve mezhepsel kimliklileri bir arada toplayan, onlardan çağdaş
ve uygar bir toplum yaratma eylemidir.
Ama halkın egemenliğini, özgürlüğünü, kamu yararının temelini oluşturmaya
yöneliktir.
(....)
Eğitim sisteminin tarikatların eline geçmesi, ABD, AB, İMF ve Dünya
Bankası'nın Türkiye'de egemenlik kurması, Arap sermeyensinin ülkeyi
dört bir yandan kuşatması rastlantı değildir.
Bugün emperyalist güçler Türk-Kürt çatışmasını kışkırtıyor; binlerce
yıllık tarihimiz, kültürümüz yok sayılıp; şeyhler, şıhlar ağalar Güneydoğu'da
yoksul halkı sömürüyor.(....)
Bugün 29 Ekim 2006..
Uygarlığı, çağdaşlığı bir kenara itip, tarikat şeyhlerine, şıhlara
güvenen, onların izinde yürü-yen, imamları kültür müdürü yapan bir
düşünceye teslim olmak ne demektir? (...)
Rüşvetin, talanın, soygunun adresi belli... İrticaının adresi belli...
Fethullahçı sermaye 5 milyar
doları aştı, Nakşi sermaye 4 milyar dolarla ikinci...(....) ve Atatürkçüyüz
diyen herkese soruyorum:
T e h l i k e n i n f a r k ı n d a m ı s ı n ı z ?
Dünyada Bugün köşesinden Ali Sirmen 31 Ekim 2006'da şöyle yorumluyor
gündemi:
Amaçlanan M ü r t e c i mi? Yoksa M ü r t e ş i mi?
(....)
Bir süredir, Türkiye'de irticadan medet umup çıkar sağlayanlar iktidardadırlar.
Her ne kadar kimileri görmek istemesellerde, olgu, tehlike olmaktan
çikmış, toplumu allak bullak eden bir afete dönüşmüş bulunmaktadır
ve durumu görenler günden güne çoğalmaktadır.(....)
Son zamanlarda artan, artık kural haline gelen yolsuzluk, rüşvet,
adab kayırma, hortumlama, yüksek katlarda ağırlanan dolandırıcılar
karşısında kimileri haklı olarak sormaktadırlar:
"Yatılmak istenen mürteci mi, yoksa mürtefi mi?" (....)
Mekanizma şöyle çalışıyor: Dolandırıcı parayı topluyor, irticadan
medet umanı suçuna ortak ediyor, büyük bölümünü onlara aktarıyor,
mürtecinin bir bölümü kurban olurken öbür bölümü de, ondan aldığı
rüşvetle mürtefi olarak palazlanıyor irtica.
Almanya'daki garibandan hortumlananlar, irticayı güçlendirmeye akıtıldığındandır
ki, muteber kişi olarak görülen dolandırıcı da, kovuşturulmak ne kelime,
baştacı ediliyor.
Böylece "tarikat-ticaret-siyaset" üçgeni düzeninin, üç ayağında,
mürteci, raşiye, mürteşi oluşturuyor. Ondan sonra, irtica ile raşi
sağ, mürteşi selamet!.. (mürteşi:rüşvet alan, raşi: rüşvet veren)
C.H.P. İzmir Milletvekili Ahmet Ersin Başbakan' a soruyor:"Meclis'te
20 Yimpaş milletvekili var mı?" Bir avukat arkadaşı Ahmet Ersin'e
Yozgat'tan aktarıyor:"Yimpaş'ın kuruluş aşa-masında AKP' ye yüklü
miktarda bağış yaptığı ve karşılığında milletvekili kontenjanı aldığı"
savını T.B.M.M.' nde gündeme taşıdı .Meclis çatısı altında 20'ye akın
'Yimpaş Milletvekili' olduğu savlarını Başbakan Erdoğan'a soran Ahmet
Ersin, bu holdingde yönetici ve yakını olan bakan ve milletvekillerinin
açıklanmasını istedi. Yimpaş ve aynı yöntemle çalışan İslâm' i holdinglerin
para hareketlerini "ekonomik Susurluk" olarak dillendiren
Milletvekili, AKP' den belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği
yapan, bürokraside görev alan Yimpaş yöneticilerinin olduğu savlarını
da dile getirdi.
Bir Milyon Markını Kaptıran Bile Çıktı:
Aralarında Dursun Uyar'ın da bulunduğu Yimpaş yöneticileri hakkında
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na "dolandırıcılık", "resmi
belgede sahtecilik" gibi suçlamalarla sayısız şikâyet dilekçesi
verildiği ortaya çıktı. Şikâyet dilekçeleri arasında en ilginç olanı
Necati Yıldurım' ait. İstanbul'da yaşayan Yıldırım, 23 Aralık 2005'te
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na dilekçe verdi. Yıldırım, 11 Mayıs
2005'te Yimpaş yöneticilerinin kendisini dolandırmak suretiyle 1 milyon
markını (925 bin YTL ) aldıklarını belirterek dolandırıldığını savladı.
Yıldırım dilekçe-sinde Yimpaşçıların parayı emanet olarak alıp karşılığında
holding hissesi verdiklerini, ancak daha sonra parasını ödemediklerini
bildirdi.
A K P'nin Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Çoşkun;"Yimpaş konusunda
kendimi suçlu hissetmiyorum" diyerek kendini akladı. Almanya'da
bulunası Bakan, Yimpaş'ın şu anda tamamı kapanmış olan mağazalarının
açılışına katılmış olmaktan kendini suçlu hissetmediğini söyledi.
Coşkun, Esen' deki Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı'nın yemeğinde
Yimpaş ve sahibi Dur-sun Uyar hakkında sorulan soruyu yanıtladı. Konu
yargıda olduğu için Dursun Uyar hakkında konuşmayacağını söyleyen
Coşkun; Almanya'da Yimpaş Mağazaları'nın açılışına katılması ile soruya
"m ü n e c c i m" benzetmesiyle yanıt verdi. Müneccimbaşı
mıyım? "Siyasetçilerin müneccimbaşı olduğunu tahmin etmiyorsunuz"
diyen Coşkun şunları söyledi:"Dolaysıyla biz yatırımın yanındayız;
Başbakan' ın dediği gibi, taş taş üstüne koyanın başımızın üstünde
yeri var. Bu arkadaşlar o günlerde gayet iyi bir ortamda yatırımlar
yaptılar. Zaten ortaklar o havayı görmeselerdi paralarını vermezlerdi.
Açılışa davet ettiler, ben Farnkfurt'taki açılışa katıldım.
Yani şimdi ben o gün bilemezdim ki böyle bir krizle karşılaşacaklarını.
Bundan dolayı siyasileri suçlamayın. Biz hiçbir yanlışlığa sahip çıkmayız."Coşkun
devamla "Mevzuat bakımından, geçmiş dönemlerin mevzuatı bu meseleleri
çözmeye yetmiyor. Zaman aşımı meseleleri var. Bu konuda Adalet Bakanlığı
gerekli hassasiyeti gösteriyor. Bazı konularda fazla müdahale etmiyoruz
çünkü zaman aşımına uğramış" dedi.31 Aralık 2006 Hürriyet Gazetesi.
Yimpaş Holding Yön.Krl.Bşk.Dursun Uyar'ın Almanya'ya iade (geri verme
isteği) talebi için Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül "Almanya'ya gerek yok .Burada da hakimler ve savcılar var"
dedi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın da hakkında soruşturma yürüttüğü
Dursun Uyar olayının hükümet tarafından sumen altı edilmeye çalışıldığı
eleştirilere ise Gül şu yanıtı verdi:"Bu konunun hükümetle ilgisi
yok, gereken yapılır. Biz de üzülüyoruz. Bize talepler geliyor.
Sayın Adalet Bakanı'mız Cemil Çiçek' ten bu konuda detaylı bilgi aldık.
Böyle bir durumda vatandaşımızı iade etmemiz Anayasa' ya göre zaten
mümkün değilmiş."
Çiçek ise Almanya'nın "Gözaltına alın" isteğinin neden yerine
getirilmediği sorusunu Hürriyet'e şöyle yanıtladı.:"Anayasamıza
göre bu mümkün değil. Anayasa'nın 38.maddesinin son bendi Türk vatandaşlarının
bu tür durumlarda teslim edilmesine, iadesine engeldir. Bu yüzden
bir gözaltı mümkün değildir" 31 Ekim 2006 Hürriyet Gazetesi.
H u k u k u n C e n a z e s i
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal uluslar arası yakalama emri çıkartılmasına
karşın, hak-kında işlem yapılmayan Yimpaş Yön.Krl.Bşk.Dursun Uyar'ın
AKP Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın cenazesinde 4 bakanla (Abdüllatif
Şener, M.Ali Şahin, Abdullah Gül, Abdülkadir Ak-su ve Mehmet Elkatmış)
saf durmasını "Bu cenaze sadece bir milletvekilinin değil, aynı
zamanda, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının da cenazesidir"
sözleriyle eleştirdi.
A K P Araştırmaya Yanaşmadı, Önerileri Yaşama Geçirdi... Yeşil Sermaye
"Yasak Savma" komisyonu.
Yimpaş Holding Yön. Krl. Bşk. Dursun Uyar'ın 4 bakanla aynı fotoğraf
karesinde yer almasıyla başlayan tartışmalar, İslâm' i holdingleri
ve siyasi uzantılarını yeniden gündeme getirirken, AKP başından bu
yana alınacak önlemler konusunda "çekingen" davranıyor.(...)
Bakanlarla fotoğraf çektiren kişi hakkında savcının soruşturma açmasının
güçlüğüne işaret eden Kılıçdaroğlu, "Böyle bir girişimde bulunsa
savcı ertesi günü kendisini kim bilir nerede görecek?" dedi.
Karaman merkezli Yimpaş Holding yöneticileri arasında AKP Karaman
Milletvekili Yük-sel Çavuşoğlu'nun kardeşi Faik Çavuşoğlu'da bulunuyordu.
Faik Çavuşoğlu ile eski Karaman İl başkanı Sami Mangırcı'nın kardeşi
Kadir Mangırcı'nın da aralarında bulunduğu yöneticiler 3'er yıl hapis,
23 bin 772 YTL para cezası almıştı.3 Ekim 2006 Cumhuriyet Gazetesi
Mehmet Faraç'ın haberi Cumhuriyet Gazetesi'nin 31 Ekim 2006 tarihli
gününde; şeriatçı basın, inanç sömürüsüyle yapılan vurguna sessiz
kalarak diyet ödüyor!..
Hortumun iki ucu takiyye: Gerici basın din propagandasıyla yüz binlerce
insandan topladığı 1.5 milyar Avro'nun üzerine yatan Yimpaş'la ilgili
utanç verici bir suskunluk sergiliyor. Uzun yıllar İslâmi sermayenin
reklamlarıyla beslenen yayın organları, özellikle Avrupa'daki yurttaşların
çığlığını duymuyor, üstelik vurguncuları aklama yarışına giriyor.
Bu tablo, rant için inanç sömürüsü yapanların aynı hortumdan beslendiğini
bir kez daha ortaya koyuyor... Konya, Kayseri ve Yozgatlı merkezli
kurulan ve İslâmi sermaye olarak nitelendirilen holdingler üzerindeki
şaibe bitmiyor. Sayıları bir dönem 80'e ulaşan bu kuruluşların Avrupa'daki
yurttaşlardan topladığı paranın boyutları da saptanamıyor. Gurbetçilerden
toplanan paralarla yapılan fabrikalar hileli iflaslarla kapatılıyor,
milyonlarca Avro'nun tarikat şeyhleri ve televizyon kuruluşlarına
aktarıldığı belgelerle ortaya çıkıyor. Tüm bunlara karşın başta endüstri
olmak üzere kimi holdinglerin yöneticileri de çete operasyonlarında
yakalanıyor, yaşadıkları lüks hayat parmak ısırtıyor.(....)
Milliyet Gazetesi'nin Die Welt'ten alıntı yaparak aktardığı haberler
bir başka ilginçliği sergiliyor... Bir başlık: Devlet Bakanı Atalay
Anar'ın kurucusu... Die Welt gazetesinin Yimpaş tarafından finanse
edildiği ortaya atılan Anar'ın (Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi
Ltd.Şti.)
Ankara 16. Noterliği tarafından onaylanmış olan kuruluş sözleşmesi
18 Mart 1998 tarihini taşıyor. Şirketin 10 bin YTL ' lik sermayesinin
9 bin 600 YTL ' si Bilsan'a (Bilim Sanat Yapı ve Tic.A.Ş.) geri kalan
kısmı Devlet Bakanı Beşir Ayalay, Burhan Erdem, Ömer Soncar ve Emin
Kuz'a ait.
Sever Holding'in Büyük Ortağı Coşan...
Gurbetçilerden toplanan paraların bir kısmının aktarıldığı savlanan
Server Holding, 2.5 milyon 412 bin YTL ' si Muharrem Nureddin Coşan'a
ait. Şirketin küçük ortakları arasında da Mehmet Soylu, Orhan Güner,
Mülayim Delibaş ve Günsel Yavuz yer alıyor.
Alman Savcı:Uyar gelirse tutuklarız...
Dosyaların Frankfurt Mahkemesi'ne gönderildiğini belirten Mannheim
Savcılığı, "Türkiye, Uyar'ı geri vermediği sürece elimiz kolumuz
bağlı" dedi.(....)Sözcü önceki gün yaptığı açıklamada, "Uyar
görüldüğü yerde tutuklanacak. Bu başka ülkelere gitmesi halinde de
gerçekleşecek ve Almanya'ya iade edilecek" dedi.
C H P:AKP Suça Ortak Oldu...
CHP Grup Başkan Vekili Anadol, Die Welt'teki savlarla ilgili olarak,
"Komisyon raporunu dikkate almadılar. İşçilerin alınteri şeyhlere
aktarıldı" dedi.
Alman Die Welt gazetesinin İstanbul temsilcisi Boris Kalnoky'nin ortaya
attığı Yimpaş Holding'in yurtdışında topladığı paraların bir kısmını
AKP'nin seçim kampanyasında kullandığı savlarının ardından CHP'de
AKP'nin Yimpaş yöneticilerinin işlediği suça manevi olarak ortak olduğunu
savundu.
ABD Eğitimli Güneş Gözlüklü Tarikatçı Lideri...
Bu haberde Yimpaş ile ilintili... Yimpaş'ın Avrupa'da topladığı paraları
aktardığı iddia edilen İskenderpaşa Cemaati'nin lideri Muharrem Nureddin
Coşan, farklı tarikat lideri görünümü sergiliyor. ABD'de eğitim alan
ve cemaatin holdinginin başında olan Coşan, 2002'de bir de parti kurdu.
Coşan (43), Suudi Arabistan'da Arapça ve dini ilimler tahsili gördü.1987'de
ABD'yi giderek New York'ta işletme eğitimi aldı arkasından da mastır
yaptı.
Nakşibendîliğin en etkin kollarından biri olan İskenderpaşa Cemaati'nin
lideri olan Muharrem Nureddin Coşan, babası Esad Coşan'ın 2001'de
Avustralya'da trafik kazasında kaybetmesinin ardından cemaatin başına
geçti.
Sağ partiler cemaatin oylarına göz dikerken, Nureddin Coşan 2002'de
< Sağduyu Partisi'ni > kurdu ve onursal başkan oldu. Coşan'ın
da babası gibi Avustralya ile sağlam ilişkileri bulunuyor. İlginç
kişiliğiyle, aldığı iyi eğitim ve aktığı güneş gözlükleriyle cemaatin
bazı kesimlerin-den tepki alan Coşan, babasını isteğiyle 1996'da cemaatin
bünyesinde yer alan ve iddiaların merkezindeki Server Holding'in yöneticiliğini
üstlendi. Holding yapısı, okulları, medya organları ve vakıflarıyla
dev bir organizasyon haline gelen İskenderpaşa Cemaati'nin Zahit Kotku
ve Esad Coşan'ın ardından lider konumuna gelen Muharrem Nureddin Coşan'ı
kabullenemediğini iddia ediyor.
Bir başka haberle devam ediyor gazete.
Diyor ki;"Die Welt'ten şok yaratan iddialar: AKP kampanyası fiananse
edildi..."
Alman Die Welt gazetesinin İstanbul temsilcisi Boris Kalnoky, Yimpaş
mağduru Türklerin parasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim
mücadelesinin fianase edildiğini öne sürdü. Kalnoky, bu durumun Başbakan'
ı açıklama sıkıntısına sokacağını, finans işinin perde arkasında büyük
olasılıkla, Nakşibendî tarikatının olduğunu iddia etti.
Kalnoky, önceki gün "Tartışmalı Yimpaş Holding İslâmcıları fiananse
etti" başlığıyla yayımlanan haberinde, bir dönem AKP' ye yakınlığıyla
bilinen Davut Buca'nın, Ulusal TV kanalına gönderdiği faksa-belge
iletiye yer verildi. Faksta Buca'nın, "Yimpaş, son seçim kampanyasında
Almanya'dan gelen içi para dolu bir bavulu AKP 'ye ulaştırıldı"
iddiasına yet veren
Kalnoky, "eğer bu doğruysa, yıllardan beri Yipaş'ı gözlemleyenlerin
sorduğu bir soruyu yanıtlamış olacak: Kirli paralar, Erdoğan'ın İslâm'
i partisi AKP' ye mi aktı?" sorusunu yöneltti.
Haberde holdingin Avrupa'dan topladığı paraların bir kısmını 29 milyon
Avustralya doları olarak Avustralya'daki şubeye kredi olarak aktarıldığı,
kredinin bir kısmının da bu ülke üzeriden Türkiye'deki Nakşibendîlere
gittiği öne sürüldü.
Paraların büyük bölümünün Nakşibendî tarikatı liderlerinden Muharrem
Coşan'a transfer edildiğini belirten Kalnoky 2001'de Coşan'a şahsen
1 milyon Avustralya doları gönderildiğini id-dia etti.
Yimpaş'ın ikinci 1 milyon euro'luk para naklinin, Coşan'ın yönetim
kurulu başkanı olduğu Server Holding'e aktarıldığının kaydedildiği
yazıda, Devlet Bakanı Beşlir Atalay'ın kurucusu olduğu kamuoyu araştırma
şirketi Anar'ın da finanse ettiğini öne sürdü.
Diğer Paraların Adresi...
Kalnoky, diğer paraların da İslâm' i politikalara ağırlık veren kuruluşlara
ve bazı medya kuruluşlarına gittiğini, işyerlerinin finanse edilmesinde,
özel hastanelerin yapımında, öğrenci burslarında, hayır kurumlarına
ve Kur-an kurslarına aktarılmasında kullanıldığını savundu.
(Milliyet Gazetesi)
G e r i c i M e r k e z O r g a n i z a s y o n u
Cumhuriyet Gazetesi Mehmet Faraş Şeriatçı basın, Cumhuriyet' in ardından
Danıştay'a yönelik kanlı baskını başka alanlara çekmeye çalışırken,
gerici organizasyonun merkezinde dün yaralı olarak bulunan emekli
askerin olduğuna ilişkin bilgiler henüz doğrulanmıyor.(...)
Örgütlenmenin başının radikal dinci görüşlere sahip avukat Alparslan
Arslan olduğu ısrar-la vurgulanıyor. Organizasyonun YÖK'ü hedefi aldığına
ilişkin haberler de yalanlanıyor.(...)
Gazetemize yönelik bombalı 3 saldırıyı gerçekleştiren Alparslan Arslan'ın,
Hizbullah, Müslüman Gençlik ve El Kaide yapılanmalarının en yoğun
olduğu Marmara Üniversitesi'ndeki dinci gelenekten geldiği gözardı
ediliyor.
Oyuna dikkat!..
Öte yandan organizasyonun çözülmesi, bu kişiye odaklanmasına karşın,
olay başka alanlara çekilmeye çalışılıyor. Cumhuriyet kurumlarının
hedef alınmasında zemini şeriatçı basın iktidar ilişkisinin hazırlanması,
siyasilerin radikal kesimleri kışkırtması ve halkı "infiale"
sürüklemesinin üstü örtülüyor. Saldırının lojistik unsurları olan
bazı kişilerin içki içmek, kumar oynamak gibi sosyal alışkanlıkları
ile sabıkalı olmaları gerekçe olarak gösterilerek hem şeriatçı basın
hem de laikliğe saldıran siyasal iktidar hedef dışına çıkarılmaya
çalışılıyor. El Kaide;İslâm' i
Hareket ve Hizbullah gibi örgütlerin de geçmişteki eylemlerinde, kumar,
hırsızlık, yankesicilik, cinayet, kapkaç gibi eylemlere karışan sabıkalılarla,
uyuşturucu ve tiner bağımlılarını kullandığı unutuluyor.(....)
İstanbul'da soruşturmayı yürüten güvenlik birimlerinin, Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül tarafından şeriatçı yapılanmanın lideri olduğu
öne sürülen emekli binbaşı Muzaffer Tekin ile İlgili, yaralı olarak
bulunmasından iki saat önce verdiği bilgiler dikkat çekiyor.
R e f a h Pa r t i s i'nin D o ğ r u l t u s u
Bu doğrultunun yanıtıdır Şeriat!...
Bu kesindir ve yadsınamaz. Ancak nasıl gerçekleşecek, ya da gerçekleştirilecektir?..
Refah Partisi ve ardıl gelenler şeriatı hedeflerken hangi özellikleri
gün deme getirecek ve nasıl bir yöntem tutturacak. Türkiye'ye nasıl
bir şeriat modeli getirecek?
Bu model Suudi Arabistan gibi mi, İran gibi mi, Sudan gibi mi, yoksa
bizzat Erbakan'ın yakın çevresine dediği Malezya gibi mi olacak?..
Refah Partisi ve mirasçıları (AKP ve S P) şeriat bağımlı bu soruların
yanıtının verilmesi gerekiyor.
İslâm dini, uygulama noktasında "tedriciliğe" önem verir,
dinin kademe kademe uygulamaya geçmesini ister. Şeriatın "tedriciliğe"
önem vermesinin en önemli nedeni toplumsal altyapıyı sağlamlaştırıp
hedefini gerçekleştirmeye <motif> bulmasıdır. Hâl böyle olunca
Refahın da kısa sürede şeri hükümleri uygulamaya geçirme noktasında
pek umutlu olmadığı görülür. Dinin normlarının uygulanmaya konması
için Refah bugün AKP öncelikle toplumsal bir altyapıyı oluşturmak
istemektedir.
Refaha <<ara dönem>> misyonu yükleyenlerin hem dayanağı
hem de çıkış noktası bu:
Topluluğu topluca yönlendirmek, bir amaç etrafında toplamak! Refah
düğümün burada yattığına inanıyor.
(....) Erbakan siyasetten yasaklı olduğu dönemlerde yakın çevresine
sürekli şunları söyler:
"Biz polika değil, hareketiz, orduyuz. Parti neymiş ki, Allah
bizi hizipçilik yapmaktan korusun. Biz bu yola Allah'ın dinine sahip
çıkmak içim çıktık. Bir şeyi, ikame etmek Allah'a Mahsustur. Bize
çalışmak düşer."
(....) Refah Partisi'nin iktidara gelmesini Hizbullah şideri Fadllah
başta olmak üzere, Hamas lideri Ahmet Yasin, Pakistan Cemaati İslâm'
i lideri Gazi Ahmet Hüseyin, Sudan İslâm' i lideri Ömer Beşir önde
olmak üzere legal yasal ve illegal yasadışı kabul edilen örgütlerin
liderleri, "İslâm iktidar oldu, Türkiye İslâm hareketinin temsilcisi
Refah Partisi ve başkanı Erbakan, laiklerin elinden iktidarı söke
söke aldı" diye değerlendirmişlerdir.
(....)
Refah iki durumdan ötürü takviye yapmakla eleştirilebilir:
1)Ordu, hareket, parti ve inkâr,
2)Mevcut rejimi yıkıp yerine şeriatı ikame etmek niyetinde olduğu
halde, bugüne değin, bu-nu gizlemeyi başarması.
(....)Kotku, Erbakan ve arkadaşlarını şeriat namlısı insanlar olarak
yetiştirir. RP'nin çekirdek kadrosu birkaç istisnayla aynıdır: Oğuzhan
Asiltürk, Şevket Kazan, Fehim Adak, Recai Kutan, Süleyman Arif Emre.
Bu da Nakşî İslâm hareketinin Türkiye'deki İslâm'ın si, yasallaştığını
gösterir. R.P. Genel Bşk. Yardımcısı ve Erbakan'ın kurmaylarından;
günümüzün AKP hükümetinin dışişleri bakanı; Abdullah Gül şu sözcüklerle
ifade ediyor:"Muhakkak ki RP, Türkiye de yerli düşünen İslâm'
i cemaatlere yol açmak için uğraşan bir harekettir."
Aynı Gül; İslâm'a aykırı kanunu kaldırma imkânını vereceklerini de
söylemişti:
"İslâm'a aykırı kanun kalkacak. Düzen Türkiye de İslâm'ı Camii
içine hapsetti. Biz İslâm'ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz. Artık
saklanmaz gerçekler var. İslâm'ın yalnız ahireti değil, dünyevi düzeni
içerdiği bir gerçektir. Ben bir Müslüman'ım ve buna inanıyorum. Türkiye'deki
geçerli kanunlar arasında aykırı olan da var, olmayanda. Aykırı olanlar
baskıdır. Baskı kalkacak, bu hakkımı kullanacağım, halka bu imkânı
vereceğim."
İhanet Vakfı
AKP'liler, Mustafa Kemal'e ve İstiklâl Savaşı kahramanlarına "Kudurmuş
Haydutlar" diyen bir hain adına vakıf kurdu... Tokat'ta adına
vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Sevr'i imzalayan İstanbul hükümetinde
yer almış bir işbirlikçi..İstiklâl için canını koyan kahramanların
ve Mustafa Kemal'in de can düşmanı.
Mustafa Sabri Efendi, milli güçler İzmir'i kurtarıp, İstanbul'a yönelince
"Ermenilerden kuracağı bir ordu ile Türk ordusuna karşı savaşmak
üzere" sadrazzamlık isteyecek kadar ihaneti ileri götürmüş bir
kişi...
Bunlar mı değişti?.. Cumhuriyet kurulduktan sonra yurtdışına kaçan
(Erbakan'da gitmişti), Mustafa Sabri Efendi Vakfi'nın yöneticileri
arasında AKP Tokat milletvekili Resul Tosun ve Mehmet Ergün Dağcıoğlu
bulunuyor. 2.4.2007.Güneş Gazetesi.
Bekir Coşkun...Onuncu Köy... 12 Ocak 2007/Cuma..
Değişen sizsiniz...
İktidardakiler değişmiyor, siz değişiyorsunuz. Yavaş yavaş... Farkına
varsanız da varmasa-nızda, bir sinsi değişimin içindesiniz ve eskisi
gibi değisiniz..Direnseniz de, arada bir "Ben de-ğişmedim"deseniz
de, bir ulusal değişimin" parçasısınız.İşte; sadece son bir hafteda
Türkiye'nin ne kadar değiştiğini size sıralıyalım: Erkek için erkek
hemşire TBMM'deki komisyonlardan geçti.İstanbul Büyükşehir Belediyesi
tarafından yaptırılan şehir hatları vapurlarında birer "dua odası"
olması (Mescid'in adını bu sefer böyle uygun görmüşler) kesinleşti.
Şeriatçıların "Doğurabildiğin kadar çok doğur" kaidesine
uygun olarak, çok çocuk doğuranların daha az vergi vermesi yeni vergi
sisteminde yerini aldı. İzmir ve çevre illerde ünlü heykeltraşların
eserleri bir gecede kırıldı. Selamlaşmada "Günaydın", "Merhaba",
"tünaydın", "İyi günler" gibi dileklerin dinen
uygun olmadığı, bunun yerine "Seamünaleyküm" demenin gerekli
olduğu res-men açıklandı. Başbakan'ın "Tanırım ve kefilim"
dediği, BM'ye göre uluslar arası terörist sayılan El Kadı'yı soruşturan
maliye başmüfettişine bir günde tam yedi ceza verildi. Tüm bunlar
sadece bir haftedaki değişim. Değişime devam: İmam hatiplerin önünü
açmak zor gözüktüğüne göre, gelecek yıl uygulanacak müfredatta, tüm
ilköğretim imam hatipleştiriliyor. Çocuklara ca-mi krokisi çizdirmek
de var müfredatta, CD'lerle "hac ibadeti" de, uygulamnalı
abdest de..(....)
T a r i k a t l a r ve C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı a d a y l ı
ğ ı!..
Hemen hemen bütün gazetlerde yığınla haber, yığınla köşe yazısı..Hemen
hepsi, Emniyet' teki tarikatlaşma üzerine..Bu ülkenin güvenliğinden
sorumlu, en güvenilir olması gereken kurumun temelleri sallanıyor.Rahip
Santoo cinayetinde ihmali görülen Trabzon Emniyet Müdürü niye terian
Ankara'ya atandı?.. Çünkü tarikattan... Hrant Dink cinayetinde ihmali
görülen
Trabzon Valisi ve Emmiyet Müdürü, İçişleri Bakanı'nın "Müfettişler
raporlarını hazırlamadan tek hareket yapmam" demesine rağmen
niçin apar topar görevden aldılar?..
Çünkü tarikat bağlantıları yoktu. Eleştirileri önlemek için kurban
edilmeleri kolay oldu.22 ihbar gelmesine rağmen, Hırant Dink'i korumaya
almayan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah niye hâlâ yerinde?
Neden şuç bir şube müdürüne transfer edilip, Cerrah temize çıkarıl-maya
çalışılıyor? Çünkü Cerrah'ın arkasında Çarşamba Cemaati var. Cerrah'ı
daha önce, Recep Tayyip Erdoğan Ankara'ya almaya karar vermişti. Hatta
Cerrah odasını toplamıştı. Çarşamba Cemaati devreye girdi."Alma
dediler."Alamadı. Cerrah, İsmailağa Camisi'nde yüzlerce kişi
önünde gerçekleşen linç olayıma anında "Başını mermere vurup
intihar etti" diyen Emniyet Müdürü. Çarşambanın tam bir kurtarılmış
bölge olduğunu gidenler anlatıyor. Dink cinayetinde benzeri gafını
Vali Güler temizledi. Başka ülkelerde olsa, Santoro ve Dink cinayetleri
İçişleri Bakanı'nı istifaya zorlardı. Başbakan, Aksu'ya neden ilişemiyor?..
Çünkü Aksu'nun arkasında da Menzil tarikatı var... Ayrıca, meşhur
tezkere olayında gördük Başbakana karşı direnen ve Aksu'nun arkasında
yer alan 81 milletvekili... Erdoğan, Aksu'ya dokunamaz. Peki ya Ulaştırma
Bakanı?.. Hızlı tren faciasında 39 kişi öldü. Oysa o rayla o hızı
çekmeyeceği raporla
tesbit edilmişti. Ama Devlet Demir Yolları Genel Müdürü, hem Ulaştırma
Bakanı halen görevde. Olan ölenlere oldu. Başbakan gereğini yapamadı,
çünkü hem bakan, hem genel müdür tarikattan... Başbakan Maliye Bakanı'na
da dokunamaz.. O da tarikatta.
Şimdi bunların tümü söylenti olabilir.. Ne var ki, eskiler "şüyu,
vukuundan beterdir" demişler.."Ateş olmayan yerden duman
çıkmaz" demişler.Recep Tayyip Erdoğan ile hangi taşı kaldırsanız,
altından bir "tarikat, cemaat" bağlantısı çıkıyor. Erdoğan'ın
da bu söylentileri şid-detle yalanlayan sert bir eylem ve söylemi
yok...
Amerika'nın Türkiye'yi bir ılımlı İslâm devleti yapmak için 80'li
yıllardan beri ne planlar uyguladığını bilmeyen yok. Daha dün bu gazetede
Mehmet Barlas, ABD'nin neden Recep Tayyip Erdoğan'a ve AKP'yi desteklediğni
açıkladı. Çünkü AKP, demokrat ve küresel parti. Böylesi Türkiye fevkalade
işlerine geliyor. Bu ülkede üniter, ulusal cumhuriyet değil, ümmetçi
vr küresel devlet istiyorlar.Öyle olunca da, tarikatların önü alabildiğine
açılıyor.
Şimdi sorum şu?..
Adı tarikatlara bu kadar iç içe anılan biri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
olabilir mi?
Efendim, başbakan olmadı mı?.. Cumhurbaşkanı da olur.
Kâğıt üzerinde öyle... Ama bu iki makamın anlamı çok değişik. Başbakan
yürütmenin, yani hükümetin başıdır.Anayasa gereği Başkomutan da olan
Cumhurbaşkanı ise, Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesi...Hükümetler gelir
geçer. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kalıcıdır. Ebedi Türkiye Cumhuriyeti,
laik, ulusal ve üniter bir devlettir, öyle kalacaktır. Ümmet Cemahiriyesi
olamaz..
Recep Tayyip Erdoğan, ANAP ve DYP gibi, AKP'nin de çökmesi pahasına
Cumhurbaşkanlığı-nı kafaya koymuş. AKP'nin gelecek seçimleri kazansa
bile, bir daha böylesi keyifli yönetime izin verecek bir çoğunluğa
sahip olmayacağını, koalisyonlara mecbur kalacağını biliyor. Bu yüzden
kendisini kurtarıp, Köşk'e atmayı düşünüyor."Benden sonra tufan".."
diyerek.Bu onun tercihi... Vatandaş olarak hakkı da...
Ama aday olmadan önce tüm bu "Tarikat" söylentileri ile
hiçbir ilişkisinin olmadığına ulusu inandırmak zorunda. Eylemleri
ve söylemleri ile...
Bu iş "Devlet kesesinden" duvar ilanı hazırlatıp "Kurban
olam ayına yıldızına" demekle olmuyor. Bu yazının altındaki imza
ise; Hıncal Uluç!
Ç o c u k k o r o s u n d a n i l a h i l e r!.
Tokat'ta, Milli Gençlik dergisince düzenlenen "Hicret Gecesi"nde
yaşları 5 ile 13 arasındaki çocukların oluşturduğu koro ilahiler okudu.
Tokat Öğretmenevi toplantı salununda önceki akşam düzenlenen geceye
yaklaşık 100 (yüz) kişi katıldı Hz.Mukammed'in hicret etmesini anlatan
slayt gösterisi sonrası sahneye çocuklar çıktı. Yaşları 5 ile 13 arasındaki
20 çocuktan oluşan "Gençlik Grubu" ilahi konseri sundu.
Daha sonra yine çocuklar Kuranıkerim okudu. Gecede bir konuşma yapan
derginin Tokat Şube Başkanı Mustafa Kılıç, "Bundan 1428 yıl evvel
insanlık tarihine damgasını vuracak bir olay gerçekleşti. Hicret,
Hicret, İslâm toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve
çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur."dedi...
27 Ocak 2007... Milliyet Gazetesi
Ç o c u k l a r a 'örgüt' e ğ i t i m i..
Tarih 18 Mart 2007... Konya polisinin "şifre" adıyla 29
Ocak 2007'de başlattığı ve 39 kişinin tutuklandığı operasyonda Konya'da
üç ayrı örgüt evi saptanmıştı. Evlerden birinde 4-9 yaş arasındaki
çocuklara "hafızlık" eğitimi verildiği, diğerinde 9 yaşından
büyük çocuklara dini ve örgütsel eğitim verilen "medrese"
olarak kullanıldığı, üçüncü evde örgüt içi eğitimler yapıldığı saptanmıştı.
Altından El Kaide çıkmıştır. Yaşları 4- 9 arasında değişen çocukların
her sabah okuduğu ant şöyle:
Andımız. Müslümanım, çalışkanım, sabırlıyım, kararlıyım. Yasam. Kuran'ı
anlatmak, ahdimde durmak, yaratılanı sevmek.Bir Müslüman olarak varlığım
davama, insanlığa ve Allah yoluna armağan olsun. Ey rabbimiz, duamız
şehitler gibi yaşamak ve şehit olmaktır.
Y A Ğ M A C I L A R K İ M ?..
Ocağınız batasıca ulan!
Saldırdınız aç kurtlar örneği Yurd'a...
Ne yapacaksınız bu denli parayı, pulu?
Ne yapacaksınız bu kadar tarlayı tokadı?
Yüzer yüzer...
biner biner... dönüm dönüm..
doğramışsınız çiftliği çubuğu dili dilim
pay etmşisiniz Anadolu'yu (mu).
Kimin canı neyi çekerse saldırıyor oraya.
Ağalar, beyler, paşalar...
şeyhler, şıhlar, politikacılar saldırıyor...
Paylaşıyorlar kutsal toprakları.
Bu topraklar babanızın malı mı ulan?
Sizler de bu Yurd'un insanlarısınız.
Ya geride kalanlar?...
Bu Yurd'un insanı değil mi?
Yediniz... bitirdiniz memleketi.
Siz eşkıya mısınız ulan?
Yeter artık...
ocağınız yana!..
Yeter artık...
"Tehlikenin farkında mısınız?"... Hayır!..
Ülkemizde; "İrtica tehlikesi vardır"... Hayır yoktur!
Çünkü: Tehlikenin farkındası ve vardır falan yoktur; Ülkemde dört
dörtlük irtica vardır.
Biz bunu yaşıyoruz, yaşamımızın bir parçası haline getirilmiş ve dayatılmıştır...
Varolan bir olgüya yoktur demek çelişki olur. Onun için;"Hayır"
yoktur diye haykırıyoruz. Sunduklarımız kanıtıdır. Yolu da şeriattır.
Biline!
Bir umudun somut söylemi:
Karanlıkta bir kibrit çöpünün ürettiği ışık insanın gözünü kamaştırır...
Bilimin aydınlığı elbet bir gün irticayı yok edecektir...
İrtica karanlığı devrim enerjisiyle aydınlanacaktır...
İnanın buna!!!
İnanın.
23 Nisan 2007 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Çiğli / İzmir