Kirli, Sinsi ve Kanlı Savaş

İrtica ve Şeriat Var mı, Yok mu?
Fıkra buya; köyün birisinde, eşekler köydeki semerciden çok şikâyetçilermiş. Semerci hiç iyi semer yapamıyormuş. Eşeklerin sırtı kan revan oluyor, yaraya dönüşüyormuş. Eşekler toplanıp yeni bir semercinin gelmesi için dua etmeye başlamışlar. Duaları kabul olmuş ve yeni bir semerci gelmiş. Ne var ki bu semerci de eşekleri rahatlatacak semerler yapamıyormuş. Yaralar azalacakken artmaya başlamış. Eşekler yine toplanıp köye yeni bir semerci gelmesi için dua etmişler. Birkaç gün içerisinde semerci köyden ayrılmış, yerine başka bir semerci gelmiş. Eşekler her semerci değişikliğinde olduğu gibi yine çok sevinmişler. Ama çok geçmeden yeni semercinin de eskilerden farklı olmadığını, semerlerin gittikçe daha da kalitesizleştiğini, yaralarının ise daha kötüleştiğini görmüşler. Semerci gitmiş, semerci gelmiş. Her seferinde yeni semerci gelmesi için dua etmişler… Semerci gitmiş, semerci gelmiş... Semerci gitmiş, semerci gelmiş...
Eşekler hiçbir zaman eski semerciden kurtulmak yerine, eşeklikten kurtulmayı denememişler!
Şu tarihsel süreci hiç us'tan çıkarmamak gerekiyor, fıkra örneğindeki gibi:
Milli Nizam Partisi'nin kuruluşu, 20 Ocak 1970, kapatılışı 20 Mayıs 1971,
Milli Selamet Partisi'nin kuruluşu, 11 Ekim 1972, kapatılışı 12 Eylül 1980,
Refah Partisi'nin kuruluşu, 21 Eylül 1983, kapatılışı 16 Ocak 1998,
Fazilet Partisi'nin kuruluşu, 1997 kapatılışı 22 Haziran 2001,
Saadet Partisi'nin kuruluşu, 20 Temmuz 2001
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kuruluşu, 14 Ağustos 2001

Bu tarihsel sürecin hemen arkasından <demokrasi>nin tanımına bir göz atmakta yarar var. Çünkü dinsel bir tabana dayanan bu partiler zinciri, dayandırılan dinsel ülkü anlamında; hem irtica, şeriat ve laiklik açısından bakışın önemini anlayabilmek için; inatla açılıp kapanan bir siyasal olgunun, buna bağlı olarak da siyasal partinin bu kavram içerisinde nereye oturuyorum yanıtını aramak ebetteki doğru bir istektir toplum açısından.
"Aralarında hiçbir ayrılık gözetmeksizin bütün vatandaşların katılacağı hükümet biçimi...
Halk egemenliği... Kişi ye da sınıf egemenliğine karşı olarak siyasal bakımdan tam bir eşitlik içinde tüm yurttaşların yönetime katılacakları rejimi dile getirir demokrasi"
Böyle bir tanımda <din> olgusunun yeri, var olabilirliği hangi aşamada olmalıdır derken;
dinin tanımı:" İnanca dayanan doğaüstü tasarımlar ve istemler sistemi..." Arkeolojik araştırmalar dinsel tasarımların 50 bin yılından beri var oldukları tanıtlanmıştır. Oluyor ki; insan 20 milyon yıl din düşüncelerinden uzak yaşamıştır. İlk tasarımlar; insanın doğa karşısında duyduğu güçsüzlük duygusundan doğmuştur. Dinler, bu temel olguyu her zaman taşımışlar, zamanla daha da derinleşmesini gerçekleştirmişlerdir. İnsan ile doğaüstü arasındaki ilişki, daima bir efendi köle ilişkisi olarak kalmıştır. Pek korkulan ölüm olayını anlayıp açıklayamamak da bu ilişkinin efendi yararına kökleşmesini sağlamıştır. (Orhan Hançerli oğlu)
Şeriat, Kur-an ve hâdislerle belirlenen İslâm kuralları ve hukuku… Tasavvuf anlayışına göre bu, Kuran ve hâdislerin yüzeysel anlamıdır, gizli ve derin anlamları bulup çıkarmaksa marifet'tir. Bu marifet ile meydana çıkarılacak olansa dinin tümü, tasavvuf dilinde dinini dış yüzü, sözcük olarak ırmağın su içilecek yeri anlamına gelir. İslâm terminolojisinde şeriat deyimi tanrı buyruğu anlamına da gelir... (Orhan Hançerli Oğlu Felsefe Ansiklopedisi)
İrtica ya da gericilik: Gerici olanın niteliği...
Gericilik, her şeyin kendi kendisiyle aynı kalacağını ve hiç değişmediğini içeren metafizik düşüncenin ürünüdür. Metafizik düşüncenin birçok ürünlerinde olduğu gibi kendi kendisiyle de çelişiktir, gerçekleşmeyeceğini kesin saydığı değişmeye direnmek çelişkisini taşır. Doğasal ve toplumsal bütün olaylar her an değişerek ve yenileşerek sürüp giderler, gericilik bu bilimsel
gerçeğin bilincine varamamayı da içermekle zorunlu olarak bilgisizlikle anlamdaştır. Bilgili
olup da çıkarlarına uygun bulunduğundan ötürü gericilik ise töredışı bir olgudur...
İktidar, alınması düşünülen sonuçların ürünü olarak da tanımlanabilir... Böyle olunca da iktidar, nicel bir kavramdır. İktidarın, her biri kendine göre insan gereksinimlerini doyurma gücüne
sahip biçimleri, çeşitli yollardan sınıflandırılabilir. İnsanlar üzerindeki iktidar, bireylerin etki altına alınış tarzına ya da bireylerin etki altına alınması için kurulmuş örgütlerin tipine göre sınıflandırılabilir. Birey şu yollardan etki altına alınabilir:
1-Bedeni üzerine doğrudan doğruya bir güç uygulayarak,
2-Kandırma ve belli bir yöne sevk etme aracı olarak ödül ya da ceza vererek
(B.Russel, İKTİDAR) Din ve inanç özgürlüğünün en sağlam güvencesi <laiklik> ilkesidir. Bu ilke, siyasal amaçlı dinsel akımların devlet yönetimine egemen olmasına engellemesi amacıyla getirilmiştir. Laikliğin, ne denli önemli ve vazgeçilmez nitelikte olduğunu, her gün yaşadığımız olaylarla çok daha iyi anlıyoruz.
Son yıllarda; 12 Eylül 1980'den beri; ülkemiz, kuruluş amacına yabancı bir siyasal yörüngeye oturtulmak isteniyor. Laik nitelikteki Türkiye Cumhuriyeti, İslâmcı Suudi Arabistan Kralı Faisal'ın kuruculuğuma öncelik ettiği <İslâm Konferansına> katılıyor. Birleşik Amerika Devleri ile tam bir dayanışma içinde olan Suudi Krallığı, İslâmcı ülküsünü, laik Türkiye Cumhuriyeti'ne benimsetmeye çalışıyor.
Öteden beri; "Biz şeriatçıyız elhamdülillah, amacımız Allah, önderimiz Hz.Resullullah, ana yasamız Kur-an, yolumuz cihat, en yüce gayemiz ve arzumuz ise Allah yoluna şehit olmaktır" Söylemleriyle laikliği koparıp atmak istiyorlardı… Bir İslâm' i anayasa bile yazmıştı Cemalettin Kaplan!
Sürekli şu ilkeyi savunuyorlardı:
"İslâm dininin devleti de vardır, siyaseti de... Ona ne zaman tesir eder ne de mekân."
Bunlar bilinirken ve sürekli gündemdeyken; Türkiye 1968 yılında kurulan 'İSLÂM KONFERANSI' na ilk kez, başbakan düzeyinde katılan temsilcimiz 12 Eylül Hükümeti'nin Başbakanı Oramiral Bülent Ulusu'ydu.1984 yılında ise Fas'ta yapılan 4.İslâm Zirvesi'ne katılan Türkiye'yi Cumhurbaşkanı düzeyinde, yasakçı Orgeneral Kenan Evren temsil etmiştir. Öyle yasakçıydı ki, evren sözcüğünü bile yasaklamıştı… Bu toplantıdan sonra yasakçı, İslâm Konferansı Ekonomik ve Ticari Danışma Konseyi Başkanlığı'na getirilmiştir, Orgeneral Kenan Kâinat! Bir başka düşündürücü yön ise, bir generalin ne denli ekonomiden anladığıdır. Bir elektrik mühendisinin anladığı kadar.
Elektrik mühendisi Turgut Özal'ın Başbakanlığı döneminde konferansa bakan düzeyinde katılıyorum ve eski M. Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Vehbi Dinçerler, Pakistan'da yapılan toplantıya <Laik T.C.> temsilcisi olarak katılıyor(!)du… Ardından İstanbul ev sahipliğini üstleniyordu bu konferansın. Sonra ülkeye giren Arap sermayesi ve Emperyalizmi!!
Kurulan dinsel amaçlı vakıflar, dernekler, bankalar, finans şirketleri İslâm' i yapıya oturtulmuş tüm siyasi partilerden destek alıyor ve Anadolu'nun oyları matematiksel hesabı yapılıyordu artık. Hedef şeriat ve irtica idi... Arkasından devlet yönetimini ele geçirmek.
Tarihsel süreçte bakılırsa, Refah Partisi siyasal İslâm'ın Türkiye ayağıdır. RP laik ve demokratik söylemleri kendi adına kullanarak iktidara geldi. Yasalara uygun kuruldu. Çalıştı ve hükümet olmayı başardı. Bu sonuç Refahın ilk yönetime gelişi değil. 1980'den önce R.P. nin çizgisinin izdüşümü olan Milli Selamet Partisi, 1974 yılında C.H.P. ile hükümet 0lmuştu. Ama günümüzde İslâm' î hareketin geldiği yer ne 1974, ne de 1980'li yıllardaki durum gibidir.
MSP İslâmcıların somut isteklerini dile getirmek yerine, çok da somut olmayan söylemlerle gündemde kalıyordu... Oysa R.P. İslâmcı kesimin sokaklarda dile getirdiği istekleri formüle edip, bunları dile getiriyordu. İslâm' î kesimin, kadınlar için olmazsa olmaz olarak gördüğü "türban" konusu Refahın devamlı gündeminde. Refah Partisi kapatıldı. Adalet ve Kalınma Partisi ile Saadet Partisi ortaya çıktı. Refahın söylemlerini bu iki parti sahipleniyordu. Silahlı Kuvvetler içindeki <dindar> subayların, 'irtica' çalışmalarından ötürü, ordudan atılması da yine REFAH PARTİSİ tarafından gündemde tutuluyordu.
1996 yılında R.P. iktidarı, partinin ana amaca ulaşması için gereken son adımın atılması için, 70 yıllık laik Cumhuriyet' in kurumlarına kendi inançlı denilen şeriatçı ve irticacı kadrolarını yerleştirmeye başlıyor. Yani İslâm' î hareket, bir daha ayrılmamak üzere kamunun yaşamına enjekte ediliyordu… Tüm laik kadrolar ayıklanarak, kaleyi içeriden fethetme yoluna gidildi. Bu yolla R.P, İslâm'ın uygulama sürecini başlatmak için düğmeye basıyordu.
R.P. Devletin en büyük destekçisi ve laik Cumhuriyet' in bekçisi orduya el attı... Bu konu ileride örnekleriyle ortaya konulup irdelenecektir. Bu grubu ve kurumu da içeriden kuşatma kapsamına alıyor, kendi dershanelerinde yetişmiş öğrencileri T.S.K.' ne aldırmayı başarıyordu.
Bu görüş Türk Silahlı Güçlerini 'dukalık' olarak tanımlıyordu. Ordu'nun siyasetteki gücünü en aza indirgemek için ki; Ordu'da böyle bir söylem yoktu; her türlü adımı atıyordu. Siyaset kavramlarındaki ana amaç <rejim>in ya da sistemin laiklik söylemiydi. Bundan rahatsız oluyordu İslâmcılar. Örneğin; Partinin kurmaylarından, bugünün AKP' nin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, o güne dek hiçbir partinin eleştiride bulunmayı cesaret edemediği Milli Güvenlik Kurulunun hükümete öneri adı altında aldığı kararların kesinlikle yargıya açılmasını, doğruluk ve
Yanlışlıkların mahkemelere 'intikal' ettirilmesini istiyordu. Böylece T.S.K. nin nasıl düşünce içinde olduğunu kamuya duyuracaktı aklı sıra. Aynı ad son yıllarda Dışişleri Bakanı olarak M.G.K.' na katılıyor, Avrupa Birliği'ne giriş için her türlü özveriyi ülke adına veriyor ve en önemlisi de eşi için Türkiye'yi İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikayet ediyor ve bu ülkenin T.B.M.M.' den maaş alıyor ve kursağına bu Devlet' in ve bu Cumhuriyet' in ekmeği giriyordu.
R.P. bir taraftan kamuya kadrolarını yerleştirirken, öbür yandan ordunun gücünü kırmaya çalışırken, Türkiye'nin dış politikasını da alt üst eder. Erbakan iktidara gelir gelmez İran'a ardından Libya'ya gitmesi bir rastlantı değildir ve orada yaşanan onursuzluk, değişikliğin birer ipuçlarıydı...
1990'larda İslâm' î hareket öncü rolüne soyundu. Artık İslâm' î hareketin Türkiye açısından muhatabı Refah Partisiydi. İslâm Dünya' sı birçok açıdan Refahı ve Türkiye'yi bekliyordu. ve; <Türkiye demokratik İslâm'ın laboratuarı. Bütün Müslümanlar onu bekliyorlar> diyordular. Dünya İslâmî hareketi adeta misyonunu Türkiye ve Refah Partisi'ne bağlamıştı. Özetle; artık siyasal İslâm'ın odağı Türkiye'dir.
Refah Partisi'nin, son yaklaşımları temsil ettiğini söylediği İslâm' î topluluğu tatmin etmiyor. Milli Selamet Partisi de iktidar olduğu dönemlerde ağır eleştirilere uğramıştı. Şimdi de Refaha yönelik eleştirilerin dozu her geçen gün artıyordu. Bu dönemde MSP' den kopan "nurcu" ve Nakşibendî tarikatı bağlıları R.P.' ni eleştiriyor partiden ayrılan tehdidi savuruyorlardı. MSP' yi dindarları satmakla suçluyorlardı. R.P. muhalefetteyken dindar olgusuna vurgu yaptı. Şimdiden AKP' nin Başbakanı R.T.E. aynı vurguyu kullanıyor.
Refah Partisi, her şeyden önce bir savaş hareketi.
Osmanlı İmparatorluğu' nun yıkılıp cumhuriyet' in kurulmasından sonra bir türlü toparlana mayan ve kendilerine bir yön çizemeyen Türkiyeli İslâmcıları kısmen de olsa REFAH PARTİSİ topladı. Onların örgütlenmesinde önemli rol oynadı. Din ve dindar olgusunu iyi kullandı.
Bunun anlamını okumak pek öyle zor bir dil olmasa gerek!.."Refah Partisi'nin genel anlamıyla misyonu, Türkiye'yi bir İslâm Devleti statüsüne sokmaktı."
Türkiye'nin üniter yapısının yerinde kalmasını savunan ve Türk İslâm çizgisinden sapma yan devletçi yapıdaki tarikat ve cemaatler de R.P.' nin karşısına çıkacak önemli biri gibi görünüyordu. Bu gruptaki tarikat ve cemaatler de devlet dininden önce geliyor ve millililik ana
unsurdu. Bu grupların milliyetçilik özelliği her geçen gün yoğun bir hâl alıyordu. Fethullah Gülen, Yeni Asya Nurcuları, İskender Paşa ve Darende Somuncu Baba Nakşileri PKK ile pazarlık konusunda tavır koyuyor.
Nurcular sürekli Refah Partisi'ne tavır aldı. Saidi Nursi'nin ölümüyle gruplara ayrılan bu kesim zamanla demokratik misyonu diyebiliriz... Bu çerçevede DP, AP, DYP geleneğinden sapmadı. Aslında bu partilerin demokratik süzgeci de irdelenebilir.
Nakşibendî Nurcu birlikteliği görünümlü Milli Nizam Partisi bile onlara sıcak görünmedi.
A.Tevfik Paksu, Gündüz Sevil gen gibi Nurcuların önde gelenlerinin bu partide yer almasına tepki gösterdi Nurcular. 1991 genel seçimlerine dek hiçbir Nurcu MSP Refah Partisi çizgisi
ne destek vermedi. Nurcu liderler Refah Partisi'ni İslâmî kesimler adına; Mehmet Kutlular, Mehmet Kırkıncı, Mustafa Özcan Said Duygal gibi isimler; eleştirdiler.
24 Aralık 1991 seçimlerinde seçeneklerini ağırlık olarak R.P.' den yana kullanan Nakşibendî İsmail Ağa, İskender Paşa, Darende Somuncu Baba gibi dergâhlarda da belli hoşnutsuzluklar gözle görünüyordu.
Darende Somuncu Baba dergâhı şeyhi Hamidüddin Ateş bazı yakın çevresine Parti' nin ilkesizliğini kabullenmesinin olanak olmadığını dile getiriyordu. (Kendilerinin de bu olguda yer almak istedikleri biçimde algılanabilir, yadsınmaz bir biçimde.) Koalisyon kurulmasında Büyük Birlik Partisi'nden <evet> vermesini isteyen İskender Paşa şeyhi Esad Coşan, R.P.' nin uygulamalarının kendisini çileden çıkardığını söylüyordu.
İslamcıların Türkiye'deki sistemi demokratik yöntemle ele geçirme savaşı 1915'de İslâm
Demokrasi Partisiyle başlar, Milli Nizam Partisi, Milli Selâmet Partisi, Refah Partisi, Fazilet
Partisi, Saadet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisiyle devam eder. 12 Eylül 1980'de Milli Selâmet Partisi kapatılır. 1983 de tekrar gündemdedir İslâm' i siyaset! Türkiye'deki İslâm' î hareket yolu MNP, MSP, RP, FP., yani dine ağırlık veren siyasal çizgiyi çizmiştir. Bu grubun politik hayata kazanımları 27 Ağustos 1915'de İslâm Demokrasi Partisiyle başlar.
Milli Nizam Partisi'nin kuruluş tüzüğünde "Nizam-Selâmet-Refah" diye tanımlanan ve kaynağını Nakşibendî tarikatı şeyhi Mehmet Zahit Kotku'dan almıştır. İslam' i Demokrat Parti, aynı zamanda MNP, MSP, RP, FP, AKP ve SP çizgisinin ana başlangıcı olacaktır.
"Refah ve saadet güneşi Kur-anı ele almakla doğacaktır. Müminler (inananlar) birleşin ve kendi rejiminizi kurun." söylemini Demokrat Parti ve Adalet Partisi'ni de etkileyecektir. Başbakan Adnan Menderes İslâmcı kanada yönelik "pragmatist" ve popülist yaklaşımıyla Demokrat Parti' nin çatısı altında toplanmayı başaracaktır. (pragmatist: doğruluğu ve gerçekliği
tek yanlı olarak yalnızca hareketlerin sonuçları ve başarıları ile değerlendirilen öğreti.)
Aslında dini siyasal amaçla kullanan ilk parti Demokrat Parti'dir. D.P. iktidarı, ezanın Türkçe okutulmasından, Arapçaya geçilmesi ve Kuran Kursları'nın açılmasına izin vermesi; Menderes'in, " Biz hükümet olarak İslâmiyet'in bütün gereklerini yerine getireceğiz. Bu Meclis isterse 'hilâfeti' bile getirebilir." şeklinde konuşması şeriatın ve irticaının getirilmesine bir örnektir.
27 Mayıs 1960 Devrimi İslâmcıları yeni arayışlara itmiştir. Nurculuğun kurucusu Saidi Nursi'nin, " Siyasetten ve şeytandan Allah'a sığınırım" tümcesi Nurcuları etkilemiştir. Bu kesim oylarıyla 1960 Devrimi'nden sonra kurulan Adalet Partisi'ne destek verecektir. Genel Başkanı'nı da bir general yapacaklardır: Ragıp Gümüşpala İslâm'ın desteğini alan A.P. şeriat yanlısı İslâm' î kesimi kısa bir süreçte doyuma ulaştıracaktır. 1960'lı yıllarda İslâm siyasete karışmıştır ve etkindir. Bu kesimde kökten dincilik de artacaktır. Yeni oluşumun gözü kamu alanında kendi örgütlenmesini yaratabilmektir tüm amacı. Aydınlar Ocağı, Milli Türk Talebe Birliği, Büyük Doğu Partisi, Nurculuk Partizanları gibi dinci milliyetçi örgütler bu yolda gençler yetiştirmek için sosyal yaşama adım atmıştır.
Dincilik gericilik, ilericilik tartışmalarının arttığı bu yıllarda, İslâmcı gençleri hazırlayan biri vardır: MEHMET ZAHİT KOTKU !!! MEHMET ZAHİT KOTKU; İslâmcı Milli Nizam Partisi, ülkede 1970 sonrası hareketlere damgasını vuran ve etrafındaki gençlerden bir siyaset ordusu kuran Nakşibendî İskender Paşa Şeyhi M. Zahit Kotku; Necmettin Erbakan, Turgut ve Korkut Özal gibi kendi dergahının ürünlerini siyasete sürmüştür.
Prof:Dr. Necmettin Erbakan'ın adı ilk kez ülkede Odalar Birliği Başkanlığı'na seçilmesi ile duyulur. (Bu konuda geniş bilgi için, Sara Gül Turan'ın Din Tacirleri kitabına bakabilirsiniz.) Seçimin yasal olmadığı savları Demirel'i harekete geçirir ve Erbakan'ı görevinden kolluk güçleriyle alınır. Necmettin Erbakan Süleyman Demirel'e karşı <kin> bağlamıştır." Bundan böyle seninle siyaset alanında hesaplaşacağız..."der. Milletvekilliği adaylığı için Adalet Partisi' ne baş vurur ve ret edilir. Erbakan'ı A.P.' ne adaylık için Hocası Mehmet Zahit Koktu istemiştir. Bu 'veto' dan sonra Konya'dan bağımsız aday olarak 40 bin oy ile T.B.M. Meclisi'ne adım atar Erbakan Hoca !
Ahmet Tevfik Paksu'nun evinde bir toplantı yapılır. Adalet Partisi'ne savaş devamı kararı alınır. Bu toplantıda; N.Erbakan, A.Tevfik Paksu, Osman Yüksel Serdengeçti, Arif Hikmet Güner, Hasan Aksay, Arslan Topçubaşı ve İsmail Hakkı Yılanlıoğlu vardır.
İslâmî cemaat ve tarikatlar da siyaset alanda kendilerini anlatacak bir parti istemektedirler. Nakşibendî Şeyhi Kotku'da artık İslâmcı bir partinin kurulma zamanının geldiği düşüncesin dedir. Çünkü, AP onlara sırt çevirmiştir. İslâmcı milletvekilleriyle Kotku'nun girişimi birleşince Milli Nizam Partisi'nin temelleri atılmıştır. Yıl 20 Ocak 1970'dir... Türkiye İslâm' î hareketini bundan böyle Milli Nizam Partisi simgeleyecektir: MNP, MSP, R.P. ve F.P. çizgisinin formatı atılmış olur. Adlar değişse de ilaveler olsa da ilkeler ve ülkü aynıdır bu güne dek. MNP
Ocak 1970'de kurulmuştur ve Cumhuriyet tarihinin 2. İslâm partisidir İ.D.P.'den sonra kendilerinin entelektüel İslamcıları temsil ettikleri savı da önem taşır (!).
Kurucularının her biri farklı <<tarikat ve cemaatlerden>> de olsalar ortak paydaları kamusal alana çıkmaları ya da atlamaları ve özgürlüklerine kavuşmalarıdır. Milli Nizam' a bakıldığında; Ali Haydar Aksoy, A.Tevfik Paksu, Saffet Solak, Rıfat Boynukalın, Ömer Faruk Ergen,
Hüsamettin Fadıloğlu Nurcu; N.Erbakan, Süleyman Arif Emre, Ali Oğuz, Fehmi Cumalıoğlu, Hasan Aksay ve Ömer Çoktosun Nakşibendî olduğu görülür. Bu aynı zamanda MNP' nin Nurcu-Nakşibendî bir parti olduğumum açık göstergesi ve kanıtıdır. Aslında Milli Nizam' ın amacı İslâm örgütleyerek siyasal sürece entegre etmektir. Bu amaç için her yol geçerlidir formülü kullanıldı." Onların koyduğu kurallarla, onları yıkmak, onları kendi sistemleri içinde boğmak; gelin bu koşullarda savaşalım." Verilen bu "cihat" kararının içinde adam öldürmek gibi eylem de yok değildi hani.
Tüzüğüne yumuşak bir biçimde kutsal kitabı da yerleştirerek yola çıkar." Din ve vicdan hürriyetinin güvencesi olarak tanımlanan laikliğin dine baskı ve dindarlara saygısızlık gayesine alet edilmesine; laiklik konusunda partimizin ölçüsü bu müesseseyi din aleyhtarlığı şekline dökmektedir, dökenlere karşıyız." bu tümceler Parti'nin tüzüğünden bir bölümdür.
Süleyman Arif Emre'nin genel başkanlığını yaptığı Milli Nizam Partisi'ne 8 Şubat 1970'de Necmettin Erbakan genel başkan oldu. Daha sonraları Milli Selâmet Partisi ve Refah Partisi' ne genel başkanlık edecektir. MNP açıktan İslâm'ı savunması ve şeriat yanlısı işaretler vermesi, en önemlisi de tüzüğünün siyasal partiler yasasına aykırılıklar göstermesi nedeniyle kapatıldı. Bu bir önemli kanıttır... 1971 12 Mart'ında Anayasa Mahkemesi'ne göre;" Laikliğe aykırı davranması ve okullarda din derslerinin zorunlu olmasını istemesi..." gerekçesiyle kapatıldı. Bu da bir başka kanıt'
Milli Nizam Partisi'nin kapatılmasını "demokrasinin gazap"ı olarak yorumlandı İslâmcı kesim tarafından. Ayrıca şöyle bir dillendirmeyi savsaklamıyorlardı:" Din hürriyeti olmayan Müslümanların tek umudu Milli Nizam Partisi kapatıldı... Ama Müslümanlar sinesinden yeni
Milli Nizam Partililer çıkaracaktır." Dokunulmazlığı kalkan Erbakan çareyi İsviçre'ye gitmekte buldu. Süleyman Demirel yenmişti. İsviçre'de Teknizam gazetesini çıkarıp, aşılarını yavaş yavaş yaptı. Milli Görüş' ün temellerine de attı. Hakkındaki dosyanın rafa kaldırıldığını duyar duymaz yurda geri döndü.
Kendi partisine karşı yapılan Anayasal eylem sonunda dosyasının rafa kaldırılmasına kendi şaştı. Bu işe bir türlü aklı yatmamıştı. Ayağını denk atıyor, başkaları öne sürüyor, kendi arkada duruyordu. Öne sürülenler ise durumlarından hoşnuttular... Ve yıllar sonra bunlarda görülüp cepleri ve gönülleri doldurularak hoşnut edilecek ekonomik çembere dahil edileceklerdi. Bu işin muhasebesini bugün rahatça görmek olası. Siyaset alanındaki adlara bir bakarsanız, işin özü rahatça anlaşılır (31.Ocak.2007 S.G.)
Geri döner dönmez 11 Ekim 1972'de Milli Selâmet Partisi'ni kurdu. MSP' nin kurulması
ile yalnız partinin adı değişti. Bu değişim şekli hep sürdü gitti, günümüze dek. Akıllı Makine Prof.'u Necmettin Erbakan Hoca Partiyi Süleyman Arif Emre'ye kurdurmuştu... 1973 seçimlerinde yeni kurulan Milli Selâmet Partisi 48 milletvekili, 3 senatör çıkarmıştı. Arkadaki birikim aynen duruyordu. Bu Erbakan Hoca için bir kazanımdı. Bu Türkiye için bir şoktu. 25 Ocak 19-74 CHP, MSP koalisyonunu Deniz Baykal ile Oğuzhan Asiltürk örgütledi. MSP' liler CHP'yi şöyle dile getirdiler:" Meğer biz CHP' lileri yanlış tanımışız. Onlar bizim namaz kılmayan kardeşlerimizmiş."
Bir yıllık koalisyon sürecinde Meclis ve Bakanlıklar dinin pratiğine tanık oldular. CHP, sistemin yok saydığı kesimin yeniden kabullenilmesine, yani sistem içinde ilanını kolaylaştırdı. Böyle
Bir kesimin varolduğu bu tarihi süreçte kanıtlanmış oldu. Günümüze dek süre gelen bu varolma savaşı, 12 Eylül 1980'de daha da hız kazandırılarak. günümüzdeki irtica var mi, yok mu sürecine, milliyetçilik mukaddesatçılık da eklenerek; ülke 2007'nin Irak'ına dönüştürülmek istenmektedir yerli işbirlikçi ve AB, ABD ve de Arap Birliği aracılığıyla... Çünkü pasta büyük ve verimli Orta Doğu' da!
CHP-MSP birlikteliğinde tarikatçılık hortlattırılmış ve ön plana oturtulmuştur. İskender Paşa Şeyhi Mehmet Zahit Kotku'nun emirleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dek taşındı, tarikatçı parti tarafından. CHP de buna ortak oluyor; tarikat ilk kez Cumhuriyet tarihine, CHP'yi de
Kullanarak mührünü vuruyor, vurdurucu ise "müdahaleci /karışmacı/" olmadığını yineliyordu. Meclis' in helâlarından MSP' li Milletvekili ve bakanların takunya sesleri geliyordu. Ab dest alınıp, müsteşar odalarında toplu namazlar kılınıyordu. Meclis artık mescide dönmüştü geri dönüşümsüz. Üç "T" eylemi başlatılmıştı...Neydi bu "3T" ?..Takke... Takunya... Tespih!
Erbakan Türkiye'nin ilk hacı olan başbakan yardımcısı ve bakanıdır. Bu arada Kıbrıs Barış Harekatı sonrası koalisyon bir sarsıntı yaşadı. Erbakan Hoca' nın ileri geri söylem ve yorumlarıyla. İki genel başkan; Bülent Ecevit ve Erbakan; zaferi paylaşamadılar. 18 Eylül 1974'de koalisyon dağıldı. Arkasından Celal Bayar'ın desteğiyle ki C.Bayar 27 Mayıs 1960'da bir silahlı eylemle düşürülüp yargılanmış ve idama mahkûm edilmiş, yaşından dolayı ipten kurtulmuştur; Milliyetçi Cephe Hükümeti oluşturularak yönetimi onaylanmıştır. İlginçtir bu M.C.; AP+MSP+CKMP ve MHP' den oluşuyordu. Başında Süleyman Demirel vardı. Diğer liderler ise; Necmettin Erbakan, Turan Feyzioğlu ve Alpaslan Türkeş'ti. Bu dönemde İmam Hatip Liseleri, Yüksek İslâm Enstitüleri ve 2 binden fazla Kur-an Kursu gündeme getirilecekti. Silahlı çatışların başlangıç noktasıydı bu MC dönemi. Başbakan;' Bana sağcılar adam vuruyorlar delirtemezsiniz' gibilerden söylemler ediyor; A.Türkeş de 'Bizim örgütümüz kolluk güçlerine yardımcı oluyorlar' diye tümceler üretebiliyordu... Ve iki ünlü lider birbirlerini tanıtlıyorlardı.
Büyük eleştiriye uğrayan Milli Selâmet Partisi, oy kaybına uğruyordu. Nurcular desteğini
çekmiş, yalnızca Nakşibendî görünümlü bir parti oldu Türk Siyasi Tarihi'nde MSP' nin yorumu ve söylemi ise; kendisinden desteği çeken tarikat ve cemaatleri <küfre destek> olmakla suçlayarak ve İslâm'a köstek olduklarını dillendireceklerdi. Parti' nin bu dönem çağrısı is; "Bize destek olmazsanız kafir olursunuz, cehenneme gidersiniz. İbadetleriniz kabul edilmez, cennet size haram kılınır!" gibi oluyordu.
5 Haziran 1977'de CHP birinci parti çıktı seçimden. Fakat Bülent Ecevit'in oluşturduğu bakanlar kurulu "GÜVENOYU" alamadı. Hemen arkasından bakanlar kurulunu oluşturma görevi Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel'e verildi. Demirel, MSP ve MHP ile 2.MC'yi kurdu... İşte yukarıda sözünü ettiğimiz ünlü tümceler bu hükümet dönemine denk gelir.
31 Aralık'ta Ecevit Adalet Partili 10 Milletvekilini partisine geçirtti ve Demirel devri sona er-dirildi... Satın alınan bu 10 milletvekili de bakan olarak yeni hükümet güvenoyu garantilemiş oldu.
Ekim 1978'de Milli Selamet Partisi'nden bir grup ayrılarak, yeniden Milli Nizam Partisi'ni kurdu. ERBAKAN KİMDİR?..
"Kimilerine göre Türkiye'deki dinsel sömürünün lideri, kimilerine göre halife, kimilerine göre sessiz aydınlığın sesi Prof. Dr. Necmettin Erbakan, kimilerine göre 500 kg. altını olan..." Bana göre de dinsel sömürünü mekaniğini örgütleyen bir baş mimar! İlginçtir Hoca Necmettin 29 EKİM 1926'da doğdu... Ve ihanetin başlangıcı bu ilginçliğe bağımlı... İ.T.Ü. Makine Mühendisliği'nde öğrenim gördü. Dönem arkadaşları; Turgut Özal, Süleyman Demirel, Korkut Özal, Recai Kutan, Fehim Adak... Bu yıllarda M. Zahit Kotku'ya bağlanarak <Nakşibendîliği> seçenek yaptı. 12 Eylül 1980'de partisi kapatılıp tutuklandı. 13 Şubat 1985'de dava konularından aklandı. Yasakların kalkmasıyla 11 Ekim 1987'de Refah Partisi'ni kurarak, genel başkanı oldu ve 1991'de tekrar Meclis'e girdi. 24 Aralık genel seçimleri sonrası DYP (T.Çiller'in DYP'si) İle ortaklık kurarak Başbakan bile oldu. Bu dönüşümlü bir başbakanlıktı. Gelelim yine Milli Selâmet Partisi'ne...
Bu parti artık alan toplantılarında;" Dinsiz devlet yıkılacak elbet", "Şeriat gelecek vahşet bitecek", "İran'da Humeyni Türkiye'de Erbakan" türünden söylemler yükselmeye başladı. 1976' da Ankara'da kurulan Akıncılar Derneği eylemlerini sertleştirdi. Milli Görüş Hareketi'nin öncü gücü oldu. Akıncılar ve Ülkücüler birçok kesimlerde kavgalara girip adam kaçırarak öldürme ve bombalama eylemlerini gerçekleştirdiler. Erbakan'ı bu konuda Koktu ve Esat Coşan uyardıkları da söyleniyordu. Erbakan bu uyarıları dinlememiş ve baş kaldırmıştı. 1974-1978 döneminde MSP' li koalisyon 350 İmam Hatip Lisesi, 10 Yüksek İslâm Enstitüsü ve 3 bin Kur-an Kursu açılmasında büyük katkıları oldu.
1978, kavga ve soykırım olaylarının, şiddet eylemlerinin doruk noktasında olduğu bir yıldı. Laiklik hâlâ güncelliğini koruyordu. İki yıllık süreçte MSP konuşulan odak oldu. Alevi-Sünnî çatışmasın da arttırılmıştı. Aynı yıl Siyasal İslâm'ın İran Devrimi'yle bütün Dünya çalkalandı. İran Devrimi Milli Selâmet Partisi tarafından onaylandı. Ve Erbakan Hocamız bu Devrim ile coştu da coştu...
Bütün kötülüklerin İslâm'ın terk edilmesinden kaynaklandığını söyleyebiliyordu, Makine Mühendisi Prof. Dr. Necmettin Erbakan…Alanlarda <şeriat> yönetiminin faiz anlayışını dillendiriyordu öğretim üyesi Hoca Efendi (!)..
Aynı yıllarda Ülkücülerle Selametçiler arasındaki kavga, İslâmcı Akıncılar' ın lideri Metin Yüksel' in öldürülmesiyle gün yüzüne çıkıyordu. Parti içindeki köktenciler;" İran, İslâm ihtilalini partiyle başaramadı. MSP İslâm' i hareket içinde supap rolü oynuyor" düşüncesindeydiler.
İslâmcı Milliciler bu durumdan endişe etmeye başladılar. Parti bu gerginliği, "Fikir Grubu" adı verilen köktencilerin önde gelen isimleri; Selahattin Eş, Ali Bulaç, Abdurrahman Dilipak ve Yılmaz Yalçıner'i önerecek, onlarda Hicret Dergisi etrafında örgütleneceklerdi.
Bu örgüt, 1970'li yılların sonuna doğru; "Laik düzenin okullarını, kurumlarını terk edip silahlı mücadeleye atılma" düşüncesini ortaya attılar. Hicretçiler Refah Partisi'nin "İçeriden Fetih" formülünü onaylamış görünüyorlardı.
MSP 6 Eylül 1980 günü Kudüs'ü Kurtarma ve Gençlik Mitingi'ni tüm yarılara karşın Erbakan'ın ısrarcı tavrıyla Konya'da gerçekleştirildi. Bu alan toplantısıyla Erbakan kendi ipini çekmiş oldu. İstiklâl Marşı'nda ayağa kalkmayan binlerce kişi 12 Eylül'e davetiye çıkarmış oldu.
6 gün sonra gündemde Kenan Paşa diye bir asker vardı tepede ve gündemde !!!
12 Eylül'cüler, Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Fehim Adak, Tahir Büyükkörükçü, Ahmet Remzi Hatip, Şener Battal, Temel Karamollaoğlu Ankara Merkez Komutanlığı Askerî Dil Okulu'nda zorunlu konuk edilip 24 Nisan 1981'de tutuklanıp Mamak' a götürüldü.
13 Şubat 1986 (beraat) aklanma kararını Muharip Albay Hikmet Şahin vermiştir. Sonra RP'nin 'mücahid'i olmuş ve şunları dillendirme yürekliliğini gösteren, bu devletin, Atatürk Cumhuriyeti'nin ekmeğini kursağında taşıyan Albay;" Mahkeme esnasında tanıdım Erbakan'ın milli ve manevi değerlere verdiği önemi hayranlıkla izledim. Bu cezanın suç olması için kasıt ararım, Erbakan'ın suçlandığı hadisenin ne kanunda müeyyidesi, ne kanıtı var, dolaysıyla ceza verilmez."… Aynı Erbakan bugün Parti'nin trilyonlarını "hiç" etmekten yargılanmış ve ağır ceza almış, cezasını çekme biçimi yandaşı AKP'liler tarafından tartışılarak öneriler üretmişler ve evinde doldurması yasalaştırılmıştır... Ama bir tek kuruş geriye ödeme yapmamıştır.
İslâmcılar, emekçilerin tepkisini de göz önüne alarak, Hakişi bizzat Erbakan kurdurmuştur. Necati Çelik, Yasin Hatipoğlu sendikadan partiye etkin olan isimlerdir.
Avrupa Milli Görüş Teşkilatı, bu kesimin yani Parti'nin para kaynağıydı. Emekçilerin bordrolarından doğrudan Teşkilat' a para aktarmaktadır. Avrupa'nın Erbakan'ı olarak bilinen Osman Yunakoğulları RP'li milletvekili olarak T.B.M.M.' ne girmiştir. Bu örgüt Avrupa'da 33 ülkede varlığını sürdürmektedir. MNP-MSP-RP çizgisinde ülke içerisinde Milli Gençlik Vakfı vardır ve İslâm adına eylemlerde bulunmaktadır. Ayrıca MSP' den RP'ye Türkiye Yazarlar
Birliği, Teknik Elemanlar Derneği, İktisatçılar Kültür Vakfı, Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği, Öğretmenler Birliği, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı bunlardan birkaçıdır. Milli Gazete, Yeni Devir ve Kanal 7'de yayın organlarından yalnızca bir kısmı
29 Ekim 1987 yılında yapılan genel seçimlerde Refah Partisi 1 milyon 717 bin oy aldı. Bu da % 7.16 olarak açıklandı. Ülke barajını aşamadığından T.B.M.M.' ne giremedi. Refah Partisi' nin bu tarihten sonra politikasının değiştiği gözlenmektedir. Bir yerlerde hata yapılmıştı. Ama bu hata nereden kaynaklanıyordu?... Erbakan'ın bireysel olarak bazı taktiklerinin yenilendiği yadsınmamalıdır. Bunun yanı sıra Erbakan'a da bir tepki yok değildi hani! Nakşibendîler dışında diğer tarikat ve cemaatlerden (dinine bağlı olup da tarikat ve cemaatlerle ilişkisi olmayan toplulukların da) de oy almak isteyen Parti, İskender Paşa hareketi görünümünü silme girişiminde bulundu. Çünkü <<Türkiye Cemaatler ve Tarikatlar Cennetiydi!>> Bu onunu için çok önemli bir olgu ve oluşumdu... Ancak molla Necmettin hoca bunu yaparken İslâm' i cemaat ve tarikatları kırıp, incitiyordu.
1990'lı yıllarda, İskender Paşa' nın 'manevi misyonunun da kendisinde olduğunu topluma kabul ettirme yolunu seçerek yaptı. Erbakan Necmettin, Esat Coşan' a ;"Refah Partisi'ne biat etmezsen, ibadetin kabul olmaz. Ehlisünnet velcemaat olarak, Refah'ın emrine itaat edeceğiz. Bu orduya dahil olacağız. Olmayanlar patates dinindendir." derken boyut değişiyordu…Ne demekti bu?.." Ben, hem İskender Paşa' nın şeyhiyim, hem de İslâm' i kesimlerin temsilcisiyim!"
Bu söylem tutmuş, Esat Coşan, Erbakan'ın oyununa gelmiştir. Şu unutulmayacak gerçekleri vurgulamıştır:
<Beslediğimiz insan, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış, şişman insan. Almanya'dan valizlerle gelen paralarla zenginleşmiş insan. Suud' dan, Kuveyt' den gelen paralarla şey yapmış insan... Müslüman Müslüman'la cihat etmez. Kendisini destekleyenler tamam. Desteklemeyenler patates dininden oluyor. Alay ediyor yani.>... Erbakan Hoca' nın bu tavrı yıllarca süre gelmiş ve yıllarca inanların paralarını toplayarak ve de parti' nin devletten aldığı yardımın üstüne oturarak, bir yüzsüzlüğün kanıtını belgelemiştir. Bu yadsınmaz. Mahkeme kararları da ortadadır.
Daha sonraları Coşan, Erbakan ile kavga etmesinin (!) yanlış olduğunu anlayınca geri adın attı. Bu noktadaki ilginç gelişmeler Hoca' nın karakterini tam anlamıyla yansıtıyordu. Esat Coşan' a bile yaka silktirmiştir. Coşan'ın yaptığına da halkça 'tükürdüğünü yaladı' denir... Ve destekçilerine, yani 'müritleri' ne R.P' yi gösterdi. İşin başka ilginç yanı ise; seçimlerde Refah Partisi de Halil Ürün, Temel Karamollaoğlu gibi karanlık yüzlü ve beyinli müritleri aday göstermişti. Halil Ürün; bugün 2002'de A.K.P.' den Konya Milletvekili olarak T.B.M.M. 'ne girmiş, karısını dövmekten gündeme oturmuş, inşaat mühendisi ve prof.' tur; Konya Belediye Başkanlığı yapmış, seçimi Coşan sayesinde kazandığını itiraf etmiş ve şöyle konuşmuştur:"Bana değil HAKYOL Vakfı'na teşekkür edin, çünkü seçimi onlar kazandı." Yine bu seçimlerde Sivas'ta Belediye Başkanlığı'nı Temel Karamollaoğlu almış ve SİVAS MADIMAK katliamının bir numaralı öykücüsüdür. Yıl 2 Temmuz 1993 günlerden Cuma... Unutulmaması gereken bir tarih!

Şeyh Coşan İle "Derviş" Erbakan'ın Yolları Ayrılıyor: Erbakan, Esad Coşan' a biat etmiyordu ve bir otorite olarak kabullenmiyordu. Ve çevresine Coşan' ın dini yetersizliğini anlatıyordu. Bu çekişme alttan alta olgunlaştı ve sonunda etkisini yitirdiğini anlayan Esad Coşan' ın kavgayı açığa dökmesine yol açtı. Esad Coşan' ın 1990 yılında yaptığı ve basına yansıyan konuşması ayrılığı su yüzüne çıkarıyordu. Coşan, Milli Nizam Partisi'nin kuruluşundan beri Nakşî Dergâhı'nın kanatları altında olduğunu belirtti...Şöyle dillendiriyordu Coşan:" Efendim destekleme hocamız Zahit Kotku zamanından beri oldu. Partipartiyi kastediyorum genel olarak partileri değil dergâhımız belli bir aksiyon olarak başladı. Hocamıza belli kişiler4 geldiler, dediler ki; <Hocam, böyle böyle şeyler yapalım mı?> Zahit Kotku emir buyurdu, istikamet gösterdi, yapın buyurdu.Ayrıca eleman verdi... Böylece bizim dergâhımızın bir aksiyonu olarak politik çalışma başladı. Hocamız destekledi. Ben Ankara' daydım ama zaman zaman beraber oluyorduk.." MNP İçin Nakşibendî Şeyhinden İzin Alınıyor...
Kotku' dan izin isteniyor:
Süleyman Arif Emre, Şeyh Zahit Kotku'ya ise izin almak için gidişlerini şöyle anlatıyor:
"Ben Mehmet Zahit Efendi'yi tanımıyordum. Ancak Necmettin Bey 'Bu harekete girmek için izin isteyeceğim. Kendisine fikirlerimi açtım, (Ne fikirleriyse, Erbakan'dan çıkacak fikirler nasıl olurdu? Bu çok önemliydi sistem için. S.G.) muvafık dedi; daha ayrıntılı olarak bu meseleyi konuşmak için bana yardımcı olur musunuz? dedi... Beraber gitmeyi teklif etti. Hasan Aksay ve ikimizi götürdü. O arada Mehmet Zahit Efendi bizleri dinledi. Dedi ki:' Abdülhamit idaresinden sonra bu milletin iradesine masonlar el koymuştur ve hâlâ onların inisiyatifindedir. Bunu düzeltmek lazımdır. Onun için böyle bir harekete başlamanızda ben herhangi bir mahzur görmüyorum.' Bu şekilde bir muvafakat alınmıştır. Yoksa o muharrik, itici güç olmamıştır..."
M.Zahit Kotku'nun söylemi ve içeriği çok önemlidir... Ana düşünce bu olunca; her şeyin, tüm taşların yerli yerine oturduğu görülüyor. Cumhuriyet ilk ana hedeftir siyasal çalışmaların altında yatan.
Süleyman Arif Emre, partinin kuruluşunda yalnızca Nakşibendîlerin bulunmadığı konusunda ısrar ederken başka tarikatlardan da kuruluş sürecine katılmalar olduğuna dikkat çekiyor: <<Memlekette birtakım İslâmi görüşler, ekoller var. Mesela Ahmet Tevfik Paksu, AP' den Maraş senatörü olmuştu. (Said Nursi taraftarı olarak bilinir) Kuruluş hareketine onu da davet etmiştik. O da Milli Nizam'ın kurucuları arasındadır. Belki o da hürmet ettiği bazı kimselerden izin almıştır, istişare etmiştir.>>
1991 seçimlerinde R.P., M.Ç.P. ve I.D.P. ile ortak oldular. MÇP Türkeş'in, IDP ise Aykut Edipali'nin partisiydi. Kürt kökenli Refahçılar Türkeş'e ve Edipâli'nin yer aldığı birleşimde bulunmayacaklarını şu sözlerle belirttiler:
"Türkçülüğe karşıyız!"
1991 seçimlerinde bu üçlü birleşim T.B.M.M.' ne 62 milletvekili ile girdi. Bu oy 1977seçimle-rinde alınan oydu. Bu birliktelik sonradan dağıldı.
Artık Erbakan Hoca söylemlerini değiştirmişti. Gençlerden batılı görünümlü adlara yer vermeyi düşündü. Bu adlar; Recep Tayip Erdoğan, Melih Gökçek, Hasan Hüseyin Ceylan, Abdullah Gül partide etkin yerlere getirildiler. Manken Gülay Pınarbaşı ve Serap Aksoy gibi mankenler, güzellikleriyle Refaha transfer olup örtündüler. Recep Tayip Erdoğan o dönemlerde Refah Partisi'nin İstanbul İl Başkanı idi. Daha sonra, İstanbul, Melih Gökçek de Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı oldular... Büyük Şehir Belediye Başkanlığı'nda palazlandıktan sonra ki bu konuda söylentiler gökyüzüne çıkmıştır; Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurup, Genel Başkanlığı'na ve Başbakanlık koltuğuna oturdu. Şu günlerde de Cumhurbaşkanlığı'nın hesaplarını yapıyor, tüm tepkilere karşın.
Refah Partisi görünüm değiştirme tasarımına soyundu. Kongre öncesinde Korkut Özal, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun, Cemil Çiçek gibi tutucu adlar partiye alındı… Şimdi bunların tümü AKP ile iktidar koltuklarında Bakan olarak cirit atıyorlar.
Necmettin Erbakan'ın varislerinden Recep Tayip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olunca; "Hakkı hâkim kılmanın ilk ciddi adımını 27 Mart'ta attık" dedi. Aynı gün Genel Başkan'ı Erbakan; "Yaşanan krizlere, adil düzenden başka çözüm yoktur. Zaferimiz burada
Bitmeyecek, önümüzdeki hedef İslâm Birliği'dir. İstanbul, İslâm âleminin siyasi merkezidir." Sözlerini söylemiştir
Recep Tayip Erdoğan'ın demokrasi ve laikliği şeriat için araç olarak gördüğünü açıklaması örneği, "amaç için her araç meşru" sözcüğünün kanıtıdır. Refah tabanı ise Recep Tayip Erdoğan'ın "İslâm için demokrasi" çizgisini benimsiyordu.
Refah Partisi'nin değişim olgusunda, önce hakaret eden Hasan Mezarcı'yı istifa ettirdiler. Bu bir çeşit ihraç da sayılabilir. Atatürk'ü;"Laik Atatürk öldü, yaşasın şeriatçı Ata!" söylemi şekli-ne dönüştürüldü. Erbakan'ın tahrik edici sözleri basın üzerinde bomba etkisi yaptı. Arkasından Laik-İslâmcı kampanyası başlatıldı. Refah kendisine yönelik saldırıyı İslâm'a karşı saldırı şekline soktu. Bu bir çeşit "Laik" olmadıklarının işaretiydi. Melih Gökçek Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak büyük çamlar devirmeğe başladı. Partisi'nin sanata bakış açısını açıkça ortaya koyarak 'yontu' bunalımını çıkardı ve şöyle dedi:"Ben böyle sanatın içine tükürürüm."
Tükürdü de!
24 Aralık1995 erken seçim sonucunda %21, 4'lük oyla 1.parti olacak ve 158 milletvekili çıkaracak, Meclis' e sokacaktı RP. Fakat İslâmcı kesim bu seçimlerde %30 oy ile 320 milletvekilliği bekliyor ve şu söylemi dillendiriyorlardı: "İstediğinizi ve istemediğinizi tek başına iktidar olduğunuzda getireceğiz. Sabırla çalışmanıza devam edin, tek başımıza iktidara gelirsek Allah'ın nurunu tamamlayacağız, merak etmeyin. "Bu seçimlerde seçim politikaları "Adil Düzen" üzerine oturtarak başarıya ulaştılar.
Refah Partisi'nin seçimlerde önemli bir yatırımı da sözde 'demokrat misyonu' temsil eden, Adnan Menderes'in oğlu (A.Menderes 27 Mayıs Devrim ile Başbakanlıktan alınmış ve yargılanarak asılmıştır.) Aydın Menderes'i Refah Partisi'ne katmasıdır. Bu arada Fethullah Gülen, Mehmet Kutlular gibi 'Nurcuların' Ege Bölgesi'nde Doğru Yol Partisi'ne destek vermesiyle Tansu Çiller' i kurtarmışlardır.
24 Aralık1995'de Refah Partisi lideri Başbakanlığın verilip verilmemesi konusundaki tartışma ile gündemi işgal etti. Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel hiç düşünmeden Başbakanlığı Erbakan'a verdi. Erbakan Hükümet çıkaramadı... Çiller' den de sonuç alınamadı.3.turda ANAP lideri Mesut Yılmaz' a ANAYOL Hükümeti'nin kurulması çalışmaları başlatıldı. Sonuç Alınamayınca Erbakan ile Hükümet kurma öyküleri geliştirildi. Yılmaz, 18 Şubat 1996 gecesi Erbakan ile gizli görüşme yaptı. İlk ciddi görüşmesi eski ANAP Grup Başkan Vekili Abdülkadir Aksu'nun evinde gerçekleştirildi. Bu gün; 29 Ekim 2006'da, AKP Hükümeti'nin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'dur... Gerçekleşen görüşmelerde pazarlıklar yapıldı ve1 Mart 1996 tarihinde Cumhurbaşkanlığı'na sunuldu bu çalışma.
Erdoğan; ANAP-RP koalisyonunu;"Umutla bekledikleri bir sonuç" olarak değerlendiriyordu, Büyükşehir Belediye Başkanı ettiğiyle. Refah hükümete hazırlanırken, ANAP içerisinden çatlak sesler gelmeye başlamıştı. Bu kez DYP+RP birlikteliği gündemdeydi. DYP Milletvekili ve eski Genel Kurmay Başkanı etekli Paşa Doğan Güreş buna karşı çıktı. Aynı Güreş daha sonra bu koalisyonun neden gerekli olduğunu anlatarak destekçilerinin yanında dirsek temasıyla aynı hizaya getirildi. Meclis Başkanı Mustafa Kalemli vasıtasıyla askerlerden Yılmaz'a,
Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı da Çiller' e uyarı götürüldü, Refah ile birlikte koalisyon kurulmaması için.
Hoca 27 yıldır özlediği başbakanlığa 30 Haziran 1996'da imzalanan REFAHYOL protokolü ile 2 yıl Erbakan, 2 yıl da Tansu Çiller Başbakan olacaktı. Hatırlanırsa Tansu Çiller ile anlaşma şöyleydi; ilk önce Tansu Hanım Başbakan olacak sonra da Erbakan yapacaktı.
Başbakanlık;(O dönem Cumhurbaşkanı DYP Genel Başkanı Demirel olmuş ve Genel Başkan Tansu Çiller olmuştu.) siyasi ettik gereği DYP Genel Başkanı'na verildi...
DYP-RP koalisyonu İslâmcıları ikiye böldü. İslâmcılar bu partinin ilkelerini çiğnediğini, programı rafa kaldırdığını, çok fazla ödün verilerek, İslâm' i kesimi onursuz duruma düşürdüğünü savunuyorlardı. Darende Somuncu Baba Dergâhı'nın ileri gelenlerinden Abdullah Soyu yeni şöyle değerlendiriyordu: "RP amacına ulaştı, ama bu gayri ahlaki oldu. İlkelerini kaybedenler, her zaman kaybetmeye mahkûmdur." yorumunu yapıyordu.
İsmail Ağa tekkesi, Sultan Baba Dergâhı, Sadık Albayrak, Yaşar Kaplan, Ahmet Akgül Altay Mevlüt Özcan, Hüseyin Üzmez gibi İslâmcı başları, İslâm' i Refah Partisi'nin iktidara taşıyacağını bu koalisyonun da bu eylemin başlangıcı olduğunu düşünüyorlardı.
Sağ partilerin cemaat liderleriyle ikili ilişkiler Demokrat Parti döneminde başlamıştır. Cemaatlerin. siyasi etkinlikleri ise Adalet Partisi döneminde güç kazandı. Turgut Özal ile birlikte
bu partilerin politikalarında güçlerini iyice hissettirdiler. Cemaatlerin T.B.M.M.' de temsil edilmesi gereksiniminin oluşması, seçim öncesi partilerle yapılan pazarlıklar sonucu gerçekleşmeye başladı. Cemaat bağımlısı adaylar parti liderlerine 'kontenjan' ile ilk sıraya getirilme-si gerçeği ortaya çıkıyordu... Genelde seçiliyorlardı.
Tarikatların, özellikle Nakşibendîler siyasi kimlik kazanmadan önce, yönlendirici olma is-tekleri vardı.1983 yılında Turgut Özal'ın partisi ANAP tarikat ve cemaatlerin omuz vermesi ile başarıya ulaşmıştır. Bu bir kanıttır. Hatta Bülent Ecevit'in sosyal demokrat partisi bile bu gerçeği kabullenmiş, tarikat ve cemaatler DSP'ye sıcak bakmaya başlamışlardır. Cemaat ve Tarikatların Gücü:
Türkiye'de irili ufaklı çok fazla tarikat gerçeği vardır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da grupçuklara indirgenmiş bir halde ve yöreye özgü bir yapı içerisinde dini ve halkı sömürmeye yönelik çalışmalar vardır. Özellikle kendini çok bilgili bulan ve sığ görüşlü insanların, yaşamda yapabilecekleri, tutunabilecekleri bir meslekleri olmadığından, emek harcamadan, alın teri dökmeden yöresinin insanının dinsel duygularını sömürerek para kazanma yolu olarak bulmuş, böylesine iğrenç bir oluşumu ateşlemişlerdir. Buna yöre halkı da yürekten inanarak, kazancına ortak etmiştir bu tür beleşçilere...
Etkileri, çoğunlukları kadar da olsa belediye başkanı ve milletvekili aday adayları, yöre şeyhinin oluru alınmadan, ya da olur alındığı takdirde seçim sonuçlarına daha bir gerçekçi yorumluyorlardı Yöresel tarikatlar, doyuma ulaşmış büyük tarikatların parçalanması sonucu yapılanıyorlardı. Örneğin, tarikat şeyhinin oluru ile ve el vermesiyle en yakın müridini buna soyunduruyordu. İster gönüllü, ister içeride oluşan ayrılıkların sonucunda kaba kuvvetle...
Bölgedeki şeyhin vekili olan kişiler, şeyhin ölümüyle de kendini şeyh ilan ediveriyordu bu açıkgöz insanlar... Gerçi hepsi de bu konumdaydı! Geleneksel tarikatlarda Hz. Muhammed'in manevi vekili olarak kabul ediliyor bu gerici toplumlarda. Bu inanışa ve yutturmaca ya göre; "Peygamber postuna oturan insanlar" olarak nitelendiriliyor yöre insanı olarak.
Tarikatlar Cumhuriyet Devrimleri ile birlikte yitirmeye başladıkları sosyal hareketliliklerini yineleyerek kazanma hevesindeler. Bu yadsınamaz. Ekonomik kazanırlara giriyor, ticari işlerde üstün olma gayretiyle her türlü kazanım ve kaybı göze alarak dalıyorlar yapı içine. Aslında, hiçbir süreçte kayıp etme diye bir oluşum yok... İnsanlarına güveniyorlar... Cumhuriyet ile birlikte sistem dışına itilmenin acını çıkarıp, keyif alma hevesindeler.
Sağ yelpazede bulunan bütün partiler bu "cemaat" ve "tarikat" oylarının hesabını yaptılar.
Son yıllarda CHP'nin genel başkanı D.Baykal da anladı ki bunlarsın iktidar zor. O da, o kesimlere atışlar yapmaya başladı (2006). Onlar sürekli sağ siyasetçiler tarafından 'oy tarlası' olarak değerlendirildiler, yani seçimden seçime "merhaba"... Ve buna göre yaptılar hesaplarını...
Nur Cemaati Demirel'e sonuna dek destek verip, kaç kez Adalet Partisi'nin iktidara (erke) gel sinde en büyük etken oldu. Her türlü desteği veriyor, cemaat iktidara gelmesi için dua ediyor, afişlemeye çıkıyor ve de kesenin ağzını açıyordu... Ama ne karşılığında? Bu sorunun yanıtı aranması gerekmiyor mu?
Tarikat gerçeğini iyi irdeleyen ve kendisi de "Nakşibendî" olan Turgut Özal, konuşmaların-da bu topluluğa iletiler gönderiyordu. Bu göndermeler tarikatlar tarafından iyi ve doğru algılandı. Sonuçta Anavatan Partisi iktidara el koydu. Özal dönemiyle birlikte cemaat ve tarikat ön-derleri yavaş yavaş açığa ve siyaset pazarına inmeye başladılar.
Dini gruplar Türkiye'deki İslâmcı hareket içerisinde ikinci önemli rolü oynuyor. Tarikatlar ülkede İslâm'ın en önemli ve uzun halkasını oluşturuyordu.
Cumhuriyet döneminde Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun en güçlü din olgusu Nakşibendî Tarikatı olmuştur. Şeyh Sait de bir Nakşibendî'ydi ve 1925 ayaklanmasını örgütlemiştir.
Cumhuriyet döneminde 'tekke ve zaviye' ler Devrim yasalarıyla yasaklanmıştır. Buna karşın Nakşibendîlerin 'mürit'leri her geçen gün çığ gibi büyümüş ve yönetime yön verme gibi uğraşlarına da girmişlerdir. Nakşibendî Tarikatı'na ait; Erbakan ve arkadaşları; MNP, MSP, FP ve RP'yi kuran;sonra da AKP' yi;büyük çoğunluk bu koldan gelme kişilerdi. Turgut Özal da bu kökten gelme siyasetçilerdi... Genel Başkanlıktan Başbakanlığa, Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına dek uzanan bir oluşum, bir ilginç öyküydü tarihimizde... Ülkemizde bu tarikatın en etkin kolları; İskender Paşa, Menzil, Darende Somuncu Baba, Erenköy, Sultan Baba'dır.

Nakşibendîlik:
Türkiye'de en çok etkinliği olan tarikatlardan olan Nakşibendîlik 8 koldur. En yaygın olanları Müceddidiyye ve Halidiyye'dir. Laikliğe ve Cumhuriyet' e karşıdır. Azılı birer Atatürk düşmanıdırlar. Bir bölüm Nakşibendî 1980 öncesi Milli Selâmet Partisi'ni desteklerken, önemli bir bölümü Adalet Partisi'ni desteklemiştir. Son yıllarda ise ANAP' a oy vermişlerdir. Ancak uygulanan faiz politikası ve parti liderlerinin aile yapılarından ötürü son ara seçimlerde destek vermekten kaçınmışlardır. Nakşi kolunun ilk şeyhi Mehmet Zait Kotku'ya kimler bağlı değildiler ki, hem de mühendislik okumuşlar... T.Özal, N.Erbakan, ANAP' lı Korkut Özal /Bayındırlık ve İskan Bakanı/, Cevat Ayhan, Adalet Bakanlarından Şevket Kazan, RP'li İnş. Müh. Oğuzhan Asiltürk /bir dönemin İçişleri Bakanı/, Temel Karamollaoğlu, Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanı İnş. Müh. Recai Kutan /şimdilerde Saadet Partisi gölge Genel Başkanı/, Kahraman Emmioğlu, Hasan Hüseyin Ceylan, Ali Oğuz ve Devlet Bakanlarından Fehim Adak, Abdülkadir Aksu /günümüzün İçişleri Bakanı/.
24 Aralık seçimleri öncesi Esat Hocayla Tansu Çiller gizli görüşmeler yapmış; Süleyman Demirel'in DYP'ni desteklenmesini istemiştir. Coşan 'mürit' lerinden Korkut Özal ve Ali Coşkun ANAP' tan aday gösterilince İstanbul oyları bu parti de toplanmış, hesaplar alt-üst olmuştur. Oldukça iyi örgütlenmiş bir topluluk Nakşibendîlik... Ticaretin her dalında at koşturuyorlar. Akça ve Sadiye Hatun kliniklerinin yanı sıra hastaneler, Ak ve Yavuz adlı TV. Kanalı, Akra FM radyosu, SEHA ve VEFA adlı yayınevi, Fuzuli Otomotiv… Ve ismini sayamayacağımız kadar girişim. Doğaldır ki, 2007'e dek daha niceleri katılmıştır bu adlara.
İskender Paşa' da Kotku'dan boşalan şeyhlik koltuğuna damat Prof. Dr. Esat Coşan oturdu. Görünüşe ve adının önündeki unvana göre bilim adamı konumunda(!). Dergâh Esat Hocanın döneminde ticari ve sivil kuruluşlar kazandı. Bunlara sivil toplum örgütü sınıfına sokmak haksızlık olur. Tarikatın en önemli sivil kuruluşu HAKYOL Vakfı, 12 şube 1980 tarihinde kurulmuştur.
Nakşibendîliğin 2.önemli grubu Menzil grubudur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da siyasi güç belirleme merkezi onumundadır. Şeyhleri Muhammed Raşit Erol'du. Şimdi en tepe 'mürşit' Abdülbaki Erol'dur. Bu tekkeye Büyük Birlik Partisi ve Muhsin Yazıcıoğlu ve çevresidir. Eski Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek ilginç simalarındandır.
"1980 yılına değin, Türk Dil kurumu, Türk Tarih Kurumu gücünü sürdürdü, şimdi kanıt olarak, kimlerin bu devrimci kurumların kapatılmasını istediklerini açıklayalım: Tercüman Gazetesi, adı geçen bu iki kurumun kapatılması için kolları sıvadı. Üniversitelerden, kimi öğretim ü-yelerini yanına aldı. Orgeneral Kenan Evren ile birçok anı fotoğrafları çektirildi, önce devrimci, özgür üniversiteyi, sonra adı geçen devrim kurumlarının ölüm yargısını; Devlet Başkanı'na onaylattı... Peki, bunların arkasında kimler vardı bilir misiniz?.. NAKŞÎLER! Nakşibendîlik, işini çok iyi bilen, çok değişik kolları olan bir kuruluştur.(…)"
Tercüman Gazetesi Kemal Ilıcakların gazetesiydi. Nazlı Ilıcak Refah Partisi'nden milletvekili dahi olmuş, seçilen türbanlı milletvekili Merve Kavakçı' yı kolları arasında T.B.M.M.' nin Genel Kurul salonuna getiren kişidir. Savunmasını da yapmayı başarmıştır. Oğlu Ahmet ise babasından devir aldığı yayın ile ülkeyi TV bunalımına sokmuştur. Bir ara Avrupa'da yaşamıştır.
Bu tür insanlar ünlü ve açık göz 1000 Türk arasına girmeyi ancak böyle başarabiliyorlar. Geleneksel ve Sert Nakşibendîler:İsmail Ağa..
Refah Partisi çizgisinden sapmayan, Cumhuriyet sistemine ve kurucusuna düşman bir topluluk; diğer Nakşîler gibi. Parti ile üç içe girmiş bir "NAKŞİBENDİ" kolu. Erbakan'ı ikinci bir <şeyh> olarak değerlendiriyorlar. Hoca ise ortada tutum, davranış ve düşünceleriyle. Öncüleri Mahmut Ustaosmanoğulları: Toplum cemaat, adını imamlık yaptığı camiden alıyor. Fatih ve Çarşamba'yı özerk bir yapıya kavuşturmuşlar. Devlet'in Kolluk Güçleri bile giremiyor. Giysileriyle ilgi topluyorlar. Çağdışı!.. Bayanlar, siyah çarşaf, erkekleri şalvar giyip sarık takıyorlar ve simsiyah sakallarıyla ürkütücü görünüşleriyle toplum içerisinde onay bekliyorlar. Çalışmaları kuran kursu yapıp, medrese tipi eğitim vermek.Beykoz Çavuşbaşı'nda 100 dönüm arazi üzerine yapılmış medresede 5 bin öğrenci dini eğitim alıyor.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, şimdilerde T.Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan-Coşan çekişmesinde Mahmut Hocaya bağlandığı bir söylenti mi acaba?.. 'Cemaatin' en ünlü yüzü
Cüppeli Ahmet Hoca adıyla tanınan Mahmut Ahmet Ünlüdür.
Mahmut Ustaosmanoğlu, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın cenaze namazını kıldıran tarikatçıydı (!).. Tekkenin iki önemli vakfı vardır: Fatih Hakka Hizmet Vakfı ve İsmail Ağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı 1979 yılında kurulmuştur.
Türkiye'nin en köklü Nakşibendî kolu, Somuncu Baba Tekkesi topluluğunun önderi Hamüdiddin Ateş. Merkezleri Malatya'nın Darende İlçesi."Cemaatin"/topluluğun/ ölen lideri Osman Hulusi Ateş... 1983-1987 seçimlerinde Anavatan Partisi'ne çalışarak destek vermiştir. Şeyh Osman Hulusi Ateş 1990'da ölmüştür. Yörede giydiği şapkalarla tanınıyor. Anımsadığım kadarıyla bir de 'Ateş' soyadlı Diyanet İşleri Başkanı vardı, adı da Süleyman Ateştir.

Sultan Babalar:
Önderleri. İhsan Tamgüney. Grup, Refah Partisi'nin kadın kollarını örgütlemek ve onlara yönelik <stratejiler> üretmekle tanınıyor.
MÜSİAD Başkanı Erol Yarar, Refah Partisi Kadınlar Komisyonu Başkanı Mine Aköz, eski başkanı Sibel Eraslan. O süreçte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan bu bağlamda söz edilebilir. Tamgüney yaşarken o dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Kenan Evren Paşanın eşi dua okutmak için Zeytinburnun'daki dergâhına gizlice getirdiği dillenmiştir. Şu da bir gerçekti ki; Erbakan ve Erdoğan sık sık Tamgüney'i ziyaret edip ellerinden öpüyorlardı. Bu grubun yeni önderi ne yazık ki, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli bir albay. Adı da Vahit. Bu görevi ne yazık ki, Atatürk'ün ordusundan ve Harbiye'sinden geçerek Jandarma Genel Kuvvetleri Komutanı olmuş Fikret Oktay ile birlikte yürütüyor. Sayıları 25 bin kadar. Gıda ticareti yapıp Erbakan'a destek veriyorlar. Tamgüney'in sağlığında Nakşibendîliğe akademik kariyer sahibi olan insanlar da kazandırılmıştır. Sonraları Başbakan Erbakan ve Başkan Erdoğan bu kolla ilgilenmemeye başlamışlardır.
"Tekkelere bitişik mezarlıklara ölü gömmek yasaklanmıştı. Bu yasağa karşın Mehmet Zait Koktu, Mehmet Fahrettin, Muzaffer Özak gibi devletin üst kademeleriyle yakın ilişki kuran şeyhler tekkelerinin yanında, birincisi ise Süleymaniye Camisi'nin bitişiğinde Kanuni Süleyman türbesinin az ötesinde gömülüdür. Kenan Evren'in başkanlığı döneminde Turgut Özal'ın anası da oraya gömülmüştür. Tarikatların etkinliğinin, bir takım Atatürkçü, devrimci, yenilikçi geçinen üst düzey görevlileri bile ne denli baskı altında tuttuğunu vurgulamayı da yeğledik... Sanki orasının toprak altıyla bir başka yerin toprak altı ayrıcalıklı. Düşünceye sığan bir mantık bulmak olası değil.(…)
Atatürk'ün Anıtkabiri yalnız tarikatçılara değil, aşırı çıkarcı yazarları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını öfkelendirdiği biliniyor! İşte bu öfke, kıskançlık, tutku ve kin sonucu Ulusun parası ile Adnan Menderes; iki arkadaşıyla; Turgut Özal gibi yüksek görev yapıp Ulusun kökünü kayıp, küretaj yapanlara "Anıt Mezar" yaptırılmıştır, üstelik İstanbul'un girişinde. Oysa bunları içinde Atatürkçü ve Devrimci kimse yoktur. Sığ ve yurdunu düşünmeyen satılık ve işbirlikçi insanlardır.
Adnan Menderes, İzmir Suikastı sonucu asılan 'İttihat ve Terakki' öncülerinden Doktor Nazi Beyin damadıdır. Turgut Özal ise Nakşibendîliğe bağlı, Malatyalı bir aileden gelmektedir. Kendisi Nakşibendîliğe alınmamıştır, bu konuda söylenen özel bir olay vardır, bu yazını yazarı gençliğinde Nakşibendî Tarikatı'ndan olduğu için, Fatih yöresinde geçen bu olayı yakından biliyor.(…) İsmail Ağa Camisi diye bilinir. Bu tekke gizli-açık Devletten çok yardım almıştır, özellikle bir şeriatçı partiyi egemenliğine almayı başarmış, Partinin başkanına el öptürmüştür.
(O kadar el öpen var ki, ayırt etmek olası değil!.. Özal, bir ara ben Kürt'üm bile diyebilmiştir çıkarları için... Daha sonraları ramazanda Başbakanlığa takkeli, sarıklı, akallı, şalvarlı, takunyalı-tespihli tarikat şeyhleri 'iftar için Mersedesleri ile davete icap etmişlerdir. Samim Güner) Bu girişimlerin yapıldığı dönemde, Devlet Başkanı Kenan Evren Paşa (!), gezilerinde; "hangi taşı kaldırsan altından Atatürk çıkıyor" türünden ancak kendine yakışan sözler söylüyordu." (kaynak: Kadirilik: İsmet Zeki Eyuboğlu) Şunu da eklemek gerekiyor ki, Damatların, çocukların ve birinci, ikinci derece aile yakınlarının tarihte yaşadıkları büyük ve silinmez bir iz olarak kalıyor, bir sonraki kuşağa aktarılmaması olası değil içindeki acı ve fırtınaların. Ülkenin önündeki yaşam sürecinde buna benzer olumsuzluklarla hep savaşmak zorundadır.

Kadirilik:
Ülkemizde en ünlü kolu 'Mesajcılardır'. Türkiye'de Eşrefiye adıyla bilinir. En ünlü önderleri Haydar Baş' tır. Özal döneminde ANAP' a destek verdiler.1994'de ise Refah Partisi'ne... yerel seçimlerde DYP'ye... Çiller, Haydar Baş'ın desteğine karşın Mesaj TV. 'nin yayın yap-ması güvencesini verdi. Meltem ve Mesaj TV kanalının yanında her il ve ilçede radyoları vardır. Cemaatin İcmal, Öğüt ve Mesaj adlı dergileri vardır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı'na danışmanlık yapmıştır. Baş, bol miktarda vakıflar kurup başkanlığını yapmaktadır. On ayrı şirketin yönetim kurulu başkanıdır. Bir ara Haydar Baş'ın profesörlüğü sorun olmuştur ülkede. Ayrıca bir de siyasi partisi vardır.
Bir de İsmet Zeki Eyüboğlu'nun araştırması sonucunda şu gerçeği vurgulamıştır. Kaynak: Karanlığın Ayak Sesleri;Kadirilik!.."Kamu kurumlarından birinin başında bulunan kimse hangi tarikattansa, görevinin etkisiyle, tekkeye gelir sağlayabilirdi. Buna örnek; tekkelere bitişik Mezarlıklara ölü gömmek yasaklanmıştı, bu yasağa karşın Mehmet Zait Kotku, Mehmet Fahrettin, Muzaffer Ozak gibi devlet büyükleriyle yakınlık kuran şeyhler tekkelerin yanında, birincisi ise Süleymaniye Camisi'nin bitişiğinde Kanuni Süleyman türbesinin az ötesinde gömülüdür. Kenan Evren'in Kâinat'ın başkanlık döneminde, Turgut Özal'ın anası da oraya gömülmüştür. (....) Ancak tarikatların etkinliğinin, bir takım Atatürkçü, devrimci, yenilikçi geçinen yüksek görevleri bile ne denli baskı altında tuttuğunu görmek gerekir"..
2006 yılının Aralığında A.B.D. de ölen müzik patronu Ahmet Ertegün bile bir mezar edinmiştir Özbekler Tekkesi'nde... Öldükten sonra gömülen yerin ne önemi olabilir ki?.. Sanırım ölümden önceki konumu daha etkin ve önemliydi... Amerika Ana Karası'nda ölmenin bir kazanımıydı belki (S.G.)...İ.Z. Eyüboğlu devam ediyor "Başka üzücü örnek: Atatürk'ün Anıtkabiri yalnız tarikatçıların değil, aşırı çıkarcı yazarları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını öfkelendirdiği biliniyor. İşte bu öfke, kıskançlık, tutku sonucu ulusun parasıyla Adnan Menderes; iki arkadaşıyla; Turgut Özal gibi yüksek görevlilere <anıt-mezar> yaptırılmıştır, üstelik İstanbul'un girişinde." Donradan bu modaya Alpaslan Türkeş'te katılmış, yakın bir sürçte Bülent Ecevit'te katılacaktır... Aziz Nesin'in mezarının yeri bile belli değildir. Özü öyle istemişti...

"Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde Köy Enstitüleri açıldı, ilk tepki, çocuklarını yurt dışında okutan varlıklı ailelerden geldi. Bu kurumların kapatılması, yerine İMAM HATİP okullarının açılması, tabanı tabandan yıkmak girişimidir. Bu konuda, yine yetkililerin gözünden kaçan, ulusal bütünlüğü yıpratmak isteyen gizli girişimler etkili olmuştur.
Ortaya üç seçenek konuldu:
1-Milliyetçi-Mukaddesatçı,
2-Milliyetçi-Türkçü,
3-Milliyetçi-İslâmcı.
Kısa süreçte Milliyetçi-Mukaddesatçı, Milliyetçi-İslâmcı oldular ve Nakşibendîliğin deneti-mi altına girdiler. Bunların öncül odakları arasında en etkilisi, Türk, İslâm Sentezi savunucularıdır, onların başını çeken "Türk Aydınlar ocağı" olmuştur

İşte yıllarca eğitim kurumlarımızı denetimi altında tutan, bu alanla ilgili bütün atamaları yönlendiren, "Talim-Terbiye Kurulu'na" egemen olan 12 Eylül yıkımının yıkıntıları üzerine kurulan YÖK, bir Nakşibendî kuruluşu olarak böyle doğdurulmuştur.(başka örtüler altında)..
Türk eğitimine egemen olan, 12 Eylül' le en yüksek savunma, beslenme kaynaklarını bulan, 'Aydınlar Ocağı', 'İlim Yayma Cemiyeti' gibi Kurtuluş Savaşı'na bile karşı çıkan, bilim ve çağdışı olanlar bunlardır... Burada ilginç bir konuyu da dillendirelim: Bu 'milliyetçi-İslâmcı' örgütlerin besleyici, koruyucu kaynaklarından birisi de. 'Komünizm'le Mücadele Denekleri'ni besleyen (Amerikan-Alman parasıyla) "Sancak Tül Fabrikası" kurucusu Dr. Murat Bayrak'tı. Bu yurttaş Prof. Dr. Ziyaettin Fındıkoğlu'nun asistanıydı... (…)Türkiye'deki görevini bitirince Yurt dışına çıktı; yakın yıllara değin, Nakşibendîliğin Almanya'daki öncülerinden, Cemalettin Kaplan derneğine büyük para yardımları yapıyordu. Bu Cemalettin Kaplan, Trabzon İli dolaylarında, Nakşibendîliğin tutmasına, yayılmasına yardım eden; Almanya'dan sağlanan imkanlar ile; kişidir. Evinde Rumca konuşurdu.
Milli Eğitim Bakanlığı, 'aydın din adamı yetiştirme (!)' düşüncesini benimseyerek İmam Hatip Okulları açmaya başlandı. Bunu aşmak için Türkiye B.M.M.'ne giren Nakşîler bir takım engelleri yasalarla kaldırdılar. Sonuçta;'Böylece bütün kamu kuruluşlarında İmam Hatip çıkışlılar görev almaya başladılar. Birbiri arkasından yargıç, savcı, kaymakam, vali başta olmak üzere toplumun bütün kesimleri, dincilerin, özellikle Nakşîlerin eline geçti. Arkasından Hacca gitme yarışı belirdi.'
Kamu yönetimi dinsel olgularla ve yorumlar da katılarak güdülmeye başlandı.
(…)" Türkiye uçurumun kıyısına getirildi. Ardından 12 Eylül 1980 Kenan paşa yıkımı yaşandı, okullara konan 'zorunlu din dersi' nin ne öğrettiği, ne okuttuğu bugün bile yeterince bilinmemektedir.' Din ve Ahlak' öğretmenliği göreviyle okullara sokulan bu İmam Hatip çıkışlılar, kısa bir süreçte, bir "Osmanlılık" gündeme getirdiler, bunda amaç <Cumhuriyet> yönetimine, Atatürk Devrimlerine karşı çıkıştı! Bunu da açıkça dillendirmekten hiç mi hiç çekinmediler.
12 Eylül yönetimi, yani paşazadeler, Kurtuluş Savaşı' yla kazanılanları ortadan kaldırıverdiler. Atatürk' ün kurduğu ocaktan yetişen, Atatürkçü geçinen birkaç paşa bu işi kolaylıkla yapıverdi. Çünkü elinde silahlı bir güç vardı. İşte Nakşibendîlik, 12 Eylül yıkımıyla altın çağını yaşama olanağını buldu. Siyasiler, siviller Nakşibendîlikleriyle açıktan öğünç duyduklarını dillendirdiler. Dinci vakıf üniversiteleri ayrık otu gibi bitiverdi ve yurdu sıkı sıkıya sarmaladı.
Van ve Harran Üniversiteleri başta olmak üzere, ne olduğu bilinen Said-i Nursi'nin yazıları birer doktora konusu yapıldı. Hacı Bayramı Veli esrar çekerdi, Nurcuların çoğu da esrar çekerdi."(Kaynak: Nakşibendîlik İ.Zeki Eyüboğlu) Özetle dinsel sapkınlıklar ve dogmatik düşünceler üniversiteler kullanılarak bilim içine sokulmak istendi.
Nereden bakılırsa bakılsın, Nakşibendîlik Türkiye'de yayılma olanağını Adalet Partisi, 12 Eylül 1980 dönemi ve arkasından Turgut Özal yönetiminde umulmadık bir hızla bulmuştur. Mustafa Kemal'in Millet Meclisi çatısı altında Atatürk'e söven milletvekilleri çıkmış, açıkça saldırıya dahi uğramıştır... Ve bu eylem düşünce özgürlüğü adı altında yitip gitmiştir. "Cumhuriyet yıkılacak şeriat gelecek" diye bağırıp çağıranlara ses çıkarılmamış ve günümüzdeki siyasetin ekonomi gelişimi sağlanmıştır.

Nurculuk:
Özellikle Yeni Asya, Yeni Nesil ve Fethullah Gülen grubu izledikleri katı devletçi tutumla Nurculuğun Türkiye'de 'Kemalizm dini' olarak algılanmasına neden oldular. Halbuki Said-i Nursi, düzen karşıtı olmuş, zaman zaman da başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere rejimin sistemin önde gelen adlarını İslâm'a çağrıda bulunmuştur. Nurcuların siyasetle iç içe olmaları, Nursiye Türk-İslâm sentezcisi bir görünüm çizmeleri bu hareketin ne olduğunu gündeme taşıdı.
Nurculuk hareketinin Nursi'den sonra merkez sağ partilerine ve özellikle DP, AP ve DYP geleneğine destek verdiği de bir gerçektir. Ancak be desteği verenler Nurcuların hepsi değil.
Destek çizgisindeki Nurcuların AP dışındaki partilere oy veren Nurcular 'günahkâr' ilan ettiği de bir başka konu.
1990'lı yıllarda yükselişe geçen grup, 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde 'kerhen' RP'yi destekledi. Bu partiye yönelik destek İslâm' î kaygılar dolaysıyla verildi... (…)Daha sonraki dönemlerde büyük kopuş yaşandı. Bu kopuşun nedeni siyaset ve Kürt sorunuydu. Nurculuk 'daki ilk kopuş siyaset nedeniyle oldu. Nursi'nin DP'yi desteklediğini ve sonraki dönemde de DP'nin devamını desteklenmesini işaret ettiğini söyleyen Nurcular istisnasız-ayırmaksızın-bir şekilde DEMİREL' e destek verdiler.
Milli Nizam Partisi'nin kurulmasında payı olan Ahmet Tevfik Paksu, Gündiz Sevilgen gibi adların AP' den ayrılıp bu partide savaşmaya karar vermesi Nurcuları ikiye böldü. Demirel'i destekleyenler-desteklemeyenler... Nurcular bu bağlamda ilk bölen ve sisteme entegre eden Demirel oldu. Siyaset Nurcuları ikiye bölmüştü. Yeni Asyacılar DYP geleneğinden hiç sapmadı.
Liderleri: Mehmet Kutlular...
Topluluğun önderi, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in makamına çıkmasıyla tanınıyor.
Bugüne dek D.P.-A.P.-D.Y.P. çizgisinden sapmayan topluluk yayın organında; YENİ ASYA; Refah Partisi'ni eleştiriyor. Bunların bir de Yeni Nesilcileri var. MORAL FM adında radyoları, Yeni Bosna'da basım evleri var.
Grubun üç önderi var: Mehmet Fırıncı yayın işleri, Mehmet Emin Birinci şirketlerin ekonomik, yani parasal işleri ile uğraşıyor, Yavuz Bahadıroğlu da şirketlerin danışmanlığını yapıyor.
Bir de Kırkıncı Grup vardır. Cemaat önderleri Mehmet Kırkıncı'dır.1982 Anayasası'na açıktan destek verip, 7.Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in yaptıklarını olumlu karşılamıştır./Çünkü cemaat çıkarları önde geliyor paşanın desteğiyle yayılma olasılıkları güçlüydü./ Oylar Anavatan Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne!
Müslüm Gündüz'ün "Risale-i Nur Tarikat'tır" sözüyle dikkatleri üzerine çekmiş ve hayli tepki alan Aczimendi önderidir.(kaynak: M.Haki Okutucu-İstikamet Şeriat)

Fethullahcılar cemaati liderleri Fethullah Gülen uzun yıllar Erzurum'da Komünizm ile Mücadele Derneği'nin önde gelen adlarındandı. Nurcu Av. Bekir Berk de İstanbul'daki bir benzerinde söz sahibiydi.1965 yılında Türkiye genelindeki tüm derneklerin %25'i buna ben-zer gelenekçi İslâm' i kuruluşlarla doluydu. Bu tür dernek ve örgütler toplumsal ve siyasal yaşamın akışına zaman zaman yön vermeye çaba gösterdi;var olan sistem adına veya bizzat belli kesimlerin kışkırtmasıyla düpedüz katliama varan provokasyonlara karıştılar!..1968-1969 arasında "Allah insanı değil, insanlar Allah'ı düşünceleriyle yaratırlar" diyen Yargıtay Başkanı İmren Öktem'in cenazesindeki kalabalığa saldırı, Kayseri öğretmenlerine ait TÖS binasının yakılması olayı, İstanbul'da <<Kanlı Pazar>> olarak bilinen; iki solcu gencin ölümü 200 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan;büyük olay bunlardandır. Sonraki yıllarda 1970-1980 arasında Sivas, Malatya, K.Maraş, Çorum, Erzincan gibi il merkezlerinde İslâm' i sloganlarla Alevi-Sünni çatışmalarının körüklenmesi de benzer kaba güç eylemlerindendir.1993 Temmuzundaki Sivas Madımak olayının diğerlerinden bir farkı yoktur.
Nurculuğun Fethullah Gülen Dönemi (kaynak: Alpaslan Işıklı)
Fethullah Gülen, Nurculuğun günümüzdeki en önde gelen temsilcisidir. Hoca, kitaplarında Said-i Nursi'yi andığı her yerde ondan "üstat" veya "Bediüzzaman", yani zamanın güzelliği olarak konu etmekte kusur etmemiştir. Ona göre, Said-i Nursi 'çağın bir numaralı insanıdır. Fethullah Gülen bununla da kalmamakta, Risale-i Nurlar hakkında "Bu eserler Kuran malıdır" demektedir. Ayrıca, Fethullah Gülen'in Said Nursi'nin adını açıkça anmadığı bazı yerlerde de, onu neredeyse peygamber düzeyinde gördüğünü gizlememektedir.

Nurculuk, "Yeni Dünya Düzeni"nin gereksinimi olan 'İlmiş İslâm' misyonuna /özel görev/ uygun görülmüştür. Ayrıca, Nurculuğun bu özel göreve daha uygun bir versiyonu olarak "Fethullahçılık" üretilmiştir. Öte yandan, gene "Yeni Dünya Düzeni"yle ilintili bir unsur olarak, bu evrensel dönüşümün ülkemizdeki yansımalarından başka bir şey olmayan 12 EYLÜL Rejimi'nin /sisteminin/ de Fethullahçılığa, Said Nursi dönemi Nurculuğun görmediği bir güç kalmamıştır.
12 Eylül, kendisini Atatürkçülükten /ilham/ esinlenen bir hareket olarak göstermeyi başardığı ölçüde, çeşitli çevrelerde, Atatürk'ten uzaklaşma ve hatta Atatürk'e düşman akımlar yaratma sonucunu tahrik etmiştir.
Kuşkusuz, Kemalizm'in tam anlamıyla karşıtı olan Evrenizm'i onunla özdeşmiş gibi göstermek olağanüstü bir başarıdır. Bu sağlandığı ölçüde, değişik gençlik grupları, değişik solcu
akımlar, ne denli Anti Kemalist olurlarsa o denli, ilerici ve çağdaş olabilecekleri sanısına kapılmışlardır. Bir bakıma ikinci Cumhuriyetçilik de P.K.K.sempatizanlığı da bu ortamda yeşermiştir.
Ancak Fethullah Gülen'in bir kısım çevrelerden ve kişilerden gördüğü; desteklemek açısın-dan;12 Eylül'ün abartarak kabarttığı Anti-Kemalist dalga da yeterli değildir, Çünkü Gülen, Atatürkçü üne sahip olanlardan da destek görmektedir. Örneğin; Atatürkçü olarak tanımlanan kesimin son dönemlerindeki önde gelen isimlerinden Toktamış Ateş, bu destek ve yakınlığını şöyle açıklamaktadır:
"Sayın Gülen'in Türkiye Müslümanlığı yaklaşımı benimle yıllardır..savunduğum bir yaklaşımdır. Aynı görüşü paylaşmaktan son derece mutlu oldum. Ayrıca bu, turda dolaşırken bir-çok noktada benzer duygular içinde olduğumu memnuniyetle gördüm.(…)Bu sayededir ki işaret edilen 'memnunular' grubunda Bülent Ecevit gibi etkin ve önemli bir ismin dahil edilmesi bile mümkün olabilmiştir. Üstelik bildiğimiz kadarıyla Ecevit, yukarıda sözü edilen tura da katılmamıştır." Fethullah Gülen kadın eli sıkma konusunda şöyle ilginç yorumu yapmıştır: "Oysa kadın eli sıkmanın demokrasi ile çok yakın ilgisi vardır. Toplumun yarısı dahi eli sıkılmayacak yaratıklar olarak gören bir anlayış üzerinde sağlıklı bir demokrasi nasıl temellenebilir?"
Gülen, türban konusunda gayet açıktır. Ecevit Gülen'den söz ederken 'türbanda çok ılımlı tavırları var' diyebilmektedir. Gülen, uzunca bir zamandır, hoşgörü çağrıları yapıyor, hoşgörü ödülleri dağıtıyor. Bu ödülleri alanlar arasında, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Bülent Ecevit gibi isimler de yer aldı. Basın organlarına yansıdığına göre, Genel Kurmay Başkanı Karadayı, bu ödülü kabul etmedi. Gülen 12 Mart döneminde sola karşı yapılanlardan hoşnut olduğunu açıklamış, Muammer Aksoy, Cahit Talas, Uğur Alaca kaptan, Uğur Mumcu gibi birçok yurtsever aydının tutuklanmasını istemiştir. Gülen, Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk gibi ender yetişen değerlerin işkence gördükleri "ZİVERBEY KÖŞKÜ" ndeki uygulamaları da onaylamaktadır.
Atatürk'e yönelik en ağır saldırılarını içeren 'BİZE NASIL KIYDILAR' filmini parasal olar-ak destekleyen Kombasan Holding'in Fettullahçı olduğu açık ve nettir.
Fethullah Gülen Papa ile görüştü. Bu ziyaretinde kendisini-Türkiye'nin Vatikan Büyükelçi-si karşıladı; akşam yemeğinde ağırladı. Dışişleri'nin tepesinde Demokratik Sol Partili bir bakanın bulunduğu nazara alınacak olursa, Vatikan'daki Büyükelçi' nin bu ilgisini de Ecevit'in Gülen'e desteğinin önemli bir halkası olarak yorumlamamak yanlış olmaz.
Ecevit, Fethullah Gülen konusunda oldukça iyimser ve olumlu düşünceler taşımakta.(…)
Ecevit'in Gülen ile ilgili takdirlerine temel oluşturan bir tespiti daha var ki, onun ayrıca ele alınması gerekir.
Ecevit'e göre Fethullahçı denilen kurumlar eliyle gerçekleştirilen "Bu gayret olmasaydı, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve özellikle Azerbaycan, İran'daki kökten dinci rejiminin nüfuzuna, Suudi Arabistan'ın etkisine girebilirdi"
Fethullahçı denilen kurumlar, kuşku yok ki sözü edilen ülkelerde hızlı bir büyüme göstermişler ve yoğun bir etkinlik içindedirler. Ne olursa olsun, bu ülkelerin İran veya Suudi Arabistan kaynaklı gerici akımların etkisine girmiş olmalarının nedeni, Fethullahçıların 'gayreti' ile açıklamak, biraz taraflı bir tavrın anlatımı olmaktadır.

İlber Ortaylı ve Toktamış Ateş Hocalar bir kitap oluşturdular. Ve bu kitap parası dağıtıldı Anadolu'da... İlber Hoca'nın bir yazısına yer verilmiş, buna karşın Toktamış Hoca'nın bir yazısı yok bu hacimli kitapta. İlginç bir kitap, ilginç yazılara yer verilmiş. Üretilen kitabın adı: Fethullah Gülen'in Okulları! Bu kitaptan birkaç alıntı:
Gülen'in Okulları: İbadet Olarak Eğitim... Yazının başlığı. Yazının sahibi ise; Doktor Şahin Alpay... Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi... Bakın konuyu nasıl irdeliyor bu hoca.
1980 sonrası Türkiye'nin eğitim alanında yaşanan en dikkate değer gelişmelerinden biri Fethullah Gülen hareketi ya da cemaati tarafından önce yurt içinde açılan, daha sonra yurt dışında birçok ülkeye yayılan, ilkokuldan üniversiteye uzanan her kademede okullar oldu.
(….) 2005 itibariyle hareketin yurt dışındaki eğitim kuruluşları 91 ülkede 100 binden fazla öğrenciyi barındıran 500'ün üzerinde okula ulaştı. İslâm'ın her türlü toplumsal tezahüründe "irtica" arayan kesimler, dini bir topluluğun neden cami yapmak yerine okul açtığını, bu okulları neden dünyaya yaydığını anlamakta güçlük çektiler.(…) Gülen'in İslâm'ı modernlikle ve bilimle bağdaştıran yorumunun yalnız Türkiye için değil, dünya çapındaki önem ve değerinin farkındaydım. Bunu da, o sırada çalışmakta olduğum Milliyet gazetesinde "Hoca Efendiye Saygı" başlıklı köşe yazısında dile getirmiştim.(29 Temmuz 1995)..
(….)
1996 yazında bir vesile ile bir araya geldiğimiz, o sıralar Zaman gazetesi genel müdürü olan meslektaşım /gazetecilikten mi, öğretim üyeliğinden mi?/Hüseyin Gülerce 'ye bu okullarla ilgili merakımdan söz edince, Gülerce hemen;" O halde size bu okulları gezdirelim." dedi.(….) Önerim uygun bulundu ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının düzenlediği / Fethullahçıların kurduğu vakıf/ bir davetle 1996 Ekim ayında, farklı gazetelerden kalabalık bir grup
meslektaşla birlikte Özbekistan ve Türkmenistan'ı kapsayan bir geziye çıktık.(…)Böylelikle okullar ve işyerleri hakkında oldukça iyi bir fikir edinmek mümkün oldu. Yurda dönüşte gezi boyunca gördüklerimi Milliyet gazetesinde "Fethullah Gülen Hoca Cemaatinin Dünyaya yapılan Okullar İmparatorluğu" başlığıyla yayımlanan bir dizide okurlarla paylaştım./Türkiye'nin eğitimde okul ve öğretmen açığı varken, bu din hocasının yurt dışında açtığı; kendisi de bir camiden emekli olmuş SSK'dan maaş almakta ve ABD de yaşamaktadır;eğitim kurumlarıyla ülkeye yapılan en büyük kötülük ve aymazlıktır. Bu bağlamda sorgulama yapılarak, yanıt aramak gerekir, diyorum. S.G./ ..
(…)
Özbekistan ve Türkmenistan, komünist kisvesini çıkarıp milliyetçi kisvesine bürünen / hem de okulları bu ortamda açabilen bir ideoloji (?)/ ve hayli radikal nitelikte bir laiklik rejimi uygulayan diktatörlükler tarafından yönetiliyordu.(…) Özbek makamları derslerde dini konuları işlediği gerekçesiyle 1, İlahiyat Fakültesi mezunu oldukları gerekçesiyle 4 öğretmen Türkiye'ye gönderilmesi istenmiş; talep yerine getirilmişti. 1994 yılında Özbek makamlarıyla ülkedeki resmi bütün Türk Okulları'nın kapatılması tehlikesini doğuran bir kriz yaşanmıştı. Bu krizin nedeni, faaliyetleri yasaklanmış olan Erk Partisi lideri Muhammed Salih ile Birlik Partisi lideri Abdürrahim Pulatov'un Türkiye'de barındıklarına dair haberlerdi. Nitekim İslam Kerimov yönetimi 1998'de Özbekistan'daki, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan okullar dahil, Taşkent'teki Uluğbek International School dışındaki bütün Türk Okulları'nı kapattı. Bu kapat-maların sebebi okullarla ilgili şikayetler değil, tümüyle iki ülke arasında yaşanan politik gerginlikti./ Böyle bir sosyolojik sistemde Fethullah'ın din bağımlı okullarına izin verilebilir mi?/
(…)
Okullar, Gülen cemaatine ait eğitim şirketleriyle (örneğin Özbekistan'da Silm A.Ş., Türkmenistan'da Başkent A.Ş.) yapılan anlaşmayla kuruluyordu. Bu anlaşma uyarınca ev sahibi hükümet gerekli binaları tahsis ediyor;binaların onarımı, laboratuar ve bilgisayarlarla donatıl-ması Türk şirketi tarafından üstleniyordu. Okulların müdürleri ev sahibi ülkenin eğitim bakan-lığı tarafından tayin ediliyor, müdür yardımcılığını Türk tarafı yükleniyordu.
Türk öğretmenler Boğaziçi, ODTÜ, Marmara, Hacettepe üniversiteleri gibi Türkiye'nin önde gelen yüksek öğrenim kurumlarının mezunlarından oluşuyordu. Hemen hepsi Gülen cemaatinin yetişmelerinde destek olduğu, genellikle taşra kentlerinden ve dar gelirli ailelerden gelen, Zeka ve yetenekleri sayesinde görece iyi üniversitelerde okuma fırsatı bulmuş gençlerdi./ Böylesine bir oluşum düzeneği çocukların ve gençlerin duygularını sömürerek, dinsel baskıyla; günah-sevap varsayımıyla; yaşamlarının geri kalanını din adına ipotek altına almaktır. S.G./
(….)
Okulların finansmanı çok büyük masraflar gerektirmiyordu. Binaların ve öğretmenlerin önemli bir kısmı hükümet tarafından karşılanıyordu. Türk tarafına düşen harcamaların karşılanmasında şöyle bir yol izleniyordu: Kuruluş aşamasında giderler Türkiye'deki Gülen hareketine mensup eğitim şirketleri tarafından karşılanıyordu. İkinci aşmada harcamaları giderek artan ölçüde, okulun bulunduğu ülke ve kentte ticari faaliyetlerde bulunan Gülen cemaatine mensup iş adamları üstleniyordu.(…)
/Bu kişiler Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkesinde kaç kuruşluk yatırım yapmışlardır? Bunların hepsi birer Cumhuriyet düşmanı oldukları kanıtlanmıştır. S.G./
Özbekistan ve Türkmenistan'a yaptığımız geziden bu yana tamı tamına dokuz yıl geçti. Bu dokuz yıl zarfında gerek yerli gerekse yabancı bilim adamları ve gazetecilerin yaptıkları araştırmalarla Fethullah Gülen'in fikir dünyası, önderliğini yaptığı hareket, açtığı okulların hareket içindeki yeri ve anlamı üzerine bilgilerimiz ve anlayışımız hayli ilerledi. Bu bilgiler ve anlayış ışığında, Gülen hareketinin okullarıyla ilgili olarak ulaştığım sonuçları şu noktalarda toplaya-bilirim:
(…)Fethullah Gülen'in eğitime bakışını kavramak gerekir./Gülen bir eğitim uzmanı mı, imam mı?.. Bunu iyi kavramak gerekiyor. S.G./ Gülen'e göre, Allah hizmetin en iyi yolu, maneviyatla entelektüel gelişmeyi /yani kadercilik ile bilim dışılıkla/ akılla vahiyi ve beyinle kalbi bağdaştıran kuşaklar yetiştirmektir. İnsanlara neyin iyi, neyin kötü olduğunu ancak dini inançlar gösterir. Bilim ise ancak inancın yol göstericiliğinde uygulandığı zaman insanlığın yararına sonuçlar verebilir. Nitekim bilimin materyalist pozitivist yorumu, korkunç savaşlara ve doğal çevrenin korkunç bir şekilde tahrip edilmesine yol açmıştır. Öte yandan, toplum dinin ilkelerinden ancak bilimsel eğitimle birleştiği ölçüde yararlanabilir, çünkü bilimsel bilgi olmaksızın toplum üzerinde etkili olmak mümkün değildir. Gülen'e göre dinsel eğitimden yoksun inançsızlığa götürürken, bilimsel eğitimden yoksunluk fanatizmi doğurur.
Gülen bu temel öğretisiyle geleneksel olarak cami inşasına giden parasal kaynakları okul açmasına yönlendirmiştir. Gülen'in anlayışıyla öğretmenlik, kutsal bir görev olarak en üstün Hizmet niteliğini almıştır. İslâm'i değerlere sahip öğretmenler /ki bunlardan ne beklenir? S.G./
Tarafından verilen eğitim İslâm'i bir değer kazanmıştır. Gülen'e göre insanlığın yararına olan her şey, İslâm'ın da yararınadır. Gülen cemaatinin okullarının kuruluşunda dinsel bir motivasyon rol oynasa da, bu okulların dini yayma gibi bir amacı yoktur. Din değil modern bilim ve ahlâki değerlerin öğretildiği bu okullar Müslümanlara olduğu kadar Müslüman olmayanlara da açıktır...
(….)
Gülen okullarında ise bu söz konusu olmadı. Öğretmenler işlerine dinsel bir inançla sarıldılarsa da, eğitim bakanlıklarının denetimi altındaki ders programları hiçbir zaman din eğitimine odaklanmadı. Her iki akımın mensupları şu özellikleri paylaşıyordu: Dindar ve özverili bir hayat sürme; bilgi edinmeye, özellikle de doğa bilimlerine duyulan derin ilgi, edinilen bilgileri çeşitli eğitim kurumları aracılığıyla başkalarına da taşıma isteği; girişimci ruh, topluma yararlı hizmetlerde bulunma ve ulusal sınırları aşıp dünyaya uzanma arzusu./ özümseme yeteneğinden yoksun kişiler. S.G./
(…)Gülen'e göre bütün insanlar Allah tarafından yaratıldıkları için ortak değerlere sahiptirler. Bunlar İslâm' i ve evrensel ahlâki değerlerdir. Eğitimsiz kimseler insanlığın ortak değerlerini kavrayamaz ve farklı milletlere, kültürlere, inançlara kaşı düşmanlık besler. Oysa dünya barışı milletler arasında fikir alış verişi ve işbirliği, dinler arasında diyalogu gerektirir. Bunu da ancak bunun bilinciyle eğitilen kişiler sağlayabilir.
Netice olarak Fethullah Gülen hareketinin okluları ve eğitimi bir ibadet haline getirdiğini söyleyebiliriz.
Bu öğretim üyesinin düşünceleri böyle. Bu çelişkili düşünceler üzerinde çok iyi irdelemeler yapmak gerekiyor bilim adına ve bilimsel temel de eğitim adına.

Gülen'in eğitim anlayışı ve zihni oluşum temelleri
Dr. Faruk Tuncer: (Araştırmacı-Yazar)

(….)
Gülen'e göre eğitim ve özellikle öğretme kudsi bir görevdir. Bu durunda öğretmen de kut-sal kişidir. Yıllarca vaazlarında, yazılarında ve özel sohbetlerinde hep bu konu üzerinde duran Gülen, bu söylemiyle geleneksel olarak camilerde bağışlanan paraların öncelikle yönelmesini sağladı. Kuran'a atıfta bulunarak insan için bütün yeryüzünün mabet olduğunu belirtip, bir din
adamı olarak, insanların bilgiye olan ihtiyacının ancak okullarda, öğretmenler tarafından verilebileceğini ifade etmiştir.
Hiç şüphe yok ki Gülen, sıradanlaşmış bir mesleği yeniden ihyâ etmiştir. Öğretmen, O'nun tekrar tarih sahnesine çıkmıştır âdeta. Bu sefer eskisinden daha geniş bir sosyal vizyona, maddi-manevi donanıma, fedâkâr bir kimliğe sahip olmuştur. Tarihin hiçbir döneminde öğretmenin Bu ölçüde geniş küresel bir etki alanı olmadığını söylemek mübalağa (abartı) sayılmamalı...
Öğretmen hiçbir zaman bu kadar çok sesli, renkli, farklı dillere ve kültürlere sahip geniş dünya coğrafyasına seslenmemiştir. (….)
Gülen Hareketi'nin aslında bir dini hareket olarak nitelenmesi haksız bir değerlendirmedir. Eğer illa hareket tanımlaması yapılacaksa bunun adı;"eğitim hareketi" olmalıdır. Öğretmen gerçekten mukaddes bir varlıktır. Bu meslek, belki peygamberlerin vazifelerinin önemli bir kısmını da içerdiği için bu kadar mukaddes bir mevkiye oturtulmaktadır. Ya da daha genel olarak, yeni bir toplum ve yeni bir medeniyet inşa edilecekse, bu ancak, ciddi bir eğitim kadrosuyla başarılabilecek şeydir. Bunun da temelinde öğretmenlik mesleği yatmaktadır. Gülen, okul, eğitim ve öğretmen üçlemesi üzerinde özenle durur.(….)
Gülen klasik bir eğitim ağı içerisinde yetişmiştir. Bunun üzerinde durmak gerekir. Ancak o, farklıdır. Yani yalnızca medresenin ilim, düşünce ve sosyal dünyasıyla sınırlı kalmamıştır.
İkinci bölümde zihni temellerini oluşturan unsurlara bakıldığında bu durum rahatlıkla görülecektir. Çağdaş ve modern Batı uygarlığını, düşünce sistemini, müspet ilimler hiyerarşisini ve toplumsal yaşama biçimini okumuş ve öğrenmiştir. (Gülen'in öğretmen olgusunu savunduğu yerde, kendisi bu olguyu dışlayıp kendi kendine öğreniyor. İlginç bir rastlantı, ilginç bir çelişme.)Dini ilimlere olan derin vukûfiyetinin yanında, beşeri, sosyal ve tabiat bilimlerine de, en az çağdaş eğitim müesseselerinde okutulan seviyeden daha ileri vukûfiyete sahiptir.(?)
(…)Türk maarif tarihinde eğitim gibi özel alanı, vaaz ve sohbetlerini dinlemeye gelmiş ve çoğunluğunun esnafın oluşturduğu bir cami cemaatine dahi anlatan, ehemniyetinden bahseden, onların ilgilerini bu istikamette uyaran bir başka insan yoktur herhalde. Eğitim özellikle entelektüel kesimin söz söylediği, tartıştığı ve proje ürettiği bir alandı. Türkiye'de geniş halk kitleleri ne doğrudan, ne de dolaylı yollardan bu tür tartışmalara katılmazdı. Gülen öncelikle bu anlayışı yıkmıştır.(Bir insanın bir konu üzerinde tartışabilmesi için o konu üzerinde azıcık yeterliliğe sahip olması gerekir. Olmayanlar tartışamaz ve susmak zorunda kalırlar)
(:…) Gülen burada verdiği cevaplarda, medresenin analitik bir kritiğini yapar. Medresede okutulan temel İslâm' i disiplinlerde müfredat programlarına, eğitim sisteminin içine düştüğü tekrardan, haşiye ve şerh kültürünün kısa zamanda nasıl her alanda yeniliğe karşı bir tavra dönüştüğüne kadar bir dizi sorun üzerinde durur. Medresede okutulan klasik disiplinlerle, Batı'da
o dönemde yaygınlaşmaya başlayan müspet ve riyazi ilimlerin genel bir mukayesesini yapar.
Pek çok neden üzerinde durmakla birlikte, medresenin gerilime sürecini, eğitim sisteminin müspet ilimlere kapılarını kapatmasıyla ilişkilendirir. Klasik disiplinlerden lügat, belagât, man-tık, kelâm, tefsir, fıkıh, usûl vb. tedris edilen kitapların, sanki hiçbir alanda fikri ve ameli bir yeniliğe imkân vermeyecek bir sistematik içinde takip edildiğini dile getirir. Dini ilimlerle Pozitif ilimlerin birbirinden ayrılmasını, neredeyse medrese sisteminin tekrara düşmesinin ve kendisini yenileyemeyişinin temeline yerleştirir. (…)

(….)
5.Gülen'in 1970'li yıllarda tasavvur ettiği "altın nesil" Türkiye'yi kucaklıyordu. Oysa 1990'lı yıllardan itibaren bu durum daha genişleyerek dünyayı kucaklama eğilimine yöneldi...
Gülen'in "altın nesil" kavramı; bütün açılardan eğitilmiş ve yeni bir çağın temelini oluşturacak nesli ifade etmektedir. Bu nesil "bilim, din, ahlak ve sanat anlayışının temsilcileri olarak"; ilim ve insani değerleri birleştirecek geleceğin sorunlarını çözecektir.(….)

Türk Okullarının Eğitim ve Etkileşim Yönü…
Prof. Dr. Büşra Ersanlı… Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi.

(….)
"Fethullah Gülen Okulları" diye bilinen okulları çok işitmiştim, yurt dışındaki bir okulu ilk kez 1998 yılının başında gördüm ve Gazeteciler Yazarlar Vakfındaki arkadaşlarla da aynı zamanda tanıştım. Okulları tanımak amacıyla düzenlenen bir geziye arkadaşım Ferai Tınç'ın aracılığıyla ben de davet edilmiştim.(….)
Ülkemizde, toplumsal ve siyasal kültürümüz açısından farklı kesimlerin ideolojik olarak ve-ya çıkarları doğrultusunda, yaptıkları her iş şüpheyle karşılamak çok yaygındır. Bu şüphe Recep Tayip Erdoğan ile, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ile bir ölçüde kalktı diye düşünüyoruz, en azından öyle düşünmek istiyoruz;ama daha geçtiğimiz günlerde (2005 Eylül ayı sonları) Genel Kurmay Başkanı onlarca yıllık kemikleşmiş şüphelerin muhafaza edilmesi gerektiği mesajını verdi. İrtica ve bölücülük en büyük düşmanımızmış. Biz neden göremiyoruz? Ülkemizi sevmediğimiz için mi? Yoksa sevip de terk edemediğimiz için mi?
Her şeye rağmen "din devleti kuracaklarmış" korkusu bir nebze uzaklaştı. Ama siyasi kültürümüzdeki bu esas olarak devlet olarak görülür ve algılanır-hâlâ halkın bu önemli kesimlerine karşı ciddi şüpheler var. Dinini ve dini yaşantıya şu veya bu şekilde daha yakın olanların tetikleşeceği düşünülen antilaik hareketler ve şeriat devleti girişimleri, öte yandan solculuk ve komünizm korkusu, Alevilik korkusu, Kürtlerden kaynaklandığı iddia edilen bölünme korkusu,
ve en kötüsü de bütün bunlara ve her şeyle bağlı görünen ve her an gitti gidecek diye düşünülen "namus kaybı" korkusu. Korkmanın konforunu özler olduk, devşirilmeyen insanoğlu ile rahat ilişki kuramaz olduk. Kundakta bebeklik geçirenlerin esnemesi bayağı zor oluyor...(…)
Adalet ve Kalkınma partisinin "laikçiler" üzerinden bir nebze olsun kaldırmış olduğu korkunun Kürtler, Aleviler ve her şeyden önce kadınlar açısından da kalkmış olmasını dileriz. Özgür girişim ve katılımcı hizmet herkese lazım.
(….)
Türkiye içinde ve dışında bu okulların en büyük vasfı özel okul statüsünde bulunmalarıdır. İkinci olarak da Müslüman yaşam tarzını benimseyen kâmil insan yetiştirmeyi amaç edinmiş olduklarını varsayılıyor olmasıydı.(…)
(…)
İkinci özellik ise kamuoyunun, medyanın özellikle Türkiye'de çok uzun süren bir "laiklik" tartışmasının konusudur. Bu özel okullar şeriat devletine hazırlıktan tutun da, laikliğe aykırı faaliyetlerin her türünün yapıldığı ortamlar olarak görülmüşlerdir hâlâ da önemli bir kesim okulları böyle görmektedir. Oysa bu konuda gördüklerim bir açıdan tam tersine işaret ediyordu; aşırı derecede pozitivist, materyalist bir eğitim yapılıyordu. İstanbul'da ziyaret ettiğim Fatih Kolejinde de böyle bir izlenim edindim.
(….)Resmi olarak bu kadar üzerine varılan ve bu kadar şüphe ile karşılanan okullarda İngilizce tedrisat yetmiyormuş gibi bir de edebiyat, tarih, sosyoloji gibi konular yerine ziyadesiyle matematik, biyoloji, fizik, kimyaya ağırlık vermek muhafazakâr öğretmenleri rahatlatma görevini yerine getiriyordu. Türkiye'de resmi ideolojiden kurtulmak için sosyal ve kültürel dokuya uyum çabalarını bir nebze olsun askıya alarak geciktirmeye çalışan bir anlayış vardı...
(….)Süreç içinde anladım ki aslında gerek altyapı gerekse derslerin yapılması bir değil birçok girişimci tarafından destekleniyor. Desteklerin bir kısmı Rusya Federasyonu'nda yaşayan ve çalışan Türkiyeli iş adamlarından, bir kısmı da direk Türkiye'den geliyordu.
*Yazılar kitaptan birebir alınmıştır.

Laiklik ve İrtica

Prof. Dr. Cahit Tanyol

"1950'den sonra çok partili yaşam başlayınca 'din' bir oy potansiyeli/ birikimi/ olarak önem kazandı. O günden bu yana şiddetini artırarak devlet kadrolarında güçlenmeye başladı. Bütün partiler dinsel duyguları sömürmekte birbirleriyle yarışa girdiler. Laik öğretim yapan öğretmen okulları bir kenara atılarak, Köy Enstitüleri'nin yerini İmam Hatip Okulları ve Yüksek İslâm Enstitüleri aldı. Devlet ilkokullarından üniversitelere dek din eğitimi veren kurumları her gün biraz daha çoğaltarak kendi çevresinde toplanmaya başladılar. On bin yıllık devrimci geleneği irtica ile bütünleşme yoluna girdi"
(....) Van Üniversitesi'nde oruç yüzünden öğrenciler arsında çıkan kavgada bir öğrencinin öldürüldüğünü ve yedi öğrencinin yaralandığını biliyoruz. Siyasi partilerin oy avcılığı din sömürüsünü bütün sosyal ve ekonomik sorunların ön planına geçirdi. Bu fırsattan kurnazca yararlanan irtica, Atatürk devrimlerini ve laikliği yıkmak için her çareye başvurdu, her fırsattan yararlandı.
Türban olayını ilk alevlendiren Kenan Evren sonunda tehlikeyi görerek, kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu ve yasa iptal edildi. Fakat türban devletin ve Meclis 'in en önemli sorunu olma özelliğini yitirmedi. Devrin başbakanı Anayasa Mahkemesi'nin bu kararına karşı söylenmeye başladı... ANAP'ın saldırgan irtica sözcülerinden biri Anayasa Mahkemesi'ni halka şikâyet amacıyla referanduma başvuracakları yolunda tehditler savurdu... Ve böylece Kur-an ayetlerinin yönetmelik, yönetmeliğinde kanun haline gelmesiyle anayasanın laiklik ilkesine aykırı olarak, 1928'de kaldırılan "Türkiye Devleti'nin dini, Din-i İslâm'dır" maddesi Meclis 'in çoğunluk kararıyla diriltilmiş oldu. Atatürk'ün kurmuş olduğu T.B.M.M., adı Arapça şeriat anlamına gelen bir partinin desteğiyle meşruiyet sınırının dışına itilmek istendi (meşru=yasanın ve dinin, kamu vicdanının doğru bulduğu).
Ne zaman ki, çok partili yaşama girilmiştir... Din bir sömürü aracı olarak siyasi partiler tarafından en acımasız bir biçimde güdeme gelmiştir. (...) Atatürk'ün laik Cumhuriyeti'ni yıkmak bakımından 31 Mart Olayı, 12 Eylül hareketinin yerleşmiş olduğu irtica yanında masum kalır.
Din, toplumları düzene sokmak için oluşturulmuş bir olgudur.
Her dinin olgusunda içeriği ve farklılıkları ne olursa olsun şu üç ana öğe bulunmaktadır:
a)-Her dinde bir inanç sistemi vardır.
b)-Her dinini kendine özgü bir ibadeti ve töreni vardır, törensiz din olmaz.
c)-Her dinin bir kutsal yeri, bir tapınağı bulunur.
İster ilkel olsun, ister semavi, ister çoktanrılı olsun, ister tektanrılı ya da tanrısız, hepsinde bu üç öğeyi görmekteyiz. İbadet ayini inanç belirler. İnanç alanında yer alan eylem ve dualarda bir kutsallık, bir dokunulmazlık hayal edilir.
Gerçek sorun, akıl almayacak kadar tehlikelidir. Sorun türban örtmek, çarşaf giymek değil, 2, 5 yüzyıldan beri Türkleşen Batı Uygarlığı'na yönelik planlı bir tertiple bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Önemli olan Türk Devrimleri değil, Tanzimat'tan beri Doğu-Batı diyalektiği içinde oluşan birikimin yok sayılmasıdır. İrtica eski geleneklere bağlanmak değildir. İrtica örf ve adetlere saygı duymak da değildir.
İktidar partisi ANAP ve yetkilileri basına yansıyan demeçleriyle türbancılardan yana tavır aldıklarını ortaya koydular. Genel Başkan Yardımcısı Keçeciler, Atatürk devrimlerine karşı dilinin altındaki baklayı çıkardı. Din ve vicdan özgürlüğü baskısı altında büyüdüğünü, yeni kuşakların bu üzüntülerini anladığını ifade etti.
"Benim şahsi kanaatim, başörtüsü laikliğe aykırı değildir. Önümüzdeki günlerde üniversite rektörleriyle bu konu tartışılacak, ancak benim şahsi kanaatime göre, rektörlerimiz türbanın modern bir kıyafet (bu nasıl modernlik anlayışı ve estetik anlayışıdır )olduğunu, derse girmelerine mani olmadığını, öğrencilerin başının şekline değil de, kafasındaki bilgilere baktıklarını ben biliyorum. Ama muhalefet bazı üniversitelerimizde bunun tam tersi uygulama var. Biz ANAP olarak sizlerin bu konudaki derdinizi tespit etmişizdir. Teşebbüslerimiz devam etmektedir, sizlere her türlü yardımı yapacağız, bu meseleyi mevcut YÖK kararlarıyla üniversitenin medeni demokrasiye uygun tatbikatı ile çözemezsek, konunun kanuni çözüm yollarını ararız. ANAP o zaman meydana çıkar. O zaman siz de hep beraber görürsünüz. Biz bunların medeni çözüm yollarını bekliyoruz. YÖK'ten, üniversiteden ümidimizi kesmedik."
Atatürk devrimleri laikliği irtica ve din sömürüsüne karşı bir önlem olarak düşünmüştür.
Din ve devlet işlerinin ayrılması bu amacı taşıyordu. Din toplumsal, politik ve düşünsel alan-dan kendi inanç yataklarına çekilmeliydi. Dolaysıyla din sömürüsüne engel olacak güç, politik İktidardadır (erktedir).Onlar sömürüyü iktidar için bir araç haline getirilirse yapılacak iş güçleşir.
SHP Genel Başkanı Prof. Dr. Erdal İnönü 8 Nisan 1989 tarihli basın açıklamasında, ANAP ve DYP'nin laikliğe aykırı davranışların getirdiği tehlikeyi ciddiye almadıklarını, oy almak uğruna laiklik konusunda verilen ödünlerin endişe verici olduğunu belirterek, "Bir taraftan ANAP, bir taraftan DYP, bu iki parti oy almak için bu konuda bir yarışa girerse nereye kadar gider bu iş? Açıkça söylüyorum. Endişelerimiz var" diyerek din sömürüsüne karşı siyasi partileri uyardı.
Yine aynı günlerde SHP Ordu Milletvekili Bahriye Üçok ; Prof. Dr.6 Ekim 1990 tarihinde bombalı paket PPT ile gönderilerek paramparça katledilmiştir evinde ailesinin gözleri önün-de;da irticaının hükümet eliyle körüklendiği öne sürerek, "Türban olayında tarikatların büyük rolü"olduğunu dikkat çekti ve İslâm'da başörtüsünün ev kıyafeti olarak kabul edildiğini, Kur-an' ın Nur Suresi'nde bunun açıkça belirttiğini söyledi. Üçok Ahzap Suresi'nde kadının örtünmesinin istenmesinin, o dönem Arabistan'ında sarkıntılık olaylarının yaygınlığından söz konusu değildir" dedi.
Üçok, laik devletin herkesin inançlarına uygun davranacağını, bazı kurallar koyması gerektiğini de savunarak, Türkiye'de İmam Hatip Okulları'na gerektiğinden fazla ödenek ayrıldığına işaret etti. Türkiye'de ilk kez 1968 yılında İlahiyat Fakültesi'nde bazı kız öğrencilerin başlarını örtmeye başladıklarını söyleyen Üçok, "Bunun altında yatan gerçeği görmek lazım. O yıllarda fakültedeki bir tarikat eliyle kızlarımızın başı örtülmüştür", dedi.
Ve nihayet bir milletvekilinin bu konuda akıl almaz eylemini Türkiye'nin nerelere doğru götürülmek istendiğine bir örnek olarak; türban yasağını protesto etmek amacıyla kravatını beline bağlayarak Meclis'e giren ANAP'lı Engin Cansızoğlu; Zonguldak Milletvekili;"Yasak kalkıncaya kadar eylemime devam edeceğim" dedi.

İrtica Üniversitede
Türban olayı politikacılar tarafından iyice yozlaştırıldı. Sonunda medreselerin en katı döneminde bile akla gelmeyecek biçimde YÖK Genel Kurulu bir kararla türbanın disiplin yönetmeliğinde yer almasını sağladı. Böylece solun kapandı derken iktidar YÖK'ün gerekçesini bir tür "Fetva"imiş gibi T.B.M.M.' ne götürdü, yönetmeliği kamulaştırdı. Buna da, hiç gerek yokken, hem YÖK, hem kanun, hem de milli iradeyi temsile yükümlü meclis yer aldı. Önemli olan türban değil, onun arkasına saklanan düşünüş biçimidir.

İrticaya Elverişli Ortam:
İşte bizde irtica Cumhuriyet Dönemi'nin yaratmış olduğu İslâm' i kültür boşluğuyla, Arap'ın Kur-an ve hadise dayanan sağ hukuk ve ahlak anlayışı arasında kendisine elverişli bir ortam buldu. Bir tarafta ülkeyi 1950'den beri borç batağına batırmış sağ iktidarlar / erkler/ öbür tarafta petrol zengini şımarık Arap Şeyhleri 'hilâfeti' ve sözüm ona şeriatı kaldıran Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden "dine döndürmek" için kendilerine ülkemizde yandaş aramaya başladılar.
Devrimcilik gibi irticayı da halk arasında değil, aydın kesim-tabaka- arasında gerek. Softa ve yobaz takımını başında sarıkla aramak gaflettir ki, devrimleri içten duymamıza, softayı ayırt etmemize engel olmuştur. Sivil yobaz politikacı; bir de üniformalı tipleri vardır bunların (S.G.);
profesör, öğretmen, kısaca her kılıkta dolaşır, hatta devrimci kılığına bürünür ve aydınlar katında kendisine yer edinir. (bunları yazımızı sonuna dek bulacak, görecek ve şaşıracaksınız S.G.)
Fanatik, hoşgörüsüz, iftiracı ve ikiyüzlüdür. Sivil yobazın yaşı başı belli değildir; sarığı yoktur. Dini politikaya alet eden odur, dini ticaret malı haline getiren odur. Dünyanın hiçbir yerinde izin verilmesi mümkün olmayan vicdan ticareti bizde herkesin gözü önünde yapılır da, bizim acemi devrimciler 'irtica'yı mızraklı İlmihal'le 'cer hocasının cüppesinde ararlar. Bir yandan Allah'ı öte yandan halkı aldatan yobaz mantığı ve ahlakı hiç değişmemiştir.

Sivas Olayları Bir Uyarıcıdır:

Türkiye'de Mezarcı'ları üreten ortamın yok edilmesi gereklidir. Bu ortamın tezgahlandığı en büyük karargâh Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir ve buradaki 'dokunulmazlıktır'!...
Medreseleri, İmam Hatip Okulları, İslâm Enstitüleri, İlahiyat Fakülteleri adı altında hortlatılanlar, onları dinsel bir ordu hem de "cemaat ordusu" yarattıranlar; yine onları bütün öğretim ve eğitim, yönetim kadrosunda etkin hale getirdiler. İnsanları Sivas'ta Madımak Oteli'nde diri diri yakan kadroların yetişmesinde politikacılar etkin olmuştur.(özellikle de mühendislik okumuş
sahte ve düzenbaz politikacılar S.G.)Diyanet İşleri'nin bütçesi 8-10 bakanlığın bütçesine denktir. Böyle bir ayrıcalık tanındığında örgütlerin aklı neredeydi? (Buna Karşılık Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütçesi kısıtlanarak buralara aktarılmıştır. S.G.)
Menemen'de Kubilay'ın başının kesilmesinden bu yana öylesine olaylar gelişmiştir ki; bunların birkaçını anacağız yalnızca:
2 Mayıs 1977 katliamı, 36 kişi yaşamını yitirdi...
23-24 Aralık 1978 Kahramanmaraş katliamı, özellikle Alevi yurttaşlarına dönük saldırıda 100'u aşkın insan yaşamını yitirdi...
Çorum katliamı, Mayıs 1980'de çıkan olaylarda Alevi yurttaşlar başta olmak üzere 48 kişi yaşamını yitirdi...
Sivas katliamı, 37 sanatçı ve aydın yakılarak öldürüldü.
Bu toplu kıyınların yanı sıra: Bir başbakan, iki sendikacı (Kemal Türkler ve diğeri), 4 gazeteci ve diğerleri saldırıya uğrayarak katledildiler. Bedrettin Cömert, Doğan Öz, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, İlhan Erdost, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Musa Anter A.Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Hırant Dink (2007), Necip Hamlebitoğlu... Ve Gaffar Okan, Vali Recep Yazıcıoğlu. Gaffar Okan emniyet müdürüydü, Hizbullah'a yönelik operasyonları ile öne çıkan Diyarbakır'da görev yaparken 24 Ocak 2001'de 5 polis memuruyla birlikte öldürüldü.
Sivas katliamının üzerinden yıllar geçti. 20.yüzyılın son yıllarında insanları kendi inançlarına aykırıdır diye canlı canlı yakmak bir millet ve bir din için tarihte eş, ne rastlanmayan büyük bir yüzkarasıdır! Hıristiyanlarda İtalyan filozofu Giordano Bruno'nun yargı kanalıyla yakılma-sına karar vermişlerdi...
Bir yanda hiçbir şeyden habersiz şairler, yazarlar, çizerler var... Öte yanda Cumhurbaşkanı' nından Başbakan ve bakanlara değin tüm devlet kadrosu bir servet şımarıklığını sergileyen,
düğün törenlerinde boy gösteriyorlar... Öte yanda yerel yönetici Temel Karamollaoğlu... Devlet erki olayların hemen arkasından oraya yeni bir İstiklâl Mahkemesi göndereceğine suçluların yargılanması için yer telaşına düşmüştür... Sivas Olayı, yerel halktan tutunda Cumhurbaşkanlığı'na dek bu olayın, kıyımın yapılmasına onay vermiştir... Davranışları bunu kanıtlıyor
.
Sivas Olayları'nın arkasında ülkeyi mezhep kavgalarına iten karanlık güçler değil, Diyanet işleri Başkanlığı'na o günün parasıyla 3 trilyon yedi yüz on milyar (710) lira para ayıran T.B.M.M.' ndedir...
Bu katliam, bu kıyım tehlikeli geleceğin ilk sinyalleriydi.. Anlayana...
Tarihsel süreçte insan öldürmeler hep olmuştur hem 'din', hem 'Kur-an' ve de 'Allah' adına... Kiminin derisi yüzülmüş, kiminin eli ayağı çaprazlama kesilip ya da budanıp, kazığa bağlanmış... kimi insanlarda domuz bağı ile, ki bu yakın tarihimizdedir; can vermişlerdir iç hesaplaşmalar sonucu... Kimileri de toplu halde yakılarak öldürülmüştür ilan edilen "cihat" ile!
Sivas kıyımından sonra kimler neler dillendirmişlerdir, "irtica yoktur" denilen Türkiye'de!

Sivas Kitabı'ndan İnciler... (Edebiyatçılar Derneği yayını...)

Süleyman Demirel... Cumhurbaşkanı:
Sivas Valisi ve İçişleri Bakanı ile görüştüm. Gerekli önlem alındı. Fevkalade hassas bir konu. Devlet güçleriyle halk karşı karşıya getirilmemelidir. Ona gayret ediliyor. 2 Temmuz 1993... Madımak Oteli, kuşatma altındayken..
Prof. Dr Tansu Çiller. Başbakan:
Olaydan sonraki ilk açıklaması: İçişleri Bakanı oradadır. Bütün güvenlik güçlerimiz oradadır.(...) Otelin etrafını saran vatandaşlarımız hiçbir biçimde zarar gelmemiştir. Olardan ölen ya da yaralana yoktur. Dolaysıyla olay, bir otelin yakılması ve içinde olan vatandaşlarımızın ölmesi ile ortaya çıkmıştır. Tahrike kapılacak bir durum yoktur. Ancak, dediğim gibi, bir otelin yanması meselesi olmuştur.Sivas Olayı'nın neden ve nasıl olduğu tahrik edilmektedir. Sayın Aziz Nesin'in oradaki konuşmasından sonra, gerekçelere yansıyan haberlerden, halkın tahrik içerisinde olduğu anlaşılmaktadır... 2 Temmuz 1993... Bunları söyleyen bir öğretim üyesidir ve profesördür... Doktordur... Şaşırmamak olası değil... İnsan olma şartlarını onaylatmıyor meslek kimliği.
Fizikçi Prof. Dr. Erdal İnönü... Başbakan Yardımcısı:
Hâlâ demokrasi içinde fikirlere tahammülümüzün olmadığını gösteren bir durum. Ama bundan çıkaracağımız sonuç, laik düzen, Türkiye'nin bütün halkıyla desteklediği temel ilkedir. Bunlar böyle devam edecektir.
Böyle kökten dinci tepkilere Cumhuriyetimizin Türkiye'ye getirdiği <laik düzen> değiştirilemez. Birtakım olay olmamıştır. Orada bir tahrik bir galeyan olayı söz konusu değildir. Beğenmişler ya da beğenmemişlerdir, ama dinlemişlerdir. Olay aslında orada bitmeliydi. "Tahrik" ve "galeyan" oradan kaynaklanmıyor. Sonra, uzunca bir süredir hissettiğimiz birtakım odaklar, bu sözleri yayarak, saptırarak halkı tahrik etmiş, galeyana getirmişlerdir. Asıl vahim olan işte budur.

Makine Mühendisi Prof. Dr. Necmettin Erbakan; Refah Partisi Genel Başkanı:
Buraya belirli kişiler gönderilmiş, milletin inancı, dinini tezyif eden sözler sarf edilmiştir.
Bunlar suç işlemiştir, ama devletin valisi bunlara ev sahipliği yapmış teşvik edici konuşmalarda bulunmuştur. Sivas halkı, dini tezyif olayı karşısında çok doğal olarak reaksiyon göstermiştir. Bu tepki, medeni ölçüler içinde olmuştur. (Adam öldürme eylemi ne zamandan beri medenilik tanımının içinde ölçülüyor? S.G.)Konuşmayı yapan kişi sonra çıkmış, 5-6 saat halkın içinde dolaşmış, kitap imzalamış, bir şey olmamıştır. Ama olay, çok sonra, birtakım provokatörler tarafından şiddete dönüştürülmüştür. Provokatörler geliyor benzin döküyor, kibrit çakıyor, perdeleri tutuşturuyor. Bunları yapanlar gene bulunmaz. Çünkü arkasından CIA çıkar. Tıpkı Uğur Mumcu cinayetinde olduğu gibi.
Muhsin Yazıcıoğlu: Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı:
Olayların bastırılması sırasında ve şu ana kadar güvenlik güçlerinin gösterdiği itidal ve akıllı görev anlayışı, olayların daha vehim boyutlara ulaşmasına engel olması bakımından, her türlü takdirin üzerindedir. (Bundan korkunç bir olay olur mu? Kolluk güçlerinin takdiri ise 35-
36 kişinin yanmasını önleyememesinin sevincimi midir? S.G.) Kendilerine teşekkür ederim. Türkiye'de ve yurttaşında, sözleri ile büyük tepkilere yol açan Aziz Nesin'i Sivas gibi hassas bir ilimize getirerek zehrini kusmasına sebep olanlar, olayların birinci derecede sorumlusudur. Halkımız kışkırtılmıştır, tahrik edilmiştir. Olayların baş sorumlusu, görevini kötüye kullanan, tahrik unsurlarına yardımcı olan Kültür Müdürü ve Vali'dir, Kültür Bakanlığı'dır.
5 Temmuz 1993 / Sivas/ (Öldürülenler her şeyden önce birer insandı! S.G.)

Temel Karamollaoğlu; Refah Partili Belediye Başkanı:
Ben, Vali Bey'in ve Emniyet Müdürü'nün isteği üzerine, topluluğu yatıştırmak amacıyla konuşma yaptım. Heykelin sökülmesi, Emniyet Müdürü'nün "sökeceğiz" demesi üzerine olmuştur. Yoksa biz kendiliğimizden sökmedik. Bu olayları ve neticelerini, sağduyu sahibi hiçbir İnsan kabul etmez. Ben de kabul etmiyorum. Ama maalesef olmuştur. Belediye olarak üzerimize düşeni yaptığımız kanaatindeyim. Ben aslında teşekkür beklerken adeta suçlandım.(Olay sonrası basın toplantısından.)
11-18 Temmuz 1993 konuşması ise:
Aziz Nesin 'in konuşmasının içeriğini bilmiyorum. Ne olursa olsun Türk Milleti'ni itham eden, "yüzde 60'ı aptal, yüzde 30'u korkaktır" diyen bir insan... Partili, partisiz, herkes bir infialin içine girdi. Bu bir grup meselesi değil. Görünürde, neredeyse doğal bir tepki...

Engin Ardıç: İnterstar Yorumcusu-Gazeteci:
Aziz Nesin adlı kart budala! Eski TKP' lileri Maocularla birleştirerek çıkardığın o paçavra gazete, üstelik yalan yazan, devrimci geçinen gazeteyle ne yapmak istiyorsun? Ölmek istiyorsan, git bir köşede yalnız öl. Başkalarının da başını belaya sokma! (Bu da bu ülkenin bir gazetecisi işte. (!) S.G.)

Mim Kemal Öke: (Bilim adamı olarak geçiniyor. Şu anda profesör.)
Bu ne garabettir ki, Pir Sultan Abdal gibi bir İslâm büyüğü için tertiplendiği "gözüken" bir konferansa, dinsiz Nesin konuşmacı olarak çağrılıyor!.. Ve yine ne garabettir ki, Nesin' in dinimizi küçük düşüren konuşmasını telin edenler, gidip Pir Sultan Abdal'ın heykelini yakıyorlar. 6 Temmuz 1993.

Ayhan Songar: (Bu da bilim adamı ve profesör <!>)
Ömründe işi gücü bir milletin dinine, imanına, haysiyet ve şerefine küfretmek olan bir adamın salına salına ortalıkta gezip insanları böylesine tahrik etmesine de dünyanın hiçbir yerinde izin verilmez.(....) Pir Sultan Abdal, muannit inatçı bir Türk ve Osmanlı düşmanı. İşi gücü, zamanında İran ve Osmanlı devleti arasındaki ihtilafı körüklemek ve Anadolu halkını tahrik etmek. Onu, kalkıyor "halk ozanı", "mutasavvıf şair" diye gösterip, adına şenlikler düzenliyoruz. Sonra, her yanı ile ne olduğu belli Aziz Nesin' i getirip orada konuşturuyoruz. 6 Temmuz 1993

Cemalettin Kaplan:
Dinden çıkanları öldüreceğiz. Kemalist devlet, insanlara şeriatı öğretmediği, şeriatı yasakladığı için, onlara da dinsiz, imansız oldular. Bu yüzden Allah'ı inkâr ettiler. Esas sebep budur. Biz, henüz tebliğ aşamasındayız. Bu aşamada kıyıma girişilmez. Ama üçte biri elde edince ayaklanacağız. O zaman silaha sarılmak meşrudur.7 Temmuz 1993

Abdurrahman Dilipak, Gazeteci:
İnsanların öldürülmesini onaylamak mümkün değil. Ancak, bu olayları hazırlayan sebepleri ve şartları da göz önünde bulundurmak gerekir. Aziz Nesin' in Müslümanlara yönelik sözlerini kabul etmek de mümkün değil. (ben de olsam öldürürüme mi getiriyor? S.G.)Bu olaylar, Alevi-Sünnî, laik-Müslüman çatışması değildir.150 kişilik ideolojik -ülküsel- kökenli bir grubun örgütlü işidir. İslamcılara mal edilmesi üzücüdür. Dini sloganların atılması, atanların İslamcı olduğunu kanıtlamaz. Bardağı taşıran son damla mı, ilk damla mı; onu düşünmek gerekir.
Amerikan uçak gemilerinin Körfez'e girdiği, ABD'nin İran'a yönelik hazırlıklarının devam ettiği bugünlerde başlayan, bana "cehennem topu" senaryosunu anımsatıyor.

Avukat İlhan Demir' in 7 Temmuz 1993'de Milli Gazete de yayınlanan yazısı:
Dinsiz Nesin,
Gerek Fikri Sağlar ve gerekse Sivas Valisi, senin kendini öldürterek Uğur Mumcu gibi olmak istediğini bile bile nasıl davet ettiler, anlamak mümkün değil. Madem gittin, milleti niye tahrik ediyorsun?.. Dinsiz Nesin, farkındaysan sana "Aziz" demiyorum. Çünkü sen Aziz ismine lâyık değilsin. Çünkü "Aziz" diye, din yolunda mertebeye ulaşmış kimselere, büyük insanlara denir. Sen dinsiz olduğuna göre "Aziz" de olamazsın.(...)Sözlerini tahlil ettiğimizde açıkça görüldüğü gibi, sen hem Pir Sultan Abdal'a, hem de Alevilere düşmansın. Bu da senin Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne sırf İslâm'a, yani hem Alevilere hem de Sünnilere hakaret etmek, onları inançlarından dolayı aşağılamak ve hatta seni öldürmeleri için tahrik etmek üzere gittiğini açıkça ortaya çıkıyor. Dinsiz Nesin, Uğur Mumcu gibi olmak için kendini öldürtmek sevdasından vazgeç. Zaten bu işi CIA-MOSSAD yapıyor. CIA ve MOSSAD'a başvur. Onlar seni münasip şekilde öldürürler. Böylece, halkı tahrik ederek bir sürü masum insanın da kanına girmezsin.
Bir avukatın elinden ve ağzından çıkan bu sözcüklere, tümcelere inanmak... Olamaz böyle bir şey. Hukuk Fakülteleri böylesine aydınlıktan yoksun avukat meslekleri de mi yetiştiriyor?.. Ne denli üzücü... S.G.

İsmet Özel, şair: Milli Gazete 8 Temmuz 1993..(Eski devrimcilerden... Yeni döneklerden)
Aklıma takılan soru şu: Aziz Nesin gibilerin kendilerini güvenlikte hissetmeleri için, Sırp (veya Grek, Ermeni, Rus veya Amerikan)uçaklarını Sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor?
Müslümanların icabına bakma gayretkeşliği, her türlü dolambaçlı yolu deneyebileceklerini düşündürdüğü gibi, Aziz Nesin' in Sivas Olayları sonrasında ağzından dökülen laflar, "davetiye" niyetinin ne kadar ciddi olduğunu da gösteriyor. Başbakan Tansu Çiller saçlarından, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kravatından sürüklenecekmiş! Bu sözler, açık bir kışkırtmanın öte-sinde anlamlara sahiptir.(...) Giderek olayların, Türkiye'de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakma ihtimali kuvvet kazanıyor: Ya Müslüman Türkiye veya hiç!.. Bu düşünce ürünlerinin sözcük ve tümceleri de ünlü bir (dönek) şaire ait (!).

Süleyman Ünal, Zaman Gazetesi... 8 Temmuz 1993:
İslâm dini kesinlikle laiklikle bağdaşmayan, çatışmaya düşen bir dindir. Bir Müslüman'ın laik olması olanaksızdır. Müslüman'sa laik değildir.

Sabah Gazetesi'nde 15 Temmuz 1993 tarihinde İBDA-C adlı İslâmcı terör örgütünün, 14 Temmuz 1993 günü Kahramanmaraş'ta gizli olarak dağıttığı bildiri yer almıştır:
"Sivas halkına teşekkür ederiz, Allah onlardan razı olsun Sivas bizim kalelerimizden biridir. İslâm düşmanlarına karşı savaşımız sürecektir. Şeriatı kimse inkâr edemez. Bu mücadele, TC yıkılıp, yerine şeriat devleti kurulana dek sürecektir."

Taraf Gazetesi'nde ve diğer İslâm'ın yayın organlarında, Sivas Kıyımı'nın arkasından, 1 Ağustos 1993 tarihinden başlayarak yayınlanan yazılar birer (T.C. Devleti'nin yıkılmasına değin sürecek savaşın kanıtlarına ait)örnektir...*Yazılar birebir alınmıştır...
"Geçen ay çok hareketli ve bereketli geçti.70 yıllık cumhuriyet tarihinin en büyük dire- nişlerinden biri, 2 Temmuz'da Sivas'ta yaşandı. Köktenbatıcılar'ın gövde gösterisine geldiği Sivas, Müslümanların gövde gösterisine sahne oldu. Sonuç, Köktenbatıcılar için tam bir hezimetti. Şu noktanın altını vurgulamak istiyoruz: Sivas'ta insanlarımız yargılama ve cezalandır-ma hakkını kullanmıştır. Yargılama ve cezalandırma hakkı, ancak ve ancak Müslümanlarındır; bunun lamı cimi yok."Yasadışı" TC'nin hiçbir hakkı yoktur.(...) Aziz Nesin' in "Şeytan Ayetleri" macerası, Türkiye'de İslâmcı harekete hız kazandırdı. İslâm'a dil uzatanlara, gereken cevabın verilmesi şarttır. İslam'ın önüne çıkanların tepelenmesi çok normaldir. Fakat, bu topraklarda yaşayan Müslümanlar'ın asıl hedefi, TC'nin ta kendisidir; bu asla unutulmamalıdır.(....) Yurdun her yanı alev alev. Alevler TC'yi yakıp kül edeceğe benziyor. Alevlerin bize tedaisi çağrışım, azınlık ve kokuşmuşluğun sembolü Pompei şehrinin, yanardağın altında kalarak tamamen yanması... TC, "Pompei'nin son günleri"ndeki gibi... İntikam hissiniz daim olsun!
TARAF..
1 Ağustos 1993, sayı:30, "Selâm olsun Size" başlıklı ve imzasız yazıdan: Allahsız ve bunak olması yetmezmiş gibi, bir de İblis'in borazanlığını yapmaya kalkan Aziz Nesin ve kıçına takılıp gelen üç-beş alkışçısının "Vasiyet"e uygun (biliyorsunuz, Aziz yakılmayı vasiyet etmişti) gitmesine ramak kalmıştı. Aziz bu sefer paçayı halkın elinden zor kurtardı. Ya bir dahaki sefere? (...) Çoğu kişinin sandığı gibi ihtilal çok uzak değil, hemen kapımızın eşiğindedir. Kızılcahamam, Boyabat ve hele Sivas, kendilerine destek çıkacak yeni Anadolu zuhurlarını beklemektedirler. Anadolu İslâmcı halk ihtilalinin yakın olduğunu müjdelemektedir Sivas. Sivas'ta meydana gelen "büyük zuhur", İBDA'nın gerçekleşmesidir.
Dileğimiz, daha nice Sivas'lar...
TARAF..
1 Ağustos 1993, Sayı:30, "İhtilale En Yakın Adım: Sivas" başlıklı, imzasız yazıdan Şanlı Sivas kıyamı, RP yönetimindeki ajan pasivistlerin şanını düşürdü. Erbakan ve Asiltürk'ün peş peşe yaptığı açıklamalar, kutsal değerlerine yapılan hayasız tecavüzlere karşı gereğini yapan yiğit Sivas halkının bu şanlı kıyamına sahip çıkmadı. Sahip çıkmak bir yana, "mukaddesatına" karşı girişilen hayâsız saldırılara gereken cevabı vermek için şahlanan on binlerce Müslüman'ı "provokatör"lük veya "provokasyona gelmek"le suçlayarak karalamaya kalkıştı.(...) Cihat ateşiyle yanıp tutuşan, ama başındaki bu pasivist ajanlarca çelmelenen muhlis ihlas sahibi, inançlı RP tabanı bir an önce bunları partiden "dehlemezse", RP umutsuz vak'a! Şanlı Sivas kıyamının aslanlarından RP üyesi Cafer Erçakmak, Asiltürk tarafından resmen çakalların önüne yem olarak atıldı ve "Buyrun, istediğinizi yapın, biz de onu partiden atacağız. Bu harekete katılan herkese en ağır cezaları verin, biz gıkımızı çıkarmayacağız" şeklinde dinsizlere teminat bile verildi. Şimdi ey RP'liler! Allah düşmanlarına karşı aslanlar gibi dövüşen bu kardeşimizin, çakalların önüne yem olarak atılmasına razı değilseniz, başınızdaki Asiltürk ve benzeri "a....'lar" /noktaları siz doldurun S.G./ için hemen gereğini yapın. Yoksa, yarın mahşerde utançtan kafanızı sokacak delik ararsınız ama bulamazsınız!
TARAF..
1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Hadislerin Muhasebesi" başlıklı imzasız yazıdan: Sivas ayaklanmasını değerlendirmede Amerikancı "şekil" Müslümanlarıyla İsrailci bozkurt güruhunun tutumu da üç aşağı beş yukarı aynıdır. Kısaca BD-İBDA HAREKETİ-Yasa-dışı İslâm' i Büyük Doğu Akıncılar Cephesi önderliğinde şekillenen "Devrimci Milli Kurtuluş Cephesi"ne karşı tam bir işbirliği halindedirler.(...)Samimi solcular, hakiki milliyetçiler, gerçek Müslümanlar, BD-İBDA bayrağı altında toplanıyor. Açık bir gerçektir bu... Sivas'ta yükselen "İşgalciler defolun!" haykırışı, bu toplanışın bir başarısıdır... Daha fazla inkâr etmenin, direnmenin kimseye faydası yok. BD-İBDA HAREKETİ' nin otoritesi esastır. Bu otoriteyi kabul edin, ona baş eğin... (....)Müslüman kanı üzerine kurulan "yasadışı" TC, Alevi-Sünni meselesini, Türkçü-Kürt çekişmesini, ülkücü Marksist zıtlaşmasını, kendi varlığını devam ettirecek şekilde istismar etmekte pek ustadır. Yakın tarih, "iti ite kırdırma" taktiğini pek çok örneğiyle doludur.
TC'ye (TeCe demeye getiriliyor. S.G.)karşı mücadele ettiklerini söyleyen Alevilerle Kürtçülerin "sol ağızlar" yaparak ve "laikliğin korunması" edebiyatıyla aynı devletin safında halk düşmanlığı yapması, gerçekten iğrenç bir hadisedir...

TARAF...
1 Ağustos 1993, Sayı:30, "İşgalciler defolun" başlıklı imzasız yazıdan.

Sözü, Sivas ayaklanmasıyla bağlamak istiyorum. İyi bir tecrübe oldu. Geçmişe kıyasla hayli ileri, ama "olması gereken" nispetle kimi eksiklikleri olan bir ayaklanmadır bu. Ders çıkarmak lazım. Kitlelerin kahredici gücü harekete geçti mi, ayaklanmanın yönlendiricileri "tek bir hedefe" değil de, ayaklanma bölgesindeki "çeşitli hedeflere" vurulmasını sağlamalı. Sivas'ta "kısmen" yapıldı bu. Daha iyi vurulabilirdi. "Hedef" deyince, hem şahıs, hem kurum olarak hepsi içine girer. Halkı "en çok rahatsız eden" hedefler, belli bir öncelik sıralamasıyla tespit edilir. Tabii bütün hedeflere aynı şiddetle vurmak mümkün değildir. Esas hedef hangisidir?
Tali hedefler hangisidir? "Tali hedef", "taktik hedef" ayırımı mutlaka yapılmalıdır. Gücü, en etkili şekilde ve mümkün olduğunca geniş bir alanda ve zamana yayarak kullanmak çok önemlidir. Adeta bir "operasyon" gibi olmalıdır.
MURAD DOĞU
Taraf.1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Yeraltı Sohbetleri" başlıklı yazıdan.

Batı İhanet Cephesi, bilindiği gibi, kimisi "sol", kimisi "milliyetçi", kimisi de "Müslüman" kisvesi ardında "Batılılaşma" (hayvanlaşma) illetinin Türkiye acentalığını yürüten açık işbirlikçi, Batıcı unsurların "İslâm düşmanlığı" temeli üzerine bina ettikleri "İdeolojik bir ittifak"tır."Türkçü-Kürtçü", "1, Cumhuriyetçi-2. Cumhuriyetçi" gibi çeşitli alt gruplar halinde bu "ihanet ittifak"ını teşkil eden kişilik ve yapılanmalar, Müslüman halkımız en küçük bir ayağa kalkış belirtisi gösterdiğinde, aralarındaki "siyasi farklılıklar" bir anda "unutarak" yek vücut olurlar. Tıpkı, "Sivas ayaklanması"ndan sonra olduğu gibi... Bu "kökten batıcı ihanet cephesi" nin "değişmez" çimentosu, İslâm düşmanlığı bir ilkedir. Medyalardan yükselen "laiklik elden gidiyor!", "Türkiye laiktir, laik kalacaktır!" böğürmeleri, bu şeytani ilkenin çok soytarıca sloganlaşması hadisesidir.(...) Sivas halk ayaklanması, 150 yıllık Batıcı işgale ve onun emrindeki kökten batıcı fanatiklere karşı, insanlarımızın yargılama ve cezalandırma hakkını kullanma kararlılığının bir göstergesidir..
BURHAN DEMİRKOL
Taraf, 1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Laik ve Demokratik Geçinenlere" başlıklı yazıdan.

Demokrasi, İslâm şeriatına zıt bir rejimin adıdır.(...) Artık Türkiye'de laiklik ve demokrasiye inanmayan büyük bit çoğunluk var. Bu çoğunluk, çeşitli cemaatler içinde yer aladalar da kıvılcım beklemektedir. Öncü İslâmcı militanlar bu hazırlığı yapmaktadırlar. On bin PKK' lı ile başa çıkamayan düzen, böyle bir patlama karşısında ne yapabilir, merak ediyorum. Çareniz tükenmiştir efendiler. Sistem bitmiştir.(....) İşin geleceği nokta şudur: YA SEN, YA BEN!...
Bütün hoşgörü (!) demokrat vatandaşlara sesleniyorum. Gelin, bizim egemenliğimiz altında mutlu bir hayat sürün. İslâm devletinin koyduğu kanunlara uyduğunuz sürece kılınıza bile dokunmayacağız. Ve inanın, sizi kör testere ile kesmeyeceğiz!...
AHMET CEMGİL
Taraf, 1 Ağustos 1993, Sayı:30, "Laik ve Demokrat Geçinenler" başlıklı yazıdan.

Sivas'ta ölen 30 kişi insandır da laik TC'nin 70 yıldır yargılı ve yargısız infazlarda katlettiği beş yüz bin can, solucan mısır? TV'lerde "Benim bikini giyme hakkım n'olucak?"diye kalça kıvıran laik şıllıklar kadındır da, başını örttüğü için öğrenim hakları ellerinden alınan, çalışama hakları gaspedilen milyonlarca kadının "adı" sizce nedir?
MURAD SALİH
Taraf, 1 Kasım 1993, Sayı:33

Şanlı Sivas Kıyam'ndan sonra, işgalci laik kâfirlerde büyük bir panik baş gösterdi. İşbirlikçi Müslümanlar'ı da yanlarına alarak, Sivas Taarruzumuzu tarihe kara bir leke gibi geçirmek istediler. Fakat İBDA Cepheleri bu oyunu bozdu. Şanlı Sivas Kıyamı'na sahip çıkarak, "kökten-batıcı" laiklerin ve "Türkiye", "Zaman", "Refah" gibi işbirlikçi çevrelerin bu olayı kara laması-nı engelledi. Şanlı kıyamı, "Müslüman Anadolu insanını, kökten batıcı işgale karşı yargılama ve Cezalandırma hakkını kullanmasıdır" diye ifadelendirdik. Nedense "Şanlı Sivas Kıyamı" dememiz, laik kâfirleri çok ürküttü. Öyle ki, "kıyam" kelimesini "kıyım" şeklinde anlayıp yazdılar. Sivas, "İslâm İhtilali"nin önemli bir adımı oldu. İçimizdeki Müslüman görünümlü hainler de bu adımdan çok korktu.(...)Herkes saflarını belirlemeli."Hem laikim hem Müslüman'ım" gibi acayip bulamaçlar, safların netleşmesini engeller ve statükoyu korur.
AKIN ABAY
Taraf, 1 Aralık 1993, sayı:34.
Sivas Kitabı'nın Editörü'nden önemli bir bilgi:
Taraf dergindeki yazılarda kullanılan değişik adların gerçek olmadığı belli. Dergideki bütün yazılar, neredeyse aynı kalemden çıkmış gibi ortak bir üslup içeriyor.

Bu da gösteriyor ki yüreklice yapamıyorlar ve yazdıklarının, söylediklerinin arkasında durma cesaretleri yok. Düşünme ve düşündüklerini yazma işi yürek işidir!
Kimileri bu "kıyamı" şöyle dile getirebilmiştir:
İnsanların öldürülmesini anlayamadığını, buna karşı olduğunu ama bazı değerler (!) söz konusu olunca, yada olduğunda, şartları hazırlayan nedenler göz önünde bulundurularak yapılan eylemin bir hak ve haklama olduğu düşüncesi de çağ dışlığı vurgulamaktadır. Kimin adına ve ne için yapılırsa yapılsın.
Nedenler ve şartlar göz önünde bulundurarak yapılan "kıyam" eylemi haklı bir eylem gibi yorumlanıp, uygulandığı için haklılığa pay çıkarmak hiç de 'onaylamakla' ilintili değildir.
Şu veya bu nedenle bir canlının öldürülmesi, yakılarak, derisi yüzülerek, eli ayağı çaprazlama kesilip kazığa oturtulmak... İnsanca ya da tanrıca hoş görülen bir davranış biçimi değildir... Tanrı eğer bu eylemi onaylıyorsa; o tanrının tanrılığından şüphe etmek gerekir.

SİNSİ SAVAŞ
(Din-Ticaret ve Siyaset Erbil Tuşalp Cumhuriyet Gazetesi yazı dizisi)

"On tane kellemiz olsa... her gün birini kesseler... Şeriat için feda olsun" sözleriyle başlayan bir siyaset konuşması; üçüncü bin yılın eşiğindeki Türkiye'nin yadsınamaz, kaçınılamaz, ertelenemez bir gerçeği olarak karşımızda duruyor... Gün geçtikçe dört bir koldan güçleniyor.
Nakşi, Işıkçı ve Fethullahçı dayanışması hangi ortak paydada temelleniyor? Şeriat düzenini amaçlayan tarikatlar arasındaki çelişkileri belirleyen temel etken coğrafya mı, tarih mi, siyaset mi, ticaret mi?
Antiemperyalist ve antiamerikancı İslâmcılık, Amerikancı ve Özalcı İslâmcılık, İrancı, Avrupalı İslâmcılık gibi yapay bölünmelerin arkasında hangi gerçek ve çıkar ilişkileri var?
İslâm bağlamında şeriat düzeninin kendisinden başka düşünce ve inanca varlık hakkı tanımayan, temel hak ve özgürlüklere kapalı bir niteliği varsa; şeriatçı düşünce ve eylem bir hak ve özgürlük konusu yapılabilir mi?
Şeriat eylemi, başka düşüncede olanlara "yaşama hakkı" bile tanımıyorsa; öteki dünyanın değerleri üzerine bir İslâm devleti kurmayı amaçlayanlara siyasal alanda uzlaşma olanağı var mıdır?
Böylesine dev bir soruna; tarikat yuvaları, Kur-an kursları, öğrenci yurtları, türban, tesettür ve en son örneğiyle "medyanın heykel ve tükürük sığlığıyla" bakmak yeterli mi? (...)
Bunlar iktidara geldiklerinde inanmayanları gerçekten yok edecekler mi, kadınlara çarşaf giydirecekler mi, namaz kılmayan, oruç tutmayanı kırbaçlayacak, hırsızlık yapanın elini kesecek, zina yapanı ise taşlayarak öldürecekler mi.? Bu soruların yanıtı "Hayır" ise İran'da ve Suudi Arabistan'da yaşananlar ne?
İslâm; güncel, ideolojik ve siyasal söylemlerle süsleyerek "şeriatın o kadar da kötü bir yönetim biçimi olmadığını" anlatma çabalarının ardında kimin ve kimlerin somut çıkarı var? Alevi inanlı yurttaşlara soluk aldırmadığı Türkiye'de "türban ve tesettür" tepkisinin, kişi özgürlüğünün engellenmesi olarak anlaşılması; hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan şeriata dolaylı olarak destek vermek değil midir?
'Dindarlıkla' 'dinciliği' ayıramayanlar; dincilerin devlet düzeninde, düşünce ve inanç özgürlüğünün olmadığını bilmiyorlar mı? Dinlerin; salt bir inanç olarak yüreklerinde taşıyan dindarlarda; onların inançlarını kullanarak siyaset ve ticaret yapan bir ayırım yok mu?
İslâm dininde siyasetin amacı Allah'ın düzenini ve isteklerini gerçekleştirmekse; İslâm' i partilerin birbirinden ne ayırımı olacaktır, siyaset adamları birbirinden farklı ne söyleyebileceklerdir?
Egemenlik halkın değil, salt Allah ve onun peygamberinin olacaksa; bu egemenliği onlar adına kim kullanacaktır? İslâm' i siyasal mücadelenin yöntemi ne olacaktır? Bu sorunun yanıtı, İslâm'da var olan "CİHAT" kavramı olacaksa; en masum siyasal propagandadan, İslâm' i devrime kadar gelişebilecek bir çeşitlilikle "ülke, bölge ve giderek dünya", bir baştan bir başa kana mı bulanacaktır?
Anadolu Yarımadası'nın tarihi, bu düzeni isteyenler için Sevr yada Lozan'ın çok farklı olmadığını gösteren örneklerle doludur. Bu anlayış içinde köklü bir kini de barındırılarak günü-müze taşınmıştır.
Şeriat, ister Anadolu Yarımadası'nda Türkiye'de, ister Kuzey Afrika'da Cezayir'de olsun; Ulusal Kurtuluş Bağımsızlık Savaşı gibi siyasal ve toplumsal başkaldırıları içermiyor. Osmanlı
İslâm devleti Şeyhüslâmının Anadolu isyanına bakışı; bu konunun en yakıcı örneği olarak belleklerdeki diriliğini koruyor.
Aslında şeriat düzenini amacını özümsemek için ille de Nurcu, Süleymancı, Işıkçı yada Fethullahçı olmak gerekmiyor. Bir amaç olarak şeriat, yani devleti, İslâm esaslarına göre yeni-den kurmak düşüncesi, tarikatlar dışı İslâmcı gruplar içinde geçerli olmuş ve Türkiye'nin politik gündeminden hiç çıkmamıştır.
<<"Şeriat"Allah'ın iradesini gösteren ve bütün İslâm toplumları için geçerli olan tek yasadır. Bu yasa ile Müslüman toplumlar, evrensel bir İslâm devleti hükümranlığı altında birleşecektir.
"Şeriat" Allah'ın iradesini gösteren ilâhi bir yasa olduğundan tartışılmaz ve insanlar tarafından değiştirilemez. Bu yasa insanın ya da insanların nasıl ibadet edeceği (tapınacağı) edeceğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda ekonomik ilişkilerden, politik yaşama, kadın-erkek ilişkilerinden yemek yemeğe, giyinmeye kadar yaşamın her alanını düzenler. Bu düzenleme ilâhi bir köke sahip olduğundan, insanların geliştireceği her yasadan, düzenleme ve kurumdan tartışmasız üstün olacaktır>>
Türkiye'de "şeriat düzeninin açmazları" uzun süredir tartışılmaktadır. Tarihsel dayanakları çok eskilere giden bu kapalı devre tartışmalar, 1980'lerde "diyalog" ve "vahdet" başlıklarıyla yeniden gün ışığına çıkıyordu. Bu tartışmalarda öncelikle şeriatın bir <yönetim biçimi> olarak sorgulanması yapılıyordu. Ayrıca günlük yaşamda uygulanması neredeyse olanaksız olan, katı şeriat hükümlerinin yumuşatılmasını öngören <<dinde reform>>için çözümler aranıyordu.
"Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, imanlı bir köleyi azat eder" hükmü günlük yaşamda nasıl uygulanacak, nasıl savunulacaktı? Bir insanın yanlışlıkla öldürülmesi tartışılamaz bile...
Böyle bir şey olabilir mi? Ne yazık ki İslâm'da bu kabul görüyor. Şeriatın bu hükmü, salt yargı erkini görmeden gelmiyor, aynı zamanda köleliği savunuyor.
Güncel söylemlerle de donanan anlatımlarla gerçek politika yapılması çözümünde birleştiler. Ülke, bölge ve dünya sorunları öteki siyaset adamlarının kullandıkları terminolojiyle anlatıma başladılar. Müslümanlar artık 'Medine Sözleşmesi' ya da 'Türk İslâm Sentezi' gibi yeni ve daha demokratik görünen motiflerle siyaset yapmaya başladılar.
Çığ gibi büyüyen Müslüman yayıncılık; bilim, sanat, gençlik, siyaset gibi dallarda çıkarılan dergi ve gazetelerle tartışmalara yön veriyor, ağırlık koymaya başladı. Kısa sürede önekli yol kat eden şeriat yayınları, duyanları şaşkına çeviren ilk tezlerini ortaya atıyorlardı. Onların yeni tezlerine göre "demokrasi neyi savunuyorsa İslâmiyet'te onu savunuyordu."
Müslümanlar; "biz Allah'tan gelen bir bilgi üzerine hayatımızı kumamız gerektiğine inanıyoruz" diyorlardı. Onlara göre İslâmiyet'in çok daha özgürlükçü bir içeriği vardı...
1987 yılları başlarında sayıları 30'u aşan dini dergilerin büyük çoğunluğunda ki bu dergiler çok fazla artmıştır; İslâm'ın en gerici yanı anlatılıyordu. İnanılması çok güçtü ama Milli Eğitim Bakanlığı'nın lise ve dengi okullarındaki öğrencilere önerdiği İslâm dergisinde koyu bir karanlık vardı...
Kaval, def, ney dışında müzik aletiyle yapılan müzik haramdı. Okul piyeslerinde rol gereği nikâhlanmak, kâfir rolü almak haramdı. İster elle çizilmiş, ister fotoğraf olsun her tür resim haramdı. Ve küçücük çocuklar ve pırıl pırıl gençler için en büyük haram ise kahkaha ile gülmekti. İleride; birbirleri için ölüm listelerinin hazırlanacağı çok ağır suçlamaların yapılacağı kanlı bıçaklı çatışmaya dönüşecek kavga işte, tam bu noktada çıktı.
Kavgayı çıkaranlar demokrasiyi küfür rejimi olarak yorumlayanlar oldu. Onlar için geçerli olan "bugün türban, yarın fes, öbür gün gel, kafaları kes kuralıydı"... Milli gazete ve Zaman gazetesi çevresinden kopanlarla başlatılan kavga kısa sürede parçalanmaya dönüştü.
Türkiye'de bir 'darül İslâm' mı yoksa 'darül harp' mi yaşıyordu tartışması herkesin rahatını kaçırmaya yetti.
Türk-İslâm sentezi denilen şey; ABD Emperyalizmi'ne entegre olmaktır. O zaman İslâm adına gelişen olayları özümsemek daha da kolaylaşır.
"Din birleştiricidir" sözleri Kenan Evren'in , "be Müslüman'ım, devlet laik", yaklaşımı Turgut Özal'ın, "Çankaya'da laik bir adam oturuyor" güvencesi Süleyman Demirel'in olunca; din devlet ilişkilerindeki karmaşa için söylenecek fazla söz kalmıyor. Üçü de cumhuriyet dönemi kuşağının çocukları:
Üçü de laik devletin hacı cumhurbaşkanları...
Üçü için de din; iktidarın en güçlü silahı...
Üçü için de irtica; salt bir gazete haberi!
Toplumu zapt-u rap altında tutmak için, dinin çok gerekli bir yapıştırıcı olduğuna en çok inanan Kenan Evren oldu. O, MSP' nin Milli Selamet Partisi-ünlü Konya mitingini darbe gerekçeleri arasında sayacaktı ama; Kur-an kursları, kurs ve okul öğrencileri yardım ve koruma dernekleri, ilim yayama cemiyetleri gibi örgütlerin üzerine titreyecekti. Siyasi partiler, sendikalar, kooperatifler, demokratik kitle ve meslek örgütleri kapatılacaktı, ama gericiliğin üretim merkezlerine dokunulmayacaktı.
Bir tümcelik "emniyet ifadeleriyle" ölüm cezalarına hüküm giyenler, darağaçlarında acı çekiyorlar, eylemleri hoş görülen Nakşibendî şeyhleri sürgünlerde keyif sürüyorlardı.
Yirmi yaşındaki bir genç, el yazısındaki" ÇŞŞ" harflerinin çizim ile komünizm propagandası yapmaktan yargılanıp hapse atılacaktı. Ama "müritlerini doldurduğu kamyona yeşil bayrak çekip" Şanlıurfa'da tur atan Menzil Şeyhi Çanakkale'de ikamet cezasına çarptırılacaktı.
Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren Paşa ile birlikte, Başbakan Oramiral Bülend Ulusu, Başbakan Yardımcısı Elektrik Mühendisi Turgut Özal ve Maliye Bakanı Kaya Erdem; kutsal emanetlere yüz süren devletin seçilmiş ilk resmi hacıları olacaklardı. Turgut Özal ise, Türkiye'nin hacı unvanlı seçilmiş ilk cumhurbaşkanı oldu...Çankaya Köşkü'nün mavi salonu mescit haline getirilecek, tarikata ve cemaate ait millet-vekilleri, baş imam Turgut Özal'ın arkasında saf tutuyorlardı.
(....)Kur-an kurslarına ortaokula denk diploma vermeye kalkıyor;felsefe ve mantık derslerini kaldırdığını anımsatıyordu, ama laisizm nutukları atıyordu. Arap ülkelerinin yönetimlerince seviliyor ve destekleniyordu. Partisine ve kardeşi Korkut Özal'a oluk gibi akan mukaddes doların hesabı tutulamıyordu. Rabıta'nın Türkiye temsilcisi Salih Özcan'dan aldığı hayır duaları ile de cennetin kapılarını aralıyordu.
Tarikatlar arasında, irticaının asıl kaynağı olan;<"Nakşîler ve Süleymancıları kucaklayan yeni bir siyasi parti kurmayı düşündüğünü"> açıkladığında ise Turgut Özal, politik iflasın eşiğindeydi.
(....)Süleyman Demirel, tarikatları, partisi için hep oy deposu olarak görme eğiliminde oldu.

Ancak o, irticaya karşı duyarlı görünme çabalarını hiç elden bırakmayacaktı."Şeriat için kellem feda olsun" diyen Adıyaman'ın Refah Partili Belediye Başkanı'na karşı susup oturanlara anlamlı bir uyarıda bulunacak, "Neredesiniz laikler?" diyecekti.
(....)Devlet adamlarının yapısal özelliklerinin böyle olduğu bir ortamda, devlet organlarının değerlendirmeleri de elbette çok farklı olacaktı. Herkes her şeyi biliyordu, ama hiç kimse hiçbir şey yapamıyordu.1970'lerde bilinenler, 1980'lerde de biliniyor... Hatta 2000'lerde biliniyor; şeriat özlemleriyle 70'ler 80'lere, 80'ler 90'lara, 90'lar 2000'lere eklenip gidiyordu...
Diyanet İşleri, Din İşleri Yüksek Kurulu ve Milli Eğitim Bakanlığı önerileriyle;1987 yıllarında okul kitaplıklarına giren kitaplar akıl almaz örneklerle dolu... Resimli olanlarda "kurallar" anlatılıyor:<<Ezan okunurken saygı göstermeyen bebeğinin ayağını çat diye kıran küçük Elif, babasından kocaman bir <aferin> alıyor. Korkunca, gece yatmadan önce, gündüz uyanınca, hastalanınca, ezan başlayınca ve bitince ya da bir 'günah' işleyince ve de en önemlisi sınava girerken; okunması gereken dualar anlatılıyor. Dersler yüklü olsa da ezberlemeleri gerek.
Resimsiz olanında 'kurumlar' anlatılıyor: Tüm melekler 600 kanatlı Cebrail gibi ışık hızı ile hareket ediyorlar ve insan vücuduna görünmeden girip çıkıyorlar. Cennetteki yaşam sürekli ve durağan Herkes 33 yaşında. Cennettekiler çiş yapmıyor; çünkü cennette yenilip içilen şeyler bir geğirti veya ince bir ter halinde dışarı atılıyor. Bu geğirti ve ter insanı rahatsız etmiyor; aksine mis gibi bir koku halinde uçup gidiyor.>>
Milli Eğitim sistemi içerisinde daha şimdiden 'tarikat/cemaat' liseleri statüsü kazanmış durumdaydı..O tarihten bu yana neler neler olmadı ki?.. İmam Hatipler, İmam Hatip Meslek Liseleri'ne dönüştürülüp, tüm mesleklerde hizmet verebilmek için önleri açılıp, imam avukat, imam doktor, imam siyasal bilgilerci yapıldı... (İmam cumhurbaşkanı, imam başbakan vd.)
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileri; kadın sesini "KULAK ZİNASI" sayan, kadınların elimi sıkmayı "EL ZİNASI" olarak anlatan öğretim üyesinin
anlattıklarını, ders olarak dinliyorlardı.
Şeriat mücadelesi veren militanların dışında kalan şerit özlemcilerinin büyük çoğunluğu günlük yaşamlarında, bu düzeni savunuyorlar fakat eylemleriyle cennetteki yerlerini garantiye alıyorlardı.
1985 yıllarının ilk aylarıydı... Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler ülkenin tüm okulların a, içinde kendi yazısının da bulunduğu bir rapor gönderiyordu. (Bir bakanımız sonradan kendi özel okulunu eğitime katmıştır.) Uygar görünümlü, yabancı dil bilen, İTÜ ve ABD Syracuse üniversitelerinde inşaat ve sanayi mühendisliği eğitimi almış, Devlet Planlama Teşkilatı ve işletme yönetimi uzmanı, ama "ille de bir tarikatın yangını" olan Dinçerler, bakanlığıyla ilgili sorunları çözmüşçesine DARWİN'e takacaktı. Bakan olarak, 'evrim kuramına' çok bozuluyordu Teorinin amacı materyalist felsefeye hizmeti ve bilim ile din çatışmasını amaçlıyordu... Darwin sonuçta bir tanrı tanımazdı. Bir ateistin teorisi, karşıtları ortaya konulmadan mümin çocuklarına okutulamazdı. Gazetelerde tartıştıktan sonra unutulan kuram, bir yıl sonra TRT Yönetim Kurulu'na sıkıntılı anlar yaşatacaktı.
ANAP içinde en parlak dönemini yaşayan Mehmet Keçecileri kızdırmamak için dünya tarihi adlı 26 bölümlük dizi, insanın <oluşumundan> değil <avlanmasından> başlayacaktı.
24 Kasım öğretmenler günü kutlamaları o günden buyana camilerde hutbe okutularak, dualar edilerek ve imamlara nutuklar attırılacak bu güne dek uzayıp gidecekti...(...)Ülkenin hafızlara gereksinimi vardı. Öneri M.E.B. Avni Akyol'un haberi olmadan, bir başka tarikatçının Yusuf Bozkurt Özal'ın gayretkeşliğiyle komisyondan geçirmeye kalkışacaklardı. Kur-an kurslarının çaresiz çocukları; altından kalkamayacakları yeminler ediyor, antlar içiyorlardı:
>>Ben Muhammed ümmetindenim... Türkiye, dinsiz ve laik bir memleket haline gelmiştir.
Hayatımı, Mustafa Kemal dinsizleriyle savaşa adayacağıma, Türkiye'yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, kısa zamanda şeriat devleti kurulması için devlet idaresinde söz sahibi olacağıma; dinim, Allah'ım ve mukaddesatım üzerine yemin ederim<<
Hükümet üyesi Bakan'ın salona girmesiyle başlayan gürültü, herkesi çok şaşırtmıştı. Başlarını kapıya doğru çevirenler, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri generalin, dini eğilimleriyle ünlenen Milli Eğitim Bakanı'na (V.Dinçerler ), yüksek sesle bu toplantıya katılamayacağını söylendiğine tanık oldular. General'in "Hangi yüzle" sorusuna, "Ellerinizden öperim paşam" diyerek karşılık veren Bakan, koşar adımlarla salondan ayrıldı... Milli Güvenlik Kurulu o gün, gündemindeki <İrtica ve Tarikat> konularını görüşecekti... Bu olay 1983 yılını kışıyla, 1984 yılının sonbaharı arasında Ankara'da yaşandı. Hükümet üyesi bir başka bakan, kapıda kendisini bekleyen Emniyet Genel Müdürü'ne, "Çok kızdılar, hemen Atatürkçü bir genelge yayınlayalım" dedikten sonra köşkten uçar gibi uzaklaşacaktı. "İrticai faaliyetler" gündemiyle toplana M.G.K.' da asker üyeler, alınan önlemleri yetersiz bulduklarını söylediler... İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun kulaklarına dek kızarmasına neden olacak ağır eleştirilerde bulunmuşlardı. İçişleri Bakanlığı'nın "polis okullarında eğitim planlarının Atatürkçü düşünceyi esas kılan yeni bir içeriğe kavuşturulmasını isteyen" genelgesi o gün hemen yayınlandı. Genelgenin a sayfasındaki "polis okullarına yönetici olarak atanacakların bundan sonra Atatürkçü düşünceyi benimseyenler arasından seçilmesi" istemi eleştirilere haklılık kazandırıyordu. Seçilmeden devleti yönetenlerden bir kısmı (MGK'nın asker üyeleri), devlete şeriat aşılamaya çalışan seçilmişlere (hükümet üyesi bakanlara) karşı çıkıyorlardı... Asker üyelerin ağırlıkta bulunduğu bir kurulun "demokratik rejimlerde yerinin olmadığını söylemek" ayrı ve haklı bir eleştiriydi. Ama aynı kurulda Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ında irtica yanlılığı ile bir açıklaması olası değildi. Çünkü dindarlık bir inanışı, dincilik iktidar arayışını simgeliyordu... Bunu anlamazlıktan gelmek aymazlıktır.
"Ordunun rejim üzerinde gözetim mekanizmasının elinde bulundurması konusunda" mangalda kül bırakmıyorlar, <şeriatın rejim üzerinde gözetim mekanizmalarına sahip oluşu konusunda> hiç seslerini çıkarmıyorlardı.
Gel zaman git zaman. AB bu konuda kesin tavrını koymuş, ordu kışlasına çekilip, hapsedilmesini istiyordu... Yıl 2006! İrtica her gün biraz daha yaygınlaşıp, kayganlaşıyor, tutulamıyordu artık. Kayganlaşma ve de sızıntı kendini demokrat sananlarda yanına alarak; özgürlük adı altında akıp gidiyordu. Bu tür özgürlüğü, inanç özgürlüğü adı altında salt eğitim kurumlarıyla sınırlı kalmadı. Polis ve askeriyle tüm kolluk güçlerine sızıyordu.
CHP+MSP işbirliğinin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk, "askerliğini yapmamış imam hatip mezunlarının polis olabileceğine ilişkin" bir yönetmelik değişikliği hazırlatmıştı, fakat Danıştay'ı aşamamıştı. Asiltürk'ün yarıda kalan projesini Korkut Özal gerçekleştiriyor, çevresine topladığı Abdülkadir Aksu, Saffet Arıkan Bedük, Ali Sakallı, Bolat Bolatoğlu, Nusret Miroğlu gibi "takunyalı", yani 3T'li kadroyla iç güvenlikten sorumlu bir bakanlığı İslam'ın emri-ne sokmaya çalışıyordu. Bu konuda en büyük katkı Aksu'dan geldi. Adalet Partisi azınlık hükümeti bakanlığın atamalardan sorumlu genel müdür yardımcılığına getirildi. Bu zat ki;2006'nın İçişleri Bakanı'dır; Keçeciler ve Bedük'ün bir dediğini iki etmeden, gece-gündüz çalıştı...
Ve bir dönem milletvekili oldu Bedük. Bu günlere gelmek pek kolay olmadı. Geçmiş günlerin kredilerini kullanıyor Bakan.
Polis Okulu müdürleri tarikatçıydılar..Polis Akademileri'ne alınan Yüksek İslâm Enstitülü ve İlahiyat Fakülteli 77 kişi, bir yıllık eğitimden sonra İçişleri Bakanlığı'nda önemli kadrolara atanıyorlardı... O yıllarda; son atanan 99 kaymakamdan 44'ü imama-hatip kökenliydi. Bu yön-tem ile iç güvenliğin sağlanamayacağı apaçıktı. Turan Dursun'u Muammer Aksoy'u, Çetin Emeç'i, Bahriye Üçok'u anımsatan SHP'liler, yeni kurbanlar kim olacaktı sorunu gündeme getirdilerdi... Sonrası ortada. Bu aydınlarla kalmayıp listeye daha niceleri eklenecekti. Ne yazık ki Meclis tutanaklarına geçen bir yanıt verilecekti SHP'ye:"Sen olursun inşallah" diyecekti Ana-vatan Partili Cengiz Dağyar!..Evet Meclis'in duvarları bu sözcükle yankılandı... Bundan 83 yıl önce bile böyle yankılanmamıştı Ulus'taki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin taş duvarları...
<İçişleri Bakanlığı'nın artık "Atatürk'ün büstünü 10 Kasım günü vinç ile söktüren", "mülkiye müfettişiyken şeriatçı olduğu için görevden alına", "yıllar önce kapatılan zaviyeleri açan" , "Alevi köylerine inatla cami yaptıran" Çorum, Denizli, Konya ve Tunceli Valileri vardı.>
Bakan Aksu'nun; tarikat ve cemaat dünyasındaki yıldızı, bu nedenlerle o yıllardan, bugüne dek uzun süre hep parladı. Özal'ın, bugünlerde Erdoğan'ın en çok güvendiği "Müslüman Bakanlar" arasında yer aldı. Ne zaman Semra Hanım'ın İl Başkanlığı projesine 'Hayır!' dedi... İşte o zaman gözden yitiverdi. Çıkar çatışması Özal'ı "dinden imandan çıkaracak", Aksu ve arkadaşlarını "İslâm'ın cahilliye devrinin" döneklerine benzetecekti. Hakkında hazırlanan dosyalar basına el altından verilecekti.
Haberlere göre Aksu'nun <akçalı> işlerde de pürüzleri vardı; yakınlarına devlet ihalesi ikram ediyor, akrabalarına milyarlarca liralık teşvikler alıyordu... Doğru dürüst Türkçe konuşamayan, yabancı dil bilmeyen Aksu'nun korku veren yüzüyle, belki de İslâm'a daha fazla yararlı ola-cağına karar vermişti. ş bitse de o dönemin kat edilen yol küçümsenecek kadar değildi.
İkinci 'Rabıta Olayı'nda irticaının gemi azıya aldığı 1990 yılında yaşandı. Hacca giden bakanlık çalışanları, ister vali ister emniyet müdürü olsun en kısa süreçle yükselme olanağını buluyordu. Devlete birader Korkut eliyle hac engeli atan Rabıta örgütü görevleri başındaki on valiyi kutsal topraklara götürüp hacı yapacaktı...Salih Özcan ile bu hac olayı yaygınlaştı... (Bir zamanlar Ecevit'in DSP'de bakanlık yapan Hikmet Sami Türk bile bu yolla hacı oldular.)
Özcan İçişleri Bakanlığı'na bir yazı yazıyor ve Suudi Arabistan hükümetinin 10 valiyi hacca götürmek istediklerini iletiyordu. Aksu'nun açıklamasına göre, bakanlıkça o yıl hacı olması yararlı görülen valiler listesinde; Aslan Yıldırım, Atilla Osman Çelebi, Cengiz Bulut, Hasan Pakir, Ali Sakallı, Hüsnü Tuğlu, Şahabettin Harput, Metin İlyas Aksoy, Oğuz Kaan Köksal 2007'de İzmir Valisi, 1 Mart'ta Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atandı, M.Bahaettin Demirer yer aldı. İçişlerine mensup olmayan iki isim de; Kadri Kayhan ve Osman Aslan'ın Yargıtay üyeleri olduğu açığa çıkınca işin aslı anlaşıldı.
"İslâm'a uygun yaşamak" İçişleri Bakanlığı'nda artık parlak bir gelecek demekti. Hacca gitmek zordu. Ama oruç tutmayan, namaz kılmayan ya da bir kadeh rakı içmek için çalışanın yükselme şansı yittiği yadsınmaz bir gerçekti.
Başbakan Özal'ın "Benim memurum işini bilir" özdeyişi ile küçük memurların hacı statünü ulaşmaları için de bir çözüm bulunmuştu. Valilerin, Yargıtay üyelerinin devlet konuğu olarak ağırlandığı Suudi Arabistan'a <kasap> adı altında götürülen "yıllık izinli polis memurlarının" olduğu da saptanmıştır... Özal'ın verimli yönetiminin iktidarda kalma planları yapılıyordu.
Örneğin: Doğru Yol Partisi'nin yer altı ilişkileri olduğu saptanıp, ortaya çıkarılabilirse Özal İktidarının ömrünün uzayabileceği düşüncesi, İçişleri Bakanlığı Müsteşar Galip Demirel, Emniyet Genel Müdürü Saffet Arıkan Bedük'ün katıldıkları ünlü Kırıkkale toplantısında tartışıldı. Korkut Özal'ın başkanlık ettiği toplantıya ünlü isimler katıldı: Cahit Bayar, Vecdi Gönül ve o dönemin Gaziantep Valisi Aksu'da katıldı.
Bu dönemin en çarpıcı örneğini Bilecik Emniyet Şube Müdürü Günay Uslu verdi. Emniyet örgütünün <<Şeriat, cemaat, siyaset>> üçgeninin kararlarıyla yönetildiğini açıkladı. Dediğine pişman ettirildi. Hemen meslekten ihraç edildi.
Demokratik rejimlerde, hükümet düşürülecek boyuttaki savlar ünlü Milli İstihbarat Teşkilatı'nın raporunda <Din-ticaret-siyaset> ilişkilerinin ipuçları veriliyordu.
1990 yılında, Türkiye gazetesine yapılan açıklamada irtica suçlamalarını saçmalık olarak niteledi ÖZAL... Gelişmekte olan ülkelerin insanları arasında farklılıklar olacağını belirtiyor ve şöyle devam ediyordu;"Sakın bu farklılıklara bakarak yanlış fikirlere kapılmayınız. Onlara yaklaşınız ve yardımcı olunuz. Bu insanları irtica ve gericilikte suçlamanın saçma sapan bir sav olduğu inancındayım."

Kuleli 'deki Fethullahçılar: Basın açığa çıkarmıştı.33 öğrenci nurlu ufuklara yelken açıp okuldan uzaklaştırıldı. Bu sayıya daha sonraları Bursa Işıklar'dan 16, İzmir Maltepe'den 17 öğrenci daha ekleniyordu. 51 Öğrenci de aileleri tarafından okuldan alındı. Öğrenimleri yarıda kalıyordu. Soruşturmanın en önemli bulgusu, kuşkusuz, Kuleli'deki şeriatçı örgütlenmenin ardındaki grup olan Fethullahçılardı... Kısa bir süre önce dini <<toplumu yapıştıran bir zamk>> olarak gören Evren, TSK için-deki gelişmeyi "korkunç" olarak niteleyecekti .Çukurova Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada,
o güne değin askeri liselerde 813 öğrenci sızdırıldığını açıklayacaktı.
Yakalananlar, sorgulananlar ve yargılananlar her ne denli, kendilerin, "Fethullahçı" olarak tanımlıyorlarsa da;İzmir'in Bornova'sında vaazlar veren Fethullah Gülen, "Fethullahçılığı" ret ediyordu. İşim boyutu T.S.K.'ne dek varan bir uzantıydı... Aradan yıllar geçti. Her dönem böyle atılmalar oldu. En son 2006'da 36 kişiyi ihraç ettiler bu kurumdan.
Yeşil kuşak projesinden, FULLER raporuna uzanan <akıllara durgunluk veren> örnekleri ile, bu işbirliğinin kanıtları ileride, elbette sergilenecekti;İslâm'ın <<"milliliğinin" ulusal değil, uluslararası>> olduğu gözler önüne seriliyordu.
"İşine gelen Amerikan kaynaklı belgeleri öv, işine gelmeyen Türk kaynaklı belgelere söv" anlayışının en çarpıcı örneği, 1987 yılında yaşandı. Ordu kaynaklı bu belgede "irticai unsurlardan Nurcuların çalışmaları ve çeşitli devlet kademelerindeki Fethullahçıların Silahlı Kuvvetlere sızmaları konusunda yeni tasarı ve yöntemlerine karşı alınacak önlemlerden"söz ediyordu.
En sonunda büyük bir patlama olacak, bir zamanlar "Biz aynı dinin evlatlarıyız", "Dinimize sımsıkı sarılmalıyız" gibi sözler söyleyen Kenan Evren Paşa söylediklerini unutacak ve meydanlarda "Türkiye'de irtica var!"diye bas bas bağıracaktı... İşin en garip ve ilginç ve de tuhaf tarafı Turgut Özal'da Kenan Paşa'ya katıldığını açıklıyordu. Milli Savunma Bakanı Sefa Gi-ray:Türkiye'de bugün korkulacak tek şey irticadır!.. Diyordu...
Bir Gazete ve Başlığı:
Tarih 30 Ekim 1994, Cumhuriyet ve Ece Temelkuran..
"Özallar'a ABD'de Takunyalılar Derdik"
Hüdai Yavalar'a bir soru yöneltiliyor:
-Türkiye'yi temsil etmek üzere ABD'ye gönderilen temsilciler nasıl karşılanıyor?..Yavalar yanıtlıyor:
-Elçiliklerin koridorlarında sakallı adamları tespih çekerek dolaştığını görüyorsunuz. Bizim bir görevimiz de bunları uyarmak. Bazen en üst düzey bürokratlar bile böyle davranıyorlar.
Örneğin Özal ailesi ABD'de yaşarken "takunyalılar" diye söz ederdik ve kimse onlarla konuşmazdı. Daha sonra Ahmet Özal Dünya Bankası'nda babası sayesinde çalışmaya başladığında arkadaşlar edindi. Sonra da arkadaşlarını Türkiye'ye getirdi ve hep beraber bu ülkeyi soymaya başladılar.
Türkiye'nin ekonomik krizi ve kökten dinci hareketler ABD basınına ayrıntılı bir biçimde yansıyor. Geçen hafta Wallstreet gazetesi Başbakan Tansu Çiller'i manşet yaptı ve Türkiye'de 10 yıl yeşil İslâm bayrağının dalgalanacağını yazdı. İstanbul Anakent Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan'ın yağmur duasına çıkması, fotoğraflı olarak <<Yağmur böyle yağıyorsa neden Suudi Arabistan çöl?>> diye bir soruyla yanıtladı.
Başbakan Çiller, ABD'ye çok güveniyor, ama ABD kamuoyu anlattıklarınıza göre aynı fi-kirde olmasa gerek. Yani büyük ücretler karşılığı Türkiye'nin tanıtımı için hizmet veren firmalar pek işe yaramıyor.
Yavalar:
-Çiller, ABD'de çağdaş bir bayan olarak tanınıyordu. İnsanların merak ettiği; Çiller'in neden <<Ezan bayrağımızdır>> dediğidir. Bütün milletvekilleri, yerlerini korumak için dini kötüye kullanıyorlar. Atatürk'ü eleştirerek işe başlıyorlar. Buna ikiyüzlülük derler; çünkü bugün Türkiye'de tartışılabiliyorsa bu, Atatürk'ün kurduğu rejim sayesindedir. Bu rejimi korumakla görevli insanlar, her fırsatta Atatürk'e ve rejime ihanet ediyorlar. A.B.D.' deki destekçilerimiz bile artık Türkiye'nin Atatürk'ün ülkesi olmadığını söylüyorlar.

Kirli Savaştan, Sinsi Savaşa...
Sefa Giray: 83-90 yılları arasında 17'si subay, 97 astsubay olmak üzere toplam 114 kişinin irticai çalışmaları nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ilişkilerinin kesildiğini açıklıyordu.
Oysa 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 yılları arasında T.S. Kuvvetleri'nden uzaklaştırılan 1011 subay, astsubay ve askeri öğrencinin neredeyse tümü <<SOL>> görüşlüydü.
1990 yılında ve 2006 yılında herkes, hep bir ağızdan irticadan söz ediyordu... Bu yıllar arasında herkes bu konuda uzakta bulunuyordu. Ama bir eylem yoktu. Hepsi sözde kalıyordu.
Korgeneral Cemil Mete de bunlardan biriydi... Şu açıklamalarıyla entelektüel İslâmcıların canını sıkıyordu:"Milli Eğitim ve İçişleri Bakanlıkları kadrolarıyla yetinmeyerek orduya gerici ve yobazları sızdırma çabaları ısrarla sürdürmektedir. İşin ilginç yönü irticaya arka çıkan bazı kendini bilmezlerin laikliğin boğazlanmasında orduya ve diğer Atatürkçü güçleri kendi desteklerinde göstermeye özenmeleridir."

Türkiye'deki 29 üniversitenin hazırladığı raporda M.E.B. Avni Akyol'un sistemini eleştirerek, şeriat tehlikesinden söz edeceklerdi. Anlaşılması en güç uyarı ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Yalım Erez'in Başbakan Yıldırım Akbulut'a yaptığı irtica uyarısıydı. Erez'in bu eleştirisini Akbulut, "Dinin iyi öğretilmesinden yanayım, aksi halde dinimizin geleceği tehlikeye düşer" yanıtını veriyordu... Başta ANAP içerisindeki takunyalılardan ve ülkenin tüm şeriatçılarından, aklı sıra puan toplamaya çabalıyordu. Bir başka önemli yanı ise; Yalım Erez'in bir dönem Başbakanlık yapmasıydı.1993 yılında ekonomi Prof. Tansu Çiller oturacaktı koltuğa. Ekonomiyle uğraştığı günlerde söylediklerini unutuveren Tansu Hanım, Şura'nın gündemin-deki "irticai çalışmalara katılan 40 silahlı kuvvetler çalışanının durumunun görüşülmesi" maddesine bir türlü akıl erdiremiyordu. Namazında niyazında insanların, "minarelerinden eksik etmemeye söz verdiği ezan sesini" dinlemelerine "nasıl irtica denirdi" anlayamıyordu... Zaten bu hanım hiçbir şeyi anlayamamış ülkeyi batağa götürerek ekonomi bilgisini de özümseyememişti.
Refah Partisi'nin ideologlarının, bu işi alarak kodladıkları "Adil Düzen" diye şifreledikleri şeriat bir istek olarak, her gün biraz daha ağırlık kazanıyordu..Bir kandırmaca mıydı bunlar?
Milli Nizam Partisi'nden beri, solu yıkmak amacıyla devlet tarafından korunup kollanan İslâm' i hareketin, günün birinde orduyu ve polisi de içine alacak biçimde yaygınlaşacağı hiç hesap edilmemişti. Örneğin; T.S.K.' de Atatürkçü görüşleriyle ünlü Milli Güvenlik Kurulu'nun Genel Sekreteri Refet Ülgenalp Paşa;12 Mart'ta MNP'nin kapatılmasına karşı çıkmış, parti yöneticilerinin yargılanmalarını önlemişti. Erbakan ve arkadaşları 12 Mart yönetiminin sola karşı can simidi olacaklardı. Muhsin Batur ve Turgut Sunalp paşaların da İsviçre'ye gidip, solun yükselişini önleyeceğine inandıkları savlar bugüne dek yalanlanmış değil.

Refah Partisi'nin Orduya Bakışı:
"Ordunun Atatürk tabusu olmayacaktı. İnançlı kişilerden oluşacak birleştirici harcı R.P.'nin programı olmalıydı. Ordu ABD ve Avrupa etkisinden kurtarılmalı ve mutlaka NATO'dan ayrılmalıydı. Kurulması düşünülen İslâm Ülkeleri Birliği'nin uluslar arası caydırıcılık gücünün temelini, T.S.K. oluşturacaktı... Ve ordu, darbeci geleneğinden kurtulacaktı." Refah Partisi'nin 4.Olağan Kongresi'nde beklenen gerçekleşecek; Atatürkçü kimlikleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yıllarca hizmet veren 35 emekli subay büyük gürültülerle partiye katılacaklardı.
Değerlendirmeler çok değişik oldu. Kimine göre "kontrgerilla Refah Partisi'nin içine sızmıştı" kimine göre ise "katılımlar bir Faisal Finans düzenlemesiydi."Oysa Erbakan hoca, bu yargıları bir kalemde silecek kadar usta bir politikacı olduğunu "Atatürk sağ olsaydı, oyunu bize verir-di" diyerek kanıtlayacaktı.
Ordusu, polisi, öğretmeniyle devlet kuşatmadaydı. Tarih boyunca şeriat yanlılarının hep ilgi odağı oldu. Ordu böylesine somut gelişmeler olmasına karşı kapılarını bu "sinsi" güce kapatacak eylemlerden uzak duruyordu... Yalnızca öğrenci alımında imam-hatip okulları giremez diyerek gazete ilanlarındaki duyurularla yetiniyordu... Ama bunlar her şeyi yapabilecek güce ve akla, mantığa sahiptiler. Küçük bir düzenlemeyle imam-hatip sözcüğü elverişli hale sokulabilirdi oysa. Bu olanak içindeydi.
Polis müfettişleri "söz konusu kişilerin eylemlerinin, disiplin yönünden meslekten uzaklaştır-mayı gerektirdiğini" söyleyeceklerdi. Yargı yönünden ise haklarında Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı'na suç duyurusu yapılmasını isteyeceklerdi. Konu bu kadarla da bitmiyor soruşturmayı yürüten müfettişlere gözdağı veriliyordu. Türkiye'nin laik yapısını savunan polis müfettişleri, yaptıkları bu soruşturma nedeniyle yargı karşısına bile çıkarılıyordu. Ama sonuç, şeriat yanlılarının beklediği gibi olmayacak "müfettişlerin görevlerini yansız olarak yaptıkları"
Emniyet Genel Müdürü;günümüzün Doğru Yol Partisi Genel Başkanı; Mehmet Ağar tarafın-dan açıklanıyordu. Ağar, soruşturmayı konu edilen suçların"af kapsamına girdiğini" ve dosyanın bu nedenle işlemden kaldırıldığını söyleyecekti!
Orduya, polise sızmayı başaran yargıyı boş bırakacaklarını düşünmek iyimserlik olurdu...
Adalet Bakanlığı merkez örgütüne tam 32 bin kişi alınmıştı.1983'ten başlayarak 90'lı yıllarının başlarına dek bakanlığa alınan her 3 kişiden biri "Türk-İslâm Sentezi"nin kurbanıydı.
1987-1991 yılları arasında 330'u imam-hatip kökenli olmak üzere 1700 savcı ve yargıç alındı. Siyasetin özü şuydu: Tespih, seccade ve cami... Din ile iç içe bir siyaset, devlete git gide bir "din devleti" olma niteliğini kazandırmıştı. Siyasal ortam her gün biraz daha dini zorlayarak, din temeline oturtulmaktaydı... Bu hesap ve öyküler ta 2002 yılına dek sürdü. Ve iş gerçekleşti. Tespih, takunya, takke, seccade ve cami ile suçlanarak görevinden alınan "DİNDAR" subay örneği yoktu. Ama "dinci" askerlerin şeriat amaçlarını ortaya koyan somut örneklerde çoktu.
Faik Türün (12 Mart dönemi İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı), Ali Fethi Esener, Nuri Kayra,
Hasan Sağlam. Sami Karamısır, Osman Başbuğ gibi namazında niyazında askerler dindar kimlikleriyle ordunun üst kademelerinde bulundular.
Laiklik konusundaki yorumlarıyla (Bir ara devrimci Prof. Toktamış Ateş hocayla kol kola TV programı sundular) ya da Mustafa Kemal Atatürk hakkındaki görüşlerini ayakta alkışlanan Müslüman yazar Abdurrahman Dilipak'ı anlamamakta direniyorlardı. Dilipak'ın açık açık tanımladığı 'şeriat düzenine, özgürlükçü anlamalar, uzlaşmacı işlevler yüklüyorlardı. Özetle Dilipak: "İslâmcı demokrasiyle, liberalizmle, rasyonalizm ile açıklayamayız. İslâm demokrat değildir, rasyonalist de değildir. İslâm'ın kendi değerleri, kendi ölçüleri vardır... Dinde zorlama yoktur, fakat İslâm'da vardır. Bir insan bu sözleşmenin altını imzalamışsa ve bunlara uymuyorsa cezalandırılır... Örneğin Müslüman kadın başı açık gezemez, alırsın cezalandırırsın. Müslüman olduğunu söyleyen bir kişi oruç yiyemez. Her çocuk 18 yaşına gelince (yani reşit olunca) dinden çıkabilir. Ama bu insan, bu hakkıyla ilgili süre geçtikten sonra dinden çıkarsa öldürülür"Bu korkunç bir şey... Kişiler üzerindeki din baskısı ve seçeneğin anne babasında bulunması, o bireyin tüm özgürlüklerinin ve inançların ipotek altında tanrı adına güdülendirilmesi...
Çağdışı ve uygarlık dışı uygulama yöntemleri. İşte İslâm'ın düzeni!
Başka bir gerçek; din, ticaret ilişkilerini belgelemek açısından, kendi deyişleriyle "cemaatin en çok yoğunlaştığı olan, modern eğitim kurumları" yaklaşımının 'Türk Lirası' açısından ne anlama geldiği kolayca anlaşılıyor... Soruna 'mark ve dolar' son günlerde ise 'avro' açısından bakıldığında ise Türkiye'nin ve Türk dünyasının en parlak beyinleri hangi amaçla yetiştirildiği açığa çıkıyordu.(...)
Askeri sınavları kazanan öğrencilerin sağlık muayenelerinde çürük çıkarak askeri liseye kayıt haklarını kaybetmemeleri için her yolu denedikleri, hatta muayene kâğıtlarındaki fotoğrafları değiştirerek ve sahtekarlık yaparak, sakat öğrencilerin yerine sağlam öğrencileri muayeneye sokup sağlam raporu aldıkları; hafta sonlarında bunları arkadaşlarıyla 4-5 kişilik gruplar halinde, belli yerlerden arabalarla alıp, İzmir'de Hatay, Balçova, Bozyaka ve Yeşilyurt gibi semtlerde bulunan cemiyet mensubu kişilere ait evlere ve Basmane'deki (...) adlı ticarethanenin üst katındaki odaya götürüp yemek yedirdiklerini, video ve bilgisayar oyunları ile hoşça vakit geçirmelerini sağladıkları, daha sonra da dini konularda filmler izlettirildiği saptanmıştır.
Onlar Kuran'dan başka anaysa tanımazlar. Hem demokrattırlar, hem de tarikatçıdırlar... Siyaset bilimi açısından demokrat olmalarını bir yana bırakın, görünmeleri bile olanaksızdır. "Çünkü gerçekten Nurculuğa göre <devletin resmi dini bulunmalı>, hükümet şeriatın koruyuculuğunu yapmalı, anayasa Kur-an olmalıdır. Devlet yönetimi de bir 'ulema' heyetine bırakılmalıdır./Başbakan R.T. Erdoğan'ını 2006'da dediklerini anımsamamak elde değil. S.G./
Bu bakımdan Said Nursi'ye göre laiklik ilke olarak koyan cumhuriyet anayasaları, şerit esaslarına aykırıdır."
Şu ana konuyu hiçbir zaman düşünce ardı etmemek açısından çok önemlidir:
Bu tür insanlar her kılığa girebiliyor, her tür olanağı kendilerine artı puan olarak yararlanabiliyorlar. Aydın kesime ayrı konuşuyorlar, hoşlarına gidecek terminolojiyle yorumları yapıp, onlardan yana olduklarını "takkiye" ile anlatıyorlar, diğer insanlara bir başka konuşup, aydınların onayının olduğunu bile öne sürüyorlardı. İşin açıkçası kelebek gibi süzülüyorlar, arı gibi pike yapıp sokuyorlardı. 1993 yılında bir kez daha ortaya çıkarıldı ki Harp Okulları Yasa Tasarısı'nı görüşen T.B.M.M. Milli Eğitim Komisyonu'nda başlangıçta her şey normaldi. Tasarının harp okullarına alınacak öğrencilerle ilgili 37.maddesine komisyonda yapılan bir eklemeyle, okul kapıları imam-hatip lisesi mezunlarına açılıverdi. CHP ve SHP'liler şaşkın bakışlarla onlarda kabul etti... Demokrasinin dayanılmazlığıydı. İmamlardan vali olabiliyorsa, subay neden olmasındı.
Şeriat isteyenler; kendi çevrelerine "demokrasiyi uygulamaya kalkmak, Allah'a karşı harp ilan etmektir" diyorlar; müritlerine " demokrasiyi bir küfür düzeni" olarak tanıtıyorlardı.
Ülke her geçen gün biraz daha; bir yandan İslâm ülküsünün pençesine düşmekte, bir yandan da Suudi sermayesinin "cazibesine" kapılıyordu (doğaldır ki bireysel olarak). İdeolojiye; dolar, siyaset, mark karışacak; kimin eli kimin cebinde olduğu, asla anlaşılmayacaktı. Suudi, şeriat sermayesinin birlikteliği tarikat/ cemaatler aracılığıyla Türk ekonomisine sızması "Özallar'ın mukaddes milyarları" örneğinden başlayarak, "Erbakan'ın kaynakları" ya da emekli vaiz (SSK' dan) Fethullah Hoca Efendi Hazretleri'nin kurs, okul ve vakıflar ile açıklanabiliyordu. Suudi sermayesi de her ne denli <yabancı sermaye> hukukuna bağlı olarak ülkeye giriyorsa da
Özal'ın sorumlu olduğu ayrıcalıklara tez kavuşacaktı.
Özal'ın Suudi sermayesini kayırması, Osmanlı'nın Avrupalı güçlere sağladığı <<Kapitülasyonlar>> ile eşdeğerdi. Turgut Özal'ın imzaladığı kararnamelerle de Suudiler karşısında Türk rakiplerini 2. sınıf kuruluşlar durumuna getirecekti. Uzanan sermaye zincirinde ticaret - tarikat - siyaset ilişkilerinin kötü örnekleriyle ülke, bu kez şeriatın kıyısına getiriliyordu. El Mecelle Dergisi;"İslâm adına kendi ideolojisini bölge ülkelerine ihraç etmeyi sürdüren İran yönetiminin, 1980-1882 yılları arasında 14 milyar dolar (yaklaşık o günün parasıyla 500 trilyon) harcadığını, öne sürüyordu. (14.000.000.000 x 1.500.0000=21 katrilyon, günümüzün dolar kuruyla çevirisi. Tarih:8.Mart.2007)
Sermaye ve yatırım açısından Nakşi Nurcu yani <<2N>> kapışmasının perde arkasında Turgut Özal'ın kardeşi "biraderi" Korkut Bey'in önlenemeyen yükselişi yatıyordu..Allah onlar yürü yaa kulum demişti bir kez. Doğaldır ki, 21 katrilyondan pay almak isteyenler olacaktır...
Sonuçta iş silahlanmaya dek gidecek, hem pay almada, hem kazanılanı korumada, Özal'ın çıkardığı yasa ile herkes silahlanacak ve pastanın peşine düşecekti... Kaçınılmaz güdülenmenin sonuydu.
İlginç bir konu da şudur:
Turgut Özal ANAP'ı /Ana Vatan Partisi/ kurmaya karar verdikten sonra ilk yurt dışı gezisini < Suudi Arabistan'a> yapan Özal; İslâm Kalkınma Bankası, İslâm Konferansı Sekreter yası ve Dünya İslâm Birliği yöneticileriyle görüştükten sonra Cidde'den New York'a uçmuştur. Bu uçuş ulus için önemli bir uçuştu (!)
Korkut Özal, Eymen Topbaş (Kadir Topbaş adını da anımsayalım bu arada) ailelerinin bir sermaye grubu olarak örgütlenmeleri, ANAP' a ekonomik destek sağlamakla sınırlı kalmamıştı. Oluşturdukları vakıflarla dini ideolojiyi yayma görevini üstleneceklerdi. Üç vakıf kurmuşlardı. Her 3 vakıf da kuruluş amaçlarını "mescit, cami ve Kur-an kursu açmak; dini ve milli gün ve gecelerde dini toplantılar yapmak; ilmi, dini ve milli araştırmalar yapılmasını teşvik ederek din eğitimini özendirmek ve elbette vakıflar adına ticari alanlarda faaliyet göstermek" olarak açıklanıyordu... Suudi Arabistan'dan ya da İran'dan gelen 14 milyar dolar bu yöntemlerle pay etmekti diğer bir amaç. Pasta büyüktü!..
Nakşilerin önlenemeyen yükselişi Nurcuları harekete geçiriyor, onlar da "şeriat amaçları İçin harcayabilecekleri paranın peşine" takıldılar..14 milyar dolarda Nurcuların da gözü vardı...
Dincilerin <sinsi savaş> taktikleri gündemdeydi. Bilinçli olarak şu sorular etrafında savlarla İlgili çalışmalar başlatıldı: Allah var mı yok mu?.. ya da evrenin gizi özü ne gibi inanç özgürlüğüne yönelik tartışma öngörüyordu.
27 Mart yerel seçimlerinden sonra yaşamı cehenneme çeviren <din-siyaset> ilişkilerini yorumlamaktan uzak duran demokrasi güçlerinin; dincilerin sinsi savaş taktiklerini anımsamaları gerekiyor. Çünkü meydanlarda şeriat için, bir değil, on tane kelle feda eden siyaset konuşmaları yapılıyor; parlamentoda "şeriata geçişin kanlı mı, kansız mı olacağı" tartışılmaya başlandı.(...)
Ya katlanacağız, ya savaşacağız önerisinin Müslümanlar değil din devleti kurmak için *sinsi savaşı*sürdürenler olduğunun bilinmesinde yarar var.
Kısa etekten, tesettürsüz kadından, sakalsız erkekten, kılınmayan namazdan, tutulmayan oruçtan, uyulmayan din kurallarından ve belki en önemlisi "eleştiriden tahrik olmak" ciddi bir
<psikolojik tedavi> gerektiriyordu. Her şeyden tahrik oluyor, kırıp döküp yakıyorlardı.(Başbakan' ın son günlerdeki çizgisini tanımlıyor. S.G.) Tahrik oluyor öldürüyor / Kahramanmaraş 1979/, tahrik oluyor yakıyor/ Sivas 3 Temmuz 1993, tahrik oluyor dövüyor / Kanlı Pazar 1969/, sonra da masum pozlarla uzlaşı arıyorlar.
Kendi siyasal ortamlarında umduğunu bulamayan, çıkar düşkünü birkaç eski solcunun ar-kasından dolaşıp şeriata puan kazandırmada başarılı olan bu su kurnazları örneğin; antidemokratik olduğu için Milli Güvenlik Kurulu'na karşı çıkıyorlar, ama "Kur-an emrettiği için" gözlerini kırpmadan insan öldürüyorlardı... Unutmayalım domuz bağlarıyla öldürülüp gömülenleri.
Dünyada Katolik'ten, Ortodoksu'na kadar hiçbir Hıristiyan, İncil'i iktidar yapmak için savaşmıyor. Ama kendisi çok akıllı sanan İslâm düşünürleri Kuran, bir din devletinin anayasasıydı. Çünkü düşünürlere göre, İslâm günün koşulları gereği bir devlet dini olarak doğmuştu.
Günümüz koşullarında, katı kurallarla bezenmiş bir dini; kişi ile Allah arasında inanç ilişkisi biçiminden çıkarıp; bir siyaset aracına dönüştürmek için <yalan> gerekiyordu.
"Özal'ın değişim dönüşüm adı altında yaptığı akıl almaz işlerden birisi de belki en önemli-si '2.Cumhuriyet' prensibiydi. Kemalizm'e dönük en tutarlı eleştirilerin Türkiye solundan geldiğini unutan, bir takım siyaset meraklısı eski solcuyu peşine takan Özal'ın, bu boyutta bir tartışmayla karşılaşması, elbette bir rastlantı değildi Bir yandan <hür teşebbüs, hür düşünce ve yenidünya düzenine> dayandırdığını söylediği projenin kendisinin olduğunu söylüyordu.
Ama öte yandan da İslam' i şiddetin mimarı Nakşîler ve Atatürk düşmanlığının simgesi Süleymancılarla birlikte yeni siyasi oluşumlara yelken açıyordu."
Kemalizm'in "miadını <sürecini> doldurduğu", "Özalizm'in" yıldızının parladığı sanılı-yordu. Atatürk Cumhuriyeti'nin işlevini bitirdiği, ülkenin Özal Cumhuriyeti'nin omuzları üzerinde yükseleceği düşleniyordu. İstiklâl Mahkemeleri'nin darağaçları eleştiriliyordu. Ama, 2. Cumhuriyetçi Özal'ın askeri hükümetteki başbakan yardımcılığından başlayarak 50 idamda parmağının olduğu unutuluyordu."Tevhidi Tedrisat" eleştiriliyordu. Ama ilkokul çocuklarının ellerinden tutup tek sıra Cuma namazlarına götürülmeleri kimsenin umurunda değildi.
Laik düzenin din ve vicdan özgürlüğü üstüne getirdiği baskılardan yakınılıyordu. Ama cezaevleri düşünce suçlularıyla dolduruluyordu!
Bu ölçütlerle 2.Cumhuriyetçi Özal'ın özelinde bir tarikatçı refleks olarak ortaya çıktığı görülüyor. Destekleri ve ittifakları alındığında ise, bir şeriatçı özlemle beslendiği gözleniyordu.
Şeriat yanlılarının 2.Cumhuriyet'e olan büyük ilgileri, Kur-an kuralarındaki parmak kadar çocuklara ettirdikleri "Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşacağıma" yeminiyle başlıyordu.
2. Cumhuriyet Özal için bir "kurtuluşu", aklı başında ve toplum bilimci yandaşları için ise bitmeyen bir kini anlatıyordu. Ankara'da birçok devlet dairelerine postalanan <<Mustafa Kemal'in Din Aleyhinde Yaptığı İnkılaplar (melanetler)>> başlığını taşıyan broşür / el ilanı/ bu tarihi kinin kökünü aydınlatıyordu.
98 maddelik el ilanı, ister istemez, hikmeti kendinde saklı 2.Cumhuriyetçi bilim adamlarının "resmi ideolojimiz iflas etmiştir" ya da "Kemalizm fiilen ölmüştür" gibi yazılarını anımsatıyor. İslâm' i düşünür sıfatlı <<yalaka>> şeriatçısının ise "Kemalizm'in Sonbaharı" makalesini çağrıştırıyor. Üç aşağı beş yukarı aynı şeyler yazılıyor. Kemalizm'in yorumunda hem fikir olunuyordu.
T.B.M. Meclisi'nin çalışma saatlerini oruç ve namaz saatlerine göre düzenleyen önergeler tartışılıyordu. Ordudan, polisten, üniversitelerden tekbir sesleri yükselmeye başladı. Yerel yönetimler, en baba sosyal demokratlar bile tarikat ve cemaatler arasında paylaşılacaktı. Eğitim ve öğretim kurumları her gün biraz daha dinselleştirilerek su yüzüne çıkacaktı. Şanlı Sivas kıyamı yaygınlaşacaktır çağrısına kulak tıkayan savcılar; ki bunlar imam savcılardır; yargıçların gücü; yazarlara, şairlere, bilim adamlarına yetecekti.

Savaşımız, ülkemizde yaşayan insanların temel hak ve özgürlüklerinin tümüyle birlikte
Birey olmalarını sağlama savaşıydı... Duyurulur!...

Laiklik: Bitmeyen Savaş!
(İslâmcılık Cereyanı II-Tarık Zefer Tunaya, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları)

Türk devriminin temel ideolojik-ülküsel-prensibi olan LAİKLİK, daha başlangıçta irticanın ve temsilcilerinin reddi olayına dayanmıştır. 1945 tarihine değin, gerici çevreler, tarikatlar ve muhafazakâr-tutucular-aydınlar, Cumhuriyet şekline ve laiklik, devrimcilik prensiplerine karşı devamlı ve açık bir kampanya açamamışlardır.
Bununla birlikte, yeni devlet şekline karşı beslenen esli kinin, birkaç yıl ara ile, silahlı hareketler halinde ortaya çıktığı görülür tarih sürecinde... Bu olayların hepsi de "din adına" İslâm dinini, teokratik devlet şeklini savunma amacı ile yapıldıklarını savlamışlardır.

Laik ve Devrimci Cumhuriyet'te Saldırılar:

Menemen Olayı (1930):
Olay 1930 yılının 22 Aralığında patlak vermiştir. Nakşibendî tarikatı mensubu Derviş Mehmet ve beş arkadaşı tarafından düzenlenmiştir. Menemen'de Derviş Mehmet kendisini Mehdi Resûl ilan etmiş ve halkı din elden gidiyor diye ayaklandırmış, Asteğmen Kubilay tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Kubilay teslim olmalarını istemiş, Derviş, arkadaşı Şam'dan Mehmet'e emir vererek, arkasındaki kalabalıktan da yüreklenerek, asteğmeni öldürmesini istemiştir. Tekbir sesleriyle öldürülen Kubilay'ın başı testere ile kesilerek, bayrağın ucunda
halka gösterilmiş, kanı Derviş Mehmet tarafından içilmiştir.

Bursa'da Arapça Ezan Olayı (1933):
1933 yılının Şubat ayının ilk gününde meydana gelmiştir. Nakşibendî tarikatına mensup Kozanlı İbrahim ve arkadaşlarının düzenlemesidir. Öğle namazından sonra; İbrahim ve arkadaşları "Dinini seven bizimle gelsin" uyarısında bulunmuşlardır. Biriken alabalık, ayetler okuyarak, gürültülü bir yürüyüşle Evkaf Müdürlüğü'ne gitmişlerdir. İbrahim ve arkadaşları Evkaf
Müdürü'ne irticaının zamanının şartlarına bürünen sorusunu yöneltmişlerdir. Başka yerlerde Arapça ezan okunurken, Bursa'da niçin Türkçe ezan okunuyor? Müdür İl emri yanıtını verince, kalabalık vilayet konağı önüne gitmiştir."Zabıta"kolluk güçleri olay yerine gelerek, kalabalığı dağıtmış, önderlerini yakalayarak adalete teslim etmiştir.

Siirt'te Şeyh Halit ve Oğlu Abdülkuddüs'un Serüveni (1935):
Beşiri ilçesinin Kayıntar köyünde oturan Halit kendisini Nakşî Şeyhi ilan ederek küçük bir grup toplamıştı çevresine. 1935 yılının Aralık ayında, müritlerini Eruh ilçesinin bazı köylerine
Propaganda yapmaya yollamıştı. Müritler, gittikleri yöre halkını Şeyh Halit'de boyun eğmeye, Mehdi olarak tanımaya zorlamışlardır. Halk bunlara inanmayınca, halktan bazılarını öldürmeye ve yaralamaya başlamışlardır. Devlet bu garip olayı ve eylemi bastırmıştır.
Serüvenin ikinci bölümünü Halit'in oğlu Şeyh Kudüs üzerine almıştır. Devlete kızarak dağa çıkar, şeyhlik ve tarikatçılık hareketine başlamıştır. Devrim hükümetinin kolluk güçleri peşine düşmüş, o da Suriye'ye kaçmaktan başka çözüm üretememiştir.

İskilip Olayı (1936):
Menemen Olayı'ndan sonra, irtica hareketlerinin en önemlisi sayılan bu olay 1936 yılı Ocak ayında İskilip'te yaşanmıştır. Kahramanı Nakşibendî tarikatından Kayserili Ahmet Kalaycı'dır. Amacı, destekleyenleriyle Nakşi tarikatını yaymaktır. Ahmet Kalaycı' ya göre, namaz ve oruç farz değildir. 40, 70, 90 günlük oruç sistemi geliştirmişlerdir. Nakşî Şeyhi ilahi bir karaktere sahipti. Ona tapmak gerekiyordu. Bu İskilip Eylemi kısa bir sürede bastırıldı.
1923'ten 1945'e değin, laik ve demokratik Cumhuriyet' e yapılan bu saldırılar hep din adına yapılmış ve dinin harekete geçme savına dayattırılmıştır. Girişilen bu tür eylemlerin ortak paydadaki özellikleri anarşi, ayırıcı ve son derece ilkel düşüncelere dayandırıldıkları için gericidirler. Ayrıca bu tür eylemlerin ülke dışından desteklendiği gün gibi ortadadır...
Bu örnekleri vermemizin asıl nedeni de budur.29 Ekim 1923'ten 31 Mart 20073 dek uzanan süreçte eylemlerde hiçbir farklılık olmamış, düşünce aynı, fakat eylemi gerçekleştirenler
Farklı insanlardır... O düşünceyi günümüze aktaranlarda... Bir bakıma çağdaş görünüm ve düşüncesi altında çağdaşçılığı allayıp pullayıp demokratikmiş, düzgün bir düşüncenin ürünüymüş gibi sunulmaya çalışılmıştır.
Türk Devrimi'nin yobazlığa, gericiliğe, hatta tutuculuğa karşı kesin davranışlara sahip olduğu gibi, bir devirde oylarına gereksinim duymadığı çevrelere karşı aldığı önlemler bu biçim
eylemlerin hızla bastırılmasını, açık ve geniş propaganda çalışmalarına fırsat vermemelerini
siyasi yaşama karışmamalarını sağlamıştır. Çok partili sisteme geçildiğinde durum çok farklılaşmıştır.
1946'da faaliyete geçen Ticaniler, T.B.M.M. içinde Arapça ezam olayını bilerek çıkarmışlardır. Bu dönemin ilk irtica gösterisini yapmışlardır. Ama caddelerde, mahkeme salonlarında tekbir getirme, tarikat bildirisi dağıtma, ayinler düzenleyip çalışmalarına yenisini eklemişlerdir.
Atatürk'ün heykellerini kırmak!..
Bu karşı devrim eylemleri 1951 yılında sıklaşmıştır. Bu eylemlere karşı çıkarılan "Atatürk Yasası" gereğince;25 Temmuz 1951:Kemal Pilavoğlu mahkemeye verilmiş ve 15 yıl ağır
hapse mahkum edilmiştir. Tarikat da bu tarihten sonra açık çalışmalarını askıya almıştır.

Malatya Suikastı-Bilerek adam öldürme eylemi-
Eylem 1952 Kasım ayında meydana gelmiştir. Vatan Gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yal-man Malatya'da lise öğrencisi tarafından saldırıya uğramıştır."Suikast"ın ana nedeni Yahudi düşmanlığı ve Ahmet Emin Yalman'ın düşüncelerine karşı duyulan kızgınlık olarak açıklanmıştır. Bilerek adam öldürme eylemini yapanın davranışı, ayı zamanda 'İslâm Demokrat Par-tisi' programının, Yahudiliğe karşı yer vermiş olan 19.maddesine uygun düşmekteydi. Malatya eylemi günlerinde, Demokrat Parti Milletvekili, Hasan Fehmi Ustaoğlu <<Büyük Cihat>> dergisinde laik devlet düzenine karşı hıncını belirtmiş ve şu sonuca varmıştır. Türk milleti, Atatürk devrimlerine borçlu sayılmazlardı. Kamuda hayli tepki uyandıran bu yazı, devrimci çevreler tarafından protesto edilmiştir.

Şeyh Sait Ayaklanması
(Cumhuriyet' ten Günümüze Gericilik III-Çağlar Kırçak Cumhuriyet Gazetesi Yayınları)
Şeyh Sait olarak bilinen Kürt Ayaklanması 11 Şubat 1925'te eski adı Genç olan Bingöl' ün Piran köyünde başladı. Ayaklanmanın başında Şeyh Sait adında yobaz bir serüvenci vardı. Bu kişi o güne dek kimi olaylara karışmış ve 1914'te aynı bölgede baş gösteren ayaklanmalarda yer almıştır. Nakşibendî Tarikatı'ndandı. Büyük koyun sürülerine sahip varsıl bir "Kürt Ağası"ydı. <Şeyh Sait Ayaklanması>, gerici dinsel söylemlerle yürütülmekle birlikte, ayrılıkçı bir hareketti. Ancak, gerici niteliği kuşkusuz yadsınamazdı. Atatürk ve çevresine göre ayaklanma iki yıldır çeşitli kollardan hazırlanan bir karşı devrim eyleminin başlangıcıydı... Yurt dışın-da bulunan Vahidendin ile İngiltere'nin eylemde parmağı vardı. Kadri adında bir kişinin Şeyh Sait'e yardımcı ve dinsel kurallara saygılı, dindar bir parti olarak tanıtıldığını... Çetin Özek İleri sürer.
Şeyh Sait'in Piran'da başlattığı ayaklanma hızla gelişti. Genç, Çapaçur, Palu ve Hani hükümet konaklarına baskınlar yapılarak buralardaki jandarmalar tutsak edildi.(...)
Başbakan Fethi Okyar baskılılar karşısında 25 Şubat günü Kâzım Karabekir, Rauf Orbay ve
Adnan Adıvar'ı çağırarak sıkıntılı bir biçimde şunları söylemek zorunda kaldı:
-Size partinizi kemdi kendinize dağıtmanızı bildirmeye beni görevlendirdiler. Dağıtmazsanız geleceği karanlık görüyorum. Çok kan dökülecektir.
Karabekir'in yanıtı ödünsüzdü:
-Yasalar çerçevesinde parti kurmak elimizdedir. Ancak bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir Hükümetsiniz, Her cins gücünüz, çeşitli araçlarınız vardır. Partimizi ille dağıtmak istiyorsanız onu yapmak elinizdedir.
Okyar üzgündü.
Nakşibendîlik Türkiye'de en çok etkinliği olan bir tarikattır. Laikliğe ve Cumhuriyet sistemine şiddetle karşı çıktıklarından azılı birer <<Atatürk>> düşmanıdırlar.

Fevzi Çakmak ve Hortlayan İrtica:
Millet Partililer 14 Mayıs 1950'de yapılacak seçimlerde Mareşal Fevzi Çakmak'ın onursal başkanlığa getirilmesini büyük bir kazanım olarak görüyorlardı, oy çıkarları doğrultusunda. Ama öyle olmadı. Çakmak 10 Nisan 1950'de ölüverdi... Mareşal'ın cenaze töreni tam bir irtica gösterisi oldu. Yobazlar, törenin disiplinini bozarak, komutanın tabutunu zor kullanıp, omuzladılar. Kortejde bulunan vali, yüksek rütbeli subaylar ve yabancı diplomatların her biri bir yana dağıldı. Tabut, binlerce yobazın arasında ve eller üstünde, sağa sola yalpalayarak caddelerden geçiriliyor, Eyüp Mezarlığı'na götürülüyordu... Ve ölümünden sonra Çakmak günümüzün bayrağı olmuştur.

İslâm Halkının Kalkınma Hareketi:
(Kaynak:31 Mart'ta Yabancı Parmağı D.Avcıoğlu)

Belge:3 <İslâm' i Kalkınma Hareketi ve Şeriatçıların Devleti Ele Geçirme Planları:
Bugün Gazetesi başyazarı, Suudi Arabistan ve benzeri ülkelerden yolladığı yazılarla harekâtlarının amaçlarını açıklamaktadır. Bunun için bir "Kurtuluş Savaşı" verilmektedir."Bugün" başyazarı, aşağıda okuyacağımız yazılarda, 1960'dan sonra bu yolda büyük yol alındığını ileri sürmekte ve devleti ele geçirme planlarını açıklamaktadır.
1.İslâmi Kalkınma Hareketi:
Zaman zaman çalışmalarımızın bilançosunu yapmamız lazım. Başarılarımız nelerdir, başarısızlıklarımız nelerdir?.. Yapılanlar ile "yapılması gerekenler" arasındaki açıklık nelerdir?
"Nihai zafere" kesin zafer ulaşmak için daha ne gibi gayretler sarf etmeliyiz?
Umumi genel stratejimiz; plan programımız; iş ve amel siyasetimiz ana hatlarıyla neler olmalıdır?..(....)Benim bahsetmek istediğim şey İslâm' i kalkınma mevzuu-konusu- ile ilgilidir. Evet İktisadi ekonomik, zirai tarımsal, mali, kültürel ve hatta bazılarına göre turistik kalkınma yanında elbette hiç de <<İslâm' i Kalkınma>> modeli olacaktır.
Laik olan devlet ve devletin emrindeki politikacılarımız bu dini kalkınma işine karışmayabilirler. Ama biz politika dışı ve üstü Müslümanlar pekâlâ bu işlerle meşgul olabiliriz...
(....) Türkiye'de bir İslâm' i Kalkınma Hareketi var mıdır? Vardır ve varlığı inkâr kabul etmez. İslâm düşmanı formasyonlar veya komünistler "irtica şahlandı... Gericilik aldı yürüdü"...diye feryat ederken, işte bu İslâm' i Kalkınma Hareketi'ne temas ediyorlar. İ.K.H.' nin hızlanmasına en fazla faydası dokunan hadise olay 27 Mayıs baskını olmuştur. Ecnebi yabancı gazetelerin de yazdıkları gibi, bu "devrim"in en hakiki-gerçek-gayelerinden biri de Menderes devrinde yarım yamalak da olsa İslâmiyet'e tanınan hürriyeti özgürlük boğmak ve İsrail aleyhine
Ortaşark'daki Ortadoğu İslâm milletleri ulusları yakınlaşmasını durdurmaktı.
(.....)
27 Mayıs'tan sonraki devrededir ki; bir İslâm matbuatı-basın-, bir İslâm kitap neşriyatı yayını-, bir İslâm milletleri marifçiliği Milli Eğitim, bir İslâm gençlik hareketi, bir İslâm kadın hareketi fikirleri muafikiyetle başarıya fiiliyat çalışma sahasına dökülebilmiştir.
27 Mayıs'ın kuvvetler düzeninde meydana getirdiği sarsıntıdan sonra, bugün Türkiye'de üç içtimai sosyal cereyan akım kalmıştır.
1-İslâmcılık
2-Komünizm ve sosyalizm
3-Atatürkçülük.
Bunlardan ilk ikisi dinamik ve aksiyoncudur. Üçüncüsü ise reaksiyon safhasına düşmüştür.
Zaten ikinci cereyan akım, üçüncüden (belki bir tatminsizlik sebebiyle) kopup ayrılmıştır. İlk iki cereyan akım devrimcidir.(İhtilal manasına anlamına değil, sosyal düzenin değiştirilmesi manasında.)Üçüncü muhafazakârdır. İkinci ile üçüncünün ittifakı veya bazı mefhumları beraberce istismar etmeleri veyahut da birinciye karşı düşmanlıkta birleşmiş olmaları, gerçekten birlik olduklarına delalet etmez.
Türkiye işte bu üç ideolojinin ülkünün savaş alanıdır.
Tarihçeden sonra, yarınki yazımda İslâm' i Kalkınma Hareketi faaliyetlerine kısaca ve eksik olarak devam edeceğim... diyor. Bir de not vermiş yazar: Yanlış anlamak isteyeceklere peşin cevap-yanıt- olarak derim ki, Türkiye'de İslâmcılık hareketi çok önceden vardır. Fakat geniş bir çıkış yolu bulamıyordu.27 Mayıs yıkımı ona bu meydanı sağladı. Birdenbire yayıldı, büyüdü ve gelişiverdi... <<Bugün, 19.6.1969 Mehmet Şevki Eygi>>

Demokrasi Memokrasi...
Celal Bayar'ın ve eski demokrat arkadaşlarının siyasi affı meselesinde sorununda demokrasi bir kere daha şapa oturdu. Azınlık, hem de çok küçük bir azınlık kaba kuvvet, güç, tehdidine başvurarak önledi. Devlet reisi başkanı de salâhiyetlerini yetkilerini aşarak onlardan yana çıkınca siyasi çevrelerde büsbütün şafak attı...
27 Mayıs ihtilalinden beri hep böyle oluyor zaten. Demokrasi, anayasa, temel hak ve hürriyetler... Falan filan diye cart curt ediliyor Sonra bir de bakıyorsunuz ki zinde kuvvetler işe karışmışlar: "Gerici milletin ve gericilerin temsilcisi olan hükümetin dediği değil, bizim dediğimiz olacak..."
Tabii demokrasi hapı yutuyor her defasında.
(....)Türkiye'de hiç demokrasi yok demiyorum. Bugün gazetesi çıkabiliyorsa, ben bu satırları yazabiliyorsam elbette birazcık demokrasi var demektir. Ama dikkat buyurun <birazcık> vardır. Evet, şu satırları yazabiliyorum, ama nerede ve nasıl? Şimdi şu anda Türkiye'den binlerce kilometre uzaktayım. Bulunduğum yerde 163.madde yok.
Memleketimde olsaydım, fikir ve inançlarımdan dolayı hapishaneye atılacaktım ve değil günlük makaleler, bir satır bile yazı neşretme müsaade izin edilmeyecekti. Bereket versin ellerinde gazete kapatma selahiyetleri yok.
Bu mevzudaki kanunları-yasaları-çıkarırken henüz Müslüman gazeteler çıkmamıştı. Kanunları, komünist gazeteleri azami koruyacak şekilde hazırladılar. Eh şimdi biz de istifade-yararlanma ediyoruz.
(.....)
Demokrasi... Demokrasi
Orta mektep çocuklarını uyutmak için çıkarılan Yurt Bilgisi kitaplarındakilere benzer martaval fikirleri bir tarafa bırakalım da gerçekleri görmeye çalışalım.
Hâkim olabilmek borusunu öttürebilmek, dediğini yaptırabilmek için kuvvetli olmak lazımdır. Siyaset sahasında kuvvetli olabilmek için de yukarıda sıraladığım 13 müesseseyi ele geçirmek lazımdır.
4 senede bir sandıklara ezici bir farkla canımızın istediği kâğıtları atmanın pek ehemmiyeti önemi yoktur.
Zinde kuvvetleri kendi davana kazanabiliyor musun? Temyizi kazanabiliyor musun?
Matbuata, üniversiteye, sendikalara hakim olabiliyor musun?... Sen bana bunlardan haber ver...
İşte o zaman, seçimleri İsmet Paşa veya Aybar bile kazansa yine bizim borumuz öter...
Bugün Gazetesi... 17.6.1969.Mehmet Şevki Eygi.
(...)
Türkiye'de İslamiyet yürümüyor, koşuyor artık.
Allah'a hamd, Resul'e salt olsun!
Bugünleri de gördük.
İnşallah ileride daha nurlu, daha aydınlık günler göreceğiz.
İstikbal İslâm'dadır, Müslümanlardadır.

İslâmiyet için canla başla, ihlasla çalışan her sınıf ve her daireden kardeşlerime binlerce selam olsun.Hangi meslek, meşrep ve mektepten olursa olsunlar, esasta beraber olan bütün Müslüman kardeşlerime sesleniyorum:
-İman. İslâm, Kuran, din ve millet yolunda birleşiniz. Biz birleşirsek olmaz sanılan şeyler olacak ve İslâm'ın zafer güneşi doğacaktır. Bugün Gazetesi, 19.6.1969.M.Şevki Eygi

Şeriat'ın Günlüğünden:
M. Naci Ünver..8 Temmuz 1989!..

Önce şeriat düzeninin kılık kıyafet istekleri geldi gündeme. İlk aşamada "masum" istekler olarak değerlendirildi bunlar. Oldukça yumuşak görüntülü bu isteklerin günün birinde sertleşip zora ve baskıya dönüşebileceği uyarılarını fazlaca önemseyen olmadı böylece. Ancak bu uyarıların haklılığının anlaşılması uzun sürmedi. Eylemler başlamıştı. Hem de ilginç görüntülü eylemler. Arkasından kimi kamu kuruluşlarının yetkileri de şeriat dönemini istiyormuşçasına uygulamalara yöneldiler. Bu kez bir telaştır başladı herkeste.Neler oluyordu?.. Oysa gelişmeler bir sürpriz değildi; ekilen tohumlar filizlenmeye başlamıştı.
Şimdi 80'li yılların sonlarına geldi Türkiye. Kuşkusuz bundan sonra da bir şeyler yazılacak şeriatın günlüğüne. 90'lı yılların bu konuda neler getireceğini şimdiden kestirme olanağı yok kuşkusuz. Ancak bilinen ve bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki; o da Türk toplumunun 21.yüzyılda "çağdaş" anlamda Atatürkçü bir kimlikle girmesinin kesin bir zorunluluk oluşudur.
Çünkü uygar uluslar arasında saygın bir yer alabilmesi ancak bu sayede olur. (Cumhuriyet)
1989 yılında başlayan telaş 2006 yılında daha da arttı. Kılık kıyafet istekleri Çankaya'ya dayanmıştı. Baskılar artık Cumhurbaşkanlığı içindi. Türban ya da siyasi içerikli başörtüsü gözünü ülkeyi temsil edecek makama dikmişti. Tüm eylemler artık boşunaydı. Ülkeyi İran ya da Suudi Arabistan'ın İslâm görüntüsüyle temsil edecekleri, Avrupa Birliği'nce nasıl karşılanacaktı? Böyle bir "temsiliyeti" içine sindirip teslimiyete mi dönüşecekti 73 milyon!

Şeriat Düzenine Doğru...
Vehbi Hacıkadiroğlu..20 Temmuz 1994

1950'ye gelinceye dek Türkiye'de dinsel inançların, hem hükümetlerin hem de kışkırtıcıların baskısından uzakta, belki de tarihin hiçbir döneminde hiçbir toplumda rastlanmayan bir
özgürlük içinde bulunduğu söylenebilir.
Refah Partisi'nin Türk toplumunun çağdaşlaşmasını önlemek için her fırsattan nasıl yararlanmaya çalıştığını açıkça gösteriyor... Bu arada 'Refahçılar' ın bu tür çabalarında Adalet Partisi'nin (yerine göre DYP'nin)onların aleti olmayı nasıl kolayca kabul ediverdikleri de gözden
kaçmıyor.
Bu konuda asıl üzücü olan, Meclis' deki solcu partilerin, hatta genellikle ülkenin çağdaş düşünceli aydınlarının da laiklik konusunda şeriatçılara ödün vermeye çok elverişli bir ruhsal durum içinde bulunmalarıdır.
(...)Gerçekten, 1950'den beri şeriatçılar her zaman dinsel inanç özgürlüğünü bir düşünce öz-gürlüğü sorunu olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu çabalar sonunda Türk Ceza Kanunu'nda Marksist inanç propagandasının yasaklanmasıyla dinsel inan propagandasının yasaklanmasını, düşünce ve inanç özgürlüğü bakımından aynı düzeyde iki hukuk olayı olarak görmek gelenek olmuştur.
Oysa dinsel inanç özgürlüğüyle düşünce ya da başka inançlar özgürlüğü birbiriyle ölçülemez. Yeni doğan bir çocuğu, bin yıllık bir geleneğin baskısı altında vaftiz etmek, sünnet etmek, kulağına ezan okumak gibi yollara başvurarak koyu bir dinsellik ortamı içinde yetiştireceksiniz; gerek aile içinde gerekse aile dışı telkinlerle, hatta eğitim ve öğretim yoluyla, onun belli bir İnanca sımsıkı bağlanması için her türlü baskıyı yapacaksınız; sonra da onun inanç özgürlüğünden söz edeceksiniz. Burada apaçık bir çelişkinin bulunduğu yadsınabilir mi?
(....)
O günleri (1950'li yıllar) yaşayanla bilirler:
Kışkırtıcılık yoluyla çıkar ardında koşmak isteyen pek az sayıdaki insanlar bir yana bırakılırsa, dinsel baskılardan yakınan tek kişiye rastlanmazdı.
Laiklik konusunda cumhuriyetin ilk döneminde yapılanlardan ne eksik ne fazla, hiçbir şey yapmaya gerek bulunmadığı apaçık ortadayken, aradan elli geçtikten sonra laikliği yeniden tanımlama derdine düşerek toplumumuzu ortaçağ karanlığına sürüklemeye çalışanları, elimiz kolumuz bağlı olarak seyrediyoruz. Bu felç durumdan kurtulmanın yolunu bulmak zorundayız. Gerçekte bu yitirdiğimiz yolu yeniden bulmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Özel bir not:
2006 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç. laikliğin tekrar tanımlanması düşüncesini öne sürmüştür, duyurulur!.. (Adalet ve Kalkınma Partisi'nden Manisa Millet-vekili olarak girmiştir parlamentoya.)

Bir Araştırma:
ŞERİAT TERÖRÜ YAYILIYOR...

Terör kuruluşları bulundukları ülkelere göre değişik adlara sahip: Cezayir'de İslâm Kurtuluş Cephesi Silahlı Birliği, Lübnan ve Ürdün'de Hizbullah, İsrail işgali altındaki Filistin topraklarında Cihat ve Hamas...
Son dönemde aralarında Muhammed Şevki adından fazla söz ettireni ise liderliğini Muhammed Şevki İslâmbuli'nin yaptığı Mısırlı grup El Cema El İslâmi...
Şeriatın Yeni Yuvası: A.B.D...
26 Şubat 1993, Manhattan' da World Trade Center'da bombalar patlıyor. Bir numaralı sanık, İslâm' i Cihadın Mısır kanadı lideri Ömer Abdurrahman, yani 'Kör İmam'.ABD, düşmanının bağrında yaşadığını fark ediyor, Kör İmam Jersey City'de oturuyor.
CIA' ya göre şeriatçılar New York, Detroit, Şikago, Dallas ve Phoenix'te çok güçlüler. İran'dan gönderilen gizli yardımlarla, rehberde olmayan telefon numaralarıyla, gizli banka hesaplarıyla etki alanlarını genişletiyorlar. Açık açık propaganda dergilerini dağıtıyorlar, toplantılar düzenliyorlar, bilgi alışverişinde bulunuyorlar, para ve video kaset dağıtıyorlar.
ABD'de şeriatın güçlenmeye başlaması 80'li yıllara dek uzanır. O günlerde ülkedeki camilerde toplanan ve Afganistan'daki din kardeşleri için propaganda çalışmalarında bulunanlara son üç yılda Ortadoğu'dan yardım yağıyor ABD gizli kaynaklarına göre ülkede çalışma yapan şeriat yanlısı belli başlı örgütler şunlardır:
İslâm' i Cihat: Pakistan, Sudan ve İran'dan destek görüyor. New York ve Jersey Citiy'de güçlüler. Örgütün lideri Kör İmam ABD'deki büyük camilerin kontrolünü ele geçirmiş durumda. Grubun Filistinliler kanadı İran'a yakın çalışıyor, başlarında Sami Arian var.
Hizbullah: İslâm' i Direniş Örgütüyle birlikte Lübnan Şiilerinin en güçlü örgütü Lübnan'daki yabancı rehineler konusunda ve Türkiye'deki terörist eylemlerde adı geçiyor. Hizbullahlah'ın ABD'deki lideri El Latif Berri. Midwest'te ve Şikago'yla Detroit çevresinde etkili. New
York'ta basılan Kayhan gazetesi propaganda araçları.
Ennahdah: Tunus kaynaklı en eski Kuzey Afrika şeriat örgütü. Grup şu anda İngiltere'de sürgünde bulunan Raşit El Ganosi tarafından yönetiliyor. Özellikle Kanada'daki Kuzey Afrikalı göçmenler çok güçlü.
Fis: Yeni bir örgüt olmasına karşın şu anda hapiste (1993) olan El Madani yardımıyla Cezayir'de hayli taraftar kazandı. ABD'de örgütün başında Enver Hadam var.
Müslüman Kardeşler: Tam İslâm' i örgütlerin kaynağı durumundaki kuruluş 20'li yıllarda Mısır'da Şeyh Hasan El Banna tarafından kuruldu. Ortadoğu'da büyük güç kazandı. Arap ülkelerinde çok güçlü. Büyük Amerikan şehirlerinde camiler ve kültür merkezleri çevresinde etkin.
Geniş bölgelerden yardım toplayabiliyor.
Hamas: ABD'deki en güçlü Filistinli örgüt. Musa A.Marzuk'un yönettiği bir cemiyetin geri-sinde, Virginia ve Şikago'da güçleniyor. Bu iki şehirdeki merkezlerde İsrail ve işgal altında tuttuğu topraklarda gerçekleştirilecek politikalar ve saldırılar planlanıyor. Gazze'ye para buradan geliyor.<Cumhuriyet Dergisi 5 Eylül 1993 sayı:389>
Amerika'daki İslâm'ın varlığı, bu yeni anakaranın Batılılarca bulunup işgal edilmesine dek uzayabilir. Kristof Kolomb'un mürettebatı arasındaki İspanyol Müslümanlar, engizisyon mahkemeleri korkusundan veya başka nedenlerle Hıristiyanlaşmış kimselerdi. Endülüs İslâm Devleti'nin kültürünü taşıyorlardı 1529 yılında bir İspanyol keşif ekibi içinde yer alarak Kuzey
Amerika'yı dolaşmıştı
Müslümanların ilk camiyi Amerika'da North Dacota'da, kurmuşlardır 1911 tarihinde.1989'da yıkılmıştır. ABD Göçmenler Dairesi 1965 kayıtlarına göre ABD'de yaşayan 200 bin Arap Müslüman vardır. Günümüzde her renk ve ırktan, sayısı 600 bin ile 10 milyon arasında değişen Müslüman bulunuyor. Öte yandan Wall Street Journal gazetesinin 1990'dan geçerli Müslüman sayısı 4 milyondu. Chicago'daki İslâm Birliği Enstirüsü'ne göre 3.5 milyon, Ana Britannica'ya göre 5.6 milyon, New York Times gazetesine bakılırsa 5 milyon, İslâm Ümmeti hareketi lideri Varisüddin Muhammed'e göre 9 milyondur. Olay bir hayli karışık olduğundan verilerin tümü de tahminlerden başka bir şey değildir.
Washıngton İslâm Konseyi sorumlusu Ferid Noman'ın incelemesi, aktaran Ian Williams ve aynı araştırmaya göre New York'ta yaklaşık 50 camii bulunuyor, Chicago'da 60, Los Angeles'te 25, San Fransisco Los Angels doğrultusunda 200 camii var. Ülke çapında toplam 600-1200 camii olduğu sanılıyor. İlk imam atama tarihi 1973'dür.
En başarılı İslâm hareketi, aslı pek belli olmayan Wallace D. Ford adında bir siyah tarafından kuruldu.1930 yılında ansızın Detroit'te meydana çıkan Ford, adını Wallece Muhammed diye değiştirdi.
Cezaevindeki Molcom X;sonraki adı Malik El Şahbaz; ezilenlerin ideolojisi haline gelen İslâm'ı benimseyip ona yeni bir yorum daha kattı. 1963'de Suudi Arabistan'da Hac ziyaretini tamamladıktan sonra "Büyük İslâm' i Akıma Katılma" çağrısı yaptı.
İran-ABD savaşı, Lübnan Hizbullah'ı, Batı rehineler olayı, İsrail'e karşı direniş gibi eylemlerden sonra İslâm' i akımlara sertlik temelinde yaklaşan Amerikan yönetimi, Sovyet yapısının Çökmesinin ardından yeni bir saptama yaptı:<İslâm Kökten Dinciliği Tehlikededir>Saptama ABD yönetiminin, ülkedeki birçok İslâm' i akımı yakından izlemesine, Mısırlı kör Şeyh Omar Abdurrahman'ın gözlem altında alınması ve New York iş merkezindeki kundaklama olayında olduğu gibi, İslâmcılarla sürtünmesine yol açtı.
1993'ten itibaren ise <<acılı İslâm yerine ılımlı İslâm'la işbirliği, uzlaşma, İslâm' i hareketleri mevcut ülkelerin yönetimine ortak etme>> gibi bir yönelim ağır basıyor.11 Eylül ikiz kulelerin yok edilmesinin arkasında hangi gerçekler vardır?
Türkiye'de başta iktidar partileri olmak üzere genel anlamda "merkez sağ ve sol" partileri etkileyen >İslamiyet< oluyordu. Profesör Dr.Sami Zubaida'nın bir tanısı var:<<İslâm, siyasal ifadenin egemen üslubu haline gelmiş; ben daha Müslüman'ım söylemi İslâm ülkelerindeki günlük yaşama hakim olmuştur.>>
O kadar ki; pek laik olduğunu söyleyen Demokratik Sol Parti lideri Bülent Ecevit bile, İslâmiyet'in ilk dönemi "Asrı Saadet" için 'gerçek adil ve eşitlikçi toplum' tanımını kullanabildi.
Ve hatta Fethullah Gülen ile birlikte aynı fotoğraf karesinde aile fotoğrafı olarak girdi...
Laikleşmenin Anadolu'daki öncüsü ve İslâm' i kesimde sevilmeyen Mustafa Kemal Atatürk
adına İstanbul'da >Atatürk Camisi < inşa edildi.1994 yerel seçimlerinden hemen sonra; Refah Partisi metropol belediye başkanlıklarını kazanınca, televizyonlarda açıkoturumlarda katılan hemen hemen tüm laik aydınlar, başta Prof. Dr. Toktamış Ateş; "Ben de Müslüman'ım, ailemde namaz kılanlar var" tümceleriyle tartışma alanına giriyorlardı. 2006 yılında... Aralık'ın son günlerinde 1977'lerin genç CHP' li politikacısı Ertuğrul Günay, İslâm' i Sol Parti için kolları sıvıyordu... Ne demiştik; İslâm'ı, dini, tarikatları, cemaatları arkasına almayan bir siyasi oluşum, salt laiklik ile iktidar olamaz! Sayın Günay bunu mu kanıtlama mı çalışıyor, önümüzdeki süreçte? Yanıtı ise;"Dinin siyasete karıştığı yerde; Mısır'da Enver Sedat, ABD'de Jimmy Carter ve Ronald Reagan, Türkiye'de Kenan Evren, Turgut Özal ve diğerleri, İsrail'de Menahim Begin'lerin yönetime gelmeleri çok olağan bir ortak oluşumdur. Doğal olarak burada Vatikan'ın ve papaların özel bir olgusu da vardır bu bağlamda.

DİNSEL TERÖR VE TİCARETİ..

İnsan bilinçlenmeye başladığından bu yana korkularını yenmek için gereksinimler duymağa başlamıştır... Önce tapınacak soyut ve somutları üretmiş, arkasından insan toplumunun çoğalması sunucu, toplumları bir düzen içerisinde yönetebilmek için ortaya 'akıllı insanlar' çıkarak dinleri oluşturmuşlardır... Ana öğe soyut ve somutlar olmak üzere. Bu dinleri de "soyut ve somut" tapınılacaklara bağlayarak, düzenlerini kurallara dayandırarak sözden yazıya dökerek kitaplarda yozlaştırmışlardır... İnsan çağcıllaştıkça ve uygarlaştıkça bu olguları çıkarları doğrultusunda yoğurmaya başlamış ve bilimsel bir temele oturtmağa çalışarak; paraya çevirmek gayretiyle bir "din borsası" oluşturmuştur. Bu olgu dünyadaki tüm dinlerde somut bir biçimde vardır. Peygamber dediklerimiz böylece oluşmuştur. Söylevleri ise kutsal sayılmış, ama inanlarca yorumlanarak "ahkâm" kesilmeye başlanmıştır. Yeni bir meslek, yeni bir para kazanma yolunu açmıştır uyanık insanlar!.. Amaç; emek harcamadan, alın teri dökmeden, oturduğu yerden safsatalar üreterek, bilime karşı ilmi oluşturarak inanan insanların alın terine ortak olacak, "beleş"den bir yaşam tarzını kendilerine meslek edinerek; şeyh, şıh, hacı, hoca gibi kimliklerle; saçlı, sakallı, takkeli, tespihli, takunyalı bir karakter yaratmışlardır. Adı da şu üçlem ya da dörtlam arasında gidip gelmiştir: Allah, Peygamber, İslâm, Müslüman...
Özetle 'DİN':
Uzun bir süreçte dünya ekonomisini yönetir duruma gelmiş, ülkelerin yönetimlerini ele geçirmek için toplumları parti örgütlerinde toplayarak, büyük paralar (14 milyar dolar) harcayarak yıkma girişimlerini dinler arası savaşa dönüştürmüşlerdir... Vatikan buna ilginç bir örnektir... İslâmiyet'inde olguları ve oluşumları ortadadır YİMPAŞ' ıyla, KOMBASSAN' ıyla, İHLÂS HOLDİNG' yle... Saymakla bitiremeyeceğimiz İslâm' i örgütlerle...
Bu konudan rahatsız olan birinin yapıtlarından ilginç örnek aktarmak yerinde olur... Alman Hava Yolları'nda hostes olarak çalışan Sara Gül Turan'ın yapıtları gerçekten çok çarpıcı.
"Düşünebiliyor musunuz, boylu postlu aslan gibi bir Türk genci, kocaman bir kapının önün-de elinde silah yerine bir çift pabuçla nöbet tutuyor. Hem de "hazır ol" vaziyette. Bu resim İstanbul Üniversitesi Sanayii İşbirliği Şurası'na katılan Cumhurbaşkanı Demirel'in Dolmabahçe' deki Bezmi Âlem Valide Sultan Camii'nde namaz kılarken pabuçlarını kapı önünde bırak-tığında kayıp olmasın diye elinde tutan bir korumanın resmiydi."
Kimi Refah Partili belediye başkanları takviye yapmağa gerek duymadan, Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanı olduklarını açıkça ortaya koyuyorlardı.(...)
"Refah' ın ana felsefesini ve kaçınılmaz olan yönelişini değiştirmiyor. İşte bu gerçeği yaptıkları icraatlarla ortaya koydukları için Refah Partili belediye başkanlarına teşekkür borçluyuz. Çünkü bu insanlar 27 Mart 1994 yerel seçimlerinden bu yana ideolojik-ülküsel uygulamalarıyla dikkat çekti. Seçildikten günden beri, cadde ve sokak adlarını değiştirmek, tretuvarları yaya yolu önce yeşile, sonra sarıya boyamak, mescit yaptırmak, cami yeri açmak için imar planı değiştirmek, belediye binalarındaki Atatürk resimlerini kaldırmak, kadınlar için ayrı otobüs seferi koymak (yakınlarda İstanbul'da kadınlara has park açmak 2007), ulusal bayramlara "hastalık" gerekçesiyle katılmamak gibi icraatları gerçekleştirdiler. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan şu icraatları yaptı:
*Gazetecilere özel kaleme girme yasağı koydu.
*Şehir Tiyatroları'nda bundan sonra "milli duygular"a hitap eden oyunların sahneleneceğini söyledi. Baleyi "belden aşağı sanat" olarak niteledi. Ve Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Gencay Gürün'ü görevden aldı.
*Önceki yönetimin "yağmur bombası" uygulamasına, "ekolojik dengeyi bozdu" gerekçesiyle karşı çıktı. Bunun yerine çağdışı "yağmur duası" önerdi.
*Büyükşehir Belediyesi içindeki bir odayı boşaltarak, mescit haline getirdi.

*Gülhane şenliklerinde sanatçıların dekolte giymelerini önlemek istedi ve şenliklerde içki satışları yasaklandı
*Belediye meclisinin ilk toplantısını, Fatiha ile açtı.
*Göztepe'deki Hıfzı Velded Velidedeoğlu Caddesi'nin adını Tütüncü Mehmet Efendi Cadde-si olarak değiştirdi.
Biz bu siyaset adamını getirip, CHP'nin yardımıyla önce milletvekili sonra da başbakan yaptık.Şu sırlarda ise cumhurbaşkanı yapacağız... Kaçınılmaz bir son!
Beyoğlu Belediye Başkanı Nusret Bayraktar ise:
Çiçek Pasajı Nevizade Sokak'taki içkili lokantaların camekânlarına siyah perdeyle kapatıl-masını istedi ve sokağa masa çıkarmalarını yasakladı. Tretuvarları yeşile boyadı, ancak İstanbul Valiliği'nin uyarısı üzerine renkleri değiştirmek zorunda kaldı.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in çalışmalarına gelince:
*Altınpark'ta sergilenen Berlin Üniversitesi öğretim üyelerinden Mehmet Aksoy'un "Tutku", Azade Köker'in "Genç kız ve Delikanlının Aşkı" yapıtlarını "orgazm halinde oldukları" gerekçesiyle kaldırılarak "Ben böyle sanatın içine tükürürüm" dedi.
*Hitit Güneşi'ni müzeye armağan edip yerine Malazgirt Camii inşa ettireceğini söyledi.
Rize Belediye Başkanı Şevki Yılmaz ise; işe başlar başlamaz hemen şu çalışmalara başladı. Meclis kararıyla yeni açılan bir caddeye Atatürk'e silahlı eylem girişiminde bulunan "Ziya Hurşit"in adını verdi. Ancak büyük tepki üzerine bu kararından vazgeçti. Hiçbir ulusal bayramda çelenk sunma törenine katılmadı. Ayrıca hac alanlarında kabir elbisesini giyerek Refah Partisi için oy toplama avına çıktı. Söyledikleriyle yaptıkları birbirine uymayan insanların ne istedikleri belli... Refah Partisi'nin desteğiyle yayınlanan "Taraf Dergisi" nde Ekim 1994 sayısında şunlar yazılıydı:
"Laik bir karı Atatürk'e yazdığı mektupta Tansu'yu ona şikâyet etmiş, Atası da... olduğu için ona ne cevap vermiş bilemiyoruz ama, ispiyon Emin Çölaşan'a buradan sesleniyoruz:
Laik karılarda Tansu'ya... Diyormuş. Ne haber ..." Bu satırlar Türkiye'nin tüm bayilerinde satılan İBDAC' ye ait bir dergide yet alıyor ve basın savcılığının denetiminden geçiyordu.
Sara Gül Turan Refah Partili olur... sonra görür ki, işin iç yüzü beklentilerinin dışında bir yolda yürümektedir... Şunları görür:
Hasan Mezarcı Mustafa Kemal Atatürk'e "veledi zina" ile tarif etmiştir..Refah Partili Hasan Ekinci bir traversli ile aşk yaşamıştır.Şevki Yılmazı dinlemiştir..Korkut Özal İslâm'ı ve Allah'ı kullanarak ekonomisini düzeltmiştir. Bireysel çıkarları kollamak için; hacılar, hocalar ve müftüler takımı bu çemberin içinde yet alıyor... Çünkü bireysel çıkarlarının işine böyle geliyor. İşin ilginç yanı da hırsızların, talancıların, vurguncuların, ırz düşmanlarının bolca olduğu bir toplumda bir de bu takım çıkıyor karşımıza... Aynı eylemleri bu kez din takımından görüyoruz.
Onların ana amaçları bu ortamı en iyi bir biçimde değerlendirerek ekonomik kazanca çevirmektir.
Sara Gül Turan inançları doğrultusunda Refah Partili olmuş, gördükleri ve yaşadıkları onu "olamaz" dedirtmiş ve ayrılmıştır...

Kimdir Bu Erbakan Hoca?..

Türkiye'de ne yapmak istiyor?.. sorusuna yanıt aramıştır. "... Çünkü tarihin en büyük aşkı Sinop İli'nin Akçam İlçesi'ndeki Uzun gürgen Köyü'nde yaşanan, yörenin en güzel (.....)i le
Hoca Necmettin arasındaki aşktı.(....)Kötü ve zalim insanlar burada da sahneye çıktı ve aşıkları cilveleşirken bastı...(...) Baskın olayından sonra da aşıklar ayrılmak zorunda kaldı.Hoca Necmettin tumanını toplayıp kaçarken sevgilisiyle geçeirdiği günlerin hayaliyle Harmane şiirindeki "Bir eşek var idi zaifü nizar, kulakları şikeste vüzar" diye inleyip durdu.(...)Hoca Necmettin .....ile basıldıktan sonra, ara sıra gittiği Uzun gürgen köyünü tamamen terk etti. Açıkçası terk etmek zorunda kaldı.(kaynak Sara Gül Turan)
Özet ile; Necmettin Erbakan Hoca, Milli Görüş' ü temsil etmek, kadayıfın altının kızarıp kızarmadığını kontrol etmek, Ticaret Odası'nda sekreteriyle birlikte olmak ve ilk eşini boşayıp bu bayanla yaşamını birleştirmek... 1976 seçimlerinde Hoca Milli Görüş ilkeleriyle faiz ve fuhuş düşmanıydı!
Necmettin Hoca milletvekili adayıyken; 12 Eylül sonrası hükümet olan milliyetçi tutucu bir partinin iktidar olduğu süreçte Başbakanlık makam otosunu alarak, iki iş adamı ve sekreteriyle zamparalığa gittiler.Dönüşte, Kızılcahamam yolunda makam otosu bir kamyona arkadan bin-dirince, kamyon sürücüsünün anlatımına göre, kısa boylu ve şişman bir kadın olay yerinden sıvışır...(....)Bu kadın "Fırt Lady" sanını alırken, Necmettin ve Hasan rezil olurlar. (Din Tacirleri Sara Gül Turan-sayfa:33)
Ayrıca Necmettin Hoca'nın "Gümüş Motor" serüveni başka bir öyküdür.1956 yılında başlayan Gümüş Motor öyküsü 1963 yılında noktalanıyor. O yıllarda kendisine tahakkuk eden 1700 liralık vergi borcunu, bugün olduğu gibi ödememiştir... Şu anda mahkûmdur kendi evinde... Ya üzerine yattığı paralar? (2006-2007 yıllarında 1 trilyon TL partinin parası üzerindedir.)
Odalar Birliği Başkanlığı da başka sarsıcı olaydı" İnsanları zinadan uzak tutma nutukları atarken, aklı da hep Nermin Hanım' daydı."Ah Nermin ah" diye iç geçiriyor, bir evdeki karısını, bir sevgili merkebini, bir de Nermin'i düşünüyordu"(Din Tacirleri-Sara Gül Turan sayfa:42)
Tansu Çiller'e karşı bir bayan bulup getirdiler... Filiz!..Bu bayan Refah Parti'ye alınır alınmaz, belediye meclis üyesi Selahattin Yayla kancayı taktı...Ve birlikte oldular. İşin dinsel tarifiyle zina zaptılar. Hem de ikisi de evli ve çocuk sahibiydiler. Bu iğrenç olay Selahattin Yayla'nın kızının açıklamasıyla gün yüzüne çıktı... Hemen 'partimize iftira atılıyor' söyleminin arkasına sığınıldı..."Partimizin yükselişini kıskandılar bizlere pislik atıyorlar!" Yapılan pislik değil midir?
Milletvekillerinin bir kısmı traverslilerle meclis salonundan telefonlaşırken de aynı söylemlerin arkasında yer alıyordu. Bir milletvekili baskına uğradığı halde yaşananlar yadsındı ve traversli ölüm tehdidiyle susturuluyordu.
Bir başka isim; İmdat Kaya Hoca. Konuşmalarında sürekli;"Laiklerin Selanikli tanrıları onlara 50 karı verdi. Nerede mi? Genel evde!" gibi çirkin, seviyesiz söylevler atıyordu.
Ali Nabi ise bir başka karakter:
Yozgat'ın sorgun İlçesi'nden olduğunu savlıyor. Ama Ordu'da ve Gebze'de müftülüğü kesin. Adı birtakım yolsuzluklara karıştığı için ayrıldı. İstanbul'da Cevizli' deki HİPAŞ' a müdür yaptılar. Müftü' nün ticari anlayışı ve bilgisi ne derece yeterliyse?.. Ali Nabi il başkanlığını da ret ederken bu gıda markete balıklama atladı. HİPAŞ' ı adalet eski bakanı ve genel başkan yarcıları Şevket Kazan' ın direktifler doğrultusunda, toplam 110 kişiden en az birer daire parası toplayarak kurdular..."Paranızı faize yatırmayın. Yoksa kâfirlerden olursunuz. Bize verin, biz değerlendirelim. Hem bu markete ortak olursunuz, hem faizden daha fazla gelir elde ederek, rahat yaşarsınız. Hem de büyük günahtan sakınarak cehennemliklerden olmazsınız."söylemleriyle kandırdılar. Yıl 2007.İzmir'de kıyıda köşede bir dairenin en az ederi 135.000.00.YTL .
Pratik bir çarpımla; 135.000.00.-x110=14.850.000.00.-YTL Toplanan bu paralarla açılan iş yeri 6-7 kişiden oluşan Milli Nizam Partili' nin adına onaylatılmıştır Önemle duyurulur.
12 Eylülcülerden istekleri vardır bazı siyasilerin... Necmettin Hoca yalvar yakar eşini yanına getirtti. Yönetim de Nermin Hanım'ı getirtir. Nermin Hanım ile birlikte olduğunun ertesi günü, kırılan yatağı gören yöneticilere şöyle yanıt verdi:
"Memleketin yatak sorununa da inşallah iktidara geldiğimizde, Milli Görüş çerçevesinde çözeceğiz. Zira bu batı taklitçileri karyolaları çürük imal ediyorlar." Hoca makine mühendisi ve de Prof.' tur. Yetkili bir ağızdan karyola tanısı böyledir. Kenan Paşa' ya yazılan özel bir mektupta şöyle deniliyordu. "Bizler er veya geç beraat edeceğiz. Bu durum ise sizler için iyi bir not olmayacak." İmam oğlu Kenan /Kainat/ Paşa' dan kibarca bir yanıt geldi. Bir güvenceleri vardı ki, "beraat"ı dillerinden düşürmüyorlardı.
"8 Ekim 1980 günü savcılık, MSP, MHP, Halkevleri ve Türkiye İşçi Köylü Partisi hakkında düzenlediği dosyaları sıkıyönetim 1no'lu Askeri Mahkemesi'ne gönderdi.
Hâkim Binbaşı Vural Özenirler Halkevleri dosyasını, Hâkim Binbaşı İlhami Uğuryılmaz TİKP dosyasını, Hâkim Binbaşı Üstün Günsan MHP dosyasını, Albay Hamdi Sevinç ise MSP dosyasını aldı."
Hakim Albay Hamdi Sevinç 9 Ekim 1980 günü İstihbarat Okulu'ndaki MSP' lilerin sorgu-sunu yaptı... Kesin delil bulunmadığından, Necmettin Erbakan, Tahir Büyükkörükçü ve Temel Karamollaoğlu Sivas Katliamının yapıldığı tarihte Belediye Başkanı'ydı dışındaki MSP' liler in hepsini tahliye etti. Bu karar ortalığı karıştırmıştı. Ne var ki tüm partililer serbest kalmışlardı...
1993 yılında emekli hakim Albay Hamdi Bey Refah Partisi'nin üyesi oluverdi(!).
Süleyman Arif Emre'nin Mamak anıları ise şöyleydi:
"Mamak duruşmaları Cuma gününe rastlardı. Duruşma öğle tatili dolaysıyla öğleden sonra-ya ertelenince, bizler çantalarımızdaki seccadelerimizi çıkartır, mahkeme salonunun ortasında-ki boşlukta Lütfü Doğan hocanın imamlığında namazlarımızı eda ederdik.
Bir Cuma bize nezaret eden subay iyilik yaptı. Hepimizin Cuma namazımızı eda edebilmemiz İçin tümenin camisine götürdü. Caminin resmen görevli hocası Cuma'dan önce verdiği vaazda namaza gelmiş olan bazı askeri hakim ve savcılarında yüzüne karşı şunları söylüyordu:
Bir müminin bu dünyada birinci vazifesi, şeriatı Garrayı Muhammediyeyi ihya etmektir. Eğer o şeriat yürürlükten kaldırılmışsa, onu yürürlüğe koymak için cihat etmektir. Bu cihat sadece söz ile olmamalıdır. Peygamber efendimiz bir kötülük görünce onu elinizle önleyiniz, bunu yapamazsanız dilinizle önlemeye çalışınız, onu da yapamadığınız takdirde kalben buğz ediniz. Ancak bu üçüncü imanın en zayıf derecesidir buyurmuşlardır. Bunun için, Kuran nizamını tekrar yürürlüğe koymak için, imanın en yüksek mertebesine nail olabilmek için fiilen mücadele etmek zorundayız. Bunu haps' olmak veya idam cezasına çarptırılmak korkusuyla yapmaktan kaçınanlar, Allah katında büyük cezalara çarptırılacaklardır. Sakın ha dünya, hayatını düşünerek bu konuda neme lazımcılık yapmayınız... Süleyman Arif Emre devam eder:
Bizler, o günün şartları altında bu kadar dehşetli bir konuşmaya, bizi dini nizam istiyoruz
diye tutuklayarak yargılayan bir kurumun tümen camisinde şahit olacağımızı doğrusu beklemiyorduk. Bu adamların düştükleri tezada bakın. Bu açık seçik davet vaazını oradaki askeri
hakimler, savcılar iki büklüm huşu içinde dinliyorlardı. Bizler ise kabuğumuza büzülmüş olarak hoca efendi namına endişe ediyorduk. Milli Görüş deyimini bile, Devlet nizamlarını yıkmak manasına yorumluyorlar bu vaiz efendiye neler neler yapmazlardı? Ama burası Türkiye'ydi olurdu böyle şeyler."
Kenan Paşa 20 Ekim 1980'de Van'da babasının inhisar dairesinden tekelden olduğunu ama, asıl cami hocası olduğunu açıklayarak hoca çocuğu olduğunu vurgulayarak; yapılan dar benin temel nedenlerinin biri olarak gösterdiği "yobaz takımına" karşı gerçekleştirdiğini öne sürüyordu. Fakat "yobaz takımının" yapamadıklarını Paşa komutasındaki silahlı güçler gerçekleştiriyorlardı: İmam Hatip Okulları'nın yapılıp, açılmasına hız verildi. Din derslerinin zorunlu hale getirilmesini istedi... Tümen camisinden şeriat yayınlarına izin verildi. Ayrıca bireysel olarak şarkıcılarla takıştı. Paşa eski MSP' li Özal'ı ekonominin yönetiminin başına atadı. Bir Ana- dolu çocuğunun yaşını mahkeme kararıyla büyülterek asılmasına onadı.
Atatürkçü paşa çoğu konuşmalarında kutsal kitaptan ayetler çevirdi, hadis yorumladı ve namazda safların nasıl olacağına dair birçok konuda din bilgini edasıyla bilgiler sundu topluma.
Sanırsınız alanlarda konuşan general değil bir din bilginiydi(!).Döneminde 'Rabita' olayını Uğur Mumcu su yüzüne çıkardı.
12 Eylül'ün olanak ve desteğiyle köklenip palazlanan kişilerin, Atatürk'ün Millet Meclisi' nin verdiği olanaklarla konuşan Refah Partili Hasan Mezarcı' nın 93 yılında şöyle diyordu kadın yandaşlarına İstanbul'da:"Atatürk milliyetçiliği ne demek? Herkes ben Türküm diyecek, yani niye ben senin aslın için babamı inkâr edeceğim, anamı inkâr edeceğim? Haşa, ben senin atan gibi veledi zina mıyım? Benim babalarım Selanik'ten gelmedi, Batum'dan geldi."
Refah Partili İmdat Kaya'nın düşünceleri şu yöndeydi:
(.....)Bütün bu pislikler demokrasi kavanozu yüzünden oldu...
Hasan Mezarcı ile Uğur Mumcu tartıştıktan sonra kimi öldürdüler? Uğur Mumcu'yu!..
Dikkat edin bugünlerde Aziz Nesin'de öldürülebilir. Kendileri öldürür, üstümüze atarlar. Aman dikkat edin haa! Öldürmeyin bu pis mereti durun. Zaten itirafını ediyor, "Sabaha çıkacak halim yoktur." diyor..."Korkuyorum." diyor. Elli tane Müslüman pislik ne yazık ki bunu bekliyor. Ben Müslüman polis olsam vallahi beklemem, istifa ederdim. Kısacası arkadaşlar, nasıl olur da hâlâ duruyorsunuz? Müslümanların üzerinde yoğun baskı vardır. Ya İran Müslümanları gibi ayağa kalkacağız ve bu kahpe rejimi ayaklarımızın altına (Atatürk Türkiye'sini) olacağız. Ya da Müslüman bir partiyi iktidara getirip işi yumuşakça halledeceğiz...(.....)
Faşist sistem bir puttur. Komünist sistem de bir puttur. Demokrasi sistemi bir puttur. Laik sistem yani dini devletten ayırma bir puttur. Kemalist sistem bir puttur. Particilik sistemi bir puttur. Hakkı batıla karıştırma sistemi bir puttur. Kendi karıştırıyor bazen. Ve milliyetçilik sistemi de bir puttur."
Refah Partisi'nin sözcülerinden Hasan Mezarcı ve Şevki Yılmaz, Şeyh Sait'in Müslüman olduğu ve Kıyafet Devrimi'ne karşı geldiği için ölüm cezasına çarptırıldığını savunuyorlar...
Yine bu tip insanların savundukları ve söyledikleri şu doğrultuda sürüp gitmektedir:"Türkiye Cumhuriyeti son İslâm Devleti Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıp, yerine kurulmuş bir devlettir.
Ve Osmanlı'ya düşmandır. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti laiktir ve dinsizdir. Amerikan köpeği Kemalist kalemşörlerin ortaya attığı Neo Osmanlıcılık ise Neo Kemalizm'den başka bir şey değildir.
Osmanlı İmparatorluğu, zamanında gücü yettiğince İslâm'ı temsil ediyordu. Günümüzdeki Müslüman'a ise ecdadıyla bir dünya görüşünün kavgasını vermek düşer. Osmanlı'nın intikamı da ancak böyle alınır... Bunun için ilk hedef, Osmanlı düşmanı Türkiye Cumhuriyeti' dir. Çünkü hayata İslâm'ı tatbik etmek ve İslâm Devleti kurmak için bu şarttır."
Refah Partisi'nin Grup Başkan vekili ve Adalet Bakanlığı yapmış Şevket Kazan, Bayram-paşa Cezaevi'nde tutuklu bulunan İBDAC' cılara destek vermiştir.
- "İstanbul milletvekili Av. Ali Oğuz bu gün ziyaretinize gelecektir. Sizleri dinleyecek ve haklarınızın korunması için gerekli girişimleri yapacaktır. Geçmiş olsun dileklerimi iletir, selâm ve sevgilerimi sunarım."
Kazım Albayrak, 21.10.1993 tarihinde Kazan'a yanıt verdi:Bu yanıtın tam metni, Sara Gül Turan'ın Din Tacirleri'nin 90-91.sayfasından bulunabilir.
İş bununla da bitmiyor Partiye destek veren ve şeriatı uygulamak isteyen ve silahlı eylemin gereksinimini Taraf dergisi 32.sayfasında <Ya şeriat, Ya ölüm> başlığı atıyordu... (age 92-93)
Dergilerinde silahlanmaya çağrı yapılıyor ve bu silahların nasıl kullanılacağı şekillerle anlatılıyordu... Bu açıktan açığa silahlı meydan okuyuştu... Özetle Türkiye Cumhuriyeti Te Ce ile küçümsenerek şu söylemlere yer veriliyordu:"İslâmiyet adına, işgal ettiğiniz bu topraklardan sizin tek ferdiniz bireyiniz- ve tek kurum ve kuruluşunuz kalmayıncaya kadar savaşacağız.
Sizi ya biz tepeleyeceğiz ya da siz def olup gideceksiniz. Bunun için size şeref sözü veriyoruz."
Yine bu görüşü benimseyenler bir kampanya başlatarak şu bildirgeyi yayınlamışlardır:
"Genç mücahit kardeşlerimiz. Kemalizm'e karşı olduğunuzu tekrar gündeme getiriyor ve başlatmış hiçbir ülkede görülmeyen 5816. maddenin (!) kaldırılması için Mustafa Kemal'i sevmiyorum kampanyasına bizler de katılıyoruz. Bizler Kemalizm'e ve ilke, inkılâplarına karşıyız. Bizler ümmetin önünde İslâm adına, Müslümanlık adına çıkan "belam" tipli işbirlikçihainlere karşıyız. Kim ki pazarlıksız Allah ve sevgilisinin yolunda taviz vermeden küfre karşı açık seçik kıvırmadan tavrını koyarsa, bizler o kardeşimizi destekliyoruz. Kemalist Devleti yıkacağız elbet. İşkenceci kuduz köpekler hesap verecek. Şeriat için silahlı mücadele.<Ya şeriat, ya ölüm>"(age. sayfa:96)
Atılan nutuklarda söylevlerde, ikili ya da daha çoklu görüşmelerde özetle şunlar gündeme geliyordu din ve inanç özgürlüğü adına: " (....) Onları da Müslüman, yani Refahçı yapacağız. Yapmazsak en büyük suçu işlemiş oluruz. Refah İslâm' i cihat ordusudur..."

(....)
Bütün ehli sünnet vel'cemaat Refah'ın emrine itaat edeceğiz, bu orduya dahil olacağız. Olmayanlar patates dinindendir. Dahil olmak kalben niyet etmektir. Refah:Bu ordudur... Bütün gücünle bu ordunun büyümesi için çalışacaksın. Çalışmaz isen patates dinindensin.Cihat emrine uymak farzdır.(....) Cihada para verilmeden Müslüman olunmaz. Kişinin Müslümanlığı cihada verilen parayla ölçülür. Müslüman zekâtını götürüp fakire vermez. Zekâtını beytül mala, cihat ordusunun karargâhına verecektir...(...) Madem ki Müslümansın Refahçıyım demelisin!!! Refahçı olmakla oturduğun yerden sevap alıyorsun be akılsız adam.
Şuurla Refaha çalışan cennete gidiyor. Nasıl? Çünkü Refah demek Kuran'ın nizamını hakim kılmak demektir. Sen herkese faydalı olmaya mecbursun. En faydalı olan "Cihat" edendir." (age.syf.106)
Bunları dillendiren kim olabilir? Pek doğaldır ki, Necmettin Erbakan! Refah Partili Şevki Yılmaz Hac alanlarında yırtınırcasına oy isterken; "Allah içeni af eder, zina edni af eder, faiz yiyeni af eder ama oyunu Refah Partisi'nden başkasına vereni af etmez. Bunlar cehenneme postalar."
1970'li yıllarda devrimci gençlik vardı. Bir de ülkücüler vardı.23 Ocak 1976 yılında Ankara'da Akıncılar Derneği kuruldu. Yapılan genel kurulda genel başkanlığa Mehmet Günay getirildi. Amaçları özet ile şöyleydi:"İstenmeyen ve beşeri bir sistem olan Batıcı-Laik cumhuriyet düzeni yıkılacak, İlâhi n, zam kurallarının geçerli olacağı İslâmi Devlet düzeni kurulacaktır. Zafer, devlet olduğunda kazanılacaktır."
12 Eylül'ün oluşumundaki ana neden Konya mitingiydi. İşte adım adım 1980'e getiren olayların örgütsel aşaması ilk olarak Akıncılar ile başlıyordu... Gerisini Paşalar Birliği getirecekti. Özetle bu Akıncılar toplumdan saklanarak eğitilmeğe başlandı. Dövüş sporlarında eğitimden geçirerek bir uzmanlar ordusu şekillendirilerek, siyasetin karışımında beyinler gün-demdeki parti içeriğinde yıkanarak hazırlanıyordu... Bu Akıncılar artık halkın cebine de el Atmışlar;"camiyi boyatacağız, devlet su ve elektrik parası vermiyor gibi bahanelerle çuval çuval para topladılar."Bir günde toplanan paralarla bilmem kaç tane caminin su-elektrik ve badana yapılırdı... Toplanan paralar Akıncıların kampına akıyordu.
Gençlerin molla eğitimine yönetim göz yumdu. Bir gün bu cüppeli, kara sakallı mollalar Ankara'nın kapısına dayandılar. İl sınırında durduruldular. Bu bir darbe girişimi miydi, yoksa provası mıydı?.. Ama bir gerçek vardı. Ankara'ya dayanmışlar ve Anıtkabir'e gidip Atatürk'ü ziyaret etmek istiyorlardı... Amaç; ziyaret değildi... Bu görkemli yeri yerle bir etmekti... Bir de seyahat özgürlüğümüzü kullanamıyoruz, engelleyemezsiniz gibilerinden direnişte bulunuyorlardı. Aynı sesin bir başkası;" Kemalist Devlet yıkılacak" diye gösteriler yaparak M.Kemal'in heykel ve büstlerine saldırarak kırdılar... Bunları henüz unutmadık!
Türkiye'de ve sınır dışında yükselen gericilerin lehine oluşan bu oluşum sonunda daha önce sözünü ettiğimiz Konya Mitingi'yle bir devrim mi, yoksa devrimin provasını mı yaptılar...
(Bu alan toplantısının mimarı Mehmet Keçecilerdir.)
Yeşil cüppelerini ve sarıklarını giyip; ayaklarında takunya, ellerinde tespih ve de takkeleriyle Konya yollarına düştüler. Bu eylem Kenan Kâinat Paşa'nın ekmeğine yağ sürdü, fırsatı iyi değerlendirip bir de askeri kullanarak yönetime el koyuverdi. İşler daha kolaylaştı ve tıkır tıkır yürümeğe başladı bundan sonra...
1984 yılında Büyük Doğu Akıncıları Cephesi örgütünü oluşturdular. Daha aradan 4 yıl geçmişti ki; Türkiye Cumhuriyeti'ne TE CE, parya devlet, işgalci devlet, laik dinsiz devlet diyerek ve "Yıkılmasına asla izin vermeyeceğiz, çünkü biz yıkacağız" yeminleri ant içtiler! Polislere, askerlere 'piç', köpek yakıştırmalarıyla, ölen resmilerin arkasından baklava-kadayıf partileri düzenlediler.
Atatürk'e 'piç', ibne, İngiliz ajanı gibi kimlikleri yakıştırıp ülkeyi kana ve dehşete sürüklediler. Sivas'ı; "ŞANLI SİVAS KIYAMI" olarak niteleyip, avukatlıklarını da Genel Başkan Yardımcısı ŞEVKET KAZAN üstlendi.
Durmadan, arka arkaya yapılan eylemlerin sonunda iğrenç bildiriler yayınlanıyordu: "70 yıldır bir vampir gibi Müslüman kanı içerek bugünlere gelen halk ve halk düşmanı TC adlı 'yasadışı' terörist kuruluşun, 'kendi devletini talep eden' insanlarına bir soy kırımla karşılık vermeye hazırlanması doğaldır.2 Temmuz' daki şanlı Sivas kıyamından sonra İBDA-Cephesi taarruzlarına devam ettiler. İstanbul'da Çeliktepe, Konya taarruzu, Maraş taarruzu ve diğerleri gibi...
Basın paniği ve yıkılışı gizleme çabasında."
Refah Partisi'nin desteğiyle "Sivas Kıyamı"(ki düzenleyen Belediye Başkanı Temel Kara mollaoğlu milletvekili olarak dokunulmazlık arkasına sinmiştir) gibi daha nice iğrenç eylemlere imza atmışlardır. Bu; parasal durumdan başka hiç bir şey görmeyen siyasi parti, Arafat'a
Şevki Yılmaz aracılığıyla yeminler düzenlemiştir. Bu yeminleri antları ulusal televizyon kanallarında çokça izledik. Şevki Efendi şöyle sesleniyordu:
"(....) Bundan böyle sana savaş açan sağcılık, solculuk, Kemalizm, kapitalizm, laiklik ve bütün şeytani düzenleri boykot ederek, seninle bizim aramıza İslâm'dan başka, Kuran'dan başka hiçbir nizamı sokmamak için, canımızla, malımızla tıpkı Bilal gibi, senin dinin uğruna nöbete koşuyoruz. Nöbete koşuyoruz... Nöbete geliyoruz.
Refah için, Milli Görüş için, bütün gücümüzle, çalışacağımıza söz veriyoruz.(...) "Her sene bu yemin tekrarlanıyordu. (age.syf:135)
Bu dinci akımın ve partinin "laiklik" konusundaki anlayışları resmi bildirilerle belgelenmiştir:
"Laiklik Türkiye gündeminin artık en çok tartışılan ve tartışılacak mevzuunda. Bazen bu tartışma kanlı boyutlara varıyor ve varacaktır da. Çünkü Müslümanların huzuru, bu meselenin halledilmesine bağlıdır. Çünkü; demokratlar tartışmayı demokrasinin gereği kabul etseler de, etmeseler de, inanç sahipleri haklarını arayacaklardır.(...)
İşin geleceği nokta şudur:Ya sen, ya ben!.. Bütün hoşgörülü demokrat vatandaşlara sesleniyorum! Gelin bizim egemenliğimiz altında mutlu bir hayat sürün. İslâm devletinin koyduğu konulara uyduğunuz sürece, kılınıza bile dokunmayacağız... ve inanın sizi kör testere ile kesmeyeceğiz... İşte batı demokrasisinde vaatler...
Eğer siz, 'kendi egemenliğiniz altında' yaşamayı bize dayatıyorsanız, bunun neresi hoşgörü oluyor?.. Düpedüz siz bizi kandırmaya çalışıyorsunuz. Kanmazsak darbeniz hazır...(....)
Demokrasi İslâm şeriatına zıt bir rejim adıdır... Artık Türkiye'de laiklik ve demokrasiye inan-mayan büyük bir çoğunluk var. Bu çoğunluk, çeşitli cemaatler içinde yer alsa da, kıvılcım beklemektedir.(....)"
Korkut Özal dönemin önemli adlarından..21 Temmuz 1977 seçimlerinde, Adalet Partisi ile kurulan 40.hükümette MSP Milletvekili olan Korkut Özal İçişleri Bakanı olur... Nakşibendîler bu bakanlıkta örgütlendiler. Abdülkadir Aksu, Galip Demirel, Saffet Arıkan Bedük, Vecdi Gönül gibi kimlikler Nakşibendî tarikatının müritleri olarak bakanlıkta yıllarca <Türk-İslâm Sentezi'ni> yerleştirdiler. Başarıları T.B.M.M.' ne taşındı.
18 Ekim 1978'de üç kilo eroinle yakalanan Milli Selamet Parti Milletvekili Halit Kahra-man;"Eroinleri MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'dan aldım" dediğinde Korkut Özal İçişleri Bakanı idi... Bu açıklamadan sonra Erbakan ve Fehim Adak "Teşekkül halinde eroin imâl ve ihraç etmek" suçundan yargılandılar.
Daha sonraki yıllarda Refah Partisi'nde umduğunu bulamayan ve faizcilikle suçlanarak güvensizlik ortamından ayrılmayı geciktirmemiştir. Daha sonra Esat Coşan ile ANAP'ı destekleme kararı alacak Mesut Yılmaz'ı başbakanlığa taşımışlardır. Arkalarından Abdülkadir Aksu ve Cemil Çiçek gibi adları da sürüklemişlerdir ANAP' a...

İSLÂMCI ÖRGÜTLER
(Kaynak:F. Bulut)
Tarikat Anamalının Yükselişi ve İslâm Ekonomisi

1940'lı-1950'yıllar, hem Türkiye'nin çok partili yaşamına geçişine hem de bastırılan İslâm' cı çevrelerin gizli-açık biçimde erk'e rakip sağ partilere destek vermelerine tanık oldu...
Milli Kalkınma Partisi, Sosyal Adalet Partisi, Arıtma Koruma Partisi, İslâm Koruma Partisi, Türk Muhafazakâr Partisi, Toprak-Emlak Teşebbüs Partisi gibi... İslâm' i partiler kuruldu.
1960'lı yıllar Adalet Partisi'nin çatısı altında kimi İslâmcı kişilerin toplanma dönemidir. Süleyman Demirel de açık dini motifleri kullanıp gerekli (işaretleri) imleri veriyordu. Adalet Partisi'nin İslâmcı akım, cemaat ve tarikatlar için "sığınak" konumundaydı. Demirel, bunları istediği gibi kullanabiliyordu. Örneğin; Süleymancılarla Nurcular, Demirel'in baş destekçileriydiler.
Demirel'in başlatıp hızlandırdığı camii ve İmam Hatip okulları yapma atağı 1980'li yıllarda son hızına ulaştırıldı.
Milli Nizam-Milli Selamet -Refah Partisi (sonradan Fazilet ve Saadet Partisi-Adalet ve Kalkınma Partisi aynı sürecin siyasal kesimidir) başkanı olarak Prof. Dr. Necmettin Erbakan Konya gibi tutucu-gerici, dinci bir ilde büyük oy toplayarak seçilmesi, İslâmcı hareketlerin siyasi eğilimlerini hızlandırdı ve büyük cesaret aldılar.
Aynı yıllarda Sezai Karakoç' un "edebiyat çizgisi" İslâm' i alanda bir derinleşmeyi (!) irdeleyip sorgulamayı da gündeme getirdi. Sezai Karkoç' un önemi arayış içinde olan İslâm' i kesimi, yaşadığı çevrenin düşünsel, siyasal ve toplumsal sorunlarına karşı duyarlı olmasında yatar. Sezai Karakoç' un öncülük söylemlerinde bir hayli kökten dinci, özde ise gelenekçi olan Necip Fazıl Kısakürek'tir.
Çok partili döneme geçişte İslâm' i odaklar Demokrat Parti' de toplanmışlardır. Demokrat Parti geleneği; o güne değin sistem karşıtı olan bir kısım İslâmcı grupların sisteme eklenmesinin ve Müslümanların aktüel politikaya katılmaları geleneğinin başlangıcı olmuştur.
1960'lar da D.P.' nin devamı olan Adalet Partisi yine tarikatlara ödünleriyle oy topladı. Türkiye'de İmam Hatip Okulları ve Kur-an Kursları "furya" hainde açıldı. Bu furya 12 Eylül döneminde de devam ettirilmiştir Paşalar Konseyi tarafından. A.P. lideri Süleyman Demirel, o dönemlerde yükselen sosyalist ve devrimci karşı dini ve bağnaz kesimleri kullanıyordu. Siyasete katılan ilk İslâmcı gruplar, ürkek ve mahcup davrandıkları için ucuz oy depolarıydılar.
12 MART faşizm, görünüşte "hem sosyalist ihtilalcilere hem de İslâmcı mürtecilere karşı askerin keskin kılıcını" temsil ediyordu.12 Mart darbesi sırasında 163. madde gereğince Ana-yasa'ya aykırı bulunan Milli Nizam Partisi tüzük ve programı, 1974 yılında Milli Selamet Partisi'nin aynı tüzük ve programını oluşturunca erk çevreleri, özellikle darbeyi yapan çevreleri buna ses çıkarmadı...
O dönem darbecilerin irticaya karşı olan sert kanadını temsil eden Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ile çelik çekirdeğin temsilcisi Orgeneral Turgut Sunalp(ki sonra parti kurdurularak genel başkanlığı yaptırılmıştır Kenan Evren Eylül'ünde)İsviçre'ye giderek oraya sığınmış olan Erbakan ile görüşmeler yaptılar. Erbakan'ı ikna ederek yurda dönmesini sağladılar. (M.Batur son yıllarda bunun bir uydurmaca olduğunu açıklamıştır.) İslâmcı kesimler, bizzat Refah Partisi içinden gelen kimi insanlar, bu noktanın da hayli karanlık olduğunu dillendiriyorlar. MNP ve MSP önderliği, ikinci kuşak Müslümanların sistem karşıtlığından sisteme eklenme sürecini başlatarak o güne dek sisteme rejime karşıt güçleri; özellikle Nakşibendîler; aktüel Türk siyasetine soktu.
12 EYLÜL 1980 cuntası, tüm siyasal parti ve örgütleri kapatırken, (bunun içinde T. Tarih Kurumu ve T. Dil Kurumu ve Atatürk'ün kurduğu C.H.P. 'de vardır.)İslâmcılar da bundan zarar gördüler. Ama toplumda maya tutmuş, kurumsal temelleri ve uluslar arası bağlantıları devlet ile girift iç içe girmiş ilişkileri, İslâmcıların gerilemesine değil, gelişmesine yol açtı.
Kemalist devlet, kimilerine göre diktatörlük olarak tanımlanan süreci sürdürebilmek için, Türk-İslâm sentezi çerçevesinde İslâm ülküsünden-ideolojisinden-yardım aldı. Toplumsal karşıtlığı sindirmek ve göz boyamak içim, İslâm bir bent-set-olarak kullandılar. Kürt mücadelesinde dini bir birleştirici ve kurtarıcı ya da yapıştırıcı olarak kullanıldı. Bu gerçekler karşısında tarikatlar, laik cumhuriyet sistemine ters bir biçimde çıkıverdiler. Devletin önemli kilit noktalarını ele geçirip söz sahibi oldular...12 Eylül paşası her önüne geldiği yerde Kuran'dan sureler, ayetler okuyarak Türk toplumuna iletiler göndermeyi yeğledi. Cumhurbaşkanı olan Özal bile Nakşibendî gibi bir tarikatın mensubuydu., ki resmiyet açısından bakıldığında Cumhuriyet tarihinde görülmemişti...Sonrası 2007'de R.T.E. ile perçinleşecektir.
1946'da çok partili döneme geçilirken en belirgin kıpraşma din alanında yaşandı. Demokrat Parti ile Millet Partisi, CHP'nin yıllar yılı süren diktatörlüğünü sağ temelde yıkmaya çabalamışlardır. Kazanımlar ise İslâmcı kesimdi. Demokrat Parti 2.Kurultayı'nda, İslâmcı düşüncenin kendi taraflarında toplanma yolunu açmıştır.
16 Haziran 1950 tarihinde ezanın Türkçe okunmasını ön görüp Arapça'sını yasaklayan T.C.K. yasasının 526.maddesi değiştirildi. Arkasından 163.madde gündeme getirilmeye başlandı.
Demokrat Parti döneminde; Sebilüreşad, Hür Adam, Serdengeçt, Fetih, Türk Düşüncesi, Büyük Doğu gibi İslâmcı gazete ve dergiler Kemalist reformlara ve laik devlete yüklenmeye başladı. DP de bunun yanında Milli İman Cephesi ya da Vatan Cephesi'ni kurdu. Dönemin İslâm'i düşüncelerini şu kişiler savunuyordu:
Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Sefa, Ali Fuat Başgil, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ömer Rıza Doğrul, Eşref Edip, Cevat Rifat Atilhan, Osman Yüksel, İsmail Hakkı Danişment, Nurettin Topçu, Hikmet Tanya, Mustafa Kentli, Ömer Nasuhi Bilmen ve Hüseyin Saruhan.
Başbakan Adnan Menderes, Eyüp Sultan türbesini açtırarak "D.P.' yi" <İslâm'ı Kurtaran Parti> biçiminde algılanmasını sağlamıştır. Demokrat Parti kadrolarında Abdullah Aytemiz, Münip Hayri Ürgüplü, Fehmi Ustaoğlu, Şevket Ustaoğlu, Sait Bilgiç, Mehmet Gürkan gibi milletvekilleri Meşrutiyet dönemi İslâmcılığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde aynen taklit etmişler, onların söylemlerini dillendirmekten kaçınmamışlardır. Bu kişiler, Türkler, Allah ve Kur-an iradesini tümüyle kullanmak zorundadırlar düşüncesindeydiler. Fahri Ağaoğlu ise, devletin dini İslâm önerisini yapmıştır.

1967'de Milli Mücadele savaşımı-Birliği adı altında örgütlenirken, İslâm' i bakış açısı çok belirgin değildi. Ya da milliyetçi mukaddesatçı kesim olarak adlandırılarak "Türkçülük İslamcılık" sentezini yakalayıp faşist Pan Turanistlerle henüz kol kola gittikleri bir dönemden geçiyorlardı.
Milli Türk Talebe Birliği yöneticilerinden olan Fidan Güngör, Molla Mansur Güzelsoy, Molla Ubeydullah Bolar gibi adların, 1990'larda Kürt Hizbullah'ı (Menzil Grubu) adıyla çıkıp sırtını İran'a dayayarak bir İslâm devletini hedeflemek, yeterince açıklayıcı olmalı.
İslâm sosyalizmi, bilimsel bir terim olmasına karşın 1960'lardaki siyasi ortamda bir hayli geçerli olmuştur... Türkiye'yi çeviren hemen Arap-İslâm ülkelerinde çokça tartışılan, teorisi yapılan siyasi bir akımdı. Örneğin; Mısır'da resmi söylem halini almıştı.1995'de Sovyetler Birliği; Arap sosyalizmi, Hint sosyalizmi, Afrika sosyalizmi, İslâm' i sosyalizmi türünden görüşleri, kapitalist ve sosyalist olmayan üçüncü kalkınma yolu olarak kutsanmıştır.
1970'lerin başındaki sol bir askeri (?) darbenin hazırlığı içinde olup, ordu içindeki solcu Kemalistler tarafından pek beğenilen yazar-düşünür Doğan Avcıoğlu bile, İslâm sosyalizmi düşüncesini YÖN dergisinde savunmuştur.
Görüşün yandaşlarından olan Prof. Cahit Tanyol ise "üretim ve mülkiyetin Tanrı' ya ait olduğunu, Kur-an' da zaten sosyalist düşüncenin bulunduğunu ve dolaysıyla İslâm'ın cennetinin de sosyalizm olabileceğini" ileri sürmüştür.
Avcıoğlu bu görüşünden vazgeçerek; "İslâm sosyalizminin bir şizofreni" olduğunu söyledi.
Prof. Niyazi Berkes ise "İslâm sosyalizmini" soldan eleştirdi. Yıldız Sertel'e göre bu görüş laiklik ilkesine bağlı aydınlarca benimsenmedi ve sönmeye mahkûm oldu.
İslâmcılar Milli Nizam Partisi içinde arayıştalar.
1960 askeri eyleminden sonra Kemalist yönetim bir yandan görece geniş hak ve özgürlükler tanıyan 1961 Anayasası'nı oluştururken, iki akımı gizli ya da açık karşıt bildi: Kürtler ve İslâmcılar... Aslında bu iki unsur birer ülke gerçeğiydi de yadsınmayan.
Milliyetçi-mukaddesatçı kesim 1965'lerde İslâmcı kesim kendisini sorgulamaya başladı. Bir ayrışmanın sancıları başlamıştı. İslâmcılar köktencileşmeye başlayıp kendi çizgilerini su yüzüne çıkarmayı başardı."İlim Yayma Cemiyeti ve Aydınlar Ocağı" aracılığıyla dinsel ve kültürel çalışmalar yapmaya başladı. Mehmet Şevki Eygi, "Yeni İstiklâl" gazetesinde kendi İslâmcı çizgisini oturtmaya çalışırken, inişli çıkışlı bir yöntem izledi. Benzer olayı Büyük Doğu dergisi için de söylemek olası. İslâmcıların günlük basına gereksinimleri, Sabah ve Bugün gazetelerinde somutlaştı. İslâmcı kamuoyu yaratma doğrultusunda alim-imam hatipli ayırımı yapılmaya özen gösterildi.
Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, "1965'de tek başına iktidar olduğunda, Başbakan olarak Başbakanlık da namaz kılan ilk insandır. Aklınca başbakanlığı Müslüman kılmıştır. Arkasından gelen tarihsel süreç çok önemlidir:
1966'da Prof. Dr. Necmettin Erbakan Türkiye Odalar Birliği Sanayii Dairesi Başkanlığı'na getirildi.1967'de isteğe bağlı din dersleri liselere kondu. 1968 Nisan' ında Hizbül Tahrir bir bildiri dağıtarak İslâm Devleti Anayasası'nı açıkladı.12 Kasım 1968'de Türk İslâm Enstitüleri Talebe Federasyonu, askeri okullarda din dersi konması isteğiyle açıklama yaptı. Aynı yıl Erbakan Odalar Birliği Başkanı seçildi.
1 Ocak 1969'da İstanbul Şehzadebaşı camisinde 20 bin kişiyle sabah namazı kılındı.
10 Ocak 1969:Milliyetçi cephe öğrencileri Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde İslâmcı bir öğrenciyi dövdüler.
27 Ocak 1969:İslâmcı Bugün gazetesi yazarı Mehmet Şevki Eygi görüşlerinden ötürü hüküm giyip sürgün cezasına çarptırıldı.
11 Şubat 1969:Bir kadın öğretmen başını örterek derse girdiği için görevinden alındı.
17 Şubat 1969:Solcu öğrencilere "kızıl komünist" denilerek yapılan saldırı; Kanlı Pazar ve
Beyazıt camisinde 15 bin kişilik sabah namazı kılınması.
9 Mart 1969:Yalova'da dini, kültürel çalışmalarda bulunan 36 kişi, çeşitli cezalara çarptırıldı.
21 Mart 1969:Okula mescit yaptırılmasını isteyen bir öğretmen Konya valisince görevden alındı.
26 Mart 1969:İslâm Enstitüleri Talebe öğrenci Federasyonu 3.Kongresi'nde Diyanet İşlerine özerklik verilmesi istendi.
3 Nisan 1969:Ispartalılar, Kız İmam Hatip Okulu açılması için harekete geçtiler.
6 Nisan 1969:Ankara'da Din Görevlileri Federasyonu kapatıldı.
8 Nisan 1969.Adalet Partisi milletvekili Tekin Erer "şeriata" karşı bir yasa getirilmesini istedi.
26 Nisan 1969:10 bin Yahudi ailesinin Türkiye'de ekonomiye egemen olduğu basında açıklandı.
10 Mayıs 1969:Dini eserler okuyan 49 kişi Afyon'da tutuklandı.
26 Mayıs 1969:Dinci bir kadın konferans verince İzmir'deki ilerici-demokrat kadınlar tepki gösterdi.
16 Haziran 1969:İstanbul Akşam Yıldız Teknik Okulu'ndaki mescit basıldı.
3 Temmuz 1969:İzmir'de bir cami bombalandı.
29 Temmuz 1969:Prof. Necmettin Erbakan "aya iniş ve Müslümanların ilme hizmetleri"konusunda bir konferans verdi.
6 Eylül 1969:Erbakan Anayasanın 163. maddesini değiştireceğiz söylemiyle Konya milletvekili adayı oldu.
8 Ekim 1969Konya'daki İmanlı Büyük Türkiye Mitingi'nde "Hak Yol İslâm'dır" pankartı asıldı.
12 Ekim 1969:Erbakan bağımsız milletvekili seçildi.
26 Ocak 1970:Milli Nizam Partisi siyasal yaşamda yerini aldı.
8 Şubat 1970:MNP kongresi yapıldı. Ankara'da "Allahuekber Amin İnşallah" nida ve hay- kırışlarıyla..sürdü.
20 Mayıs 1971:Milli Nizam Partisi Anayasa Mahkemesi'nce kapatıldı.
17 Ekim 1971:Askeri yönetimce Kur-an Kursları'nın devletleştirilmesi ve Diyanet İşleri'ne devir edilmesi Süleymancı cemaatine büyük bir darbe indirildi.
11 Ekim 1972:Milli Nizam Partisi yerine Milli Selamet Partisi kuruldu. Genel Başkanlığı'na Süleyman Arif Emre seçildi. Erbakan yurt dışına kaçtı. Geri döndüğünde genel başkan oldu.
26 Ocak 1974:Genel seçimlerde anahtar parti oldu. CHP ile koalisyon yaptı. 1975 ve 1977'de
milliyetçi cephe içinde koalisyona ortaklık yaptı.
12 Eylül 1980.Bütün partilerin siyasi çalışmaları yasaklanarak, partiler kapatıldı.
19 Temmuz 1983:Avukat Ali Türkmen Refah Partisi'ni kurdu. Veto edilen kurucular tekrar Ahmet Tekdal ile siyasal yaşamına girdi.11 Ekim 1987'deki kongrede Erbakan genel başkan oldu.

Türkiye' da kökten İslâm' i söylemin; içeriği boş olsa da: ve çizgisinin ilk ana hatlarını belirleyen kişi Necip Fazıl Kısakürek'tir.Kısakürek'in geleneğini sürdürmeye çabalayan Tavır dergisi ile İBDA-C örgütüdür.
Kökten İslâmcı söylemi, edebiyat temelinde ele alan kişi ise Sezai Karakoç'tur. Diriliş dergisinde çalışmalar yapmış sonrada Diriliş Partisi'ni gündeme getirmiştir. Erbakan'dan farklı bir
Çizgide olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. İçeriği boş kökten söylem özellikle İslâmcı gençler arasında büyük ilgi gördü.29 Mayıs 1977'de İstanbul'un kurtuluşundaki yıl dönümünde Ayasofya önünde;"İslâm uğruna kan akıtılacak günler yakındır" diye bas bas bağırmışlardır.
Refah Partisi önderliğinin; MNP ve MSP' nin devamı olarak; barışmadığı diğer bir kesim ise Süleymancılar cemaatidir. Liderleri 1970'lerde Adalet Partisi'nden milletvekili olmuştur.
MSP ile ilişkileri bilinmemekle birlikte, 1980 askeri darbesinden önce faaliyet gösterip adı şiddet eylemlerine karışan İslâmcı örgütler şunlardır:
1-Türkiye İslâm Ordusu
2-Türkiye İslâm Kurtuluş Cephesi
3-İslâm Devrimi'nin Acil Mücahitleri
4- Türkiye İslâm Kurtuluş Birliği
5- Dünya Şeriat Kurtuluş Ordusu
6- Evrensel İslâm Kurtuluş Savaşı'nın Türkiye Mücahitleri
7- Evrensel Kardeşlik Cephesi Şeriatçı İntikam Mangası
Ayrıca bağımsız yasadışı örgütler:
1-Ak-Güç
2-İslâm Kurtuluş Partisi Cephesi
3-Türkiye İslâm Mücahitleri Ordusu
4-İstanbul Kültür Ocağı
5-İslâm Kurtuluş Ordusu

Erbakan, 1994 seçim kampanyasını <CİHAT> olarak ilan etti.Cihat ordusu için çağrıda bulundu ve kökten dincilere ileti gönderdi. Yönetimin merkezinde duran Recai Kutan;Oğuz-han Asiltürk gibi adlar aracılığıyla kendisine kuşku ile bakan devlete güven aşılayacak eylemlerde bulundu. ANAP döneminde İçişleri Bakanlığı yapmış Abdülkadir Aksu, Özal döneminde yabancı anaparanın Türkiye'ye girişinde başı çeken Korkut Özal ve Odalar Birliği Eski başkanı Ali Coşkun ile yakınlaşarak yerli-yabancı iş adamlarına göz kırptı Erbakan Hoca. Erbakan ve çalışma arkadaşları, "Atatürk sağ olsaydı R.P.' li olurdu, R.P.' nin kökü ta Kuvayı Milliye' ye dek uzanmakta, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri bizim bağrımızdan çıkmıştır ve canımızın bir parçasıdır. Bize oy verenlerin içinde ordu ve emniyet mensupları da vardır." demişlerdir...

Tarikatların Holdingleşmesi ve Adil Düzen:
1960'ların ortalarından itibaren hizmet, organizasyon, teşvik, kredi, banka, ithalat, ihracat gibi alanlara uzanarak, bu işleri yapanlarla işbirliği içinde ya da bizzat bunu başını çekerek bir anamal birikimi yarattılar.
1973-1983 yıllarında devlet solcularla uğraşırken, İslâmcılar tüm çalışmalarını toplumsal, siyasal, ekonomik ve düşünce alanında yoğunlaştılar. Cemaatler ve tarikatlar halinde ya da bireysel işadamı kimliğiyle <<servet>> birikimine başladılar. Niceliksel ve niteliksel sıçrama yaptılar.
Al Baraka Türk, Kuveyt Türk, Faisal Finans, Libya-Türk bankacılık sistemiyle gelişen Müslüman yatırımcılığı, petrol dolarla buluştu.
Türkiye'deki cemaat ve tarikatlar; en azından belli bir bölümü; artık holdingleşmiş Müslümanlar konumuna girmişlerdir. Bu düzlemde ele alınırsa, ülkedeki modernleşme karşısında geleneksel cemaat yapısında kırılmalar da yaşanıyor. İslâmcılar yepyeni bir dayanışma modeli arayışı içine girmişlerdi o yıllarda. Eski dayanışmacılık yıkılıp yerine biraz daha anlatımı etkili, meditasyon etkili, mistik yönü ağır basan bir ya da buradan hareketle, kökten-dinci ağırlıklı bir
odakta birleşmişlerdir. Işıkçılar ve Fethullahçılar cemaati (İhlâs Holding) holdingleşmiş tarikatlardır.
Böyle bir görünüme oturan Refah Partisi'nin buradan ayrı kalması olası değildi. RP bir yandan holdingleşen cemaat ve tarikatlar adına şeriat ve rant peşinde koşmakta, onlara öncülük etmektedir. Devlet yönetiminden bu yolla pay almanın diğer adı da Adil Düzen'dir artık.
Laiklik taslayan sermayenin bu yolla önünü keserek gücünü kırmaktır, tıkamaktır. Adil Düzen, aynı zamanda, merkezi ve yerel projelerde gerek metropol kentsoylusunun gerekse taşra kentsoylusunun ihaleler yoluyla RP'yi ortaya koymuştur.

Geçmiş yıllarda ülkede bir İslâmcı hareketten söz edilip edilmeyeceği tartışmalıydı. Ama geçen süreçte bu kesinleşmiştir. Hatta ve hatta kemikleşerek iktidar bile olmuşlardır. Geçmişin fikir fukaraları ve suçluları bugün ülkeyi yönetmekte, Çankaya'ya çıkma hesaplarıyla, taktikler uygulamaktadırlar. Erbakan ise karşıdan izlemektedir.Hüküm giymiş evinde cezasını çekmesi için yasa çıkarılmış;ya da kararname ile;Mercedes'iyle camiden camiye koşturmaktadır..
Hesabına geçirdiği bir trilyon parayı ödememekte ısrarcıdır.Geri ödeme yapmamakta hayli kararlıdır. Baklavanın altından, hindinin tüylerini Türk siyasal yaşamına kavramlar kazandırmakla uğraşmaktadır.
Lübnan'daki Hizbullah olgusu Türkiye'deki İslâmi uyanışı hem hızlandırdı, hem de militanlaştırdı. Kürdistan ve İstanbul gibi yerlerde Hizbullah adı altında suçlusu bilinmeyen cinayetlere imza koydular .Bu arada Çetin Emeç Uğur Mumcu Turan Dursun-Muammer Aksoy Bahriye Üçok A. Taner Kışlalı Necip Hamlebitoğlu gibi aydınlar kurban edildi Allah'a!!

Cemaatlar-Tarikatlar ve Basın:

Türkiye'deki gelenekçi ulema, cemaat ve tarikat örgütlenmesi kitlesel olarak çok yaygınlaşmıştır. Bu cemaat ve tarikatların en tipik özellikleri, ülkedeki basın-yayın yaşamıyla çok yakından ilgilenmeleri ve dergilerle özdeşleşmeleri bir gerçektir.
Işıkcılar: Şu andaki lideri sualtı biyoloğu Enver Örendir. Made in Türkey, Fuar Gazetesi, Medikal Gazete, Türkiye Gazetesi.. İnsan ve Kainat, Türkiye Çocuk Dergisi, Tekstil Teknik, Türkiye Takvimi gibi dergiler.. TGRT TV.(2007'de FOX' a satılmıştır) ve Türkiye Gazetesi, İhlas Holding denetimi altındadır...İhlas Holding batırılmıştır..
Süleymancılar: Önderleri Süleyman Hilmi Tunahan'dır. Tunahan'nın damadı Adalet Partisi'nden milletvekili olup T.B.M.M.' nde temsil edilmiştir.12 Eylül 1980'de tutuklanmış ve beraat etmiştir. TIR filosu sahibidir. Şimdiki önder Hüseyin Kumaş'tır. Kurs ve okullara ve de yurtlara önem vermişlerdir. Bir zamanlar 100 kadar öğrenci; kendi söylemlerine göre "talebe" yurtları vardı. Ufuk adlı bir dergileri ve Fazilet yayınevleri bulunuyordu. Bazı önderleri: Hüseyin Kap-lan, Mehmet Arıkan, Halit Beşer, Mustafa Çırpanlı, İsmail Sarı, Kadir Balcı, Arnavut Mustafa, Ali Ak, Mustafa Doğanbey, Hilmi Bilge, Mustafa Özaltın, Abdullah Beşinci... Bu adların soyadları size bir şeyler anımsatıyor mu?.. 1980'den sonra Hüseyin Kaplan cemaatten ayrılmıştır. Resmi raporlara göre Süleymancılar "Şeriat Devleti" istiyorlar.
Nurcular: Önderleri Saidi Nursi'dir. Ölümünden sonra Nur sakinleri İzmir'de Zülfikar adlı gazete çevresinde toplandılar. Zülfikar'ın toplatılmasından sonra Uhuvet gazetesini çıkardılar.
1967'de İttihat çıkarıldı, 1971 askeri yönetimince kapatıldı. Nurcuların günlük gazete projeleri gündeme geldiği yıl 1970..1980'de kapatıldı. Yerine Yeni Nesil devreye sokuldu.
Altı gruba bölünen Nurcular, İstanbul ve İç Anadolu'da; Burdur, Isparta, Afyon, Kastamonu, Denizli, Manisa;güçlüler.Ana kanat DPY' de politika yapıyor. Yeni Nesilciler ANAP'ı destekliyor.

Fethullahçılar: Nakşî kolunun önderi Fethullah Gülen.1970'lı yıllarda, sıkı Demirel ve ABD yanlısı olarak bilinen Yeni Asya gazetesinin hizipçiliğine ve siyasetsizliğine bir tepki olarak harekete geçti.12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri yönetimin dini söylemlerinden ötürü gözaltına alınıp tutuklandı. 1970'lerden beri İzmir, Manisa yöresinde öğrenci yurtları, Kuran Kursları, gençlik eğitim kampları yoluyla faaliyet gösteren bu grubun Zaman adlı günlük gazeteleri, Sızıntı, Zafer, Sur, Bizim Aile gibi dergileriyle Samanyolu televizyon kanalları var. Kürtlere antipatiyle bakarlar. ANAP-DYP-RP'de politika yaparlar.1500 kadar özel okul ve büyük anamal sahibidirler.
Tarih 28 Şubat 2007 ve Hikmet Çetinkaya'nın yazısından bir bölüm... Çok dikkat ve ilgi çekici. Politika Günlüğü'nden: Bir söyleşiden bölümler.
(....) "Türk İslam Sentezi ve Kürt İslam Sentezi'ne dayalı milliyetçi mukaddesatçı yapılanmaya, Fethullahçıların başta Alman ya, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya gibi ülkelerdeki örgütlenmesine geliyor, sohbet...(...) Fethullah Gülen aslında Türk ve Kürt İslâm Sentezi'ne dayalı milliyetçi mukaddesatçı bir yapıyı oluşturuyor. Fethullahçıların görünen yüzünde bu yok. Örneğin Türk ve Kürt İslâm sentezcileri laikliği yok sayarlar. Fethullahçılar da öyledir.
Laiklik olmadan demokrasi olur mu?..Fethullahçı yapılanma Avrupa'da ivme kazanıyor.
Zaman gazetesinin matbaaları, büroları, işyerleri çoğalıyor. Zaman gazetesi, Türkiye'de olduğu gibi Avrupa'da da"elden" dağıtılıyor ya da "abone" yöntemiyle saptadıkları kişilere gönderiliyor... Avrupa'nın pek çok kentinde başimam, bölge imamı bulunuyor.
Okullar, yurtlar, dershaneler peş peşe açılıyor... Yıllardır Almanya'da yaşayan gazeteci arkadaşlardan dinledim olup bitenleri. Bazı işadamlarıyla konuştum... Dedikleri şu:
Samanyolu ve Kanal 7 alt yapısını milyonlarca Avro harcayarak yeniledi. Zaman gazetesi
Frankfurt'ta dev bir tesis kurdu... Paralar nereden geliyor bunca yatırım yapılırken? Geldiği ülke belli değil. Avrupa'daki Türk işadamlarının yardım yaptığı söyleniyor ama doğruluk oranı az...Çünkü!..Avrupa'daki Türk işadamları ekonomik bunalım yaşıyor.1, 2 bin Avro veremeyecek durumdalar...
Fethullahçılar Türk ve Kürt İslâm Sentezi'nin Avrupa ayağını oluşturmuşlar... İşaret fişeği Washington'dan atılmış. Londra'dan sonra Kahire'de toplantı yapılmış. Mısır'daki Müslüman Kardeşler, Lübnan'daki Hizbullah nasıl bakıyor bu olaylara?..
Güneydoğu' da Kürt İslâm Sentezi'nin ayağındaki Fethullahçıların Hizbullah, Müslüman Kardeşler, El Kadı ve İslâm' i Hareket' le ilişkileri nasıl?.. Fethullahçılar DYP lideri Mehmet Ağar' la içli dışlıyken, etnik temele dayalı kör milliyetçiliğe karşı çıkan MHP lideri Devlet Bahçeli' ye neden öfkelendiler?"

Necip Fazıl Kısakürek ve İBDA-C:
Necip Fazıl'ın Büyük Doğu ekolü boş içeriğine karşın İslâmcılar arasında derin izler bıraktı. 1968-1971 yılları arasında toplu namazlar eylemleri görüldü.
Bu namazları, daha önceden düşünüp, sahibi olduğu Bugün gazetesinde yazan Mehmet Şevki Eygi adlı tutucu, gayet saldırgan bir dil kullanan ve yeminli anikomünisttir. Önerisini 1966-1971yılları arasında yineleyip dururdu. Diğer yanıyla "Toplu Namazlar" ülkede toplu katliamları da başlatan bir geleneğe dönüşmüştür. 1969'da Kanlı Pazar Olayı'nın kışkırtıcıları Mehmet Şevki Eygi'dir. Bu gelenek 1979'larda Sivas, Malatya, Kahramanmaraş gibi illerde sürdürülüp kıyımlara vardırılan ölümler olmuştur.1993 Sivas Madımak'daki eylem de bunların marifetidir.

Türkiye'deki cemaatlar, tarikatlar öylesine birbirine girmiştir ki, altından kalkmak olası değil. Bu yüzden zaman zaman yinelemeler oluyor. Hem zaman, hem de konu ve kişiler açısın- dan. unun doğal karşılanması gerekiyor. Gerçekten konu çok karma karışık.

Ama sonuçta Allah'ı kullanarak, dinsel öğelerle ekonomide etkin olabilme savaşlarıdır.
Allah ve din söylemleriyle devletin ekonomisini ele geçirip, onlar adına, kendi ceplerine indirme umuduyla pastanın büyük bölümünü elde tutmaktır tüm amaçları. Yurt içiyle yetinmeyip, İslâm uğruna dünya ekonomisinden de pay alma düşüncesiyle örgütlenip Holdingleşmişlerdir. Yani:"Yeşil Emperyalizmin" yer kürede etkin olması ana amaçtır. Bu da Arap Yarım Adası'ndan başlayarak Anadolu topraklarınsa, İstanbul Boğazı'ndan Avrupa'ya açılmaktır. Son 25 yıllık hedef buydu ve başarıldı.
Şimdi Avrupa'ya bir bakalım:
İslâmi örgütlenme ağı, Türkiye'deki resmi belgeler, Avrupa'daki Türk-İslâm örgütlenme ağının kuruluşu şöyledir. Verilen bilgiler 1994 yılı ana nokta alınmıştır...
Almanya: İslâmi Kültür Merkezleri 24 adet, Milli Görüş Teşkilatı, Batı Berlin İttihat Basımevi.
Fransa: Frankreich ve çevresi İslâm Kültür Merkezleri 2 adet.
Avusturya: Türk Kültür ve Yardımlaşma Derneği 8 adet..Milli Görüş Teşkilatı.
Danimarka: İslâm Kültür Merkezi.
İsviçre: Schweiz ve çevresi İslâm Kültür Merkezleri 8 adet.
İsveç: İslâm Kültür Merkezleri.
Belçika: İslâm Kültür Merkezleri 2 adet, Milli Görüş Teşkilat.
Hollanda: İslâm Vakfı ve İslâm Kültür Merkezleri 14 adet, Milli Görüş Teşkilatı..


Avrupa Milli Görüş Teşkilatı:
1970'lerde Milli Selamet Partisi'nin gençlik örgütü Akıncılar' ın bir kolu olarak kuruldu. 1985'in 20 Mayıs'ında resmen Avrupa Milli Gençlik Teşkilatı / AMGT/ olarak onaylandı. Merkezi Köln olan ve 400 şubesi vardır.1980 öncesi şeriat yanlılarının Avrupa'ya kaçarak bu teşkilatın-örgütün-yönetimini ele geçirmesiyle "irtica"i bir içerik kazandırılmıştır. Kendi tanımlarıyla T.C.' yi devirip İran benzeri bir düzen kurmayı amaçlayan bir örgüte dönüştürmüşlerdir. AMGT' nin yönetimi: Dr. Zeynel Abidin, Haldun Alkan, Cemalettin Kaplan, Hüseyin Kamil Büyükgezer, Ahmet Polat, Hasan Damar, Akgün Erbakan, Cemal Kamacı (ünlü boksör), Abdullah Yüksel, Mustafa Gül... AMGT' nin her yıl 1500 kişiyi Hac'a götüren KAR-BİR adlı şirketleri vardır. Bu şirket Şevket Kazan'ın Zemzem adlı şirketiyle işbirliği içindedir.

"İslâmi Cemiyet ve Cemaatler Birliği":
1981 yılında Almanya'ya giderek Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'na katılan Cemalettin Kaplan (Hocaoğlu), 13 Ağustos 1983'de bu örgütten ayrılarak "İslâmi Cemiyet ve Cemaatlar Birliği" adıyla bir örgüt kurdu. Başlangıçta 5 bin yandaşı olan örgütün 10 bin kadar taban kitlesi olduğu sanılıyor. 1993 verilerine göre Almanya'da 98 camisi 1200 kadar üyesi ve 3 bin dolayında sempatizanı kayıt edildi. İCCB yandaşlarına <Kaplancılar> deniliyor. Almanya'da Anadolu Federe İslâm Devleti kurduğunu ilan etmiştir... Bu nasıl bir anlayıştır ki devlet içerisinde devlet kurumuna izin veriliyor ve göz yumuluyor çağdaş ve uygar sandığımız Almanya'da
Dünya'da ün yapmış İslâmcılara yakın duruyor. Afgan Hizbi İslâm önderi Gulbettin Hikmetyar, Lübnan'da İran yanlısı Hizbullah, Mısır'da radikal Cihat, Filistin' da Hamas gibi örgütlerle iletişim halindedir.
Dinin siyasete karıştığı yerde; örneğin Mısır'da Enver Sedat, ABD'de Jimmy Carter ve Ronald Regan, Türkiye'de Kenan Evren ile Turgut Özal ve İsrail'de Menahim Begin gibilerin iktidara gelmesi pek olağan ve kaçınılmazdır ve ortak noktaları bugün RTE' nin başbakan olması gibi...

TARİKAT SERMAYESİ'NİN YÜKSELİŞİ
(Kaynak:Faik Bulut)
İslâmi sermayenin ülkeye girişi 12 Eylül 1980 askeri eylemin öncesinde Süleyman Demirel hükümetinin aldığı ünlü <<24 Ocak Kararları'yla>> başlar.12 Eylülcüler bu kararların uygulanmasını bir süre rafa kaldırdılar. Küresel kapitalizm ile Türk ekonomisinin bütünleşmesini amaçlıyordu bu karar.
'24 Ocak Kararları'nı uygulamak <cunta yönetiminin> ve bakanlarının inisiyatifine önceliğine kaldı. ABD desteğindeki Suudi sermayesi, Türkiye'deki İslâmcıları; özellikle "Rabıta" adlı İslâm' i örgüte üye olanlardı; ve kimi önderlerini kullanarak ülkeye girdi. Bu yadsınamaz!
1984 yılında dönemin Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı paşası Kenan Evren'i Kainatı >İslâm Konferansı Örgütü'ne< bağlı "Ekonomik ve Ticari İşbirliği Komitesi" başkanlığına getirilince petro İslâm'ın ülkeye girişi kaçınılmaz olmuştu. Paşa' nın başbakanı Nakşibendî Turgut Özal ise, bu anaparanın gelişmesi içim özel yasalar düzenlemişti.
Yine Paşa' nın Paşa Başbakan' ı Bülend Ulusu (oramiral), 80'lerin başında tarikat "mensubu"üyesi bir profesörü Cidde'ye gönderdi. İslâm Kalkınma Bankası yapılanmasında bir enstitü kurama uğraşılarını başlattı.Türk-İslâm ekonomisi için 60'dan fazla uzman yetiştirilmesi İçin kolları sıvadılar. Milli Selamet Partisi milletvekiliyken askeri yönetim tarafından tutuklanan Korkut Özal salıverildi. Kardeş ilişkilerinin iyi bir uygulaması yaşandı. Bu aynı zamanda silahlı eyleme karşı bir tükürdüğünü yalatmaktı onlarca. Özal'ın siyasi gücüne dayanarak, yürü ya kulum dendi. Örneğin; Topbaş ailesinden ticareti öğrenen Prof. Korkut Özal, Al-Baraka Türk adıyla petro dolar anaparasının Türkiye'ye akışını sağladı. Sonuçta ABD destekli Arap-İslâm sermayedarları, mantar gibi çoğaldılar. Özel finans kurumları kurup faizsiz (nasıl oluyorsa) bankacılık düzenini yaygınlaştırdılar... Ve başladılar para emmeğe... Korkut Özal'ın tanımıyla;"yastık altında korkunç bir servet yatıyordu. İnanan kesim, faiz, helal, haram gibi kaygılarla geleneksel bankalara gitmeye çekiniyordu. Amaç, bu korkunç serveti ekonomiye sokmaktı." Özallar yurttaşın dişinden, tırnağından biriktirdiğine, kefen parasına da göz dikmişti...
Özal desteklerle Kuveyt ve İran finans firmaları ülkeye akın ettiler. 1984-1986 arası Suudi şirketlerinin akışındaki oran % 4500'e çıkarken, İranlıların oranı ise % 2100'e ulaştı... Bu bir yeni söylemle, yeni bir sömürü düzeni demekti.
Tarikat holdingleşmesinin ve yeni "hanedanlığın" sembolü Korkut Özal'ın <biraderi> Turgut ÖZAL idi!.. Ve Başbakanlık koltuğunda oturuyordu. Yetkilerini kullanarak bu örgütlere özel yasalar ve düzenlemeler yaparak, hem onlara, hem soyadlarına kıyakçılık yaptı. Sonuçta keselerini de doldurdular, etrafına üşüşenlerle birlikte...
En üzücü olan şeyler şu ayrıcalıklardı:
1- Faisal Finans ve Al-Baraka-Türk gibi özel finans <para yatırım> kurumlarının Türk İflas Yasaları'ndan 'muaf' tutulmaları sağlandı.
2- İSEDAK kararları doğrultusunda ülkeye İslâm' i anapara akışını sağlamak için, İslâm Kalkınma Bankası'nın vergi muafiyetini geliştirdi.
3- Kardeşi Korkut Özal'ın İslâm Kalkınma Bankası danışmanı olmasından sonra (K.Özal bankacı mıydı ki danışman yapılmıştı.-?-) da İslâm' i para finans örgütlerinin, Türk şirketleri-ne eşdeğer haklar elde etmesini kolaylaştıran yasa değişiklikleri yaptı.
4- 1983-1986 arasında yapılanlar yetmediği gibi Turgut Özal geleneksel bankalar aleyhine ve İslâm' i bankalar lehine olabilecek yeni düzenlemeler de getirdi. Örneğin; geleneksel Türk bankaları, mevduatlarının %10-15'ni Merkez Bankası'na yatırma zorundadır. Buna karşılık İslâm' i finans kurumlarına bu oran %10 geçmemektedir. Hatta bu bankaların iştirak hesaplarının yalnızca %1'i Merkez Bankası'na yatmaktadır... Ve biz ulus olarak bunlara katlandık "aç, yoksul ve sömürülerek."
Türk ekonomisinde zaman zaman iflas eden şirket ve firmalar, tarikat şeyhlerinin fetvaları ile yeniden diriltildi. Fırsatı bulan İslâm' i sermaye Masonluk-Yahudilik karşıtı söylemlerle, ülkedeki güçlü rakiplerini Alarko'yu gayri Müslim olarak niteleyerek bir rekabete girdiler. İlk örneği İhlâs Holding'tir... Maden Suudi Faisal Finans'ın , 'ılımlı İslâm'ı' destekleme çerçeve sinde açtığı kredilerle palazlanmıştır. SEKA kâğıtlarından büyük oranda kâr etmiştir.
DYP-ANAP yönetiminde İhlâs İktidar (erk) ilintisi önemli ödünler alınıp-verildi. İhlâs Holding iktidara ortak olarak; Eurocredit Bank'la ortaklık sonucu YURTBNANK doğmuştur.

Sermayenin-Anaparanın-Dini Olur mu, Olmaz mı?..

Türkiye'deki İhlas Holding, hem Fransız hem Kore firmalarının ortağıdır. Refah Partisi'nin paravan şirketler kanalı ile işletilen parasının Marmara Bank, TYT Bank, Türkinvest gibi çok faiz veren riskli banka ve bankerlere kayması gerçeği bir yana, RP gizli mutemedi Süleyman Mercümek'in Yahudi işadamı ve banker ile ortaklık kurması düşündürücü.
Nurcu kesimin bir başka kolu olan Fethullahçıların Kafkasya ve Orta Asya'daki ortaklıkların bir kısmı Amerikan, Avrupa ve uzak doğulu şirketlere aittir. Yine Avrupa'daki Süleymancıların Masonlarla iş ortaklığı ayrı bir sorundur. Avrupa Milli Görüş Teşkilatı içerisinde örgütlenen yan dernek ve cemaatlar Avrupa'daki "mümin Türkleri" hedef alarak; yaklaşık 12 bin mümin-inanan-Türk İslâm' i Hayat Sigortası'yla soyulmaktadır. Sekiz kişilik Dini Meclis'in denetimindeki İ.T.S.' nin her ay düzenli biçimde 300 D. Mark alıyor. İ.T.S.' nin aylık geliri 3 Milyon 600 bin D. Mark' tır. Yaklaşık; 5.400.000.000.000.T.L.
Ölen Cumhurbaşkanı'nın inançlı kardeşi Korkut Özal iktidarla ilişkilerini sıcak tutarak ve tarikat şeyhinden "icazet" -izin- alarak 1980'li yıllarda İslâm Bankası Enstitüsü'nü kurma başarısı sağladı. Ardından petrol-dolar bağlantısıyla Irak'tan günde 5 bin ton;1983 yılında petrol çekecek biçimde TIR filosu kurdu. Bugün mazotun litre fiyatı 2.000.000 TL civarındadır, benzin ise 2.500.000.TL'dir. Ticareti tarikat adamı olan Topbaş'tan öğrendiğini belirtmiştik. Ardından Halk Yatırım Pazarlama' yı kurdu. Arap şeyhi Salih Kamil ile Al Baraka-Türk finans kurumu oluşturuldu.
El Rachi-Al Baraka, Faisal Finans ve İhlâs Holding gibi İslâm' i şirketler yasal İslâm' i bankalarının uygulamalarıyla rekabet etmeye çalışırlar. Fakat ülkede yasal zorunlulukları en aza indirildiğinden daha fazla özgürce hareket kabiliyetleri vardı. İslâm'i kesimlerde "fetva" ile ticaret yöntemi böylelikle geliştirilmişliğin somut örneğini görüyoruz.
Adil Düzen, vahşi kapitalizmin gözü kara sömürüsünü biraz gemlemeyi amaçlamaktadır. Bir bakıma sömürünün başka bir yöne akıtılması prensibi olarak da algılanıp, yorumlanabilir.
Bundan başka bir şey değildir. Dolaysıyla ne adildir ne de gerçekçi. Aksine, olay bir yanılsamadır, aldatmacadır. Daha da önemlisi vakıflar ve tarikatlar yoluyla giderek büyüyen Müslüman kapitalistler lehine sermayeden anaparadan taban kaydırma ve kredi kanallarının yönlendirme projesinden başka bir şey değildir. Üstelik tüketim toplumunda spekülatif kazançların dua ile açma operasyonudur. Özü: Peçeli-tesettürlü ve çarşaflı kapitalizmdir.
Fransız uzman Oliver Roy'un anlatımıyla, "kurulması düşünülen İslâm modeli içinde Coco
Cola'dan tutun da her türlü tüketim maddesinin su gibi harcandığı (sonradan Cola Turka rezaleti de katılmıştır) modern bir tüketim toplumundan başka bir şey değildir."
Bu yönü ile ele alınırsa İSC programı iktidardaki F.L.N. programının çarşafa büründürülmüş şeklinden başka bir şey değildir. Sömürgecilik ve emperyalizm düşmanlığı ise belirsizdir ve batı düşmanlığı sınırlarını aşmaktadır.
İ.S.C.' nin baskısı ise "metafizik" -doğaötesi- ve sınıfsal temelden uzak ama aynı zamanda İslâmi'dir "Ordu halktır, halk da ordudur."ifadesinden sonra ordudan, "cihat sancağını dik tutmanın, İslâm iletisi, ümmet ve ülke ordusu olarak kalıp siyasetten uzak durması" isteniyor.

Karanlıkta bir kibrit çöpünün ürettiği ışık insanın gözünü kamaştırır...
Bilimin aydınlığı elbet bir gün irticası yok edecektir...
İrtica karanlığı devrim enerjisiyle aydınlanacaktır...
İnanın buna!!!
T a r i k a t S e r m a y e s i...

Tarikat Arapça yol ve yollar demektir. Ama hangi yol ve yolun varacağı yer çok önemlidir.
Cemaat ise topluluk, kalabalık anlamına geliyor.
Tarikat-Cemaat anaparası-anamalı demekle; belirli bir yolun ve belirli topluluğun sermayesidir. Müslümanlıkta Tarikat ve Şeriat kavramları birbirinden zıt anlamda ve ayrı düşünülemez. Şeriat dinin dışarıdan görünen hükümlerin tümünü içerir. Şeriat aslında Müslümanlıkta İnsana-dindara- hitap eden anayol gibidir. Yan yollarda tarikatlardır. Mezhep de gidilen yol anlamına gelir. İslâmiyet başlangıçtan bu yana ve bundan sonra da cemaat üzerinde ısrarcıdır.
İşin en ilginç yanı;"ister cemaat ve tarikat sermayesi densin, isterse tümüyle İslâm' i ekonomi adı altında kendini göstersin, modern egemen sınıfların yerine göz dikilmiş, oradaki ranttan pay almak isteyen ve pazar ekonomisindeki rekabet ortamında dini motif ve simgeleri kullanarak yükselmek isteyen bir sınıf ya da tabaka ile karşı karşıyadır. Günümüzde kapitalist ülkü, İslâm' i kültür ve ekonomiyi de içine alacak biçimde küreselleşmiş; maddi değerler yanında ma-nevi değerleri birer piyasa malına dönüştürüp satılmıştır. Manevi değerler paraya çevrilmiştir. Bu ortamda cemaatçılık ve tarikatçılık olgununda. anamal yapılarak holdingleşmesi çok doğaldır."Din paraya bağımlı oldukça kimse onu tanımaz; kurucusu para olan bir din, yine o paranın koruyucusu olmak zorundadır."(Dr. Ali Şeriati) Peçeli kapitalizm ya da tesettürlü kapitalizm;İslâmiyet'in, kapitalizme geçiş sürecindeki modern toplumlarda bir değerler sistemi ve bir kurum olarak işlevini sürdürmesi, bu dinin, modernleşme karşısında bir engel konumundan çıkıp tampon olma durumuna girmesini kaçınılmaz gibi yapılandırılmıştır.
Şunun ayırımına varmalıyız:
Bu tanım veya tanı bundan on iki yıl önce yapılmış:(Bu tarih aşağı-yukarı 1982 yılıdır.)
Türkiye gibi ülkelerde "devletin küçülmesi ve özelleştirmenin kesin kez gerçekleşmesi toplumsal ve ekonomik hizmetlerin sivil kuruluşlar tarafından yapılması" yolundaki isteklerin yaptırılması; yönetime diretilen;öne sürenler yani sivil toplumcular, devletin çekildiği alanları cemaat ve tarikat holdinglerinin doldurduğunun farkında değiller galiba... diyor Faik Bulut.
Devletin boşluk yarattığı siyasal ve ekonomik alanlarda güçlerin bugün ne olduğu apaçık ortadadır. Doymak bilmeyen toplumlar yaratılmıştır özelleştirmeyle ve devlet "hiç" olma yolundadır. Sivil toplumculuk isteği olarak devleti, küreselleşmiş emperyalist kapitalizmin para kaynakları tekelleriyle onların yerli işbirlikçileri olmuş İslâm' i sermayedarlara teslim olma konusu, bir kez daha irdelenmelidir.
Türkiye'deki tarikat sermayesinin (anamalının-parasının)veya cemaat holdingleşmesinin ne anlama geldiği daha kolay anlaşılacaktır.
İslâm' i Sermaye:
a.1.evre 1923-1950 arası,
b-2. " 1950-1973 " ,
c-3. " 1973-1983 " ,
d-4. " 1983-1994 " olarak sınıflandırılabilir.
Müslüman sermayedarlar, <pazar ekonomisi>ndeki rekabette, Müslüman-mümin (inanan) tüketiciye ulaşmayı başardılar. İslâm' i simgeleri kullanarak müşteri alıcı çektiler ve yükselmek için geniş taban ve piyasayı alım, satım alanını fark ettiler. İnanan tüketiciler, tüketilen malın kalite ve ederine bakmaksızın, Müslüman kapitalistlerin ürettiklerini almaya başladılar.
Kuşkusuz bunlar, çoğunlukla cemaat-tarikat liderleri veya İslâm'i kişilerin (ulema denenler) yönlendirmeleri ile gerçekleştirildi. Örnek olarak Ülker'in ürettiği bisküvilerin yenmesi yolunda Nakşibendî şeyhinden bir "fetva" alınmıştır . Cemaatler koalisyonu niteliğindeki Refah Partisi'nin yayın organı Milli Gazete' ye verilen ticari alanları da aynı düzlemde görmek gerekiyor. Bir dindarın anlatımıyla "Milli Gazete de taş ilanı bile versen, satılır ve yenilir."Aynı Kişi; İstanbul Fatih'teki bir market-bakkal-sahibi, nereden alındığı belli olmayan etleri, Milli Gazete de "İslâm' i kesime uygun helâl et" diyerek yayınlatarak, sözü edilen mal su gibi tüketilmiştir. Süleymancı kapitalistlerin yurt dışından Ankara-İstanbul-Antalya güzergahında çalışan TIR filosuna; Aslan Nakliyat; sahiptirler.

Hızlı büyüme ve rekabet sonucu bazı ticari kuruluşlar ve şirketler battı. Ticari temelde bat-an şirketleri kurtarmak veya rakip firmayı geriletmek için, her cemaat şeyhi diğerinin aleyhinde "fetva" verdi veya kendisine bağlı firmasının kurtulması doğrultusunda 'müritlerine' çağrı'
da bulundu.
Alnında seccade izi olan ilk tarikatçı Cumhurbaşkanı Turgut Özal düşüncesinin egemen olduğu dönem 1980-1990 arasıdır. Bu yılların ekonomisinde devlet, Müslüman kapitalistlerin gelişme yollarını açtı. Üzerlerindeki baskıları kaldırarak İran, Irak, Suudi Arabistan gibi İslâm ülkelerine doğru itildi. Şu özel notu koymakta yarar var:
Nakşibendî mensubu Korkut Özal "Petrolden iyi para kazandım"... diyordu. 10 Temmuz 1994 Milliyet gazetesi..Yine bu yıllarda; Müslüman ve tarikat çevrelerinin patronlarının yaptıkları ilk iş:Altın ve döviz piyasasında etkin olmaktı.İsmail Ağa cemaati mensupları İstanbul Tahtakale'de piyasasında dolar-mark ticareti yaparken, R.P. (ondan önce MSP) kimi ileri gelenleri ise, Suriye'deki Müslüman Kardeşler örgütünün aracılığıyla Ortadoğu-Türkiye-Avrupa doğrultusunda düşük ayarlı altın kaçakçılığı yaptılar!..
Tarikatçı anaparayla İslâm bankaları bir oranda doluşturularak, ülkede İslâm' i ekonomik model yaratma çabaları başlatıldı ve başarıldı. Özetle, var olan "liberal" kapitalist sisteme karşı böylece temeli atılmış oldu.
İhlas Holding-Feza Matbaacılık-Al Baraka Türk Anadolu Finans Kurumu Tahtakale Ticaret Merkezi Hak Ticaret ve Yatırım A.Ş.-Faysal Finanas Özbayrak İnternational Trade A.Ş.- Fen İş Holding...MÜSİAD Müslüman kapitalistleri bir çatı altında toplanmıştır...Ve bir zenginler kulübü niteliğini almıştır.
Sayısı 5 bine yükselmiş olan dini vakıflara bir bakalım:
1979'da 200, 1983'de 350, 1985'de 850, 1987'de 1285 adet.
Kültür-sanat ticaretinde ihmal edilmemesi gereken dallardan biriside İslâm' i sinema ve filmciliktir. Kitap ve kasetlerin yanında İslâm' i girişimciler >Minyeli Abdullah< ile seslerini duyurdular. Yaşamında sinemaya gitmemiş insanlar ailecek sinemaya gitmeye başlamışlardır. Arkasından "İskilipli Atıf Hoca, Yalnız Değiliz ve Bize Nasıl Kıydınız" filmlerin ardı arkası kesilmemiştir.
Ortadoğu'da Amerikancı İslâm'ın ve peçeli kapitalizminin sac ayaklarından biri sayılan<RABITA>;Rabitatül Alemül İslâm' i /İslâm Dünya Birliği;bir Suudi-Amerikan şirketi ARAMCO;Arabistan-American Oil Company; yapımıdır.1962 tarihinde Mekke'de kurulmuştur. Tüzüğünde şöyle der:"Müslüman memleketlerinde yönetimin İslâmcı kurallara göre olmasına çalışmak, çeşitli ülkelerden gelen hacılar arasında 'İslâm Misyoner' i yetiştirmek ve bunları kendi ülkelerine göndermek. İslâmcı yayın organlarının işlevini yerine getirebilmek için maddi bakımdan desteklemek."
Tüzüğe göre her ülkeden bir kişi Rabıta Yönetim Kurulu'nca üyelik için seçilerek gönderilecekti. Salih Özcan ve DP-AP' nin Konya milletvekili Ahmet Gürkan sora Faysal Finans Kurumu Yön. Kurul Bşk. Yardımcısı olan bu kişi her fırsatta:"Allah, Özal'dan razı olsun", diyordu. Arkasından Rabıta' nın kuruluşunda yer aldı.
Suudi tarikat ilişkileri de 1976 yılında gerçekleşir.3-14 Mart 1976'da Pakistan'da yapılan "Uluslar Arası Şeriat Kongresi'ne" dönemin MSP milletvekili MC koalisyonunun Devlet Bakanı Hasan Aksay katılır. Suudi bağlantılı RABİTA' da iki Türk üye daha vardır. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör ile İslâmcı İBDA-C' ci Mehmet Şevki Eygi!..
Rabıta ilişkileri gelişmesinin arkasından Komünizm ile Mücadele Dernekleri İlim Yayma Cemiyetleri-Din Adamları Yardımlaşma Dernekleri gibi örgütler darı patlağı gibi çoğaldılar.Bu derneklerin artmasını destekleyen Korkut Özal, Sami Tuğ gibi tarikatçıların günümüzde Suudi sermayesinin Türkiye'deki ortakları olması önem taşır.
Milli Türk İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü Yaptırma ve Yaşatma Derneği Başkanı tüccar Ali Rıza Güven'dir.200 öğrenciye burs, 700 aşkın öğrenciye yemek verirken, elbette ki Rabıta ile iş birlik içindeydi. Güven ANAP'ın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı tarikatçı Burhan Öz-fatura ile beraber Türk-İslâm Kültür Vakfı Yön. Kurul. üyesiydi. Rabıta ile şimdiye dek bir İmam Hatip Lisesi bir de İlahiyat Fakültesi yaptırmışlardır.
Bir ayağı Türkiye'de olan Nazım Adil Kıbrısı Rabıta' dan 672 bin dolar yardım aldığını, Rauf Denktaş'a 1978'de açıklamıştı. Türkiye'de ise R.P., Korkut Özal ve çevresiyle ilişki halindeydi. Bu Rabıta-şeyh ilişkisini Hüseyin Aktaş yapmış, Korkut Özal ile bağlantıyı sağlayan kişidir.
Aktaş;İslâm Kalkınma Bankası danışmanlığını Korkut Özal' dan devir almış, o da Nevzat Yalçıntaş'a devir etmiştir. Şeyh Nazım Turgut Özal'ın eşi Semra hanımın başörtüsü takma-ması yolunda İslâm' i bir "fetva" vermiştir.
Rabıta örgütü T.B.M.M. ve O.D.T.Ü. camisi, İslâm Kültür Merkezi, Ankara Kocatepe Camisi'ne de parasal olarak tam destek vermiştir.
<Geniş bilgi için bakınız ;"Tarikat Sermayesinin Yükselişi" Yazarı: Faik Bulut.>
İslâm' i bankacılık, özellikle Suudi Arabistan ve diğer ülkelerde, örneğin Bahreyn'de kurulan
İslâm' i para kurumları, esas olarak "Kıyı Bankacılığı" sistemiyle çalışır. Bankacılık dilinde
"Off-Shore Bankıng" denilir. Ana ilke her türlü denetimden ve vergiden kaçmak, serbest bölgelerde çalışma yaparak yasadışı yöntemlerle olabildiğince para kazanmak. İnançlı Turgut Özal da İslâm' i para kurumlarına Türkiye'yi kıyı bankacılığı gibi onlara sunmaktan çekinmemiştir de acaba akıl hocası kimdi?
Kirli paralarla riskli rantlarda bile oynayabilen bir vurgunculuk sistemidir. İncelenirse bu tür kurum ve kuruluşların hiç birisinin yasal merkezi Suudi Arabistan değildir... Suudiler yalnızca parasal olarak destek vermişlerdir. Türkiye'de de İslâm' i bankacılığın ana nedenlerin birisi de müminlerin bu sistemden hem yararlanması, hem de İslâmcı destek amacıdır... Doğup büyüdüğün topraklarda bu çarpık ilişkilerle ihanet etmek sanırım yurtseverliğin sözlük anlamı ile bağdaşır bir yönü yoktur.
Kirli İslâm paraları ülkede cirit atmaya başlar! Rabıta' nın yanında Faysal Finans vardır. Merkezi Cenevre kenti olan 55 İslâm bankasının üst örgütü Dar-al Mal-al İslâm i tam birçok uluslu para kapitali şirketidir. Faysal Finans da bu örgüte bağlıdır. Yani çok uluslu şirketler grubunun Türkiye'deki düzenin bir parçasıdır. Türkiye'deki ortakları Nakşibendî Salih Özcan, Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın'dır. Bir dönem Türkiye Cumhuriyeti hükümetinde bakanlık da yapmıştır.
Üçüncü örgütün adı:Al Baraka'dır. Türkiye'deki kolu ise Al Baraka-Türk'tür. Suudi merkezlidir. Özal ve Topbaş ailelerinin ortaklığı vardır. Başkan yardımcılığını ünlü Topbaş adlarından biri; Mustafa Topbaş yapmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın da soyadı Topbaş'tır. Kurulun diğer adları ise;Türkiye' da Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, AKP'lilerin ve de Başbakan'ın Kemal abisi diğeri de Talat İçözdür.
Bir başka kurum ise, 44 İslâm ülkesince gerçekleştirilen İslâm' i Kalkınma Bankası'dır. İç tüzüğüne göre;"üye ülkelerin tekil veya kollektif toplumsal ve ekonomik gelişmelerini ŞERİ-AT ilkelerine uygun olarak artırmak" ana hedeftir.
Suudi Arabistan, Türkiye tarikat- cemaatler aracılığıyla sokulmuştur. Parasl ilişkiler bu kesimin hizmetiyle ve karşılıklı desteğiyle sağlanmıştır. İslâm' i sermayenin girişine izin veren Özal ailesidir. Özcan ve Topbaş ailelerinin bir kısmı "nurcu", bir kızmı da Nakşi Erenköy cemaatindendirler.
İçerisinde tarikat cemaat sermayedarlarının da bulunduğu bu yeni sermaye kesimi, ilk kez hatırı sayılır bir ekonomik güce sahip bağımsız bir güce dönüşüverdi. İşte yeşil ya da İslâm emperyalizminin güçlenip, yayıldığı ve aranan olan oluverdiği bir merkez...
Özal Ailesi;başlı başına bir sermaye grubudur. Ailenin, Suudi finanasmanı ile tarikat ana malının yada parasını bağdaştırarak siyasi ve ekonomik açıdan nasıl yükselişe geçtiğidir. Turgut, Korkut ve Yusuf Bozkurt Özal üçlüsü Nakşibendî'dir. Bu özellik yeter gibi görünüyor... Hele Turgut Bey'in ailesinin Ahmet'inde Zeynep'ine dek gerçek öyküler artık ayaklara düşmüştü.
Bir sav vardır... Turgut Özal'ı ABD Başkanı başbakan yaptı. İşin içinde tarikat girince bu pek inandırıcı gelmemeye başlıyor. ABD'nin Nakşibendî kanalıyla olabilir mi?Neden olmasın! Bizim tarikatlar Beyaz Sarayı'da İslâmşaştırıp Nakşi Tarikatı'na almış olamaz mı? Çünkü Özal'ın başbakanlıktan önceki yaşamı pek parlak değildir. İflaslarla doludur. Ya sonrası deği-şen yok. Koskoca Tüekiye'yi iflasa sürükledi.24 Ocak Kararları'nın altındaki imzayı ülke insanı hiç unutmuyor, Ayrıca Özalların MSP ile yakın ilişkisi olmuş, Erbakan'ın partisinden
İzmir Milletvekili adayı olmuş;"dini muhafazakâr ve mukaddesatçı" söylemler yapmıştır.
Korkut Özal ise, Milli Nizam Partisi'nin kuruluşunda yer almıştır. Kapatıldıktan sonra M.S.P.de "mürit" olarak yerini almış ve sosyal demokrat Bülent Ecevit ile yapılan (CHP) birleşmede İçişleri Bakanı olarak görev yapmıştır. Bu dönemde bakanlık kadrolarına çok sayıda tarikatçı; Nakçibendi; müminler işe başlamıştır. Bu kadrolaşma meyvelerini Turgut Özal'ın baş-bakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde Emniyet Genel Müdürlüğü'nde vermiştir. Bu arada İslâmcı Cunta kurulmuştur. Başını ise kürt kökenli Nakşibendî Abdülkadir Aksu çekiyordu. Bu Muhterem şimdi AKP' nin İçişleri Bakanı'dır. Mehmet Ağar ise DYP'nin genel başkanıdır.
Korkut Özal nedendir bilinmez, 12 Eylül 1980'de siyaseti bırakır. Ancak ağabeyi Turgut Özal aracılığıyla Kenan Evren'e dek kolayca ulaşır. O'na telkinlerde bulunabilen bir Özal aile-sinin bireyiydi. Sonra Turgut Bey Çankaya'ya yerleşince Korkut Bey Çankaya'yı ele geçirecekti.
1983 yılında Özal Turgut; Nakşibendî, Süleymancı, Nurcu, Işıkçı, Fethullahçı, Milli Mücedaleci; milliyetçi, mukaddesatçı koalisyonunun başbakanıydı.1990'da ise Nakşi ANAP görüntü-sünün matematiksel tanımı şöyleydi: 24 Nakşibendî, 8 Süleymancı, 6 Kürt şeyhi, 6 Milli Mücedeleci, 1 Işıkçı, 1 Nurcu milletvekili;22 dinci vali ve İslâm' i sonradan bulmuş 8 il yöneticisi, 14 emniyet müdürü ve bazıları...
ANAP' taki ünlü adlar ise şöyleydi:
Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler, Abdülkadir Aksu, Kamran İnan, Kasım Aksay...Tek patron ise Korkut Özal!
12 Eylül 1980'de partiler kapatıldı. Milli Selamet Partisi milletvekili Korkut Özal'da tutuklandı. Sıkıyönetim mahkemelerince; irtica ve şeriat faliyetlerinden yargılandı. Dava biter bitmez Cidde'ye gitti. İslâm Kalkınma Bankası Enstitüsü'nün yöneticiliğini yaptı. Nevzat Yalçıntaş'tan devir aldı... Yalçıntaş aynı zamanda TRT Genel Müdürlüğü'ne de getirilmiştir.
Turgut Özal İslâm Konferansı Sekreteryası, Rabıta ve İslâm Bankası ile özel temaslar-iliş-kiler- kurdu.14 Aralık 1982'de ABD'ye uçarak İMF ve Dünya Bankası yetkililerinin yanısıra
ABD' li yöneticilerle iletişim kurdu.(RTE de bu yolu izledi)Böylece petro İslâm sermayeciliği
, dünya finans merkezinden onay alarak Türkiye'de tarikat sermayedarlığı halini almaya başladı. Çünkü Özal'ın ANAP'ı 1983'de hükümet oldu ve durum 1990'a dek sürdü. Özal Suudi sermayesinin iyiliğini hiç unutmadı.
Madalyonun diğer yüzü de; Özalların 'aile boyu' çıkarları yatmaktaydı. Özal ağabeyin başkanlığındaki yönetim, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ve PETKİM gibi kuruluşların özelleştirilmesi getirdiği günlerde, küçük kardeş Korkut Özal her iki kuruluşun Kürt bölgelerindeki
petrol sahalarını incelemekle meşguldü. Bu bir rastlantı değildir.
Korkut Özal;"Ben, TPAO'nun Genel Müdürlüğü'nü 4 yıl yaptım. Petrolü hem öğrendim, hem de bir sürü dostlarım oldu. Irak'a çok gittik geldik.(....)Irak'ın ham petrolü çok, ama tek gram mazot ve benzin yok.(....)"Sonuçta buradan korkunç bir işlenmiş petrol nakli olacaktı...
Antep'deki nakliyeci işiyle; zamanında bazı nakliye işini Bahattin Bayraktar'a yaptırmıştı; yakından ilgilendiler."Petrolden iyi kazandık" diyebilmişlerdir.(...)Sonradan Eymen Topbaş ile ticari ilişkiye soyundular. Faizden arınmış gelir sistemi diye tanımlanan sistem bir hayli tartışılmıştır. K.Özal;"Baktım ki hayırlı bir iş. Bunu ret etmek kuralımıza aykırı. Durum gereği, işi kabul ettim."
"1982 başlarında işe başladım. Bu arkadaşların Bahariye Mensucat diye bir tekstil fabrikaları var. O zamanın parasıyla 200 milyon lira gibi büyük bir sermaye koyarak, beni de daha sonra primlerimden ödenmek üzere % 1 oranında ortak yaptılar.(...)Parayla para nasıl kazanılır öğrendim. Hoşuma da gitti...(Sizce inandırıcı mı?)
Özal-Topbaş aileleri, 16 Aralık 1983 tarih itibariyle Al Baraka-Türk A.Ş.' yi kurarak Suudi sermayesiyle kaynaşmanın öncülüğünü yaptılar.5 milyar sermaye ile kurulan Al Baraka-Türk'ün 2.başkanlığına ANAP İstanbul İl Başkanı Eymen Topbaş'ın kardeşi Mustafa Latif Topbaş'ı yönetim kurul üyeliğine ise, Korkut Özal'ın sap kolu Talat İçöz getirildi.
Topbaş ailesinin de kendince şirketleri var:Bahariye Mensucat, Kastamonu Entegre A.Ş., Marmara Kimya A.Ş., Rem Dış Ticaret A.Ş...

Fysal Finans Destekli Nurcular:
ARAMCO destekli Rabıta'nın 41 kişilik kurucular listesinde MSP milletvekili Salih Öz-can hem nur öğrencisi hem de Faysal Finans Kurumunun ortağıdır. Nurcu milletvekillerinden M.Gündüz Sevilgen ile S.Reşat Saruhan'da ortaklardandır. Kurumun ortaklarından, Ülker Bisküvileri sahibi Asım Ülker bir Nur cemaati şirketidir. Faysal Finans'ın yerli sermayesinin büyük bir bölümü de Ülker Gıda'ya ait olunca yorum daha da kolaylaşıyor. Ülker bisküvisi yenmesi için fetva verildiği de bir gerçektir.
Diğer bir başkası daha korkunç; Azerbaycan'daki "Müslüman kardeşlere karşı savaşan Ermenilere, tam 18 ton çikolata ve bisküvi ihraç edildiği" yolundaki haberler basında yer aldı.
Diğer yandan Faysal Finans Kurumu A.Ş.' ye bağlı kuruluşlar şunlardır: Fatsal Dış Ticaret ve Pazarlama A.Ş., Faysal Emlak ve İnşaat A.Ş., FEK-SAY Vakfı... Gül Optik, Fatih hastanesi Bostancı Polikliniği... v.s.
Fethullah Hoca' nın İzmir'deki sağ kolu eski DYP' li Belediye Başkanı Burhan Özfatura, 1980'li yıllarda ANAP yandaşıydı. ANAP il başkanı Atila Yurtçu'nun Özal ile arası çok iyiydi. Parasal gücü tükenmek üzereydi...Ki, Turgut Özal zenginleri seviyordu.!..İşte bu aşamada El Rajhi Banking devreye girdi. Yurttçu'nun hisselerinin bir bölümünü satın aldı.Geri kalan bölümünü İş Bankası satın aldı.Yurtçu parasal olarak soluklandı. Yurtçu'nun; Santek, İzdaş Dış Ticaret, İzmir Demir Çelik Sanayii, Namtaş, Asmaş gibi şirketler devlet bankalarından mil-yarlarca kredi almışlardı. Tarikatçı Yurtçu'ya İslâm Kalkınma Bankası'da kredi açtı. İşin ilginç yanı; ANAP'ın Nakşi toplarından çiftlik sahibi ve sanayici Ekrem Pakdemirli'nin mülkiyetindeki Mistaş ile Yurtçu'nun şirketlerinin adresi de aynıydı. ANAP İzmir İl Merkezi... Bu adres-teki diğer firmalar ise;Raks Elektronik Sanayii ve Ticaret A.Ş., Teko Plastik Sanayii ve Ticaret A.Ş. Pakdemirli daha sonraları bakanlık da yapmıştır.
İhlas Holding'in başarısının gizemliliği Dr. Ören'in girişimcilikteki ön görüşünde mi aramak gerekiyor... Bunda pek tatmin edicilik yok gibidir. Sanırım dış etkenler bir hayli destek oluyor. Örneğin;Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yapan Necati Özfatura, tarikatçı kardeşi Burhan Özfatura'nın ANAP' tan belediye başkan adayı olmasını 1984 yılında köşesinden istemiştir. İhlas Holding devreye girip başkan seçilmiştir. Bu seçimden holding de kârlı çıkmış ve iktidar ortağı gibi olmuştur.
Turgut Özal döneminde diğer tarikat ve cemaatlere; günümüzdeki AKP iktidarı gibi;dağıt-tığı nimetlerden;kredi ve ihaleler;oldukça yararlanmışlardır.
İhlas Holding iktidarla dirsek teması kurarak şöyle bir oluşum ortaya çıkmıştır: "Türkiye gazetesinin, dolaysıyla İhlas Holding'i önemli finans para kaynaklarından birinin de "Faysal Finans'ın, her kağıt krizi döneminde Türkiye gazetesine düşük faizlerle veya karşılıksız kağıt verdiğini" ifade ediyorlar. Faysal Finans'ın, SEKA grevlerine destek vermesi de buna bağlıdır."
S ü m e r b a n k' ı n Ö y k ü s ü:
1993 tarihinde 27 şirket ve üç iştirakten oluşan İhlas Holding, 1994 yılında bir atılım daha yaptı. Önce siyasi alanda yükselen gücü saptayarak iktidarın yanında durdu. Daha önce ANAP'tan aday olmaya ikna ettiği Burhan Özfatura'nın, bu kez DYP'den 94 adayı olması için devreye girdi .Onu ikna edince, Başbakan Tansı Çiller' den Sümerbank'ın, özelleştirilerek İhlas Holding' e satılması yolunda söz aldı. Böylece bu sermaye grubu, Özfatura kanalıyla yeniden iktidar ortağı konumuna yükseldi.
Borsa' dan toplayarak Sümerbank'ı almak için kolları sıvayan Enver Ören bu kuruluş için 1.2 trilyonluk teklif verdiklerini, bu yüzden Holding' in %15 hisselerini 15 Şubat 1994 tarihi itibariyle Borsa' dan halka sunacaklarını açıkladı. Sonuçta Enver Ören bankayı alamadı. İhlas'ı çıkmaza soktu Tarikatçı İhlas Holding açıkça konuştu:"Sermayenin İslâmisi filan olmaz. Sabancı nasıl çalışıyorsa, biz de aynı şekilde çalışıyoruz."

Enver Ören kesinlikle bir bankaya gereksinim duyuyordu. Bu kez Fransız ortaklı Euocredit
Bank'ın %40 hissesini aldı. Adını Yurt Bank yaptı. Başka bir sermaye grubu olan Hüseyin Bayraktar'ın Ege Bank'ın %31.5 hisselerini de aldı. Holding kapsamındaki Bayraktar Plaza A.
Ş. İle İhlas Holding A.Ş.arasından Bayraktar-İhlas Motor A.Ş. adıyla bir şirket doğdu. Böylece İhlas, Bayraktar Holding' in %35 hissesine de sahip oldu.. Daha sonraları Ege Bank'ı Demireller satın aldı, O' da içini boşalttı.
İhlas Holding yalnız bankacılıkla kalmadı. Meşrubat-orta ölçekli TV üretimi ve kahverengi eşya sektörüne de girdi.Ülkede dev sermaye gruplarının bile yatırımlarını durdurduğu dönemde, İhlas önlenemez yükselişini gözledik binbir soruyla.
İhlas Holding'in mal varlığı 94 Eylül itibariyle 930.6 milyar liradır. Grubun uzun vadeli borcu 6.3 trilyondur. Borç %93.7 artış gösterirken malvarlığının on katına denk düşen kredi alıyor.
1993 sonunda kâr oranı %130'dur.Kısa vadedeki borcu 3.6 trilyona ulaşmıştır.
İhlas Holding'in tarihsel ekonomisi:
17 Mart 1994: Eurocredit Bank'ın %40 hissesini aldı
24 Mart 1994: Altın Sigorta A.Ş. ve Altın Hayat Sigorta A.Ş.kuruluş başvurusu.
02 Nisan 1994:122.500 m2 arsa satın aldı.Üzerinde 500 yataklı apart termal bir otel ile 1000 dairelik devre mülk inşaat projesi. Maliyeti 750 milyar tutuyor.
18 Nisan 1994:Otomotiv yatırımı.1994 yılından itibaren iki yıllık süreçte 10 bin taşıt üretecek. Toplam yatırım 854.7 milyar TL Yatırımın %60 özel kaynaklardan, kalanı yabancı sermayeden sağlanacak. Ayrıca 200 milyonluk vergi muafiyeti projesi.
31 Mayıs 1994:Balıkesir Mensucat Sanayii A.Ş.' nin 18 bin hissesinden 3794 adedi İhlas tarafından 7 milyar 528 milyona satın alındı. Aynı tarihte kiralanan boş bir binada 200 bin litre kapasiteli meşrubat üretimine başlandı. Kristal kola, Kristal portakal Kristal soda bu ürünlerin bir kısmı.
02 Haziran 1994:Merkezi Londra'da bulunan toplam 150 bin paunt sermayeli Londra Video Production Center Ltd.'nin %95 hissesini 152.500 paunda satın aldı.
15 Haziran 1994:Nisan'da temeli atılan 1000 dairelik, 22 bin adet devre mülklerden 100 adet satıldığı açıklandı.
01 Temmuz 1994:Satılan 2185 adet Kia, Citroen, Subaru marka taşıtlardan 14 milyon dolarlık ihracat elde edildiği açıklandı.
09 Ağustos 1994:Marmara evleri;2.500 daire ve 132 villadan oluşan projenin 500 adedi tamamlandı.
15 Ağustos 1994:İhlâs Dış Ticaret A.Ş.' nin %60 hissesi Holding tarafından 10 milyar TL karşılığı alındı.(hissedarlardan)
16 Ağustos 1994:Holding'e bağlı İhlas Holding A.Ş., Ankara'da Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın kömür gereksinimi olan 675 bin tonluk ve tutarı 3.5 trilyonluk ihalenin 125 bin tonluk kısmını kazandı. Aynı şirket, Avrupa ülkeleriyle, 39.750.000 dolar tutarında gıda maddesi ihracatı bağlantısı yaptı. Böylece yıl sonuna dek İhlas Grubu'nun ihracat hedefi 100milyon doları bulacak. Bugünkü dolar 1.500.000.TL 'dir. Küçük bir çarpımla;100.000.000.- dolar x 1.500.000.-TL =150.000.000.000.000.-Tlokuması bile güç bir rakam ortaya çıkıyor.
12 Eylül 1994:Bayraktar Plaza A.Ş.ortaklığı.
19 Eylül 1994:Eurocredit Bank'ın sermayesi 200 milyardan 500 milyar TL' ye çıkarıldı. Altın Sigorta A.Ş., 500 milyar sermayeli İhlas Sigorta oldu.
03 Ekim 1994:İhtaş-İhlas Elektronik Sanayii ve Ticaret A.Ş. aylık net 300 adet televizyon üretimine başladı. Rus Foton firmasıyla bağlantı sağlandı.
06 Ekim 1994:Egebank'ın en büyük ortağı konumundaki 500 milyar sermayeli Otomobilcilik ve Ticaret A.Ş.' nin %35 hissesini;48.125.000+17.325.000 USA dolarına satın alındı.
1994 yılı sonunda: İhlâs Holding, Kore' li KAERİ ile ortaklaşa Silkifke Akkuyu Nükleer Santral inşaatına soyundu.

En Kutsal Şey:Mukaddes Kapital!..
İhlas Grubu, her zaman bankacılıkta bir gizem içerisindeydi. Bu faizsiz gelir dağıtımı konusunda. Egebank'ı alırken 'liberal' kapitalizminin tekelleşme ve parasal kaynak kapitali ile birleşmesindeki bilinen oyunlara başvurdu. Bayraktar'ı ahtapot gibi sarmalayıp yutmak istedi.
Grup bir kısım şirketlerini İhlas'ın elinden zor kurtardı. Ali Rıza Çarmıklı'dan alınan Eurocredit Bank, Yurtbank olduğunu vurgulamıştık. Genel Müdürlüğü'ne Sami Erdem getirildi. Ege-bank alınınca da Egebank'ın başına getirildi. Son olarak da Demirel Murat'ın elindeydi bu banka! Sami Erdem;"İslâm' i kurallara göre değil ticari, kurallara göre bankacılık yapacağız" demesi tarikat ve cemaatleri şok etti. Kurallarına bağlı İslâm' i kesim, "Yurtbank ve Egebank aracılığıyla faizcilikle uğraşan böyle bir sermaye grubuna selâm bile vermez. İmanı kontrol edemezsiniz! İhlâs Holding' in amacı, insanlığa hizmettir."

M ü s l ü m a n K a p i t a l i s t l e r:
Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği içindeki imanlı ve de inançlılar petro dolarla tanışınca, tatlı gelen bu kaynağa karşı Müstakil işadamları ve sanayiciler olarak; MÜSİAD' ı kurdular... Aslında müstakillik, Müslümanlığı simgeliyor ve tanımlıyordu.5 Mayıs 1990'dır kuruluş tarihi. İstanbul'da o tarihlerde 523, Ankara'da 180, Konya'da 180, İzmir'de 134, Kayseri 128,
Bursa 118, Balıkesir 87, Gaziantep 60, Denizli 60, Malatya 47, Şanlıurfa 23, Kahramanmaraş 44, Adana 32, Karadeniz Ereğli 26, Çankırı 18, Çorum 16 üyeye sahiptiler. Tarih:2 Eylül 1994!
MÜSİAD' ın ülke çapındaki ünlüleri şunlardır:
İttifak Holding-Atom Kimya-Kombassan Şirketler Grubu-İstikbal Yaylı Yatklar A.Ş.-Hes Kablo-Al Baraka Türk-Anadolu Finans Kurumu-Bahariye Mensucat-Sanko Tekstil-Ülker Grubu-Jetpa-Zaman gazetesi sahibi Alaattin Kaya-Akabe İnşaat-Turkuaz-Ergaz-Koska Helvaları-Topbaşlar Grubu-Uzay Yünleri-Yimpaş Holding-Saray Bisküvileri-Has-Mer İnşaat...
MÜSİAD' a bağlı firmalarda 2 Eylül 1994 tarihi verilerine göre toplam 150 bin kişi çalışmakta. Üyelerin yıllık ciroları 250 trilyon TL Toplam ihracat 750 milyon dolar. Ülkenin 1994 yılı toplam ihracatı 13 milyar dolar olduğuna göre Müslümanların payı %6 civarındadır.
Ankaralı MÜSİAD' ların içinde 22'si siyasi partili:17 RP+ANAP 3+BBP 2.
Ayrıca MÜSİAD' lılar şu uyarıyı da yapıyorlardı ki, özelleştirmelerden pay alabilsinler.
"Özelleştirmede stratejik hatalar yapılaması"nı istiyorlardı."

SİYASİ ve TİCARİ BİR HOLDİNG:R.P.!
Refah Partisi'nin en önemli özelliği şirketler grubunu bünyesinde barındırmak ve bir A.Ş. gibi yönetmesi."İslâmiyet zaten bir tüccarlar hareketidir" deyişiyle bu kanıtlamıştır.
Bu grup içerisinde Genel Başkan Erbakan'ın varsıllığına bakmak yeterlidir.420 bin dolar- 610 bin mark, 532 bin İsviçre Frangı, İstanbul ve Ankara'da ikişer daire, yıl 1994, Çanakkale'de beş ayrı yerde zeytinlik, biri Kazan'da olmak üzere 8 ayrı yerde toplam 17.600 m2'lik 7 arsa. Altınoluk' ta iki ayrı yazlık villa. Ankara'daki R.P. Genel Merkez binası, Sinop'ta 574 m2'lik bir arsa ile bir köyün hissesi. Erbakan'ın 100 milyar lira 994 değerleriyle bir villası olduğu ve Erbakan'ın feodal ağalar gibi bir köye sahiptir1994'den bu yana neler olduğu araştırmaya değer Bildiğimiz, partinin 1 trilyon TL 'sinin üzerine yatması ve ödememesi inadıyla hapse mahkûm olması ve cezasını evinde çekmesi ayrıcalığı tanınmıştır... Yasal mıdır? Yasal şekle getirilmiştir çoğunluk partisi AKP kararıyla.
20 yıllık süreçte bir hayli deneyim kazanan RP' liler şirket ve binaları RP malı kullanarak "Müslüman malı ortaktır" deyimini güncelleştirmişlerdir.
1950'de İzmir'de kurulan Van Der Zee' yi Tekin Kaya Yalçın ve Murat Yalçın 1990'da 180 bin hisseyi 900 milyon karşılığı Beşir Darcın'a satarlar.1994'de bu kişi R.P.' nin gizli kasalarından biridir. Partinin yan şirketi konumundaki Van Der Zee, daha girişimci olduğundan, 1994 yılında kendi aracılığıyla hacıya gideceklerden 1.800'şer dolar topladı. Suudi Arabistan R.P. 'ye ayırdığı hacı kontenjanı 5 bin kişiliktir. Toplam 9 milyon dolarlık bir rakam çıkıyor ortaya. Bugünün parasıyla;9.000.000.- dolar x 1.500.000. TL =13.500.000.000.000.-TL
Üç aşağı, beş yukarı R.P.' nin kasasına net olarak yılda 300 milyar dolar giriyor.
1990'larda Necmettin Hoca'nın, Nakşibendî Şeyhi Esad Coşan ile arası açılır. Bunun üzeri-ne Coşan şu açıklamayı zorunlu görür." Kırk yıldır tanıyıp beslediğimiz ve desteklediğimiz insan Erbakan. Varlığımızın her çeşidiyle katıldığımız insan, kardeşlerimizin parasıyla bütçesi kabarmış, şişmiş insan. Almanya'dan vaizlerle gelen paralarla zenginleşmiş (varsıllaşmış) insan. Suud'tan, Kuveyt'ten gelen paralarla şey yapmış insan..." İlginç olan bu açıklama herşey anlatıyor, Hoca'nın karakterini ortaya seriyor. Vah inananlara ki vaah!
Erbakan'ın İslâm Sosyetesi
Hoca'nın para ve şirket ilişkilerini ortaya Soner Yalçın çıkarmıştır. Bir Örnek: Demirel ailesi, Özal ailesi, Yılmaz ailesi, Erbakan ailesi... Geleneğe göre biri siyasetle uğraşırken, ailenin öbür bireyleri ticaretle uğraşıyor.
Kemalettin Erbakan TYT ve Marmarabank'ta 65 milyarı batıran Süleyman Mercümek'in arkasında yetalıyor. Aslında paralar K.Erbakan'ındı. Mercümek parayı yönlendiriyordu, sadece vitrindi. Bu yüzden Kemalettin Bey'in sık sık ifadesi alınmıştır. MSP döneminde Bosna Hersek için toplanan paralar bankalarda batırılmıştı.
9 Aralık 1981'de Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı MSP' nin para işlerini soruşturan komisyon K.Erbakan'ın ifadesini aldı. Necmettin Erbakan'ın Yapı Kredi Bankası Aşağı Ayrancı Şubesi'nden toplam çeşitli tarihlerde 11.000.000.-TL ' lik K.Erbakan tarafından çekilmiş, MSP İstanbul İl Örgütü'ne yani Selahattin Kılç'a havale edilmiştir. Bu bir itiraftır.
Bu arada işadamı Emin Hathar, MSP' den milletvekili olabilmek için 1980'de toplam 7 mil-yon lira bağışta bulunduğunu söylemiştir. Erbakan'ın mutemedi aynı zamanda RP'nin gizli kasası Beşir Darçın'dır. Mal varlığı trilyonları aşıyor. Darcın iyi bir tefecidir. Kurban derilerinin toplanmasının arkasındaki ad da Darçın'dır..1983 yılında tarikatların topladığı kurban derilerinin parasal değeri 1 trilyon lirayı aştığı dikkate alınırsa, Refah Partisi'nin parasal kaynakları konusunda bir fikir edinilmiş olur. Mercümek'in üzerindeki şirketlerin zimmetli parası takı tamına 36 trilyon liradır. Yani bir bakanlığın bütçesinden daha fazla...
Basında R.P., Avrupa M.G.T. Bosna-Hersek yardımları konusunda açılan soruşturma ile birtakım kirli işlere bulaştığı yolundaki savlar da var. Örneğin; MSP' li olarak Almanya'ya giderek oradaki Avrupa Milli Görüş Teşkilatı içinde bir süre çalıştıktan sonra daha kökten bir örgüt kuran Cemalettin Kaplan, ırkçı ve mukaddesatçı Murat Bayraktar ile birtakım karanlık silah işlerine birdi.
1987'de Kaplan' dan ayrılan Ahmet Polat grubu, Cemalettin Hoca'yı, 109 bin markı yemek, oğluna lüks Mersedes almak, faiz yemek, milyonları götürmek ve bir kıza tecavüz etmekle suçlandı... Yarıca MHP yayın organlarından bazıları, 1994 ortalarında, Avrupa Milli Görüş Teşkilatı'nı Orta Asya'dan Avrupa'ya uyuşturucu kaçırmakla suçladılar.
Gelişen İslâm' i seyahat firmaları, artık turizm alanında birinci elden pay almak amacındaydılar. Öncelikle Müslüman şirketler arasında bir birliktelik sağlanmasını ve ortak bir tavır konulmasını istiyorlar. Neden olmasında ki? 1994 ederleriyle, hacı adaylarının gezi maliyeti 500 dolar dolayında. Oysa her hacı adayından 1.900.- 2.000.- dolar arasında para alınıyor. Demek ki, hacı başına 1.500 dolar gibi bir gelir sağlanarak kazıklanıyor. 5 bin hacı ayrıcalığından edinilen "artık değer" kaç dolardır? Bunun yanında devletin vergi payı ödenimi ödenirse ne kadarı ödenir?
(Günümüz kuruna göre hesaplanırsa; 5.000 hacı x 1.500.dolar/hacı = 7.500.000.000.dolar/hacı x 2007 kur ederi 1.500.000.-TL=11.250.000.000.000.000=TL günümüz parasıyla.)

Milliyetçi-Mukaddesatçı Tüccarlar Örgütü:
Türkiye, milliyetçi mukaddesatçı diye ayrılanların bir araya gelmesi iki çatı altında örgütleştiler. İlim Yayma Cemiyeti ve Vakfı, Nakşibendîlerin önemli isimlerinden biri de Yusuf Türel ve arkadaşlarından Abdükadir Çavuşoğlu, H.Tahir Uğur ve de Hafız Çelebi kurdular. Bu 'hayır' vakfı, Fundamentalist kurumlara ve üyelerine finansal parasal yardım sağlar. Sonradan bu hayır vakfının içerisinde Turgut ve Korkut Özal'ı görüyoruz. Bu örgüt 1970'e kadar İmam Hatip Okulları'na, 73 İmama-Hatip okul binası hizmete açmıştır... Bu okulların yaşama geçiril-mesi için dönemin Başbakan'ı Süleyman Demirel ile teke tek görüşen isim: Yusuf Türel' dir. 1970'lerde 250 imam-hatip açılırsa cami görevlileri açığı kapanacaktır.
(Fundamentalizm: Kutsal kitabın asla yanılmaz olduğunu savunan Amerika'da yaygın Hıristiyanlık mezhebi... Fundamentalsaetze: Temel önerme... Felsefe Ansiklopedisi-O.Hançerlioğlu)
Daha sonraları bu akıma Cumhuriyet Halk Partisi de katılmıştır. İmam hatip okullarının dengesizce eğitime açılması kararı, hem bireysel çıkar, hem de toplumsal çıkarlara neden olmuştur. Bunlardan politikacılardan tutunda müteahhitlere, oradan tarikat ve cemiyetlere dek yarar sağlamış, ekmek yenen bir olgu haline gelmiş, bugün de önüne nasıl geçeriz diye savaş veriyor demokratik ve laik yanlıları.
İlim Yayma Cemiyeti'nin bağlantıları Rabıta ve Aramco'ya dek uzandığı yolunda savlarda vardır. Geniş parasal kaynakları olan ve "mukaddes şirket" gibi çalışmaktadır. Üstelik Diyanet İşleri Başkanlığı bu tarihlerde İlim Yayma Cemiyeti'ne yardım edin, bağışta bulunun gibilerden yorumlarda bulunmuştur. Derneğin tüzüğüne göre:
Nuri Topbaş, Hulusi Topbaş, Hüseyin Taviloğlu, İbrahim Ak, Faik Akseki, Halil Karaca gibi daha nice tüccar, fabrikatör olan adlar vardır. İlim Yayma Cemiyeti kurucularının ticaretle uğraşması başka önemli bir noktadır. Başka ilginç nota; bir zamanlar darbeci Kenan Evren'in yanı başında durup fotoğraf karelerine giren general Hasan Sağlam, cuma önderi, komutanı din çalışmalarda bulunmayı önerdi ve başardı. Meyveleri de "okullara zorunlu din dersi" koydurarak alındı. Bu iyiliği unutmadı Sağlam paşanın. Emekli olunca İlim Yayma Cemiyeti başkan-lığına oturtuldu. Uzun yıllar sonra İzmir'de Öğretmen Evi'nin ismi değiştirilerek bu irticacı Paşa' nın adı verildi.
Büyük Antalya Nakliyat Ambarı Halil Kaçar' a aittir. Oğlu Kemal Kaçar' ı Süleyman Hilmi Efendinin damadı yapmıştır. Süleymancılığın dini temelde önderi Süleyman Hilmi Tunahan'dır. Resmi belgelerde kaynak bulma olasılığı çok fazladır... "Atatürkçülük düşmanı olup, kendilerini öyle göstermek isteyen irticai bir örgüt" olarak tanımlamaktadırlar.
Hilmi Türkmen gerek Hüseyin Kaplan, Süleyman Hoca Efendi'nin görüşlerinin saptırıldığı inancındadırlar. Hocanın ölümünden sonra damadı tarafından sakıncalı durumuna getirildi.
Hilmi Türkmen:"Devletin hemen her kademesinde sızmış bulunan Süleymancıların amacı devleti ele geçirmektir. Devlet Planlama Teşkilatı'ndan tutunda Devlet Su İşleri'ne; bir dönem bu kurumda Süleyman Demirel genel müdürlük yaptı ve barajlar kralı sanıyla anılmaya başlandı;oradan emniyet kadrolarına dek girmeyi başardılar."..derken olup bitenlerin Kemal Kaçar dönemini anlatmaya çalışmaktadır.
12 Eylül 1980 raporlarında ise;"Süleymancılar Halk Eğitim Merkezleri, müdürlükler, valilikler, kaymakamlıkların yanı sıra bütün devlet dairelerinde örgütlenmişlerdir."Yönetim ellerinde ve de silah ellerinde olmasına karşın bu 12 Eylülcüler bu konuda olumlu bir şey yap-maktan sürekli kaçınmışlardır. Yasaları işletmemişler daha da yardımcı olmuşlardır.26 yıl sonra, ülkede irtica var mı, yok mu tartışma ve araştırma konusuna neden olmuşlardır. 2007'de bir gazete "Tehlikenin Farkında Mısınız?" sorusunu ve sorununu her gün başlık yapmıştır.
Tarikat sermayeciliğine bir göz atılırsa, Hilmi Türkmen'in söylemleri hayli can alıcıdır. "Bir adam düşünün ki ticaret yapmaz, ziraat yapmaz, devletten maaş almaz. Babası fakir biridir. Büyük bir miras almamıştır. Ama kumandan olarak devamlı mal artırımı yapmakta, zengin olmaktadır. Nasıl zengin varsıllaşıyor olabiliyor? Efendim... Allah veriyor. Bu işin uydurma yönü. İşin kaçamak tarafı. Neden ortada. Gemicilik faaliyetleri-çalışmaları, TIR'cılık faaliyetleri, ayrıca Türkiye'nin çeşitli yerlerinde devlet yasalarının tanımış olduğu haklar ölçüsünde kurulmuş ticari müesseseler kuruluşlar, arsa emlakçılık falan gibi faaliyetler var. Bunlardan büyük paralar kazanılmaktadır. Ayrıca özellikle, kazanılan paralar da tek elde biriktiriyor. Hüseyin Kaplan' da aynı düşüncelere sahiptir."
Bu düzlemde görülen Aslan Nakliyat sahibinin ticari faaliyetidir. Avrupa Antalya arası büyük TIR filosuna sahiptirler. Hilmi Hoca Efendi' nin müritleri işi öyle büyüttüler ki, Özal döneminde RoRo geçiş önceliğini elde ettiler. Bu geçiş önceliği ve TIR filosuyla neler yapılmazdı ki? Aklıma kötü kötü eylem ve davranışlar geliyor. Edirne'den Irak ve Kars sınır kapısına dek...

İstanbul Ticaret Odası Başkanı Niyazi Adıgüzel:"Ey solcular, liberaller, demokratlar! Sizler uyuyorsunuz. Tarikatçı sermayenin asıl maddi/finansal kaynağı Devlet Planlama Teşkilatı Teşvikler Dairesi Başkanlığıdır. Burası ele geçirilmedikçe, tarikat sermayesinin kaynağı kurumaz... "İşin ilginç yanı ise bu konuşmayı uluorta yerde söyleyen Adıgüzel bir süre sonra canından olmuştur. D.P.T.'ın renkli simalarından birisi de T.Özal olmuştur. Sonra bir başka Özal!
Bir başka örnek: Ticaniler adlı tarikat önderi Kemal Pilavoğlu'nun 1960'lı yıllarda Bozca ada'daki girişimciliği sayesinde bir hayli varsıllaşmıştır.
Her ülke, coğrafya ve yörenin kendine özgü toplumsal bir taşama biçimi ve öteden gelme kültürel devinimleri vardır. Bunları bir tarihsel süreçten geçirerek, bir uygarlıktan diğer uygarlığa miras olarak kaldığını görürüz. Günümüzde böylesine zor aşamalardan geçerek ulaşmıştır.
İslâm'daki ticari düşünce birinci derecede Arap Yarımadası' daki çok eski ticari alışkanlıkların bir devamı olmuştur. Arabistan'daki ticari uygulamanın en çok etkilendiği uygarlık Mezopotamya uygarlığıdır, yadsıyamayız... Sümer... Akad, Kasid ve Med tüccarları aynı zamanda iyi birer din adamıydılar. Bu yüzdenlik uygarlıklardan beri, din ile ticaret iç içedir. Bu yüzdendir ki, her iki öğenin birbirine alet ya da araç olduğu etkili bir yasadır.
Ticari yaşamda "haksız rekabet" şöyle tanımlanır:Karşı tarafın ürettiğini ya da sattığını kötüleyerek kendi malını övmek."Örneğin:"Aman dikkat!.. Migros mağazalarının bir bölümünde "domuz" mamulleri satılmaktadır. Alış-veriş yaparken dikkatli olunuz!"ilanı verenler ise;"Haramlardan Sakındırma Grubu." Yine tarikat cemaat gazetelerinin birinde:"Beğendik mağazalarının mallarını severek alıp kullandım. Fakat geçtiğimiz günlerde Beğendik tarafından çıkarılan bir tanıtım broşüründe baktım. Laiklik ve Atatürkçülük' den dem vurmuş. Satış için gittiğim mağazayı anında terk ettim. Meğer biz bunca zamandır paralarımızı Beğendik mağazalarıyla laik düzenin kasasında akıtıyormuşuz. Artık yağma yon, alış-veriş yapmayacağım. Müslüman kardeşlerimize de bunu tavsiye ediyorum..."
Başka bir "ılımlı İslâmcı" da tersi savda bulundu. Beğendik mağazası, Kaplancılar grubunun denetimindedir. Oraya verilen para, küfre götüren kör radikalizmi destekler..."
Bir cemaatin sözcülüğünü yapan Samanyolu TV bunun üzerine kasıtlı olarak gitti. Arkasından "Domuz Yağı Kullanan" sucuk üreticilerini suçlayan ve kınayan başka sucuk imalatçısının; Beşler Sucuk (bu soyadı size başka bir şeyi anımsatmıyor mu?);görüşlerine yer verildi... Önce Konya'da bir radyo, sonra Uşak'ta bir TV kanalı; Anadolu'nun diğer yerlerinde yerel, İslâmcı, tarikat yanlısı TV ve radyolar, 'Margarinde Domuz Yaşı' başlığıyla haber yaptılar.
Bunlara, bilimsel yanı olmayan, ilimsel yanı ağırlıklı "Gıda Raporu" olmayan gerçekle ilgisi olmayan açıklamalar gündeme geldi. Bilim ile ilim eş anlamlı bir sözcüktür. Ama bilim, bilimsel çevrelerde, ilim ise dini temele da-yalı çevrelerde ve 'dogmatik' anlam içeren konularda kullanılmaya başlandı.
Liberal işadamları paniğe kapıldı...'Bitkisel Sanayiciler Derneği', tarikatların merkezi olduğu bölgelerde, illerde basına duyurular vererek karşı atağa kalktılar. Derken büyük, cüce adamlar devreye girdi. Ülke çapında bir karşı yayına giriştiler tekelci basın aracılığıyla. Ama bir türlü durduramıyorlardı bu kızgın savaşı. Bu arada son çare Diyanet İşleri Başkanlığı' ydı. Devreye sokularak "fetva" verdirildi. İşte bu aşamada İslâm kapitalizminin büyüklüğü ve etkinliği kanıtlanıyordu, haksız bir rekabete karşı. Ortalık durulur gibi oldu. Olayı yayan Müslüman basın hem de ulusal basın, verilen ilanlardan milyonlarca parayı cebe attılar.
İslâmcılar arasında bir başka kazanç yolu ise; piyasalarına müşteri-alıcı-çekebilmek için, atıl birikimleri pazara çekebilmek için, müminlerin-inananların-alış-verişini hızlandırabilmek için tüm yöntemlerin kullanılmasıdır. Bunlar, dini söylem ve motiflerdir. Bunu en iyi anlatan ve tanımlayan Nakşibendî kimliğiyle işadamı Korkut Özal'dır.
"Arap âlemine açılalım, oradaki finans modellerini;'İslâm' i bankacılık';Türkiye'ye getirelim dedik. Türkiye'de o zaman yapılan olasılıklara göre, yastık altında korkunç bir servet var: Faiz nedeniyle sisteme girmiyor. Faizden çekinenlerin de gireceği bir sistem olursa, bu para ekonomiye girer."Bu dillendirmeyi yineledik, çünkü işadamı kimliğiyle Korkut Özal'ın bireysel ekonomik anlayışını tanımak, nerelere göz diktiğini kavramak ve vurgulamak açısından çok, çok önemsenmelidir... Doğaldır ki bu söylem bir aldatmacadan öteye gitmiyordu. Para çalışırsa, ne olursa olsun getirisi "kâr"dır İster faiz olsun, ister pay olsun... adı her şartta faizdir!
Bir başka tarikatçı, "Bizde faiz yok, dayanışma var..."derken, cemaat holdingleşmesinin en tepesindeki Müslüman kapitalist ise şunu dillendiriyor: "Biz vücudumuzu ve ruhumuzu korumakla mükellefiz.".. Yani korunacak başka bir şey yok!..
Faizsiz bankacılık da, sözü edilen rekabetlerle dolu düşünce biçimi, dürtülerin devamıdır. Faiz; ticaret yaşamındaki orta ölçekli işletmelerin hepsi, öz sermayelerini kullandıklarını, faizli banka kredilerine itibar etmediklerini söyler dururlar. Oysa bankacılığın ve ticaretin özüdür.
Bu söylem içerisinde genel ekonomik krizlerden etkilenmediklerini söylerler...Yalandır!.. Ya Yüksek faizle uğraşırlar ya da müminlerden -inananlardan- birikimlerini toplayıp yok ederler...
Korkut Özal'ın söylemiyle örtüşmüyor mu?.. Kendileri de dimdik ayaktadırlar. Öz sermayenin altı ve üstü nedir ki, hiç tükenmez. Bakınız dizide adı geçenlerin hepsi de dimdik ayaktadırlar bunca yıldır. Bir örnek daha:
İslâm dünyasının önde gelen adlarından "Çetinkaya Mağazaları"nın 1994 Aralık'ı boyunca Sabah gazetesinde şu ilan da dini motiflerle ticari reklâm arasındaki ilişkiyi anlamlı kılıyor:
"İsraf haramdır. Paranızı israf etmeden Çetinkaya'dan alış-veriş yapabilirsiniz..."

İşçi, İşveren İlişkisi:
Tarikatçı holding ve işletmelerde ana ilke mümin-inanan-çalıştırmaktır. Çünkü 'Allah korkusu' nedir, zenginin varsılın verdiği risk nedir, bunun bilincindedir... Bundan ötürü de sömürülmeye müsaittir-elverişlidir. Dolaysıyla patronu kalkındırmak için büyük özveride bulunur.
Piyasadan ve devletin asgari ücretinden düşük ücretle çalışma "azmi"ne sahiptirler. Bir noktada İslâm'i fedakârlıktır özveridir. Bunun için gurur duyar ve gururla ölmeğe hazırdırlar. Farkında olmadan doğrudan doğruya firma giderlerini ve maliyeti azaltır, 'artık değeri' yükseltirler.
Bir tarikat holdingi olmuş ve modernleşmiş "İhlâs" toplumunda, hâlâ cemaat tabanında işçi işveren ilişkileri yürütülüyordu. Refah Partisi'nin Milli Gazete adlı kuruluşunda buna benzer olaylar geçerliliğini koruyor. Müslüman kapitalistler, varolan kurallar uyarınca, kendi inançlarına göre "ücret ayarlama" ilkesinden hareket ederek çalışanları sürekli sömürüyorlar. Bunun adı apaçık şudur: Ücret ayarlama eşittir sömürü. Ama din ve Allah adına!
Korkut Özal gibiler ise:"Türkiye'nin bu hale gelip batmasında işçi maliyetlerinin yüksekliğini..."ana neden olarak görüyor... Başbakan Özal da Dünya işverenlerine şu çağrıyı yapmıştı: "Türkiye'de işçi ücretleri asgarinin altındadır. Üreticiler Türkiye'ye gelin maliyetleriniz düşsün..." gibilerden sömürüyü devlet elinden yaptırıyordu.
Bir din adamına mümine-inanana, tarikatçıya hele hele bir Başbakan'a yakışır söylem midir?
Bilinmez!
Cemaat ve tarikat anlayışı bu çerçevedeydi Ülke' de... Küçük ve orta ölçekli firmalarda öylesine hâkim ki bu ilke; inanmışların iflas, icra, haciz, ortaklıktan ayrılma, hak yeme türünden sorunların çözüm yeri öncelikle bakan yer ve makam, resmi mahkemeler değildir. Tersine tarikat yanlısı kişilerden oluşan "Şura veya Hakem Meclisleri"ydi. Bu sorunlar genellikle İslâm' i ya salarla ya da yöntemlerle çözülür... Hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti'nde. Çözümsüzlüğe girilirse ya da bu 'ticari sır' toplum dışına çıkmışsa o zaman T.C. Devleti'nin mahkeme yolları açılır... İslâm ticareti kutsadığına göre, İslâmcılar açısından yapmak ibadet gibidir. Adeta 6.farz gibidir. Asıl sorun, bu ticaretin içeriğidir. Ne olup olmadığı ve içinin nasıl doldurulacağı, var olan kuralların nereye dek geçerliliği, paranın imanı ne derece bozup-bozmadığı gibi tartışma konusudur.
Enver Ören, Erol Yarar ve Korkut Özal gibi büyük Müslüman ve büyük kapitalistler "para paradır;paranın imanı olmaz, İmanı kontrol etmek olanaksızdır. Faiz bile kaçınılmazlaşıyor.
Sabancı piyasada ne yapıyorsa, biz de aynısını yaparız, yapmalıyız."..mantığıyla ediyorlardı.
Giyim üzerine de; İslâm sosyetesine nasıl bir sunum ile hareket edeceklerini biliyorlardı. İnanan bacıların tesettür giysileri daha albenili hazırlanıp, sunuluyor. Pierre Cardin tarzı çizilip hazırlanıyor."Tekbir Giyim"den bu tür giysileri kapitalist dünyanın çocuklarınca çarşaflı, peçeli hanımlara Atatürk'ün bir filminde kullanılan müzik eşliğinde sunuluyor. Bu tesettür giy-sileri sunan mankenler ise çoğu;"Bu işi para için yaptım; yoksa sonuna dek Atatürkçüyüm" diyebilme özgürlüğünü seçenek yapıp, kendisiyle çelişkiye düşüyordu... Özüne olan saygısını irtica sermayesine satıyordu...
Müslüman anamalcılara ya da anaparacılara yol gösteren cemaat-tarikat önderi, din adamları, alimler, ulemalar, dergah şeyhleri, dünyadaki sermaye hareketlerini; boyutunu izlemekten yoksun ekonomi bilgisi fukarası kişiler... Klasik çarşı Pazar alış-verişi ile bu işi yürütüyorlardı. Finans, kapital alanında verdikleri fetvalar dünya değişimini yakalayamaz, bu yüzden ters tepkiler ortaya çıkarıyor.
Geçmişte profesyonel çalışma alışkanlıkları olmadığından, önemli kararlar geçmişte kalıyordu. Bugün bu profesyonellikle iç içe girmişler, liberallerden geniş yardım görmüşlerdir.
Tarikat sermayedarları, kapitalizmin araç ve gereçlerini kullanarak ortaya döküldüler. Arkasından, rekabetçi zemine oturan cemaat ve tarikatlar arasında "dini-siyasi-ideolojik" çatışma çıktı... Bu ikilem ya da üçlü çarpıklık "dini ekonomik" bir görünüme oturuverdi apansız. Sonuçta bu kurumların "mürşitleri" de birbirlerine cephe oluşturdular. Bu konularda geniş bilgi almak isteyenler Faik Bulut' un "Tarikat Sermayesi'nin Yükselişi" yapıtından faydalanabilirler.
Ekonomiden cesaret alan İslâm' i finans kurumlarını borsaya sürdüler.1995-1996 arasında "faizsiz finanas kurumu" için;nasıl oluyorsa?; başvurudaki artışlar çok ilginçtir. Resmi izine başvurmadan <Fetva Kurulları> oluşturuldu. Bu kurullar İslâm' i sermaye için büyük önem taşıyordu.
İslâm patronları, ilk 7 Aralık 1994'te 'İhlâs Finans' kurumu oluşturuldu. İhlas'ta kimler var?:
Prof. Ahmet Akgündüz, Prof. Sabahattin Zaim, Prof.Hayrettin Karaman ve diğerleri.<Yüksek İstişare Meclisi'nde>ise İstanbul müftülerinden Selahattin Kaya ve yazar Abdurrahman Dilipak yer almıştır.
"Bemer"bir fetva kurulunu da Fethullahçılar kesimlerin kurduğu Asya Finans'dır. Burada; Prof.Sabahattin Zaim, Sakarya Üniversitesi'nde Prof. Suat Yıldırım, Doç.Dr. Abdülaziz Bayındır, Halil Gönenç ve İstanbul eski müftüsü Selahattin Kaya'nın adları yer aldı. Bunların işlevi de aynı. Kâr adı verilen para alanında gizli-açık faize dinsel bir "meşruluk" diğer adıyla kılıf yaratmaktı.(meşru=Yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu.)Asya Finans'ın diğer adları; Selşçuk Berksan, İhsan Kalkavan, Mustafa Kavurmacı, OsmanGürbüz Özkara var. Genel Müdür Murat Ulus. Asya Finans ortaklarından biri de Yimpaş Hoşding'dir. Yönetim Kurulu Başkanı ise Dursun Uyar. O yıldan bu yana Dursun Uyar hep yönetim kurulu başkanı.
Öte yandan özel finans kuruluşları İ.M.K.B. de işlem yapacak aracı kurum açma yetkisi verilmesi isteminde bulundu. Bazı Müslüman sermayedarların borsaya girmeleri 96 yılında günlük işlem 10-12 trilyondan birden 25-30 trilyon liraya çıkardı. Anadolu Grubu, yani Ülker ve Birlik Mensucat gibi şirketlerin payları da borsada işlem gördü.
Eylül 96'da Konya'da toplanan 1. İslâm Ticaret Hukuku Kongresi'nde 8 profesör, 9 din adamı <bono-haram-borsa ile lesaing helal> yolunda fetva verdiler.
İslâm' i parası, GAP rantında oynamak istiyordu. Faysal Finans, İhlâs Finans, Asya Finans, pamuk üretiminden elde edilecek kazançları da değerlendirme yolunda Urfa' da çalışma gösterirken, tarikatçı SAYKO firmasını da Gaziantep merkez de seçenek yaptı.
Tek-Bir Giyim, 40 bin kredili alıçlısı olan Aydınlık Giyim'i de vurgulamak gerek. Her iki grupta Pierre Cardin'le çalışıyor. Anadolu'nun yeşil kaplanları ise: Kombassan, Yimpaş, Sayko, Asya, Estaş gibi... Şirketler de tarikat koalisyonu niteliğinde. Müsiad 28 şube karaları sonrasında ASKON adlı yeni bir patron kulübü doğurdu.

R A B I T A

Bu örgütü "Uğur Mumcu" araştırdı. İlginç belge ve söyleşilerle uzun uzadıysa irdeledi ve kapsamlı bir yapıt ortaya çıktı... Ve canından oldu. Bir 24 Ocak günü katledildi. Türkiye'de önemsenen bir örgüt olduğunu kanıtladı...6.12.1992 tarihinde Bakın neleri ortaya koyuyor köşesinden: Kara Ses... Kamuoyumuzda 'Kara Ses' diye bilinen Cemaleddin Kaplan kim?1926 yılında Erzurum'un İspir ilçesinde doğmuş. İmamlığa başladığı zaman ilkokul mezunu bile değil. Askerliğini yaptıktan sonra ilkokul, ortaokulu ve liseyi dışarıdan bitiriyor..1966 yılında Ankara'da İlahiyat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı'na (D.İ.B.) müfettiş olarak atanıyor. Sonra D.İ.B. Özlük İşleri Müdürü sonra da D.İ. Başkan Yardımcısı.
1977 seçimlerinde MSP listesinden Erzurum milletvekili adayı.1980 öncesinde de Adana Müftüsü. Müftülük yıllarında Adana "İslâm'a Hizmet Vakfı'nı kurup, dinsel yayınlar yapmış.
Kaplan, 1981 yılında "re' sen emekli" oluyor. O zamanlar Erbakan, MSP yandaşı. Erbakan'ın isteği üzerine Almanya'ya gidip "Milli Görüşçüler" adlı grupla çalışmaya başlıyor. C.Kaplan'ın Almanya'da oturma izni alması eski milletvekillerinden ve MHP' nin, hakkında soruşturma açılmayan tek yöneticisi işadamı Murat Bayrak tarafından sağlanıyor. C.Kaplan'ın Almanya'daki ilk görevi ilginç: Avrupa Milli Görüş Teşkilatları İrşad ve Fetva Başkanı. Kaplan soyadını 'Hocaoğlu' olarak değiştiriyor. 'Hicret Dergisi'nde yazılar yazan Kaplan ile 'Milli Görüşçüler'in yolları 1983 yılında ayrılıyor.(....)Kaplan ve arkadaşları, 1985 yılında 'İslâm' i Cemiyetler ve Cemaatler Birliği' adıyla bir örgüt kuruyorlar. Birliğin Kaplan dışındaki kurucuları: Ahmet Polat, Selahattin Yazıcı, Hasan Hayri Kılıç, Seyfettin Özkan, Süleyman Aslan. Mustafa Özçelik İbrahim Kaba. Hilmi Elgünlü. O tarihten sonra Kaplan, çeşitli camilerde konuşmalar yaptı. Bu konuşmalar, videobantlar ve kitaplarla Avrupa'nın birçok yerine olduğu gibi Türkiye'ye de gönderildi.(....)Türkiye'de İslâm devrimi için hazırlık yapılıyormuş, bir anda "50 bin camide 50 bin hoca ayağa kalkacak." Hoca bunu tasarlıyor ve planlıyor.(....) C.Kaplan ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyeti'ni devirmek için çalışmalar yapıyor, 'federe devlet' kurduğunu da açıkça ilan ediyor.(...)
Cemaatin en önemli sloganlarından birisi;"İslâm' i devlet kurulacak elbet!.."Böyle bağıran insanlar siyah cüppeli, yeşil şalvarlı, beyaz sarıklı ve sakallı insanlar. Altlarında en son mersedesler. Uğur Mumcu;Sarık ve Mersedes!..diyor. Aslında iş 3T'ye bağlanmış. Bu özdeş üçlü takke, takunya, tespihtir. Bu özetlediğimiz Türk insanının isteği nedir?..sorusunu İslâm devleti ile yanıtlamak olasıdır.
Cemalettin Kaplan'ın elden ele dolaşan "Tebliği'nin El Kitabı"nda şunlar var:
Amaç: İslâm devleti. Egemenlik: Allah'a aittir. Yasa: Şeriattır. Kaynak: Yine Kur'anı Kerim'dir. Örnek ve önder: Hz.Muhammed. Metot: Tebliğ'dir. Konu: Hakkın egemenliği. Tebliğ araçları: Meşru her vasıta. Tebliğ hükmü: Farzdır. Tebliğ'in üslubu: Açık, net ve kesin. Silah: İlim (ayet,
hadis, akıl ve mantık).Siper ve kalkan:Sabır, tahammül ve müdafaa, silaha sarılma, kaba kuvvete başvurma. Günün Türkiye'si:Dünün Mekke'sidir.
Cemalettin Hoca'ya tutulan ceplerden milyonlarca mark akıtılıyor. Neden sorusunun yanıt:
"Hoca, peygamberin temsilcisidir, peygamber de Allah'ın temsilsidir. Müslümanlar eğer ceplerinin ağızlarını doğrudan doğruya Cemalettin Kaplan'ın özel hesabına açarlarsa cen-nete gideceklerdir. Öyleyse pamuk eller cebe!"Bu Cemalettin Kaplan'ın düşman olduğu konular şöyle sıralanıyor: Komünizm-Kapitalizm-Siyonizm-Masonluk-Kilise ve yarı Müslümanlar. Hoca' nın şöyle bir savı da vardır:"İslâm dininin devleti de vardır, siyaseti de vardır. Ona ne zaman tesir eder, ne de mekan."
1981 yılında emekliye ayrılan hoca, kendi söylemine göre;12 Eylül yöneticilerince kapatılan MSP' nin genel başkanı tarafından Federal Almanya'ya gönderilir. Genel Başkan Necmettin Erbakan'dır. Gönderilen ilginç görevi de belirtmiştik.
Almanya'da çalışmalara başlar.Ve..35 adet kitabi okuduktan sonra İslâm Anayasası'nı hazırlar. Bunun da İran Anayasası'ndan aldığı ortadadır. Her iki anayasayı inceleyen Kaplan'ın daha A.M.G.T. İrşat ve Fetva Başkanı'yken gönlünü İran Devrimi'ne kaptırdığı gül gibi ortadadır.
C.Kaplan'a Almanya'da sığınma iznini alan kişiyi de belirtmiştik. Bu kişi eski CIA görevli-si ve silah tüccarı Frank Terpil'in silah sattığı ileri sürülen işadamıdır. Yineleyelim:12 Eylül döneminde dava açılmayan tek MHP 'li yönetici kişi!

Yıl 1971.Av.Kadir Mısıroğlu İstanbul'da Milli Türk Talebe Birliği konferans salonunda
Atatürk'e karşı yaptığı konuşma nedeniyle kovuşturulur. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün' dür. Türün' ün emrindeki savcılık konuşmasında suç bulamaz, kovuşturmaya gerek olmadığı kararını alır. Konuşma kayıtları bir şekil de Eskişehir Sıkı yönettim Komutanlığı'nın eline geçer. Komutan Orgeneral İrfan Özaydınlı'dır. Soruşturma emri verir. Bantları çoğaltanlar ve dinletenler; Mısırlıoğlu mahûk olurlar. Mısırlıoğlu'nun avukatı ise İsmail Müftüoğlu, sonraları Adalet Bakanlığı yapar.Bu önemli bir olgu ve gelişmedir bu bağlamda.
24.7.1979-25.8.1979 tarihleri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı 26 din adamını Avrupa'ya göndermiştir. Aynı dönemde Süleymancılar 150, Türkeş'in MHP'li yandaşları 100 ve Erbakan'ın MSP yandaşları 150 vaizi Avrupa'ya göndermiştir. Devlet ile siyasal partiler arasındaki bu uçurum gerçekten çok üzücüdür ve düşündürücüdür.
Atatürk'ten en çok söz edilen dönem olan 12 Eylül'de imam aylıkları Rabıta'ya yani bir şeriat örgütüne ödetilmiştir. Ödenen aylık 1100 dolar.(Yıl 2007 bir inşaat mühendisinin ücreti 800 milyon TL Bir dolar yaklaşık 1.500.00.-TL x1.100=1.650.000.000.-TL/imam.) Ne yazık ki T.Cumhuriyeti, yurt dışında görevlendirdiği imamlara verecek para bulamamış, bu parayı bir şeriat örgütüne, "Rabıtasal Alâm al İslamiye"ye ödetmiştir. Bu örgüt Atatürk hakkında hakaret dolusu "Sanem Adam-Put Adam"kitabını basan ve dağıtandır.
Rabıta'nın 41 kişilik kurucu meclisi var. Örgütün kuruluşunda Türkiye'yi Hiâl Dergisi sahibi Salih Özcan temsil etmiştir. Bu kişi daha sonra MSP Şanlıurfa milletvekili olarak Atatürk'ün T.B.M.M.'ne girmiştir. Daha sonra da Faysal Finans'ın içyapısında izleyeceğiz. Bu örgütün 2.Türk kimliği ise Ahmet Gürkan'dır. Bu kişi de ayağını T.B.M.M.'den eksik etmemiştir.950-957 arası DP, 1961-1965 arası AP Konya milletvekilidir. A.Gürkan'ın yaptığı en önemli iş ezanın Türkçe okunması yasasını kaldırmaktır. Dilini ve yurdunu yadsıyan bir insan."Rabıta Örgütü" 1976'da Devlet Bakanı Hasan Aksay'ın Pakistan'da Şeriat Kongresi'ne katılmasıyla Türkiye'de tartışıldı.
Din ve inanç özgürlüğünün en sağlam güvencesi laikliktir. Bu ilke neden hep ön plandadır? Siyasal amaçlı dinsel akımların devlet erkine egemen olmasını anlamak için getirilmiştir. Laikliğin ne denli önemli ve olmazsa olmazı olduğunun farkına varıyor muyuz acaba?
Cumhuriyet, kuruluş amacına yabancı bir siyasal yörüngeye oturtulmak istenmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi ; 41 milyonunun 9.1 milyonu oy kullanmamıştır, arta kalan oyun; % 35 ile çoğunluğu elde ederek iktidarı ele geçirmesi bunun kanıtıdır 2000'li yıllarda.
Laik nitelikli Türkiye Cumhuriyeti, İslâmcı Suudi Arabistan Kralı Faysalın önderlik ettiği 'İslâm Konferansı'na katılıyor. A.B.D.ile tam bir dayanışma örneğini veren krallık, İslâmcı ülküsünü, laik Türkiye Cumhuriyeti'ne de benimsetiyor. Hem de bu ülkenin eğitimini almış, karnına bu ülkenin ekmeği girmiş kişilerce... Konferansa katılan ise 12 Eylül'ün Başbakanı Oramiral Bülent Ulusu'dur. 1984 yılında da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı orgeneral Kenan Evren temsil etmiştir.Arkası geliyor..Başbakan Turgut Özal ve Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler...
O dönemlerde Rabıta'dan ödenen ücretler konusunda Evren:
O dönemde böyle bir bilgi bize gelmedi... Ulusu:
Bu konu ile ilgili hiçbir bilgim yok... Özgüneş:(Devlet Bakanı)
Bu iş tamamen Tayyar Altıkulaç'ın işidir... Altukulaç:(D.İşleri Başkanı)
Bu konuda Bakanlar Kurulu kararı var... Hasan Celal Güzel:(Bakan)
Rabıtanın maaş ödeme konusu incelemede...
Bakanlar Kurulu kararı olduğunu anımsatan Diyanet İşleri Başkanı'na 12 Eylül Devlet Başkanı'nın yanıtı şöyle olmuştur: PALAVRA!
Bir gazeteci dost şöyle diyor Altıkulaç'a:
-Hepsi konuştular..."Yok öyle bir şey" diyorlar. Evren basın sözcüsü aracılığıyla açıklama yaptı."Bizim Konsey olarak bir bilgimiz yok."diyor... Ulusu, Özgüneş açıklama yaptılar. Özgüneş, "Bu Diyanet' in işidir." diyor.
Demokratik Sol Partisi Konya milletvekili Sabri Irmak ve arkadaşları T.B.M.M. Başkanlığı'na araştırma önergesi verirler:
"Müslüman ülkelerde şeriat düzeni kurulmasını amaçlayan Rabıta Örgütü' nün yurt dışındaki Türk imamlara aylık verilip veremediğinin ortaya çıkarılmasını" istedi.
Sonunda kararnamenin varlığı Başbakan Oramiral Bülent Ulusu tarafından açıklandı. Bakanlar Kurulu'nun Rabıtanın Türk imamlara ücret ödemesi konusunda 28.4.1981 tarihinde çıkarıldı. Bu ret edilen kararnamede Devlet Başkanı Kenan Evren ve Başbakan Bülent Ulusu'nun imzaları bulunuyor... Utanç verici ilginç kararnameyi öneren; Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altı-kulaç, Devlet Bakanı Özgüneş'e, imamlara Rabıtanın ücret ödemesine ilişkin öneriyi iletti.
Özü şöyle devam ediyor:
Milli Güvenlik Onayı: Altıkulaç konuyu M.G.K. Genel Sekreteri Saltık'a açtı .Saltık önce "Olur mu?"dedi, sonra onayı belirtti.
Başbakan' a yazı: Özgüneş. Başbakan Ulusu' ya kararname çıkarılması için yazdı. Yazıda izinli imamların Rabıtandan ücret alacakları belirtiliyordu.
Ve kararname: Özgüneş'in yazısına atıfta bulunan kararname, Devlet Başkanı Evren ve dönemin Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarıyla çıktı. ancak Resmi Gazetede yayınlanmadı. İşin bu yönü de gizemli, ürkütücü ve düşündürücü... Neden yayınlanmadı?
"Rabıtadan Türk imamlara maaş ödenmesi konusunun Tayyar Altıkuluç tarafından önce Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş'e sonra 12 Eylül Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Haydar Saltık'ın onayının alınması üzerine Özgüneş'in Başbakan Bülend Ulusu' ya bir yazı yazdığı ve Bakanlar Kurulu'nun da Özgüneş'in yazısına atıf yapılan bir kararnameyi kabul ettiği açıklığa kavuştu."
Resmi Gazetede yayınlanmamasının nedeni belirsizken; kararnamenin İngilizce çevirisinde Rabıta, Dünya İslâm Birliği olarak nitelendiriliyor. İlginçtir ki;herkes yadsıyor, ama kararnamenin altında yalanlayanların tümünün imzası var!.. Bu imam ödemelerinin yanı sıra bir başka üzücü ödeme;T.B.M.M.' de yapılan mescide 20 milyon lira para yardımı yaptığı da belirlendi. Yıl:1987.Yine bu yıllarda O.D.T.Ü. camisine 210 milyon lira bağışlandı. O.D.T.Ü.' de
Arapça ders veren 3 kişinin ücretini de Suudi Arabistan ödüyor Aylıklarının postayla doğru-dan öğretim elemanlarına geliyormuş. Bu da yetkili bir prof.' un açıklaması.
"Rabıtasını Türkiye'de işbirliği içinde bulunduğu kuruluşlardan İstanbul Üniversitesi İslâm Araştırma Enstitüsü'nü de 'hamiler listesinde' yer aldığı bir kitapta >>Mustafa Kemal Paşa' nın İslâm'a yönelik en erken ve en zarar verici saldırıların öncüsü olduğu<< ileri sürüldü. Türk İslâm çevrelerinde yayınlarıyla tanınan Hamid Algar'ın söz konusu kitaptaki yerinde Mustafa Kemal Atatürk'ün reformları son derece ağır bir dille eleştirildi."Bu eleştiriye çok benzer bir durum da, Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Atila Yayla tarafından da yapılmıştır 2006 yılları sonunda.
Bülent Ecevit'te Rabıtanın ödemeleri karşısında bir açıklama yapma gereksinimi duymuş-tur:"1979'da yapılan bu işlemde Türk hükümetinin muhatabının doğrudan doğruya Belçika hükümeti olduğunu işaret ederek, din görevlilerinin ücretlerinin Belçika hükümeti tarafından ödendiğini ifade etti."
Rabıta gün yüzüne çıkınca, herkes özeleştiri yapmaya, savunmaya geçmeğe başladı... Evren : "Gene imzalarım." dedi... Ve devam etti;"Bunu arkasında ne yatıyor? 12 Eylül' ü yapanları kötülemek. İkinci sebep, irtica diye yüklenelim de ilişkilere darbe vuralım. Ben hatamı kabul ederim, eğer burada bir hata yapmış olsaydım söylerdim. Her hükümet ehven-i şer olan bu yolu seçmiş. Zaman zaman sanki benim de düşündüğüm olmuyor mu, çekip gideyim diye. Ama birisi istedi diye ben istifa etmem. Ben şeriatçıların üzerine üzerine gittim ve her türlü tehlikeyi göze alarak gidiyorum. Korkak olsaydım, neme lazım derdim, yapmadım. Bir gazeteci arkadaşımız araştırma yapmıştır, zor bir iştir, takdirle karşılarım, ama yorumlara iştirak edemem."Kendi döneminde, kendi soyadını; Evren'i Kâinata dönüştürüp, yasaklayan bir düşüncenin ürünü olan bu paşanın söylemleri bunlar.
Yıl 1982..
12 Eylül dönemi... Milli Güvenlik Konseyi Yönetimde... Ulusu Hükümeti iş başında...
1100 Amerikan doları maaş...(1100 x 1.500.000=1.650.000.000.TL /maaş)
1984'e dek süren bir süreç... Bu konu ile yakından ve kıyısından ilgisi olanlar bireysel çıkar sağlamışlar. Bugün kimi kilometre taşlarında ya da kilit noktalarda yer tutmuşlardır Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetiminde... Cumhurbaşkanlığı'ndan Başbakanlığa ve bakanlara, müsteşarlara, siyasi parti genel başkanlarına değin. Bunlar yetmiyormuş gibi bu ülkede irtica var mı?.. sorusunun tartışılarak yanıtı aranıyor.
Daha neler ve kimler var Rabıtanın dışında... Yimpaş... Kompassan ve diğerleri...

Ş e r i a t ı n K i l o m e t r e T aş l a r ı
(Kaynak: Halil Nebiler)

29 Mayıs 1977;İstanbul'un fethinin yıl dönümü. Bu nedenle Ayasofya önünde biriken kalabalık;"İslâm'ın uğrunda kan akıtılacak günlerin yakın olduğunu" ve bu amaçla ölenlerin şehit sayılacağını konuşmalarda apaçık söylüyorlardı. Taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda "Devrim yok, diriliş var", "Okullarda Arapça okutulsun", "Kurtuluş ancak şeriat düzeniyle mümkündür" tümceleri yer alıyordu.
23-25 Aralık 1978, Kahramanmaraş katliamı yapıldı.23 Aralık Cumartesi günü başlayan kaynaşma sabah erken saatlerde kent içinde gruplar oluştu... Gerici halk "Müslüman Türkiye", "Ordu millet el ele" söylemleriyle eylemi başlattılar. Av tüfeği satan dükkânların kapıları kırılarak silahlandılar. İki günün sonucunda;105 ölü, 176 yaralı vardı... 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı.>Hamile kadınlar ellerinden ve ayaklarından bağlanarak aksi yönde, taşıtlarla çekilerek parçalandı. Ortalık kan gölüne çevrildi. Kimin için?..<
21 Mayıs 1979'da bir federasyonun İstanbul'da yapılan genel kurulunda Süleymancıların lideri Kemal Kaçar şu konuşmayı yaptı:"Bu salonda, Türkiye'de çeşitli kent ve kasabalarda birinin üstünde özel binada kurs gören en az yüz bin genci, yurtdışında da tüm Avrupa'yı ağ gibi saran 215 İslâm kültür merkezini sinesinde barındıran bir örgütün genel kurulu yapmak-ta."İşte 1979 yılı Mayıs ayında Süleymancıların gücü!..
4 Temmuz 1980;Çorum'da namaz kılan bir grup, "Komünistler camiler yakıp yıkıyor", "camilere bomba atıyorlar" kışkırtmalarıyla sokaklara düştüler. Gericiler ev ve işyerlerine saldırdılar. Ölü sayısı 10 Temmuz' da 26'yı buldu. Yüzlerce yaralı vardı. Mecitözü ve Alaca'da yaşayan 600 aile başka yerleşmelere göçmek zorunda kaldı. 6 Eylül 1980, MSP' nin 12 Eylül darbecilerinin dillerine doladıkları son siyasal eylemi, Konya Mitingi açık hava toplantısı yapıldı.
Mitingde 1 milyar 200 milyon kişilik bir ordu olduğu öne sürüldü...
12 Eylül 1980, Orgeneral Kenan Evren darbe yaptı."Cumhuriyeti koruma ve kollama" adına yapılan harekâtın, zaman geçtikçe ne denli Cumhuriyeti, ne denli şeriatçıları kolladığı konusunda kuşkular kanıta dönüştü... Bu yinelemelerin yapılması, konunun bu eylemden itibaren başladığını vurgulamak açısından çok önemli bir başlangıçtır.
(.....)
Aramco'nun Körfez ülkeleri ve Suudi Finans Grubu içinde yer alan İslâm Kalkınma Bankası, Dubai İslâm Bankası, Katar İslâm Bankası, Bahreyn İslâm Bankası ve Ürdün İslâm Bankası'yla anılan İslâm Kalkınma Bankası'nın danışmanlığını da yapanlar; K.Özal, Ermen Topbaş ve Talat İçöz'dü!
8 Eylül 1984;Turgut Bet T.C. Başbakanı olarak Almanya'da yaptığı gezide, bayram namazını İslâm kültür merkezilerinin denetimindeki Hamburg'daki Ulu Camii'nde kıldı. Özal cumhuriyet tarihinin en çok hacca ve umreye giden başbakanı olarak tarihe geçti. Öldüğünde, şeriatçılar tekbir sesleriyle askeri bandoyu susturmaya çalışıp "Müslüman Özal!"diye bağırırken, Özal'ın bu özelliğinden yola çıkıyordu.
30 Eylül 1984'de;İstanbul'da 3.İslâm Tıp Konferansı toplandı. Konferansı, Başbakan Turgut Özal tarafından besmele ile açıldı.
25 Kasım 1984;eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Adana Müftüsü Cemalettin Kaplan kendini "Genel Emir", Ahmet Polat ve Selahattin Yazıcı'yı Emir yardımcısı yaparak İslâm Cemiyet ve Cemaatleri Birliği Almanya'da resmen kurdu. Cumhurbaşkanı Orgeneral Kenan Evren ve arkadaşlarının gözleri içine baka baka...
9 Temmuz 1984;Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı, İslâm Mucmuası'nı lise ve dengi okul öğrencilerine, eğitim ve öğretim açısından önerdi. Bu dergi, Nakşibendî tarikatlarının en büyük kolu İskenderpaşa Dergâhı tarafından yayımlanıyordu.
28 Kasım 1985;Ankara/Keçiören Belediyesi genel tuvaletlerin kapısına astığı 'talimname' de, tuvaletlere girerken ve çıkarken okunacak duaları ve dini kurallara göre uyulması gereken diğer kurallar belirtiliyordu.
8 Ocak 1987;Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr.Hüse-yin Varol, İhsan Doğramacı' yı türban yasağı nedeniyle eleştirdi."Doğramacı kafirdir, adamın esas dini nedir bilinmiyor" tümceleriyle ağır bir biçimde yerdi!..
16 Ocak 1987;Cuma namazından çıkan 4 bin kişilik bir grup Eminönü'nden Cağaloğlu'ndaki vilayete dek yürüdü. Yine;"Müslüman Türkiye" ağızlardaydı.
17 Ocak 1987:İslâmcı Kurtuluş Örgütü, Ankara Beşevler' deki bir parfümeri mağazasına saldırdı. Mağaza molotof kokteyli atanlar, olay yerine "bacılarımız örtünmeyecekse, metresleriniz de süslenmeyecek" yazılı bir pankart bıraktılar.
9 Temmuz 1987;Muzır Müzikhol adlı oyunu sahneye koyan Ferhan Şensoy'un tiyatrosu kundaklandı. Oyun boyunca tehdit edildi.
10 Kasım 1987;R.P. Genel Başkanı Erbakan Atatürk'ün ölüm yıldönümünde Gaziantep'te "İktidara gelmemiz halinde başörtüsünü milli kıyafet yapacağız. Her ilçeye bir imam-hatip okulu açacağız. Kuran kurslarının sayısını artıracağız. Lise ve dengi okullarda din derslerinin yanı sıra tefsir ve hadis derslerini de okutarak manevi kalkınmayı sağlayacağız."
13 Kasım 1988;İzmir'deki Ocak gazetesi sahibi Acar Tuncer, 2000'e Doğru dergisine yap-tığı açıklamada, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura'nın Işıkçı Tarikatından olduğunu ve makam arabasıyla Balçova'daki Erzurumlu Sabahattin Hoca' yı ziyarete gittiğini açıkladı.
26 Şubat 1989;yayıncı İsmail Nacar, Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan'la yaptığı pazar sohbetinde T.Özal ve E.Topbaş'ın Nakşibendî tarikatıyla ilişkilerini açıkladı. Nacar;"Özal-lar Nakşibendî şeyhi M.Zaid Mekmet Kotku'nun müritleridir. Anap İstanbul İl Başkanı Eymen Topbaş Nakşibendî şeyhidir."dedi.
Mart 1989;Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rüştü hakkında Humeyni'nin çıkardığı ölüm fetvasına özenen C.Kaplan, ŞERİAT ve KADIN kitabının yazarı Prof.İlhan Arsel için ölüm fetvası verdi.
14 Mart 1989;Kocamustafapaşa Seyitömer camii imamı Kazım Üstün, sabah ezanını okuduktan sonra pusuya düşürülüp öldürüldü. Laik vaazlarından vazgeçmesi için uyarılar yapılıyordu.
4 Haziran 1989;İran İslâm Cumhuriyeti kurucusu Ayetullah Humeyni öldü. İslâm rejimin ihracı için 80-92 yılları arasında 14 milyar dolar harcadı. Türkiye'de bayraklar yarıya indirildi.
31 Ocak 1990;Atatürkçülüğün ödün vermez kimliği Prof.Muammer Aksoy, Ankara'da Bahçelievler' deki evinin önünde, susturuculu bir silah ile katledildi. Cinayeti İslâm Hareketi Örgütü ve İslâm İntikam Örgütü ayrı ayrı üstlendi.
1 Şubat 1990;İstanbul polisinin yaptığı bir operasyonda, merkezi Almanya Köln'de bulunan İ.C. ve C.B. tarafından bastırılan ve ülkeye gönderilen 3 bin 12 adet "Mustafa Kemal'in babası kim? Adlı kitapçık ele geçirildi. Yine aynı kitaplıkta Zübeyde Anneye ağır hakaretler yapılıyor ve genelevde çalıştığı öne sürülüyordu.
27 Şubat 1990'da Fikri Sağların bir yazılı sorusuna şöyle yanıt veriliyordu;kanıt ise MİT: (....)Gayesi, merkezi otoriteye baplı İslâm' i esaslardan güç alan devlet nizamını kurmaktır. Anti komünist olmak, anti sosyalist olmak, anti kapitalist olmak, milli değerlere saygılı olmak, İslâm'a tam bağımlı olmak ve İslâm' i esaslara göre yaşamak bu kuruluşun ana hedefidir."Milli Mücadele Birliği'nin ana ilkeleriydi bunlar Kurucuları Melih Gökçek, Necmettin Erişen, Aykut Edibali, Melüt Baltacı ve Yılmaz Karaoğlu. Kuruluş tarihi:18 Kasım1967/Konya..

7 Mart 1990;Çetin Emeç ve şoförü Aydın Sinan Ercan öldürüldü.Üstlenen ise şeriatçı bir örgüt. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu..Ellerinde çok önemli ipuçları var dedi ama;İslâmi Hareket adlı bir örgüt mensubu 23 Ocak'ta tesadüfen yakalandı.Yıl 2007...İçişleri Bakanı yine Aksu ama, birtakım şeyleri unutmak işine geliyor, anımsamak istemiyor.
4 Eylül 1990;gazeteci ve din araştırmacısı Turan Dursun öldürüldü!
28 Ekim 1990;1960'ların irtica simgesi, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Said-i Nursi için Nurcuların gazetesi Yeni Asya, Ankara Kocatepe camisinde mevlüt okutuldu. Geceye DYP
Genel Başkanı Süleyman Demirel bir telgraf gönderdi:"Büyük alim ve büyük müfessir Bediüz zaman Sad-i Nursi için okunacak mevlidi Allah kabul etsin. Hakkın savunucusu ve iyiliğin
yol göstericisi olan Bediüz zaman Sad-i Nursi'ye Allah'ın rahmet eylesin saygılar."
20 Kasım 1990;Yıldız Üniversitesi'nde Müslüman Gençlik, yemekhanedeki özdeyişi "Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Allah'ındır" olarak değiştiriliyordu.
1 Mart 1992;Cizreli şeyh Zeki Atak'ın Hizbullah müritleri, Galata'daki Neve Şalom Sinagogu'nu bombaladılar.
24 Ocak 1993;Uğur Mumcu feci şekilde bombalanarak öldürüldü.
2 Temmuz 1993;Sivas Olayları yaşandı.37 aydın, şeriatçılar tarafından tekbir sesleriyle yakılarak öldürüldü..

R e f a h P a r t i s i N e r e d e n N e r e y e ?..
(Kaynak:Oral Çalışlar)
Çok farklı kaynaklardan edindiğimiz bilgi ve belgeleri aktarırken, bazı konuları, kişileri ve olayları zaman zaman yineliyoruz... Bu yinelemeli kaçınılmaz oluyor. Fakat yinelenmesi farklı bir biçimde ve özde yansıtması da özen gösteriyoruz..
Milli Nizam Partisi'nin serüveni Süleyman Arif Emre'yle başlamıştı 1966 yılında. Arif Emre o dönem Yeni Türkiye Partisi Adıyaman milletvekiliydi. Hasan Aksay Adalet Partisi Adana milletvekili... Bir de Fehmi Cumalıoğlu vardı.. Necmettin Erbakan sonradan katıldı, hazır siyasete. Erbakan müritti ve Osmanlıcıydı, Abdülha-mitçiydi ve 960'larda hızla değişen Türkiye'nin değişmesinden geleneksel yapıları nedeniyle çöküntüye uğrayan ve bunalıma düşen taşra esnafının düşüncelerini dile getiriyordu. 30 yıl içinde Erbakan'ın dayandığı ana temel hiç değişmedi. O hep büyük şehirlerin, büyük sermaye çevrelerinin hegomonyası altındaki esnafa dayandı... Yani paranın yanında yer aldı hep. Onların tutucu ülküsüyle paralellik gösterdi. Hızlı şehirleşmenin sonucunda, büyük şehirlerin taşralıları da Erbakan'ın doğal desteği haline geldi.
MNP oluşturulduğunda pek önemsenmemişti. O yıllarda solun önemli bir etkisi vardı. Sağda ise militarizmci MHP vardı. MNP ise tarikatçı görünümündeydi. Kemalist devrimin etkisiyle önemli bir darbe yemişti İslâm'ın siyasal akım kesimi. Bunlar varlıklarını 1950 sonrası kurulan partiler içinde sürdürmeye çalışmışlardı.
27 Mayıs 1960'ın başlarında tarikatlara yönelik bazı önlemler alındı. Ama bu çok uzun sürmedi. Demokrat Parti'nin devamı olarak kurulan AP, YTP ve daha sonra Demokratik Parti, İslâmcı akımların önünün açılmasında büyük katkılar yapıldı... Bunu hiç unutmayacağız.
1968'lerde üniversitelerde gençlik hareketleri başladı ve gelişti. İlk başta sağcı gençlerin de içinde yer aldığı bu gösteriler, bir süre sonra sağ sol çatışmasına dönüştü. Sağcı gençler Amerikan aleyhtarı göstericilere saldırdılar. İslâmcı gençler önce AP' li gençlerle ittifak halinde iken daha sonra yavaş yavaş bağımsızlaşmaya başladılar. Bunlar Komünizmimle Mücadele Dernekleri'nde birleştiler.
16 Şubat 1969'da sosyalist gençler Amerikan 6. Filo'nun Türkiye'ye gelişi Taksim Meydanı'nda tepkiyle karşıladı. Bu anti emperyalist gösteri İslâmcılar tarafından "Yaşası İslâm, Allahu ekber" nidalarıyla bir dinci grubun saldırısına uğradı...İslâmcılar kimden yanaydılar?..
Bir yanda 6.Filo diğer yanda Türk gençliği. Tarihimize <Kanlı Pazar> olarak geçen bu eylemde iki solcu genç öldürüldü.
12 Mart 1971!Askeri eylem sonucu Milli Nizam Partisi kapatıldı. Parti "laikliğe ve Atatürk devrimlerine aykırı hareket ettiği" gerekçesiyle mühürlendi. Erbakan Konya milletvekiliydi. Ve yurt dışına kaçtığını söylemiştik. S.Arif Emre arkadaşlık etti. Hoca 110 kilodan 80 kiloya düştü. O günden sonra hiç hastalığı kalmadı.
Atatürkçü 12 Martçıların sorunu MNP değildi. Onların derdi Yaşar Kemal, İlhan Selçuk, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve onun gibi düşünen ve davrananlardı. Yüzlerce aydın tutuklanıp, TÖS kapatıldı. TİP' in yöneticileri mahkûm edildi. TİP yöneticisiz kaldı. TİP bir dengeletici unsur olarak görüldü MNP yanında. MNP kapatıldı ama yöneticileri beyler gibi dışarıda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ne olmuştu, neler gelişmişti ki;12 Mart ordusunun hedeflerinden olan MNP, kısa bir süre sonra yeniden örgütlenme yürekliliğini gösterebilmişti?
12 Mart subaylarının arasında, dini, komünizme ve sola karşı; sosyal demokratlar da dahil; bir bent olarak görme düşüncesi hızla kabul gördü. Bu düşüncelerin gelişmesinde ABD'nin ünlü <Yeşil Kuşak> projesinin de önemli bir etkisi olduğu da bir gerçektir.12 Mart' ın ünlü MNP'li Hasan Aksay'ı bir seçim sohbetinde 12 Mart' ı şöyle değerlendirdi:
"12 Mart' a ordumuz yetişip durdurmasıydı, mevcut siyasilerin elinde millet ve memleketimiz karanlık bir uçuruma yuvarlanırdı."
MSP' nin açılması ve örgütlenmesinde 12 Martçı generallerin desteğiyle cesaretlendirilmiştir. Bu örgütlenmede Nakşibendî-Nurcu birlikteliği yinelenmiştir.
Özetle 12 Eylül' de 12 Mart gibiydi. Sol kesime ve demokratik kitle örgütlerini hedef aldı. 12 Eylül' ün darbeci generallerinin temel hareket noktası "komünizme ve Kürt ayrıcılığına" karşı bir savaştı. Ana hedef MSP' nin Konya mitingiydi. Bu açık hava toplantısıyla ilgili görüntüler yurda yayılınca, askerin "şeriatçılık"tehlikesine karşı eyleme geçtiği izlenimi veriyordu.
Erbakan ve arkadaşlarının en önemli kazanımlar, dinci şeriatçı ideolojisinin 12 Eylül döneminde gelişmesi ve elverişli düzenlemelerin yapılmasıydı. Cuntanın orgeneral öncüsü Kenan Ev-ren, bir elinde Kuran bir elinde sopa, solun üzerine yürüdü. Demokratik örgütlenmeyi de yasaklıyordu. Çıkardığı anayasayla da yasakları kalıcı yapıyordu.
Türkiye'de İslâmcıların grup yapısını Ali Bulaç şöyle sınıflandırıyor:
A-Sosyoloji de örgütlü din denilen cemaatler. Nurcular, Işıkçılar, Süleymancılar, örneği,
B-Politik İslâm: Bunun ülkemizdeki en güçlü temsilcisi Refah Parti' dir.
C-Bağımsız küçük dini gruplar.
1979 yılında Erbakan şu ilginç söylemi yapıyordu:"Demirel'i destekledik, çünkü henüz kadayıf pişmedi, biz bu arada kadayıfın altının kızarmasını bekleyeceğiz."
1983 yılında Kenan Paşa üç partiyi seçime sokuyordu:
1-Turgut Özal'ın Anavatan'ı
2-Necdet Calp' in Halkçı Partisi
3-Emekli Orgeneral Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrat Partisi...
Erdal İnönü'nün SODEP' i ve DYP "veto" edilmişti Paşalar Konseyi'nce!
Necmettin Erbakan'ın siyaset yasağı diğer politikacılar gibi 1987 yılına dek sürdü. Bir halk oylamasıyla yasak kaldırıldı. Erbakan doğal koltuğuna oturdu. .S.Demirel' de Cumhurbaşkanlığı'na kadar yürüdü.
Erbakan'ın düzenini küçük bir notla anlatmak olası:
"Mirastan evlenmeye ve ibadete dek her alanda cemaatler, kendi anlayışlarına uygun bir hukuk içinde yaşayacaklardı"
Bu bir siyasal görüşün toplumsal yanıydı. Çok hukuklu bir toplum projesi öngörülüyordu. Yıl 1993!..
Siyasal süreçte 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı; bu çevrelerde"darbeci" olarak tanımlanan Recep Tayyip Erdoğan oldu... Ve başkan seçildi. Yeni kimliği; İstanbul Anakent Belediye Başkanı R.T. Erdoğan!
Arka arkaya düzenlenen açık hava toplantıları gerilimi arttırıyordu. Toplum birtakım sorularının yanıtını ararken Erbakan bir toplantıda havayı iyice gerdi. "Kanla Geliriz." açıklaması iyice kuşkuları arttırdı. Bunu Recep Tayyip Erdoğan'ın "fatihalı" açılış toplantıları izledi.
Şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor;dünden bugüne 'laiklikten oldukça rahatsız olan bir toplum var... Bu toplum gün geçtikçe MNP, MSP, RF, FP, SP ve AKP' nin yoğun çalışmaları
ile bilimsel ve bilinçli olarak çemberini hem sosyal, hem ekonomik olarak genişletiyorlar. Bu gruplar T.C.K.163. maddesine göz dikmişler kaldırma çalışmalarını yoğunlaşırdılar. Bu madde dine dayalı siyasi örgütlenmeyi yasaklıyordu.
MNP' nin tarihsel sürecinin sonunda, 2006 yılında iki parti olarak savaş veriyorlardı... Adalet ve Kalkınma Partisi, diğer tarafta Saadet Partisi. Kirli ve inancı sömüren bir savaş sürdürüyorlardı.
İçlerinde trilyonları götüren Erbakan olmasına karşın... Aldığını geri vermediği gibi, kamuoyu önüne çıkıp "ahkâm" bile kesiyordu, fırsatını buldukça.

28 28 Ş u b a t 1997 V a r d ı T a r i h i m i z d e:

28 Şubat 1997...Nisan 2007!Ulus olarak hâlâ 'Şubat Karaları'nı özümsemiş değiliz. Aradan tamı tamına 10 yıl gibi bir süreci geçirdik. O tarihin siyasileri bir başka partide ve biri de başka partide de örgütlü olarak canı-gönülden çaba gösteriyorlar şeriat düzenini kökleştirmek için.
Birisi erkin başında diğeri; Erbakan'ın artıkları kökten dinci olarak yine inananları kandırmaya devam ediyorlar.
Dr. Alev Coşkun şöyle dillendiriyor olanları: Gazete ya da TV.' lerde birçok köşede, ikinci Cumhuriyetçiler, liboşlar, bölücüler, dönekler yine 28 Şubat' a çatacaklar kimi bu hareketi post modern bir darbe, kimi de demokrasi karşıtı bir hareket olarak gösterecektir. Oysa 28 Şubat, demokrasi karşıtı değildir... Yıllarca dini politikaya alet ederek iktidara gelen, feodaliteye dayanarak siyasal güçlerini sürdüren, ancak kendilerini demokrasi yandaşı gibi gösteren, aslında demokrasiyle bağdaşmayan bir zihniyete karşı yapılmış harekettir.
Karşı devrim nedir?.. Karşı devrim çağdaşlığa, ilerlemeye, Atatürkçülüğe, Aydınlanma Devrimleri'ne karşı çıkan, uygarlığa giden yolu tıkayan 50 yıllık bir harekettir. Kimi zaman çok yükselmiş, kimi zaman gerilemiştir. Ne yazık ki, en güçlü dönemlerinden birisini 12 Eylül 1980 askeri harekatıyla yaşamıştır. Bu nenenle kısaca değinmekte yarar var...
*12 Eylül' ün; soğuk savaşın ve ABD'nin yeşil kuşak kavramının bir ürünü olduğu asla unutulmamalıdır.
*12 Eylül Atatürkçü değildir. Onun Atatürkçülüğü içi boş sadece heykelleri dikmeye yönelik bir Atatürkçülüktür.
*12 Eylül' de imamhatiplere, Kur-an kurslarına gösterilen hoşgörü, ortaöğretimde din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, askeri hareketin başı Evren'in din eğitimi gören insanlardan terörist olmaz önyargısının sonucuydu.
*12 Eylül dönemin kurduğu Atatürk Yüksek Kurulu, Özal'ın da büyük desteğiyle, 20.Haziran 1986 günü Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in başkanlığında toplanarak "Türk-İslâm sentezini temel alan bir kültürün bütün millete kabul ettirilmesine yönelik" bir raporu kabul etti.
*12 Eylül yönetimi, "Eğitim Birliği" ilkesini deldi ve 16.6.1983 tarihinde Milli Eğitim Temel Yasası'nda bir değişiklik yaparak imamhatip liselerinden mezun olanların, üniversitelerin istediği fakültesine girmesi olanağı yarattı.
*Sonunda 1997 yılına dek gelindi.289 Şubat öncesi, Tansu Çiller ile Erbakan'ın kurdukları 'RefahYol' koalisyon hükümeti siyasal iktidardır. Başbakan Erbakan'dır. Erbakan her vesileyle, er hareketinde <din> motiflerini kullanıyordu... Çiller, "Siyaset dinin emrindedir." Diyecek kadar aklını yitirmiş, ihtirasının emrine girmişti (Prof.Dr.T.Çiller.).Başbakanlık konutunda Erbakan'ın tarikat şeyhlerine verdiği iftar yemeği bardağı taşıran son damla olmuştur.
Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Siyasal iktidarın Atatürk devrimlerini hiçe sayan tutumuna karşı sivil toplum örgütleri, "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemini başlattılar. Bu hareket çok büyük bir halk desteği toplamıştı.
28 Şubat 1997'de M.G.K.' nun toplantısında Cumhuriyet tarihi için çok önemli kararlar alındı. Altında asker sivil bütün yetkililerin imzaları buluna karaların temel maddesi şöyle özetlenebilir: Temel eğitim 8 yıl olmalıdır. 'Eğitim, Öğretim Birliği Yasası'na uygun duruma getirilmelidir.
28 Şubat 1977 karalarından sonra Refah Partisi hakkında Anayasa Mahkemesi'nde dava açıldı ve parti laiklik ilkelerine karşı davranışları nedeniyle 9 Ocak 1998'de kapatıldı. Bu partinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açtığı dava da ret edildi.
Türkiye Cumhuriyeti, "çağdaşlaşma ve aydınlanma" yolunda sürdürmekte olduğu zorlu mücadelesinde, 1996'da yine aynı tehditle karşılaştı. Siyasal iktidarı üstlenen 54.koalisyon hükümetinin dinci kanadı, Türkiye'de toplumu ve devleti din kurallarını göre şekillendirmeye kalktı. Hedef;"Atatürk ilke ve devrimlerini tümüyle yok etmek; laik cumhuriyeti yıkmak; yerine şeriat hukukuna dayalı bir İslâm cumhuriyeti kurmak" tı.
Şeriat yanlıları devlet kadrolarına hızla örgütlenmeye başlamışlardı. Kökten dinci örgütler yapılanma aşamasını tamamlamışlar, eylem aşamasına ulaşmışlardı.(...) Hükümetin dinci kanadı, Başbakanlığı ortağı olduğu siyasal partinin liderine devrederek doğan gerilimi azaltabileceğini düşünüyordu. İktidara ortak her iki partinin de dışında kalacağı yeni bir koalisyon hükümeti kuruldu.12 Temmuz 1997.
Toplumların temel özelliklerinden biri olan 'unutkanlık', bir gerçek ki Türk toplumunun da temel özelliği!.. Bu gerçek bizim toplumumuzda biraz daha belirgin durumda; biraz daha ön plana çıkıyor!..Türkiye'de bugün 'kanlı iktidar', 'hak nizamı' gibi söylemleri, 'Kudüs gecesi' ve 'türbana özgürlük' gibi eylemleri hatırlamanlar var!..Bir kısım yurttaşlar 28 Şubat öncesini, ancak sisli bir perdenin arkasında kalan belli-belirsiz sahneler gibi anımsıyor!..(D.Silâhçıoğlu)
Bazı kesimlerce <post modern darbe>olarak nitelendirilen 28 Şubat sürecinin sıcak gelişimleri, kapatılan RP ile Prof Dr.(!)Tansu Çiller liderliğindeki DYP'nin Refah Yol hükümetini kurması ile başladı.
Başbakan Prof. Dr.(!)Necmettin Erbakan tarikat ve cemaat önderlerine konutta iftar yemeği verdi. Bu yemeğe birçok tarikat şeyhi katıldı...(Biz gerektiğinde Çankaya'ya da çıkmasını biliriz anlamına.) Örneğin; Fethullah Gülen ile Mahmut Esat Coşan bu yemeğe katılmamıştı. Erbakan'ın'uzun süreden beri' Gülen ile anlaşamadığı biliniyordu. Gülen'in bu yöndeki sözleri da-ha sonra basına yansımıştı. Coşan'ın katılmama nedeni ise iktidar savaşına bağlanıyordu. Savlara göre, "hiyerarşi bakımından Erbakan, Coşan'ı iftara çağıramazdı!"..Şeyh-mürit ilişkisi...
İftara katılanlar, sarıkları ve cüppeleriyle (takke-takunya-tespih-şalvar-sakal-mersedes) dikkat çektiler. Başbakanlık Konutu'na girişlerinde çekile fotoğraflar, kamuoyundaki hassasiyeti iyice yükseltti.
Bir başka dikkati çeken; Erbakan'ın Afrika gezisiydi. Gezi, Batıyı tehdit eden Libya'dan başlıyor, Nijerya'da sona eriyordu. Erbakan ilk olarak Libya'da Muammer Kaddafi'yi çöl çadırında nezaket ve diplomatik kuralları hiçe sayan sözler dinledi .Daha önceleri, bu tür gelişmelerin yaşanma olasılığını anlatmaya çalışan Dışişleri Bakanlığı uyarılarını dikkate almayan başbakan ağır sözleri sineye çekti.
Bu dönemde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu çerçevede hükümete toplam 64 mektup gönderdiğini söylüyordu, İçeriği şöyleydi mektupların:"Sıkıntıları ve kaygılarımı ikisine de anlattım.(İmam-hatip rekortmeninin bu söylemleri ne derece inandırıcı olur? Tartışma açılabilir.)Ciddi bir huzursuzluk vardı. Ama Erbakan'nın da Çiller' in de bu uyarıları anladığını sanmıyorum. Bunca olaya kayıtsız kalmalarını, düz mantıkla izah edemiyorum."
10 Kasım 1996 tarihinde Atatürk'ün ölüm yıldönümü anmaları Refah Partili kaynaklı bir krize neden oldu. Kayseri'nin RP' li Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr.(!) Şükrü Karatepe, Atatürk'ü anma toplantılarına katıldıktan sonra partisinin il divan kurulu toplantısında şöyle konuştu:"İnancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım."Şükrü Karatepe, nu sözleri; bugün Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül ile AKP' nin Grup Başkan vekili olan Salih Kapusuz'un da katıldığı toplantıda söylemişti. Gül o dönemde Devlet Bakanlığı ve RP Genel Başkan Yardımcılığı, Kapusuz ise RP'nin T.B.M.M.' deki Grup Başkan vekilliğini yürütüyordu. Bu söylem, toplum tarafından tepkiyle karşılandı.
Karatepe'nin aynı süreçte dile getirdiği ve tepki toplayan diğer dillendirmesi de şuydu:"Bu düzen değişmeli .Müslümanlar içinizdeki hırsı, kini, nefreti eksik etmeyin."..diyordu Doç. Dr.!

Tarihsel süreç söyle yaşanıyordu:
7 Ocak 1997 yılında Cindoruk DYP'den ayrıldı ve D.T.P.' ni kurdu. 11 Ocakta Başbakanlık Konutu'nda yemek gerçekleşti. 2 Şubat 1997'de İran'ın Ankara Büyükelçisi ve Sincan Belediye Başkanı RP'li Bekir Yıldız'ın (Ünlü yazar Bekir Yıldız'la ad benzerliği vardır sadece.) da katıldığı Kudüs Gecesi'nde şeriat çağrısı yapıldı. 5 Şubat' ta şeriat gösterilerine tanık olan Sin-can'da ordu, 20 tank ve 15 zırhlı araçla bir gösteri yaptı... Anlayana!..Ardından 11 Şubat 1997' de 'Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü' Ankara!da yapıldı.
28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu laikliğin Türkiye'de demokrasi ve hukukun güvencesi olduğunu sert bir şekilde vurguladı.
4 Mart 1997 Erbakan, MGK karalarını yumuşatılmazsa (bir de şart koşmayı yok mu yani!) imzalamayacağını söyledi... Ve 7 Mart 1997'de Erbakan, MGK karalarını imzaladı..
21 Mart 1997 Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş R.P.'nin kapatılması için dava açtı. 7 Haziran 1997, Genelkurmay irtica çalışmalarını destekleyen firmalara ambargo koydu.
28 Şubat'ın önemli buluşlarından biriside Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'dı.
Şu sözleriyle tehdidin ne derecede olduğunu vurguluyordu:"Hizbullah yedek anahtar yaptırarak camilerin kapılarını açıyordu. İsmini vermeyeceğim bazı cemaatçı milletvekilleri, camileri kontrol altında alan yasamıza itiraz etmişti. Çünkü cemaatlerin camilerine istedikleri kişileri getiremeyeceklerdi."
12 Eylül sonrası imam-hatip sayısındaki artış 28 Şubat 1997 döneminde aniden kesildi. Bu süreçte gerileyen imamhatip konusu AKP döneminde (2002) tekrar patladı. Tarihsel süreci şöyle:
1979-1980:Dönemin başbakanı S.Demirel döneminde 36 imam hatip okulu açıldı. 12 Eylül eyleminin arkasından 35 tane daha yapıldı.
1982:Askeri yönetim, imam hatip lisesini bitirenlerin üniversiteye girmek için seçenek hakkını verdi. Seçmeli din dersi zorunlu hale getirildi.
1984-1989:Turgut Özal döneminde 90, Mesut Yılmaz döneminde 23 adet imam-hatip lisesi açıldı ve eğitime katıldı.
1990:Başbakan Bülent Ecevit imam hatip okullarının orta kısmının kapatılması kararını aldı.
Fakat uygulayamadı.
1992-1994:DYP Genel Başkanı Başbakan Demirel 12 adet daha imam hatip açarak rekor kırdı.
1996-1997:Bu dönemde 214 bin öğrenci imam-hatip de okuyordu. 16 Ağustos' ta 8 yıllık kesintisiz eğitime ilişkin yasa çıkarıldı. Orta kısımlar kapatıldı. Beşinci sınıftan sonra bu liselere geçiş olanağı ortadan kalktı ve bu liselerin sayısı düşüşe geçti.
1998:Bu tarihten itibaren imam-hatibi bitirenlerin İlahiyat Fakülteleri'ne girmelerini kolaylaştırabilen düzenleme yapıldı.
2001;bu dönemde bu liselerin sayısı 600'dür.
2002-2003;2001'deki sayı 558'e düştü.2002-2003'te ise 536'ya geriledi. Öğrenci sayısı ise 64 bin 534'tü...
Y ı l 2 0 0 4!
AKP'nin seçim öncesi "Katsayı uygulaması değişecek" söz vermesinin ardından, imam hatip liselerinde okuyan toplam öğrenci sayısı %35 gibi bir artışla 97 bine ulaştı. Özetle, bir par-tinin arka bahçesinden çıkıp, bir başka siyasi partinin arka bahçesi oluverdi. 28 Şubat' a gerileyen, AKP ile artışa geçti. Bunun analizini çok iyi irdelemek gerekiyor bilim adamlarınca.
Profesör Kemal Gürüz; o dönemde "Rektörleri türban karşısında selam durdurtacağım" diyen Necmettin Erbakan daha sonra üniversiteler karşısında selam durduğunu söyleyen Gürüz,
"Bugün de büyük Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'ten farklı bir Türkiye ortaya çıkmıştır. Bunu kalıcı hale getirmek için uğraşanlar bugün siyaset sahnesindedirler. Şu anda Türkiye'de AKP karşısında aklını başına toplaması lazım!"
Arif Çavdar;"İbrahim Müteferrika, bugün bile, cahil tarikat şeyhlerini ulema diye niteleyen ve bunların önünde diz çöküp masal dinleyen ya da Afganistan'ın ünlü mollası K.Hikmetyar'ın dizi dibinde, anı fotoğrafı çektirmeyi şeref sayan yöneticilerin görüş ufuklarını fersah fersah aşabilecek düzeyde beyanlarda bulunmuş ve "Cahil kişilerin yönetimindeki İslâm ülkelerinin bir gün Avrupa devletlerinin egemenliğine girebileceğini" öngörmüştür.(...)
Nitekim günümüz köktendincileri, sınırsız petro dolar desteği ile öğrenime açacakları özel okullarla, laik Cumhuriyet okullarını, İslâm' i Vakıf ya da tarikatların etki altındaki medreselere dönüştürmek ve başladıkları "özel okul kampanyası" ile tüm ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarını petro dolar desteğiyle medreseleştirmeyi planlamaktır. Ancak, Afganistan'ın jeostratejik önemi nedeniyle, bu ülkedeki toplumların "ılımlı İslâm"a dönüştürülmesi yolunda ABD desteğiyle oluşturulan molla okullarında Vehhabi eğitimini başlatmışlarsa da arkasından bu taleplerin (Taliban'ın) New York'ta giriştikleri kökten dinci terör çalışmaları karşısında, ABD yönetiminin, tüm dünya ülkelerini imdada çağırması ve daha sonraki Irak bozgunu, büyük dost ve müttefikimizin, emperyalist politikalarında sonun başlangıcını getirmiştir."

T a r i k a t S e r m a y e s i n i n B a s ı n a Y a n s ı m a s ı..

*Yimpaş hakkındaki raporun kapağı yedi aydır açılmadı.
SPK'nın, Yimpaş gibi kuruluşların yol açtığı mağduriyetleri önlemek amacıyla üç yıl önce hazırlayıp verdiği taslak dikkate alınmamıştı. Meclis araştırma Komiasyonu'nun aynı konudaki raporun da yedi aydır beklediği belirtildi.(Milliyet Gazetesi)
*Uyar, Sermaye Piyasası Kurulu'na Meydan okudu.
Uyar, hakkındaki iddiaları dün Dedeman Oteli'nde düzenlediği basın toplantısıyla yanıtladı. Şirketin 1982 yılında 7 arkadaş tarafından kurulduğunu anlatan Uyar, 100 ortağı geçince başvuruları üzerine SPK tarafından kayda aldıklarını, Yimpaş'ın ortaklarından toplanan 600 milyon euro'ya karşılık aktif malvarlıklarının 1.2 milyar euro olduğunu öne sürdü.(Milliyet Gazetesi)>600.000.000.-x1.800.000.-TL=1.080.000.000.000.000.-TL/2007<
*Şüpheli Paraların Adresi:FAYSAL FİNANS..
(...)Şirket yöneticilerinin 1994'ten itibaren topladığı 60 milyon markı, Faysal Finans'ın bir Alman bankasındaki hesaplarında topladığı, bu paraların saha sonra bir ABD bankasındaki hesaba (Fethullah Gülen'de bu arada yaşıyor, hem de uzunca bir süredir.) aktarıldığını belirleyen uzmanlar, söz konusu şirketten Türkiye'deki Yimpaş A.Ş.' ye aktarılan paralar için sürekli Faysal Finans Kurumu'ndaki hesapların kullanıldığı saptandı.
*Fehmi Koru ortağımızdır.
*Yipaşçılar
Bir yanda Yimpaş soyguncuları... Almanya'da garibanları camide din, iman nutuklarıyla tavlamış yılların alın teriyle birikmiş milyarlarca euro'yu iç etmişler. Avrupa'da kırmızı bültenle aranırken, Türkiye'de bakanlarla aynı safta namaza duruyorlar. O bakanlar ki geçmişte Yimpaş'ın Avrupa'daki kimi mağazalarının açılışına katılmışlar. Halkı Yimpaş'a para yatırmaya özendirmişler... Bit biçimde soyguna destek olmuşlar... Onlar şimdi safları oynuyorlar...
Yimpaş Dursun' un Türkiye'de elini kolunu sallayarak dolaşmasını olağan göstermeye çalışıyorlar. Acaba bu siyasiler Yimpaş'a sadece AKP' ye seçim yardımı yaptığı için mi sempati besliyorlar. Yoksa kendileri de Yimpaş'a para yatırdı, aldıkları kâr paylarıyla beslendiler mi?
Evet, olayın bir ucunda Yimpaş soyguncuları ve savunucuları... Olayın diğer ucunda Yimpaş mağdurları...(...)
Bakınız Halkın Yükselişi Partisi Başkanı Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk bu konuda ne diyor:
O aldatıldığını söyleyen insanların hakikaten mağdur ve mazlum olanlarının oranı çok azdır... Sadece para alalım diye vermediler o paralarıOnlara dendi ki;"Biz, dinsiz Mustafa Kemal Devleti'nin işini bitireceğiz, onun için İslâm' i manada yapılanıyoruz. Yeniden Türkiye'yi Müslümanlığa göre şekillendiriyoruz. Onun için bize destek verin. Hem dünyanızda daha çok para kazanın hem ahiretinizi garanti edin. Yani bugünün mağdurları oynayanların büyük kısmı bu kampanyaya bilerek katılmıştır./Y.N. Öztürk büyük bir olasılıkla bir tarikata mensuptur. Bir TV kanalının bire bir oturumunda bu tarikatın adını da açıklamıştı yanlış anımsamıyorsam./ (Melih Aşık-Milliyet Gazetesi)
*Yeşil Vurgun
2001'de greve geldiklerinden bu yana Avrupa'daki yurttaşları uyardıklarını ve saadet zincirini koparttıklarını belirten Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Doğan Cansızlar, Yimpaş olayının 'nitelikli dolandırıcılık' olduğunu belirtti.
*Hukukçuları 'Uyarmış'
Uyar' dan Gözdağı
İsviçreli Prof. Fisher ve dört arkadaşına Yimpaş Holding Yön. Kurul Bşk. Dursun Uyar imzasıyla "ihtarname" başlığı altında hukukçulara ivedi olarak bu işten vazgeçmelerini istiyor.
(Cumhuriyet)
*Dursun Uyar' a Rüşvet Soruşturması.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, SPK üyelerine rüşvet vermek zorunda kaldıklarını iddia eden Yimpaş Yön.Krl.Bşk. Uyar hakkında soruşturma açtı.
*AKP'li Komisyon Başkanı Karapınar İslâm' i Holdingleri Eleştirdi.
Karapınar, "Yimpaş ve benzeri holdingler 28 Şubat sürecinde dindar kesimde oluşan tepkiyi kullandı ve yalan söyleyerek para toplandı, ülkeye güveni bitirdiler" dedi.
*AKP'li Benli:"Tavsiye Ettim."
AKP Mersin milletvekili Saffet Benli, dini referanslarla para toplayarak binlerce kişinin Mağduriyetine yol açan Yimpaş gibi T.B.M.M. Araştırma Komisyonu Raporu'na giren Anadolu Plastik İnşaat, Turizm, İthalat, İhracat, Sanayi ve Ticaret A.Ş.' de denetim görevi üstlendiğini açıkladı. Benli, Milli Görüş Teşkilatı'nın hukuk danışmanlığını yapan eski Almanya Berlin, İslâm Konfederasyonu Genel Müdürü, Berlin İslâm Cemaati Başkanı Abdurrahim Vural'ın "cihat çağrısı yaparak para topladı" savları üzerine "cihat çağrısı yapmadım ama para ver-meleri için tavsiyede bulundum "dedi.
*Emniyetten Yanıt:
Emniyet Genel Müdürlüğü sözcüsü İsmail Çalışkan, Yimpaş'la ilgili olarak başlatılan adli çalışmaların "örgütlü suç" kapsamında değerlendirildiğini ima etti. Mali bir konu olduğunu vurguladığı olayla ilgili olarak savcılığın inceleme başlattığını kaydeden Çalışkan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün , "Eğer bir kişi aranıyorsa, suç herkesin önündeyse suçlunun o zaman benim yanımda saf tutmasına müsaade edeler suçlu" sözünün hatırlatılması üzerine, "CMK' ya göre polis, savcının talimatı olmadan hiç kimseyi yakalayamaz "dedi.(Milliyet)
*AKP'li Arıkan:800 bin Mark Toplandı.
AKP Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan'a, Yimpaş Holding A.Ş. Yön. Krl. adına para toplama yetkisi verildiği, SPK' nın bu yetki nedeniyle 2002'de suç duyurusunda bulunduğu ortaya çıktı. Soruları yanıtlayan Arikan, "Bu, normalde mağaza yöneticilerine verilen yetkidir." dedi. Kahramanmaraş Yimpaş Mağazası'nda 1999-2001 arasında müdürlük yapan Arı-kan, şöyle devam etti:" 2 yıl içinde 700-800 bin mark toplandı..."(Milliyet)
Bir başka ilginç haberde;5.11.2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nden:
*Tansu Çiller Başbakanlığı dönemindeki >örtülü ödenek< skandalıyla Türkiye'nin bir dönemine damgasını vuran Selçuk Parsadan, ölümünden önce kendisiyle yapılan söyleşide, geçen günlerde jetskili tatil fotoğraflarıyla gündeme gelen ve 'Cüppeli Hoca' bilinen Fatih Çarşamba semtinin İsmail ağa Camii imamlarından Ahmet Mahmut Ünlü'yle birlikte "Cami yaptıracağız" diyerek halktan para topladıklarını anlattı.
Geçen 25 Temmuz' da yaşamını yitiren ünlü dolandırıcı Selçuk Parsa' dan yaptığı uzun söyleşi, yazar Oktay Güzeloğlu tarafından "Yüzyılın Dolandırıcısı Selçuk Parsadan" adıyla kitap haline getirildi. Kitapta "Cüppeli Ahmet Hoca'yla çalıştık. Ben 11 tane cami parası olarak 1 tane cami yaptırmama sevabını işleyen bir insanım" ifadesini kullanan Parsadan, yardımları akla gelebilecek tüm genel müdürlere telefon açarak" Ben Ankara Üniversitesi İlahi-yat Fakültesi Öğretim Üyelerinden bilmem kim? Cami yaptırıyoruz" diye isteklerini anlatıyor.
Parsadan, para paylaşımı konusunda ise şu bilgileri veriyor:"Parayı topluyorum, %50'sini ben alıyordum. Hesapta %50 ama verir miyim onlara, %90'nı ben götürüyorum, %10 veriyordum." Dolandırıcıları bile kandırdığını söyleyen Parsadan, "...Bunların hangisi inanan insan ya? Herif nasıl toplarsa toplasın da, bizim de hesabımıza versin. Aksın bir yerden para, gelsin diyorlar."
Yine aynı gazeteden bir başka önemli haber başlığı:
*11 Eylül Saldırılarıyla ilgili araştırmada Yimpaş'ın da araştırıldığı ortaya çıktı... Terör Şüphesi... Alman polisi 11 Eylül Saldırılarıyla ilgili soruşturmada para transferlerini inceleme altına almış... YİMPAŞ' ta Terör Şüphesi...
11 Eylül 2001'de New York'a yapılan terör saldırılarına ilişkin yürütülen soruşturmada Almanya'nın Yimpaş şirketi hakkında "terör saldırısında bağlantısı olduğu şüphesiyle" soruşturma yürütüldüğü ortaya çıktı...(...)
Yimpaş'ın alt şirketlerinden olan ve yöneticiliğini Almanya'nın tüm dünyada İnterpol kanalıyla aradığı Yimpaş Holding Yön. Krl. Başk. Dursun Uyar İle Hüseyin Ünal'ın yaptığı Yimpaş Proma Warenhandles Gmblt şirketinde kara para aklandığına dair yürütülen soruşturma, New York'a yapılan terör saldırısı ile bağlantısı bulunduğu şüphesiyle bu yönde derinleştirildi.
*Yargı sürecinde açılışta işiniz ne?
CHP milletvekili Tamaygil, Başbakan Erdoğan'a "Yimpaş'ın açılış törenine hükümetinizin üç bakanının katılması etik midir?" sorusunu yöneltti.
CHP Genel Sekreter Yardımcısı Bihlun Tamaygil, Adalşet Bakanı Cemil Çiçek, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun ile İçişleri Babanı Abdülkadir Aksu'nun Yimpaş'ın açılışına katılıp katılmadığını sordu.
Politika Günlüğü köşesinde Hikmet Çetinkaya şöyle dillendiriyor; Fethullah, CIA, Papaz Okulu... başlıklı yazısıyla.
Yeni Vakıflar Yasası Türkiye'de yeni bir yapılanmanın önünü açtı mı? Elbet!..
Artık "Misyonerlik Vakıfları" kurulabilecek Türkiye'de. Yıllardır ABD, CIA denetiminde yaşayan, Bush'un Irak'ı işgalini destekleyen Fethullah Gülen, yeni Vakıflar Yasası'nı T.B.M.M.'de kabulünden sonra, ABD'deki Hartford Papaz Okulu'na 2 milyon dolar bağışladı. Şimdi yaklaşık 30 yıldır yıldır sorduğum soruyu bir kez daha yineliyorum:"Ey Fethullah. bu değirmenin suyu nereden geliyor, açıkla!"
2 milyon doları Hartford Papaz Okulu'na bağışlayan kişi Fatih Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Dr. Ali Bayram, Fethullah Gülen'in çok yakını...(....)
(2.000.000.-dolar x 1.500.000.-TL =3.000.000.000.000.-TL kısa bir çarpımla. Evet, bu okumakta zorlandığımız rakamın kaynağı, memleketi ve rengi ne? Bir de yanıtlanması gereken şey; Hoca'nın ABD'ye gidiş kaçış tarihi. Her şeyi açıklayacaktır.)
2005 yılında Papaz Okulu'nun yetkilileri Fatih Üniversitesi'nin Mütevelli Heyeti Üyesi Dr. Ali Bayram' ın çağrısı üzerine İstanbul'a geldiler. Fethullah Gülen'in ABD'li misyoner konukları Konya, Şanlıurfa, Mardin, Kahramanmaraş'ı gezdiler, yediler, içitiler...
İlginç bir yeşil sermaye haberi daha...
*"Malvarlığı dondurulan terör finansörü El Kadı, AKP döneminde taşınmaz satıp sermaye artırmış." "AKP iktidarı El Kadı' ya yaradı" diyor haber. Bakanlar Kurulu kararıyla 2001 yılında malvarlığı dondurulan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kefil olduğunu açıkladı Yasin El Kadı'nın, yasaklı olduğu 2004 yılında ortağı olduğu şirkette 2 trilyon 125 milyar liralık sermaye artırımına gittiği saptandı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin terörü finanse edenler listesindeki El Kadı, sermaye artırımının 2 trilyon 114 milyar liralık bölümünü ise şirkete ait taşınmaz satışıyla karşıladı.2001 yılında Türkiye'ye girişi yasak olan El Kadı'nın ülkeye nasıl girdiği, para ve mal kontrolüne geçmesine karşın taşınmazlarını nasıl ve kimlerin izniyle sattığı belirsizliğini koruyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kendime inandığım gibi inanıyorum. Hayırsever işadamı" (Bu ülke insanı size inanıyor ve güveniyor mu bakalım?) olarak tanımlayarak korumaya çalıştığı Yasin El Kadı'nın yasak olduğu dönemde bile Türkiye'de bazı ticari ve parasal eylemlerde bulunduğu ortaya çıktı.(...)

Caravan Dış Ticareti ve İnşaat Limited Şirketi Ortaklar Kurulu Kararı'na göre, şirketin Ya-sin El Kadı ve Muhammed Omar A.Zubair'den oluşan ortakları yaptıkları toplantıda şirket sermayesinin 950 milyar liradan 3 trilyon 75 milyar liraya çıkartılmasına karar verdi. Ortaklar tarafından yükümlenen sermaye artırımının 3 ay içinde ödeneceği kaydedildi. El Kadı' nın 1 trilyon 845 milyar, Zubari'nin ise 1 trilyon 230 milyarlık sermaye sahibi oldukları belirtildi.

*İngiliz The Times'in İddiası: Camileri Suudiler Finanse Ediyor...
İngiliz The Times gazetesinde yayımlanan bir makalede, Suudi Arabistan'ın Türkiye'de de İslâmcı teröristlerin eğitildiği cami ve medreselere destek sağladığı belirtildi... (...)Makalede şu görüşlere yer verildi:"En koyu İslâmcı teröristlerin beyninin yıkandığı ve eğitildiği Pakistan, Afganistan, Türkiye, Endonezya, Kuzey Afrika ve giderek artan bir biçimde İngiltere ve Avrupa'daki Sünni cami medreselere finansman sağlayan İran değil, Suudi Arabistan'dır. Kökten-dinci Şiilerle Sünni unsurların arasındaki çatlağı derinleştirecek bir ABD-İran yakınlaşması cihat terörü ağını dağıtacaktır. Tıpkı soğuk savaş döneminde komünist bağı kopardığı gibi."
(17.Kasım.2006.Cumhuriyet)
Bir zamanlar bir de JetPa vardı... Bir de Fadıl Akgündüz... Bir haberde Fadıl'dan:
*Fadıl Akgündüz'e 4 Yıl Hapis...
Siirt'teki seçimlerin iptaliyle milletvekilliği düşen Fadıl Akgündüz, "Almanya'daki bazı Türk vatandaşlarını yüksek kâr payı verdiyle kandırarak dolandırıcılık yaptığı" iddiasıyla yargılandığı davada 4 yıl 2 ay hapis ve 10 bin 400 YTL adli para cezasına çarptırıldı. Bakırköy 8.Asliye Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuksuz sanık Akgündüz ile avukatları ve müşteki avukatları katıldı. Mahkeme heyetine verdiği esas hakkındaki görüşünü özetleyen Cumhuriyet savcısı Ömer Korkmaz, sanığa isnat edilen "dolandırıcılık" eyleminin gerçekleşmediğini belirterek bu nedenle Akgündüz'ün beraatini istedi.

*Yurtdışında çok sayıdaki din görevlisinin Dışişlerinin onayı ile gönderildiği öğrenildi.
İmam Maaşı Vakıflardan...
Türkiye'nin Diyanet İşleri Başkanlığı'nca yurtdışına görevlendirdiği 275'nin maaşı devlet bütçesinden karşılanmıyor. Yurtdışında görevli 5 din görevlisinden birinin maaşını Türkiye Cumhuriyeti devleti yerine yurtdışındaki vakıflar ödüyor.
Özetle: AKP iktidarı döneminde yurtdışına gönderilen din görevlilerinden bir kısmının maaşını ve masraflarını yurtdışındaki vakıflar tarafından ödendiği belgelendi.(...)Şu anda yurtdışında toplam 1265 din görevlisi görev yapıyor. Bu görevlilerden 990'nının maaşı devlet bütçe-sinden karşılanıyor. Avrupa ülkelerinde 877, Türk Cumhuriyetlerinde 52, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde 61 din görevlisi var. (17.Kasım.2006.Cumhuriyet)

*Yeni Yimpaş Belgesi.
Yimpaş'ın yüklü miktarda para topladığı 1999-2000 yıllarında, Kanal 7'nin Avrupa şubesi olan MEDİA 7'ye 8 milyon 600 bin mark, 2001'de 500 bin mark havale ettiği belgelendi.
SPK' nın izinsiz halka arz ve hisse satışı nedeniyle hakkında suç duyuruları yaptığı Yimpaş'ın Kanal 7 ile ilişkilerinin incelenmesi gerektiği yolunda kayıtlarının ardından, bu kuruluşa para akışını gösteren belgeler ortaya çıktı.
Evrensel Gazetesi'nin dünkü sayısında Yimpaş'ın milyonlarca markın Kanal 7'ye havale edildiğini gösteren belgeler yayınlandı. (....)1999-2000 yıllarında Kanal 7'nin Avrupa'daki şu-besi olan Medya 7'ye 8 milyon 600 bin mark, 2001 yılında 500 bin mark aktardı.
Habere göre Frankfurt'ta 20 Kasım 1995 tarihinde kurulan Kanal 7'nin Avrupa'daki şubesi Medya 7 GmbH'nin kuruluş sermayesi 5 milyon 112 918 mark olarak kayıtlara geçti. Şirketin sermayesi 25 Şubat 2000'de artırılarak 10 milyon marka çıkarıldı. Haberde "sermeyenini 9 milyon 950 bin markının Yimpaş GmbH'ye, 25 bin markının da aynı kanalın Avrupa sorumlusu Mehmet Gürhan'a, 25 bin markının Kanal 7'nin Yön. Krl. Bşk. olan İsmail Karahan'a ait olduğu" belirtildi... Evrensel, 4 Nisan 2000'de görevden alınan Gürhan'ınn yerine Dursun Uyar'ın damadı ve Yimpaş Verwaltungs Gmbh'nin başkanı Faik Güler'in atandığı belirtildi.

Politika Günlüğü'nde Hikmet Çetinkaya soruyor; İşte Belge, Erdoğan Ne Yapacak?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP'nin YİMPAŞ'la ilişkisinin olmadığını söyledi mi?
söyledi!.. Yimpaş haberleri medyada çıkınca Erdoğan ne demişti:"Belge getirin".. Ben de belge topladım. Çünkü Yimpaş Başkanı Dursun Uyar nedense yakalanıp Almanya'ya teslim edilmiyor. Suçlu aramızda... Suçlu cenaze töreninde, 29 Ekim kutlamasında... Uyar televizyon ekranlarında kendini savunuyor. Beş yıl önce Köln'de Frankfurt'ta, Berlin'de camilerde "Faizli para yiyen, Kâbe yolunda anasıyla zina etmiş gibidir" diyenler şimdilerde siyasi kimlikle toplumda itibar görüyor.
Başbakan belge istiyor.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, dolandırıcılıktan aranan Dursun Uyar için "suçlu aranıyorsa benim yanımda saf tutmaya izin verenler suçludur" diyerek polise ve yargıçlara dolaysıyla Adalet Bakanı Çiçek ile İçişleri Bakanı Andülkadir Aksu'ya top atıyor.
Paraları tokatlayan, milyarlarca avro'yu cebine indiren Yimpaş'ın patronu televizyon kanallarına çıkıyor, dinci basın tarafından korunup kollanıyor. Acaba Akp yöneticileriyle Yimpaş arsında bağ var mı, yok mu? Erdoğan ve AKP'li bakanlar, başta belirttiğim gibi "yok1 diyorlar.
Oysa durum öyle değil, Yozgat ve Kırıkkale'de yoğun bir ilişki zinciri ortaya çıkıyor. Yimpaş, Yozgatspor'u 2.liğde oynarken içine aldı. Klüp başkanlığını, önce Yimpaş yöneticisi Mehmet Kaplan, daha sonra Kadir Şöhret yaptı, Yimpaş Yozgatspor 1.lige çıkınca da 100 milyon dolar harcamada bulundu.3 Aralık 2005 yılında "paramız yok" diyerek Yimpaş Yozgatsporu bıraktı. Klüp başkanlığına işadamı Kemal Yılmaz geldi.
Yimpaş, 27 Haziran 2006'da Yozgatspor'u yeniden aldı. Bu kez başkanlığa Yimpaş'ın Çan-kırı Çerkeş'teki Aytaç şirketinin genel müdürü Murat Erdem getirildi. AKP Yozgat İl Başkanı Yardımcısı Erdem' de kulüp sorumlu yardımcılığına, AKP Yozgat İl Başkanı Zekeriya Avşar'ı seçti. Erdem ve Avşar, Yimpaş'ın genel kurulunda Dursun Uyar'ın yanından hiç ayrılmazlardı.
(.....)
Kadir Şöhret, yaklaşık 100 bin kişiden para topladı.24 kilo kaçak altınla Ankara Esenboğa'da yakalandı.8 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Şimdi ise Antalya'da yaşıyor. Ekonomik durumu çok iyi. Kadir Şöhret iki eşli. Birisi resmi nikahlı, öteki imam nikahlı karısı var.
Şimdi gelelim Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz'a...
Almanya'da Dramstadt Savcılığı'nın 18 Şubat 2004 tarihli Yimpaş soruşturması kapsamında dolandırıcılık suçundan aranan beş kişiden biri de AKP'li Kırıkkale Belediye Başkanı Veli Korkmaz. Korkmaz, 18 Şubat 2004'te Almanya'da aranırken 28 mart 2004 yerel seçimlerinde Akp'den belediye başkanı seçildi.
Yimpaş'ın Kahramanmaraş Şubesi'ni kuran Fatih Arıkan, AKP milletvekili, Devlet Bakanı Beşir Atalay, Yimpaş'ın eski yöneticilerinden...Bu arada pek çok AKP'li bakan Yimpaş mağazalarının açılış törenlerinde kurdele kesti. SPK'nın yeşil holdinglere yönelik 143 suç duyuru-sunun 42'si af kapsamına girdiği için ertelendi. Aftan Yimpaş ve Kompassan gibi en çok para toplayan holdingler yararlandı.
Dursun Uyar'ın başkan olduğu Yimpaş'ın 2001 yılında Avusturalya'daki şubesi üzerinden 29 milyon Avustralya Doları'nı (33 milyon YTL) Türkiye'deki "Milli Görüş' e" yakın kurum ve kuruluşlara aktardığını Alman Die Welt gazetesi yazdı.
Dinci yayın organlarına bir bakın, tek satır haber yok. Dinci medya, dolandırıcıları koruyup kolluyor!..Bu mudur Müslümanlık?.. Zaman, Akit, Milli Gazete, AKP'nin sesi Yeni Şafak'ta dolandırıcılara destek çıkıyor. Paralarını almak isteyenlere gelince... Ölümle tehdit ediyorlar!..

Tarih 31 Ekim 2006..Meral Tamer köşesinde şöyle yazıyor:Çiçeç, Yozgat'ı avucunun içi gibi bilir... (...)AKP'yi iktidara getiren Kasım 2002'deki seçimlerin altı ay öncesinde, bağımsız milletvekili sıfatını taşıyan Çiçek Nuriye Akman'a bakın ne diyor:"İşleri zorlaştıran 3 önemli olay var:1)Kayıt dışı ekonomi, 2)Kayıt dışı siyaset, 3)Kayıt dışı din... Yani dine tarafmış gibi görünüp aslında dini kirleten bir kısım oluşumlar.(...)
Siyaset bugün pahalı bir uğraş haline geldi. Bu da kayıt dışı yollardan finanse edilmesine sebep oluyor. Bu durum, partileri o kaynaklara gebe bırakıyor. Kayıt içindeki siyasiler. bu üç
kayıt dışlığı yeteri kadar okuyamadıkları için ya kendileri de bu kayıt dışı kurumların, kişilerin emrine giriyor, ya da kayıt içindeki siyaset de, bir süre sonra kayıt dışı bir noktaya giriyor...(...)
Çiçek 7 ay sonra Adalet Bakanlığı koltuğuna oturdu, ama üyesi bulunduğu AKP hükümeti Çiçek'in 4.5 yıl önceki saptamasına uygun olarak kayıt dışı kaynaklardan beslenmeyi sürdürdü... Yeşil sermaye mağduru gurbetçilerimizi "dolandıranlardan" Yimpaş'la ilgili olayların son günlerde çorap söküğü gibi deşifre olması üzerine Çiçek rahatsız! (....)
Mağdur gurbetçilerimiz ise Çiçek'in 2000 yılında Almanya'daki Yimpaş Mağazası açılışında Dursun Uyar'ın davetlisi olarak katılmasıyla ilgili açıklamasına takılmış olmalılar ki, Gönderdikleri e-postalarda sürekli yeni hatırlatmalarda bulunuyorlar. Han, Çiçek;"Adamın 5 yıl sonra dolandırıcı olacağını nereden bilebilirdim k, ?"demişti ya... Biliyorsunuz Çiçek'te Yimpaş'ın patronu Dursun Uyar gibi Yozgatlı. Bir okurum Çiçek'in Yozgat'ta 10 yıl süreyle serbest avukatlık yaptığını hatırlatırken, bir diğeri 1984-1986 yıllarında Yozgat Belediye Başkanlığı da yapan Cemil Çiçek'in, Yibitaş ve Yimpaş'ta olup bitenlerden haberdar olmamasının mümkün olmadığını vurguluyor.(....)
Yimpaş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar'la yapılan söyleşide çok çarpıcı ifadeler var:
"1-Şirketimizin içlerini biz özellikle boşalttık.
2-ANAR bizim şirketimiz; kurulduğunda başında olan Beşir Atalay da benim hocamdır.
3-Bizde müdürlük, genel müdürlük, yöneticilik yaptıktan sonra AKP' den seçilmiş, ama haberlerde ismi geçmeyen başka arkadaşlar da var. Hepsini tebrik ediyoruz."
* * * *
Demek ki Yimpaş bir okul, buradan derse alındıktan sonra, parasal destek ile meclise gönderiliyor... Sonra da "Devlet de biziz hükümet de biziz, hiçbir şey yapamazsınız" ve "Başbakan
benim arkadaşım" mantığıyla işliyor bu işler...
9 Kasım 2006 tarihli bir haberin kaynağı Cumhuriyet Gazetesi:
*Beşir Atalay, YİMPAŞ'ın kuruluşu ANAR'daki hisselerini bakan olduktan sonra sattı...
İşte Bakan Bağlantısı... diyor! Devlet Bakanı Atalay, AKP için kamuoyu araştırmaları yapan ve Yimpaş'ın kuruluşlarından biri olan Anar'daki hisselerini 28 Kasım' da güvenoyu alan 58.hükümette bakan olduktan 12 sonra 10 Aralık 2002'de devir etti. Böylece Atalay'ın dolaylı olarak Yimpaş'ta çalıştığı bir dönem de hükümetin bakanı olduğu anlaşıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP'nin Yimpaş ile "ilişkilendirilmesine" gösterdiği sert tepkiye karşın, Devlet Bakanı Beşir Ayalay'ın bakan olduktan sonraki dönemlere kadar,
Yimpaş'a ait Anar Sosyal Araştırmalar Merkezi Limitet Şirketi'nde pay sahibi olduğu ortaya çıktı.(...) 10 Aralık 2002'de yapılan Anne ortaklar kurulu toplantısında "200 milyon liralık % 4'lük" Anar hisse senetlerini, Yimpaş'a ait Atlas Nehir İletişim A.Ş.' nin genel müdürü Ahmet Hüküm'e sattı. Anar'ın %99,4'üne sahip olan Atlas'ın Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı Yimpaş'ın Yönetim Kurul Başkanı Dursun Uyar yapıyor.
(....) "Anar bizim şirketimiz, Yimpaş Atlas'ın alt şirketi. Eskiden başındaki insan benim üniversiteden hocam Beşir Atalay'dı" demişti.
(....), Atlas Nehir İletişim' in 31 aralık 1997'de yapılan toplantısında, şirketin yönetim kurulu başkanlığına Dursun Uyar seçildi, yönetim kurulu üyeleri arasında Mithat Erbek ve Mustafa Güleç de yer aldı.
Yimpaş Holding, Yimpaş Gıda ve Yimpaş Yozgat İhtiyaç Maddelere Yön.Krl. üyesi olan Uyar, Erbek ve Güleç hakkında, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından çok sayıda suç duyurusunda bulunulmuş, Yozgat Asliye ve Sulh Hukuk Mahkemeleri'nde de çok sayıda dava açılmıştı... Başbakan Erdoğan, geçen hafta içinde Yimpaş iddiasıyla ilgili olarak "AKP'nin kuruluşunda bu tür holdinglerin parası vardır gibi yanlış yollara girmeyin, AKP'nin kuruluşunda buralardan bir kuruş gösteremezsiniz, bunu gelin ispatlayın, göreyim sizi. Tefecileri bulup bize iftira etmeye kalkışıyorsunuz" diye konuşmuştu. Gelin de kanıtlayın diyor... Kanıtları ortadan kaldırarak böyle konuşmak çok doğal... Ama Yimpaş'tan 1 kuruş yerine kim bilir kaç adam alındı Parti' ye ?
Yine, Yönetim kurulu başkanı ile ilgili bir haber!..
Hukukçuları Uyarmış!.. Uyar' dan gözdağı...Cumhuriyet Gazetesi... Tarih, 3 Kasım 2006,
İsviçreli Prof.Fischer'in de aralarında bulunduğu dört hukukçuya gönderdiği anlaşılan ve Yimpaş Holding Yön.Krl.Bşk. Dursun Uyar'ın imzasını taşıyan 'ihtarname' başlıklı uyarı mektubunda Avrupalı hukukçular, Yimpaş'la ilgili girişimlerden "ivedi olarak vazgeçmeye" çağrılıyor.
Hukukçuları "karalama kampanyası" yapmakla suçlayan mektupta "Aleyhimize yürüttüğünüz haksız kampanya son verilmesine ilişkin ihtarımızdır.".. diyor. Yimpaş Başkanı Uyar, bu kampanyanın karşı hukukta karşılıksız kalmayacağını, belirtiyor.
Uyar'ın Mektubundan Sonra Neler Oldu?
Bu üç yıllık süreçte ise Uyar'ın "karalama kampanyası"yla suçladığı Avrupalı hukukçuların girişimiyle hem Almanya'da ve hem İsviçre'de Yimpaş'la ilgili soruşturmalar yürütüldü.
Almanya'daki soruşturmalar kapsamında Uyar'ın bacanağı ve Yimpaş'ın bu ülkedeki şirketinin iflası istendi ve şirket kayma devir edildi. Mannheim Mahkemesi de Uyar hakkında 8 Şubat 2005'te uluslar arası tutuklama kararı verildi.
"Yeşil Vurgun" başlıklı gazete haberi 3 Kasım 2006 Cumhuriyet Gazetesi'nde Murat Kışlalı' nın haberi:SPK Başkanı Cansızlar:İslâmcı sermayenin soygunu 5 milyar Avro! (5.000.000.000 x 1.850.000.-TL= 9.250.000.000.000.000.-TL ) 2001'de göreve geldiklerinden bu yana Avrupa'da yurttaşları uyardıklarını ve saadet zincirini koparttıklarını belirten SPK Başkanı Doğan Cansızlar, Yimpaş olayının "nitelikli dolandırıcılık" olduğunu belirtti. Cansızlar, tüm yeşil sermaye maliyetinin 5 milyar Avro'ya ulaştığını söyledi. Cansızlar, Alman makamlarında Yimpaş'tan AKP'li milletvekili veya bakanlara veya partiye para aktarıldığına dair tespitler olduğu yolunda söylentiler bulunduğunu da kaydetti.
Yeşil sermayenin kendilerine karşı kampanya yürüttüğünü belirten SPK Başkanı, "Biz bunların Hortumunu kestik. Bir daha olmamamsı içinde yasa teklifi hazırladık ve 2003'te hükümete gönderdik. Ama çıkmadı." dedi... Teklifte zamanaşımı süresini 20 yıla çıkarmak istediklerini de belirten Cansızlar, "Bu yasanın çıkmamasında hükümet sorumlu olmuyor mu? Sorusuna "Vallahi artık onun takdirini size bırakıyorum." Yanıtını verdi.

İlginç haberler ardı ardına geliyor. İşte bunlardan biri daha.
Bir dönem Dursun Uyar'la çalışan eski Başsavcı Petek hakkındaki iddiaları yanıtladı, diyor haberde. Yimpaş'ı Hatırlayamadı... diye başlık atılmış.
Yozgat'taki görevi sırasında Cumhuriyet Başsavcısı (1998-1999) olarak kendisinin bizzat verdiği bir kararın olmadığını belirten Petek, "Cumhuriyet savcılarımızın da nasıl bir işlem yaptıklarını, aradan 8 yıl gibi bir zaman geçtiği için hatırlayamam gayet doğaldır.
Bir dönem Yimpaş yönetiminde yer alan eski "Cumhuriyet Başsavcısı" Reşat Petek, emekli olduktan sonra Yimpaş'ta veya başka bir şirkette çalışmasının en tabii ve hakkı olduğunu belirtti... Sorulara yanıtlardan birisi de şudur. Reşat Petek'in:"Emekli olduktan sonra Yimpaş'ta veya başka bir şirkette çalışmak en doğal hakkıdır. Danışman ve yönetici olarak kısa bir dönem Yimpaş'ta çalıştığımı ve 2002 yılında yönetimle anlaşamadığım için istifa ettimi kamu oyuna bizzat kendim açıkladım. Burada birçok soru yanıtsız kalıyor ve başka sorulara neden oluyor.

Politika Günlüğü'nde Hikmet Çetinkaya soruyor ve irdeliyor...
Tarikatlar Sosyolojik Bir Sorun Mu ?... Tarih:8 Aralık 2006
(....)Bugün, Rufailik, Halvetilik, Cerrahilik kültür ve müziğe dayalı, felsefi boyutu olan tarikatlardır. Bektaşilik de öyle!..Dikkat ediyorum "tarikat" denildiğinde Fatih'in Çarşamba semtindeki Nakiler geliyor akla... Doğrudur!..Şimdi bir soru:"Fethullahçılar, Süleymancılar, Nakşiler rejim için tehlikeli değiller midir ? "

Hizbullah Güneydoğu'da Nurcuların içinde olduğu El Kaide'nin, Türkiye kolu, Fethullahçı
ve Süleymancı Kur-an Kurslarından gelişti... Bugün Güneydoğu' da kökten dinci bir hareketin varlığından galiba kimsenin haberi yok!.. Hatay'da El Kaide militanları yakalanıyor: Diyarbakır'da, Batman'da, Bitlis'te, Van'da, "Müslüman Kardeşler Örgütü" cirit atıyor.
Adını verdiğim kökten dinci örgütler, tarikatlardan militan topluyor, pazardan değil!.. Güneydoğu' da 100 bin kişinin katıldığı mitingler düzenlendi "karikatür krizi " nedeniyle ve yer yerinden oynadı.(....)
Gidin Ümraniye'ye, Tuzla'ya, Pendik'e, Acıbadem'e, Bahçelievler'e... Hastanelerin, okulların, yurtların hangi tarikatların elinde olduğumu göreceksiniz. Cumhuriyet savcılarının, yargıçların, polis müdürlerinin, kaymakamların tarikat şeyhleri karşısında nasıl el pençe divan durduklarını göreceksiniz... Yüzlerce kişinin mallarına el koyan tarikat şeyhleri bugün paraya para demiyor.
Okullar, hastaneler, bankalar, şirketler...
Muhterem halkı dolandırdı yıllarca. Evlerini, tarlalarını, arsalarını ele geçirdi. Yargı yerine işi "hakem heyeti" aracılığıyla çözdü... Yimpaş Olayı tarikatçı yapılanmanın "Milli Görüş"le ortak eylemidir. Yimpaş, mültecilere dağıtılmak üzere hazırlanan yiyecek ve içecek paralarına el koymadı mı?.. Laik Cumhuriyet' te yönelik "karşı devrim" Bekir Coşkun' nun değindiği gibi tüm Anadolu'da ivme kazanıyor..Tarikatçı kuşatma, şeyhler, şıhlar ve onların müritlerei devlet kurumlarına dolduruluyor.
Öyle Şanlıurfa'ya, Batman'a, Bitlis'e, Van'a, Hakkâri'ye gitmeye hiç gerek yok... Gidin Samsun'a, Trabzon'a, gidin Denizli'ye, Aydın'a, Isparta'ya; gidin Konya'ya, Karaman'a; gidin Tekirdağ'a, Çanakkale'ye gözlerinizle göreceksiniz "karşı devrim"in başladığını...
Artık Nur kampları yok, okullar, yurtlar, dershaneler, hastaneler, bankalar, şirketler var. 5 bin "ağabey", 5 bin "abla" kentlerin varoşlarından, köylerden, kasabalardan yoksul ama zeki çocukları toplayıp "ışık evleri"nde eğitip okula hazırlıyorlar... Laik demokratik Cumhuriyet "karşı devrim"le karşı karşıya. Mustafa Kemal'in Cumhuriyeti tehlikede.
Evet Bekir Coşkun, doğru söylüyorsun!Valiler yok, kaymakamlar yok, polisler yok, savcılar, yargıçlar yok!.. 1500 özel okuldan 900'ü şeyhlerin ve şıhların. Devleti yönetenler bu okullara, binlerce dershanelere, yurtlara ortak. Ülke elden gidiyor ama yönetenlerin sayısı ne yazık ki çok az!..
U n a k ı t a n B e r e k e t i.
Al Baraka Türk'le ilgili bir 27 Kasım 2006 gelişmesi... Haberi hazırlayan şöyle bir başlık altında toplamış kelimeyi:"İcraatı Al Baraka Türk'e Yaradı" ve şöyle devam ediyor haberci.
Unakıtan Bereketi. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın uygulamaları, Al Baraka Türk' deki ortaklığının değerinin katlanmasına neden oldu. Unakıtan'ın bakanlığı döneminde Al Baraka Türk'ün öz sermayesi 36 kat, kârı 48 kat artarken kendi payının 580 bin YTL' ye ulaştığı belirtiliyor. AKP hükümeti, özel finans kurumlarını banka kapsamına soktu:Böylece Al Baraka Türk'ün risk seviyesi düşürüldü.Kurumlar Vergisi oranları indirilerek kâr eden şirketlerin pi-yasa değerleri arttırıldı.
Unakıtan'ın, Al Baraka'daki payının, ailesiyle birlikte 2.8 milyon YTL' ye ulaştığı tahmin ediliyor.(....)Son olarak bu yıl içinde Unakıtan'ın görev alanındaki kurumlar vergisi %30'dan %20'ye indirilerek, kâr eden şirketlerin piyasa değerleri kabaca üçte bir oranında arttırıldı.
Unakıtan'ın 281 milyar lira sermaye ile ortak bulunduğu 2001 sonunda; sermayesi 26.5 trilyon lira, öz sermayesi 5 trilyon 70 milyar lira, kârı ise 954 milyar lira olan Al Barak Türk'ün, 2005 sonunda sermayesi 126 trilyon liraya, öz kaynakları 182 trilyon 490 milyar liraya, kârı ise 45 trilyon 912 milyar liraya çıktı. Böylece Unakıtan bakanlığı döneminde Al Baraka Türk'ün sermayesi 4.75 kat artarken öz sermayesi 36'ya kârı ise 48'e katladı...

31 Ekim tarihli bir özel haberde; Milliyet Gazetesi'nde yer alıyor, Önder Yılmaz'dan:
Yimpaş'ın eski yöneticisi Kadir Şöhret anlatıyor:"Camilerden 2 milyar avro topladık."
Kadir Şöhret, "Fakir bir ailenin, ortaokul mezunu çocuğu olarak bu kadar parayı yöneteceğim aklıma gelmezdi" diyor. Yimpaş Yönetim Kurulu üyeliğinden geçen yıl ayrılan Kadir Şöhret, Avrupa'daki gurbetçilerden "camilerde çağrı yaparak" toplanan paranın 2 milyar avro olduğunu söyledi...
Namaz sonrası davet:
Antalya'daki bürosunda görüştüğümüz Kadir Şöhret, Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar'ı Avrupa'ya çıkaran kişi olduğunu söyledikten sonra yaşadıklarını anlattı: İnsanları evinde ziyaret ettik. Camide namaz kıldıktan sonra Yimpaş yatırımlarına ilişkin bilgi vereceğimiz çağrısını yaparak lokale, restoranlara davet ediyorduk.
Kolundaki altını verdi:
Gurbetçilerin kimi parasını, kimi kolundaki altınlarını çıkarıp hisse senedi karşılığı verdi.
Altınları Türkiye'ye getirirken yakalandım. Uyar "380 milyon mark"diyor ama 3 milyar mark topladık. Hissedarlar "paramızı verin" deyince vicdan azabı çekiyorum. Artık bize güvenip beş kuruş vermezler. Erdoğan da gitse vermezler. Antalya'daki ofisine büyük bir Atatürk resmi a-san, kapatılan Refah Partisi'nin Yozgat İl Başkanı olan Şöhret, "Atatürkçü mü oldunuz ?"soru-suna "Atatürk'ü serveti, tabi ki portresini de asarım. Herşeyi O'na borçluyuz. Cumhuriyet' in kurucusu. O olmasaydı burada olmazdık." yanıtını verdi.
Zaman aşımından kurtardı:
Şöhret, Almanya'daki Mersedes Benz fabrikasında çalışırken 1983'te Uyar'la tanıştı.1997'ye kadar gurbetçilerden yüzbinlerce mark topladı.1997'de 23.5 kilo altını Türkiye'ye sokarken yakalandı. Yurt dışına çıkan Şöhret, hakkındaki dava zaman aşımına uğrayınca 2004'te Türkiye'ye döndü.2005 yılına kadar Yimpaş şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği yapan Şöhret, Uyar'la "yönetim tarzı" konusunda anlaşamayınca istifa ederek Antalya'ya yerleşti.

Bekir Coşkun'un Onuncu Köyünden...
Tarih:31 Ekim 2006...Başlık: Yimpaş, AKP ve Papağan...
Yimpaş'ın ilk kurduğu şirketin adı;H i c r e t...Dinciler siyasi-ticaret çıkarları için halkı dolandıracaklarsa, böyle mübarek isimlere bayılırlar. Kaç kişinin, parası evdeki alın teri, bohçalarından çıkıp Yimpaşçıların cebine "h i c r e t" etti.
120 bin... Paraların nasıl "hicret" ettiğini de artık biliyorsunuz. İmamlar, tarikat şıhları tarafından toplanan paraların çokluğundan, bavullar kapanmayınca, üzerine otururlarmış ki bavul kapansın. Aklıma papağan fıkrası geliyor: Ve devam ediyor Coşkun!(....)
Nedir bu paralar sığsın diye bavulların üzerine oturulan Yimpaş Olayı ?.. Mesela;Yimpaş'ın kurucularından AKP'den bakan var. Yöneticilerden milletvekili var. Yimpaş mağazalarının açılışını hep AKP'li bakanlar yapıyor.(....)
Din-iman adına işlenen, belki de cumhuriyet tarihimizin bu en büyük vurgun suçu olayına bizim papağanlar yine de dönüp bakmayacaklar bile, paraların üstüne nasıl oturuldu ?..
AB ülkelerinin interpolleri arıyor, ama dolandırıcılık iddialarının işlendiği, paraların gelip dağıtıldığı Türkiye'de bakanların, valilerin, savcıların haberi yok...
Bu nasıl olur ?..
Başbakan, Dursun Uyar'a da kefil mi ?..Kefil değilse, partisindeki Yimpaş uzantısını nasıl açıklayacak? Bence bu Yimpaş olayı, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimleri etkileyecek tarihimizin en büyük dolandırıcılık olayıdır... Ama üzeri örtülmezse... Ne diyorsun papağan?..

29 29 Ekim 2006 tarihinde Hikmet Çetinkaya, Politka Günlüğü köşesinden soruyor:
T e h l i k e n i n F a r k ı n d a m ı s ı n ı z ?
(....)
Bugün Cumhuriyetimizin 83.yılını kutluyoruz... Tarikatların egemen olduğu Türkiye'de laikliğin altı oyuluyor, halkı dolandıran Yimpaş'ın yöneticileri AKP iktidarı tarafından korunup kollanıyor... Yimpaş'la AKP yıllardır iç içe ama medya nedense bu gerçeği okurlarına yansıtmıyor!.. Türkiye "İslâm Devleti"ne doğru adım adım ilerlerken AKP'liler Cumhuriyet Bayramı'nda her yeri bayraklarla donatıyor... Oysa M.K. Atatürk'ün "Türk Devrimi", bu coğrafyada yaşayan etnik, dinsel ve mezhepsel kimliklileri bir arada toplayan, onlardan çağdaş ve uygar bir toplum yaratma eylemidir.
Ama halkın egemenliğini, özgürlüğünü, kamu yararının temelini oluşturmaya yöneliktir.
(....)
Eğitim sisteminin tarikatların eline geçmesi, ABD, AB, İMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye'de egemenlik kurması, Arap sermeyensinin ülkeyi dört bir yandan kuşatması rastlantı değildir.
Bugün emperyalist güçler Türk-Kürt çatışmasını kışkırtıyor; binlerce yıllık tarihimiz, kültürümüz yok sayılıp; şeyhler, şıhlar ağalar Güneydoğu'da yoksul halkı sömürüyor.(....)
Bugün 29 Ekim 2006..
Uygarlığı, çağdaşlığı bir kenara itip, tarikat şeyhlerine, şıhlara güvenen, onların izinde yürü-yen, imamları kültür müdürü yapan bir düşünceye teslim olmak ne demektir? (...)
Rüşvetin, talanın, soygunun adresi belli... İrticaının adresi belli... Fethullahçı sermaye 5 milyar
doları aştı, Nakşi sermaye 4 milyar dolarla ikinci...(....) ve Atatürkçüyüz diyen herkese soruyorum:
T e h l i k e n i n f a r k ı n d a m ı s ı n ı z ?

Dünyada Bugün köşesinden Ali Sirmen 31 Ekim 2006'da şöyle yorumluyor gündemi:
Amaçlanan M ü r t e c i mi? Yoksa M ü r t e ş i mi?
(....)
Bir süredir, Türkiye'de irticadan medet umup çıkar sağlayanlar iktidardadırlar. Her ne kadar kimileri görmek istemesellerde, olgu, tehlike olmaktan çikmış, toplumu allak bullak eden bir afete dönüşmüş bulunmaktadır ve durumu görenler günden güne çoğalmaktadır.(....)
Son zamanlarda artan, artık kural haline gelen yolsuzluk, rüşvet, adab kayırma, hortumlama, yüksek katlarda ağırlanan dolandırıcılar karşısında kimileri haklı olarak sormaktadırlar:
"Yatılmak istenen mürteci mi, yoksa mürtefi mi?" (....)
Mekanizma şöyle çalışıyor: Dolandırıcı parayı topluyor, irticadan medet umanı suçuna ortak ediyor, büyük bölümünü onlara aktarıyor, mürtecinin bir bölümü kurban olurken öbür bölümü de, ondan aldığı rüşvetle mürtefi olarak palazlanıyor irtica.
Almanya'daki garibandan hortumlananlar, irticayı güçlendirmeye akıtıldığındandır ki, muteber kişi olarak görülen dolandırıcı da, kovuşturulmak ne kelime, baştacı ediliyor.
Böylece "tarikat-ticaret-siyaset" üçgeni düzeninin, üç ayağında, mürteci, raşiye, mürteşi oluşturuyor. Ondan sonra, irtica ile raşi sağ, mürteşi selamet!.. (mürteşi:rüşvet alan, raşi: rüşvet veren)

C.H.P. İzmir Milletvekili Ahmet Ersin Başbakan' a soruyor:"Meclis'te 20 Yimpaş milletvekili var mı?" Bir avukat arkadaşı Ahmet Ersin'e Yozgat'tan aktarıyor:"Yimpaş'ın kuruluş aşa-masında AKP' ye yüklü miktarda bağış yaptığı ve karşılığında milletvekili kontenjanı aldığı" savını T.B.M.M.' nde gündeme taşıdı .Meclis çatısı altında 20'ye akın 'Yimpaş Milletvekili' olduğu savlarını Başbakan Erdoğan'a soran Ahmet Ersin, bu holdingde yönetici ve yakını olan bakan ve milletvekillerinin açıklanmasını istedi. Yimpaş ve aynı yöntemle çalışan İslâm' i holdinglerin para hareketlerini "ekonomik Susurluk" olarak dillendiren Milletvekili, AKP' den belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği yapan, bürokraside görev alan Yimpaş yöneticilerinin olduğu savlarını da dile getirdi.

Bir Milyon Markını Kaptıran Bile Çıktı:
Aralarında Dursun Uyar'ın da bulunduğu Yimpaş yöneticileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na "dolandırıcılık", "resmi belgede sahtecilik" gibi suçlamalarla sayısız şikâyet dilekçesi verildiği ortaya çıktı. Şikâyet dilekçeleri arasında en ilginç olanı Necati Yıldurım' ait. İstanbul'da yaşayan Yıldırım, 23 Aralık 2005'te Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na dilekçe verdi. Yıldırım, 11 Mayıs 2005'te Yimpaş yöneticilerinin kendisini dolandırmak suretiyle 1 milyon markını (925 bin YTL ) aldıklarını belirterek dolandırıldığını savladı. Yıldırım dilekçe-sinde Yimpaşçıların parayı emanet olarak alıp karşılığında holding hissesi verdiklerini, ancak daha sonra parasını ödemediklerini bildirdi.

A K P'nin Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Çoşkun;"Yimpaş konusunda kendimi suçlu hissetmiyorum" diyerek kendini akladı. Almanya'da bulunası Bakan, Yimpaş'ın şu anda tamamı kapanmış olan mağazalarının açılışına katılmış olmaktan kendini suçlu hissetmediğini söyledi.
Coşkun, Esen' deki Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı'nın yemeğinde Yimpaş ve sahibi Dur-sun Uyar hakkında sorulan soruyu yanıtladı. Konu yargıda olduğu için Dursun Uyar hakkında konuşmayacağını söyleyen Coşkun; Almanya'da Yimpaş Mağazaları'nın açılışına katılması ile soruya "m ü n e c c i m" benzetmesiyle yanıt verdi. Müneccimbaşı mıyım? "Siyasetçilerin müneccimbaşı olduğunu tahmin etmiyorsunuz" diyen Coşkun şunları söyledi:"Dolaysıyla biz yatırımın yanındayız; Başbakan' ın dediği gibi, taş taş üstüne koyanın başımızın üstünde yeri var. Bu arkadaşlar o günlerde gayet iyi bir ortamda yatırımlar yaptılar. Zaten ortaklar o havayı görmeselerdi paralarını vermezlerdi. Açılışa davet ettiler, ben Farnkfurt'taki açılışa katıldım.
Yani şimdi ben o gün bilemezdim ki böyle bir krizle karşılaşacaklarını. Bundan dolayı siyasileri suçlamayın. Biz hiçbir yanlışlığa sahip çıkmayız."Coşkun devamla "Mevzuat bakımından, geçmiş dönemlerin mevzuatı bu meseleleri çözmeye yetmiyor. Zaman aşımı meseleleri var. Bu konuda Adalet Bakanlığı gerekli hassasiyeti gösteriyor. Bazı konularda fazla müdahale etmiyoruz çünkü zaman aşımına uğramış" dedi.31 Aralık 2006 Hürriyet Gazetesi.

Yimpaş Holding Yön.Krl.Bşk.Dursun Uyar'ın Almanya'ya iade (geri verme isteği) talebi için Başbakan Yardımcısı Dışişleri Bakanı Abdullah Gül "Almanya'ya gerek yok .Burada da hakimler ve savcılar var" dedi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın da hakkında soruşturma yürüttüğü Dursun Uyar olayının hükümet tarafından sumen altı edilmeye çalışıldığı eleştirilere ise Gül şu yanıtı verdi:"Bu konunun hükümetle ilgisi yok, gereken yapılır. Biz de üzülüyoruz. Bize talepler geliyor.
Sayın Adalet Bakanı'mız Cemil Çiçek' ten bu konuda detaylı bilgi aldık. Böyle bir durumda vatandaşımızı iade etmemiz Anayasa' ya göre zaten mümkün değilmiş."
Çiçek ise Almanya'nın "Gözaltına alın" isteğinin neden yerine getirilmediği sorusunu Hürriyet'e şöyle yanıtladı.:"Anayasamıza göre bu mümkün değil. Anayasa'nın 38.maddesinin son bendi Türk vatandaşlarının bu tür durumlarda teslim edilmesine, iadesine engeldir. Bu yüzden bir gözaltı mümkün değildir" 31 Ekim 2006 Hürriyet Gazetesi.

H u k u k u n C e n a z e s i
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal uluslar arası yakalama emri çıkartılmasına karşın, hak-kında işlem yapılmayan Yimpaş Yön.Krl.Bşk.Dursun Uyar'ın AKP Yozgat Milletvekili İlyas Arslan'ın cenazesinde 4 bakanla (Abdüllatif Şener, M.Ali Şahin, Abdullah Gül, Abdülkadir Ak-su ve Mehmet Elkatmış) saf durmasını "Bu cenaze sadece bir milletvekilinin değil, aynı zamanda, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının da cenazesidir" sözleriyle eleştirdi.

A K P Araştırmaya Yanaşmadı, Önerileri Yaşama Geçirdi... Yeşil Sermaye "Yasak Savma" komisyonu.
Yimpaş Holding Yön. Krl. Bşk. Dursun Uyar'ın 4 bakanla aynı fotoğraf karesinde yer almasıyla başlayan tartışmalar, İslâm' i holdingleri ve siyasi uzantılarını yeniden gündeme getirirken, AKP başından bu yana alınacak önlemler konusunda "çekingen" davranıyor.(...) Bakanlarla fotoğraf çektiren kişi hakkında savcının soruşturma açmasının güçlüğüne işaret eden Kılıçdaroğlu, "Böyle bir girişimde bulunsa savcı ertesi günü kendisini kim bilir nerede görecek?" dedi.
Karaman merkezli Yimpaş Holding yöneticileri arasında AKP Karaman Milletvekili Yük-sel Çavuşoğlu'nun kardeşi Faik Çavuşoğlu'da bulunuyordu. Faik Çavuşoğlu ile eski Karaman İl başkanı Sami Mangırcı'nın kardeşi Kadir Mangırcı'nın da aralarında bulunduğu yöneticiler 3'er yıl hapis, 23 bin 772 YTL para cezası almıştı.3 Ekim 2006 Cumhuriyet Gazetesi

Mehmet Faraç'ın haberi Cumhuriyet Gazetesi'nin 31 Ekim 2006 tarihli gününde; şeriatçı basın, inanç sömürüsüyle yapılan vurguna sessiz kalarak diyet ödüyor!..

Hortumun iki ucu takiyye: Gerici basın din propagandasıyla yüz binlerce insandan topladığı 1.5 milyar Avro'nun üzerine yatan Yimpaş'la ilgili utanç verici bir suskunluk sergiliyor. Uzun yıllar İslâmi sermayenin reklamlarıyla beslenen yayın organları, özellikle Avrupa'daki yurttaşların çığlığını duymuyor, üstelik vurguncuları aklama yarışına giriyor. Bu tablo, rant için inanç sömürüsü yapanların aynı hortumdan beslendiğini bir kez daha ortaya koyuyor... Konya, Kayseri ve Yozgatlı merkezli kurulan ve İslâmi sermaye olarak nitelendirilen holdingler üzerindeki şaibe bitmiyor. Sayıları bir dönem 80'e ulaşan bu kuruluşların Avrupa'daki yurttaşlardan topladığı paranın boyutları da saptanamıyor. Gurbetçilerden toplanan paralarla yapılan fabrikalar hileli iflaslarla kapatılıyor, milyonlarca Avro'nun tarikat şeyhleri ve televizyon kuruluşlarına aktarıldığı belgelerle ortaya çıkıyor. Tüm bunlara karşın başta endüstri olmak üzere kimi holdinglerin yöneticileri de çete operasyonlarında yakalanıyor, yaşadıkları lüks hayat parmak ısırtıyor.(....)

Milliyet Gazetesi'nin Die Welt'ten alıntı yaparak aktardığı haberler bir başka ilginçliği sergiliyor... Bir başlık: Devlet Bakanı Atalay Anar'ın kurucusu... Die Welt gazetesinin Yimpaş tarafından finanse edildiği ortaya atılan Anar'ın (Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi Ltd.Şti.)
Ankara 16. Noterliği tarafından onaylanmış olan kuruluş sözleşmesi 18 Mart 1998 tarihini taşıyor. Şirketin 10 bin YTL ' lik sermayesinin 9 bin 600 YTL ' si Bilsan'a (Bilim Sanat Yapı ve Tic.A.Ş.) geri kalan kısmı Devlet Bakanı Beşir Ayalay, Burhan Erdem, Ömer Soncar ve Emin Kuz'a ait.

Sever Holding'in Büyük Ortağı Coşan...
Gurbetçilerden toplanan paraların bir kısmının aktarıldığı savlanan Server Holding, 2.5 milyon 412 bin YTL ' si Muharrem Nureddin Coşan'a ait. Şirketin küçük ortakları arasında da Mehmet Soylu, Orhan Güner, Mülayim Delibaş ve Günsel Yavuz yer alıyor.

Alman Savcı:Uyar gelirse tutuklarız...
Dosyaların Frankfurt Mahkemesi'ne gönderildiğini belirten Mannheim Savcılığı, "Türkiye, Uyar'ı geri vermediği sürece elimiz kolumuz bağlı" dedi.(....)Sözcü önceki gün yaptığı açıklamada, "Uyar görüldüğü yerde tutuklanacak. Bu başka ülkelere gitmesi halinde de gerçekleşecek ve Almanya'ya iade edilecek" dedi.

C H P:AKP Suça Ortak Oldu...
CHP Grup Başkan Vekili Anadol, Die Welt'teki savlarla ilgili olarak, "Komisyon raporunu dikkate almadılar. İşçilerin alınteri şeyhlere aktarıldı" dedi.
Alman Die Welt gazetesinin İstanbul temsilcisi Boris Kalnoky'nin ortaya attığı Yimpaş Holding'in yurtdışında topladığı paraların bir kısmını AKP'nin seçim kampanyasında kullandığı savlarının ardından CHP'de AKP'nin Yimpaş yöneticilerinin işlediği suça manevi olarak ortak olduğunu savundu.

ABD Eğitimli Güneş Gözlüklü Tarikatçı Lideri...
Bu haberde Yimpaş ile ilintili... Yimpaş'ın Avrupa'da topladığı paraları aktardığı iddia edilen İskenderpaşa Cemaati'nin lideri Muharrem Nureddin Coşan, farklı tarikat lideri görünümü sergiliyor. ABD'de eğitim alan ve cemaatin holdinginin başında olan Coşan, 2002'de bir de parti kurdu. Coşan (43), Suudi Arabistan'da Arapça ve dini ilimler tahsili gördü.1987'de ABD'yi giderek New York'ta işletme eğitimi aldı arkasından da mastır yaptı.
Nakşibendîliğin en etkin kollarından biri olan İskenderpaşa Cemaati'nin lideri olan Muharrem Nureddin Coşan, babası Esad Coşan'ın 2001'de Avustralya'da trafik kazasında kaybetmesinin ardından cemaatin başına geçti.
Sağ partiler cemaatin oylarına göz dikerken, Nureddin Coşan 2002'de < Sağduyu Partisi'ni > kurdu ve onursal başkan oldu. Coşan'ın da babası gibi Avustralya ile sağlam ilişkileri bulunuyor. İlginç kişiliğiyle, aldığı iyi eğitim ve aktığı güneş gözlükleriyle cemaatin bazı kesimlerin-den tepki alan Coşan, babasını isteğiyle 1996'da cemaatin bünyesinde yer alan ve iddiaların merkezindeki Server Holding'in yöneticiliğini üstlendi. Holding yapısı, okulları, medya organları ve vakıflarıyla dev bir organizasyon haline gelen İskenderpaşa Cemaati'nin Zahit Kotku
ve Esad Coşan'ın ardından lider konumuna gelen Muharrem Nureddin Coşan'ı kabullenemediğini iddia ediyor.
Bir başka haberle devam ediyor gazete.
Diyor ki;"Die Welt'ten şok yaratan iddialar: AKP kampanyası fiananse edildi..."
Alman Die Welt gazetesinin İstanbul temsilcisi Boris Kalnoky, Yimpaş mağduru Türklerin parasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim mücadelesinin fianase edildiğini öne sürdü. Kalnoky, bu durumun Başbakan' ı açıklama sıkıntısına sokacağını, finans işinin perde arkasında büyük olasılıkla, Nakşibendî tarikatının olduğunu iddia etti.
Kalnoky, önceki gün "Tartışmalı Yimpaş Holding İslâmcıları fiananse etti" başlığıyla yayımlanan haberinde, bir dönem AKP' ye yakınlığıyla bilinen Davut Buca'nın, Ulusal TV kanalına gönderdiği faksa-belge iletiye yer verildi. Faksta Buca'nın, "Yimpaş, son seçim kampanyasında Almanya'dan gelen içi para dolu bir bavulu AKP 'ye ulaştırıldı" iddiasına yet veren
Kalnoky, "eğer bu doğruysa, yıllardan beri Yipaş'ı gözlemleyenlerin sorduğu bir soruyu yanıtlamış olacak: Kirli paralar, Erdoğan'ın İslâm' i partisi AKP' ye mi aktı?" sorusunu yöneltti.
Haberde holdingin Avrupa'dan topladığı paraların bir kısmını 29 milyon Avustralya doları olarak Avustralya'daki şubeye kredi olarak aktarıldığı, kredinin bir kısmının da bu ülke üzeriden Türkiye'deki Nakşibendîlere gittiği öne sürüldü.
Paraların büyük bölümünün Nakşibendî tarikatı liderlerinden Muharrem Coşan'a transfer edildiğini belirten Kalnoky 2001'de Coşan'a şahsen 1 milyon Avustralya doları gönderildiğini id-dia etti.
Yimpaş'ın ikinci 1 milyon euro'luk para naklinin, Coşan'ın yönetim kurulu başkanı olduğu Server Holding'e aktarıldığının kaydedildiği yazıda, Devlet Bakanı Beşlir Atalay'ın kurucusu olduğu kamuoyu araştırma şirketi Anar'ın da finanse ettiğini öne sürdü.
Diğer Paraların Adresi...
Kalnoky, diğer paraların da İslâm' i politikalara ağırlık veren kuruluşlara ve bazı medya kuruluşlarına gittiğini, işyerlerinin finanse edilmesinde, özel hastanelerin yapımında, öğrenci burslarında, hayır kurumlarına ve Kur-an kurslarına aktarılmasında kullanıldığını savundu.
(Milliyet Gazetesi)

G e r i c i M e r k e z O r g a n i z a s y o n u
Cumhuriyet Gazetesi Mehmet Faraş Şeriatçı basın, Cumhuriyet' in ardından Danıştay'a yönelik kanlı baskını başka alanlara çekmeye çalışırken, gerici organizasyonun merkezinde dün yaralı olarak bulunan emekli askerin olduğuna ilişkin bilgiler henüz doğrulanmıyor.(...)
Örgütlenmenin başının radikal dinci görüşlere sahip avukat Alparslan Arslan olduğu ısrar-la vurgulanıyor. Organizasyonun YÖK'ü hedefi aldığına ilişkin haberler de yalanlanıyor.(...)
Gazetemize yönelik bombalı 3 saldırıyı gerçekleştiren Alparslan Arslan'ın, Hizbullah, Müslüman Gençlik ve El Kaide yapılanmalarının en yoğun olduğu Marmara Üniversitesi'ndeki dinci gelenekten geldiği gözardı ediliyor.
Oyuna dikkat!..
Öte yandan organizasyonun çözülmesi, bu kişiye odaklanmasına karşın, olay başka alanlara çekilmeye çalışılıyor. Cumhuriyet kurumlarının hedef alınmasında zemini şeriatçı basın iktidar ilişkisinin hazırlanması, siyasilerin radikal kesimleri kışkırtması ve halkı "infiale" sürüklemesinin üstü örtülüyor. Saldırının lojistik unsurları olan bazı kişilerin içki içmek, kumar oynamak gibi sosyal alışkanlıkları ile sabıkalı olmaları gerekçe olarak gösterilerek hem şeriatçı basın hem de laikliğe saldıran siyasal iktidar hedef dışına çıkarılmaya çalışılıyor. El Kaide;İslâm' i
Hareket ve Hizbullah gibi örgütlerin de geçmişteki eylemlerinde, kumar, hırsızlık, yankesicilik, cinayet, kapkaç gibi eylemlere karışan sabıkalılarla, uyuşturucu ve tiner bağımlılarını kullandığı unutuluyor.(....)
İstanbul'da soruşturmayı yürüten güvenlik birimlerinin, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından şeriatçı yapılanmanın lideri olduğu öne sürülen emekli binbaşı Muzaffer Tekin ile İlgili, yaralı olarak bulunmasından iki saat önce verdiği bilgiler dikkat çekiyor.

R e f a h Pa r t i s i'nin D o ğ r u l t u s u

Bu doğrultunun yanıtıdır Şeriat!...
Bu kesindir ve yadsınamaz. Ancak nasıl gerçekleşecek, ya da gerçekleştirilecektir?.. Refah Partisi ve ardıl gelenler şeriatı hedeflerken hangi özellikleri gün deme getirecek ve nasıl bir yöntem tutturacak. Türkiye'ye nasıl bir şeriat modeli getirecek?
Bu model Suudi Arabistan gibi mi, İran gibi mi, Sudan gibi mi, yoksa bizzat Erbakan'ın yakın çevresine dediği Malezya gibi mi olacak?.. Refah Partisi ve mirasçıları (AKP ve S P) şeriat bağımlı bu soruların yanıtının verilmesi gerekiyor.
İslâm dini, uygulama noktasında "tedriciliğe" önem verir, dinin kademe kademe uygulamaya geçmesini ister. Şeriatın "tedriciliğe" önem vermesinin en önemli nedeni toplumsal altyapıyı sağlamlaştırıp hedefini gerçekleştirmeye <motif> bulmasıdır. Hâl böyle olunca Refahın da kısa sürede şeri hükümleri uygulamaya geçirme noktasında pek umutlu olmadığı görülür. Dinin normlarının uygulanmaya konması için Refah bugün AKP öncelikle toplumsal bir altyapıyı oluşturmak istemektedir.
Refaha <<ara dönem>> misyonu yükleyenlerin hem dayanağı hem de çıkış noktası bu:
Topluluğu topluca yönlendirmek, bir amaç etrafında toplamak! Refah düğümün burada yattığına inanıyor.
(....) Erbakan siyasetten yasaklı olduğu dönemlerde yakın çevresine sürekli şunları söyler:
"Biz polika değil, hareketiz, orduyuz. Parti neymiş ki, Allah bizi hizipçilik yapmaktan korusun. Biz bu yola Allah'ın dinine sahip çıkmak içim çıktık. Bir şeyi, ikame etmek Allah'a Mahsustur. Bize çalışmak düşer."
(....) Refah Partisi'nin iktidara gelmesini Hizbullah şideri Fadllah başta olmak üzere, Hamas lideri Ahmet Yasin, Pakistan Cemaati İslâm' i lideri Gazi Ahmet Hüseyin, Sudan İslâm' i lideri Ömer Beşir önde olmak üzere legal yasal ve illegal yasadışı kabul edilen örgütlerin liderleri, "İslâm iktidar oldu, Türkiye İslâm hareketinin temsilcisi Refah Partisi ve başkanı Erbakan, laiklerin elinden iktidarı söke söke aldı" diye değerlendirmişlerdir.
(....)
Refah iki durumdan ötürü takviye yapmakla eleştirilebilir:
1)Ordu, hareket, parti ve inkâr,
2)Mevcut rejimi yıkıp yerine şeriatı ikame etmek niyetinde olduğu halde, bugüne değin, bu-nu gizlemeyi başarması.
(....)Kotku, Erbakan ve arkadaşlarını şeriat namlısı insanlar olarak yetiştirir. RP'nin çekirdek kadrosu birkaç istisnayla aynıdır: Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Fehim Adak, Recai Kutan, Süleyman Arif Emre. Bu da Nakşî İslâm hareketinin Türkiye'deki İslâm'ın si, yasallaştığını gösterir. R.P. Genel Bşk. Yardımcısı ve Erbakan'ın kurmaylarından; günümüzün AKP hükümetinin dışişleri bakanı; Abdullah Gül şu sözcüklerle ifade ediyor:"Muhakkak ki RP, Türkiye de yerli düşünen İslâm' i cemaatlere yol açmak için uğraşan bir harekettir."
Aynı Gül; İslâm'a aykırı kanunu kaldırma imkânını vereceklerini de söylemişti:
"İslâm'a aykırı kanun kalkacak. Düzen Türkiye de İslâm'ı Camii içine hapsetti. Biz İslâm'ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz. Artık saklanmaz gerçekler var. İslâm'ın yalnız ahireti değil, dünyevi düzeni içerdiği bir gerçektir. Ben bir Müslüman'ım ve buna inanıyorum. Türkiye'deki geçerli kanunlar arasında aykırı olan da var, olmayanda. Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak, bu hakkımı kullanacağım, halka bu imkânı vereceğim."


İhanet Vakfı
AKP'liler, Mustafa Kemal'e ve İstiklâl Savaşı kahramanlarına "Kudurmuş Haydutlar" diyen bir hain adına vakıf kurdu... Tokat'ta adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Sevr'i imzalayan İstanbul hükümetinde yer almış bir işbirlikçi..İstiklâl için canını koyan kahramanların
ve Mustafa Kemal'in de can düşmanı.
Mustafa Sabri Efendi, milli güçler İzmir'i kurtarıp, İstanbul'a yönelince "Ermenilerden kuracağı bir ordu ile Türk ordusuna karşı savaşmak üzere" sadrazzamlık isteyecek kadar ihaneti ileri götürmüş bir kişi...
Bunlar mı değişti?.. Cumhuriyet kurulduktan sonra yurtdışına kaçan (Erbakan'da gitmişti), Mustafa Sabri Efendi Vakfi'nın yöneticileri arasında AKP Tokat milletvekili Resul Tosun ve Mehmet Ergün Dağcıoğlu bulunuyor. 2.4.2007.Güneş Gazetesi.

Bekir Coşkun...Onuncu Köy... 12 Ocak 2007/Cuma..
Değişen sizsiniz...
İktidardakiler değişmiyor, siz değişiyorsunuz. Yavaş yavaş... Farkına varsanız da varmasa-nızda, bir sinsi değişimin içindesiniz ve eskisi gibi değisiniz..Direnseniz de, arada bir "Ben de-ğişmedim"deseniz de, bir ulusal değişimin" parçasısınız.İşte; sadece son bir hafteda Türkiye'nin ne kadar değiştiğini size sıralıyalım: Erkek için erkek hemşire TBMM'deki komisyonlardan geçti.İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan şehir hatları vapurlarında birer "dua odası" olması (Mescid'in adını bu sefer böyle uygun görmüşler) kesinleşti. Şeriatçıların "Doğurabildiğin kadar çok doğur" kaidesine uygun olarak, çok çocuk doğuranların daha az vergi vermesi yeni vergi sisteminde yerini aldı. İzmir ve çevre illerde ünlü heykeltraşların eserleri bir gecede kırıldı. Selamlaşmada "Günaydın", "Merhaba", "tünaydın", "İyi günler" gibi dileklerin dinen uygun olmadığı, bunun yerine "Seamünaleyküm" demenin gerekli olduğu res-men açıklandı. Başbakan'ın "Tanırım ve kefilim" dediği, BM'ye göre uluslar arası terörist sayılan El Kadı'yı soruşturan maliye başmüfettişine bir günde tam yedi ceza verildi. Tüm bunlar sadece bir haftedaki değişim. Değişime devam: İmam hatiplerin önünü açmak zor gözüktüğüne göre, gelecek yıl uygulanacak müfredatta, tüm ilköğretim imam hatipleştiriliyor. Çocuklara ca-mi krokisi çizdirmek de var müfredatta, CD'lerle "hac ibadeti" de, uygulamnalı abdest de..(....)

T a r i k a t l a r ve C u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı a d a y l ı ğ ı!..
Hemen hemen bütün gazetlerde yığınla haber, yığınla köşe yazısı..Hemen hepsi, Emniyet' teki tarikatlaşma üzerine..Bu ülkenin güvenliğinden sorumlu, en güvenilir olması gereken kurumun temelleri sallanıyor.Rahip Santoo cinayetinde ihmali görülen Trabzon Emniyet Müdürü niye terian Ankara'ya atandı?.. Çünkü tarikattan... Hrant Dink cinayetinde ihmali görülen
Trabzon Valisi ve Emmiyet Müdürü, İçişleri Bakanı'nın "Müfettişler raporlarını hazırlamadan tek hareket yapmam" demesine rağmen niçin apar topar görevden aldılar?..
Çünkü tarikat bağlantıları yoktu. Eleştirileri önlemek için kurban edilmeleri kolay oldu.22 ihbar gelmesine rağmen, Hırant Dink'i korumaya almayan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah niye hâlâ yerinde? Neden şuç bir şube müdürüne transfer edilip, Cerrah temize çıkarıl-maya çalışılıyor? Çünkü Cerrah'ın arkasında Çarşamba Cemaati var. Cerrah'ı daha önce, Recep Tayyip Erdoğan Ankara'ya almaya karar vermişti. Hatta Cerrah odasını toplamıştı. Çarşamba Cemaati devreye girdi."Alma dediler."Alamadı. Cerrah, İsmailağa Camisi'nde yüzlerce kişi önünde gerçekleşen linç olayıma anında "Başını mermere vurup intihar etti" diyen Emniyet Müdürü. Çarşambanın tam bir kurtarılmış bölge olduğunu gidenler anlatıyor. Dink cinayetinde benzeri gafını Vali Güler temizledi. Başka ülkelerde olsa, Santoro ve Dink cinayetleri İçişleri Bakanı'nı istifaya zorlardı. Başbakan, Aksu'ya neden ilişemiyor?.. Çünkü Aksu'nun arkasında da Menzil tarikatı var... Ayrıca, meşhur tezkere olayında gördük Başbakana karşı direnen ve Aksu'nun arkasında yer alan 81 milletvekili... Erdoğan, Aksu'ya dokunamaz. Peki ya Ulaştırma Bakanı?.. Hızlı tren faciasında 39 kişi öldü. Oysa o rayla o hızı çekmeyeceği raporla
tesbit edilmişti. Ama Devlet Demir Yolları Genel Müdürü, hem Ulaştırma Bakanı halen görevde. Olan ölenlere oldu. Başbakan gereğini yapamadı, çünkü hem bakan, hem genel müdür tarikattan... Başbakan Maliye Bakanı'na da dokunamaz.. O da tarikatta.
Şimdi bunların tümü söylenti olabilir.. Ne var ki, eskiler "şüyu, vukuundan beterdir" demişler.."Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" demişler.Recep Tayyip Erdoğan ile hangi taşı kaldırsanız, altından bir "tarikat, cemaat" bağlantısı çıkıyor. Erdoğan'ın da bu söylentileri şid-detle yalanlayan sert bir eylem ve söylemi yok...
Amerika'nın Türkiye'yi bir ılımlı İslâm devleti yapmak için 80'li yıllardan beri ne planlar uyguladığını bilmeyen yok. Daha dün bu gazetede Mehmet Barlas, ABD'nin neden Recep Tayyip Erdoğan'a ve AKP'yi desteklediğni açıkladı. Çünkü AKP, demokrat ve küresel parti. Böylesi Türkiye fevkalade işlerine geliyor. Bu ülkede üniter, ulusal cumhuriyet değil, ümmetçi vr küresel devlet istiyorlar.Öyle olunca da, tarikatların önü alabildiğine açılıyor.
Şimdi sorum şu?..
Adı tarikatlara bu kadar iç içe anılan biri, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olabilir mi?
Efendim, başbakan olmadı mı?.. Cumhurbaşkanı da olur.
Kâğıt üzerinde öyle... Ama bu iki makamın anlamı çok değişik. Başbakan yürütmenin, yani hükümetin başıdır.Anayasa gereği Başkomutan da olan Cumhurbaşkanı ise, Türkiye Cumhuriyeti'nin simgesi...Hükümetler gelir geçer. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kalıcıdır. Ebedi Türkiye Cumhuriyeti, laik, ulusal ve üniter bir devlettir, öyle kalacaktır. Ümmet Cemahiriyesi olamaz..
Recep Tayyip Erdoğan, ANAP ve DYP gibi, AKP'nin de çökmesi pahasına Cumhurbaşkanlığı-nı kafaya koymuş. AKP'nin gelecek seçimleri kazansa bile, bir daha böylesi keyifli yönetime izin verecek bir çoğunluğa sahip olmayacağını, koalisyonlara mecbur kalacağını biliyor. Bu yüzden kendisini kurtarıp, Köşk'e atmayı düşünüyor."Benden sonra tufan".." diyerek.Bu onun tercihi... Vatandaş olarak hakkı da...
Ama aday olmadan önce tüm bu "Tarikat" söylentileri ile hiçbir ilişkisinin olmadığına ulusu inandırmak zorunda. Eylemleri ve söylemleri ile...
Bu iş "Devlet kesesinden" duvar ilanı hazırlatıp "Kurban olam ayına yıldızına" demekle olmuyor. Bu yazının altındaki imza ise; Hıncal Uluç!

Ç o c u k k o r o s u n d a n i l a h i l e r!.
Tokat'ta, Milli Gençlik dergisince düzenlenen "Hicret Gecesi"nde yaşları 5 ile 13 arasındaki çocukların oluşturduğu koro ilahiler okudu. Tokat Öğretmenevi toplantı salununda önceki akşam düzenlenen geceye yaklaşık 100 (yüz) kişi katıldı Hz.Mukammed'in hicret etmesini anlatan slayt gösterisi sonrası sahneye çocuklar çıktı. Yaşları 5 ile 13 arasındaki 20 çocuktan oluşan "Gençlik Grubu" ilahi konseri sundu. Daha sonra yine çocuklar Kuranıkerim okudu. Gecede bir konuşma yapan derginin Tokat Şube Başkanı Mustafa Kılıç, "Bundan 1428 yıl evvel insanlık tarihine damgasını vuracak bir olay gerçekleşti. Hicret, Hicret, İslâm toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur."dedi... 27 Ocak 2007... Milliyet Gazetesi

Ç o c u k l a r a 'örgüt' e ğ i t i m i..
Tarih 18 Mart 2007... Konya polisinin "şifre" adıyla 29 Ocak 2007'de başlattığı ve 39 kişinin tutuklandığı operasyonda Konya'da üç ayrı örgüt evi saptanmıştı. Evlerden birinde 4-9 yaş arasındaki çocuklara "hafızlık" eğitimi verildiği, diğerinde 9 yaşından büyük çocuklara dini ve örgütsel eğitim verilen "medrese" olarak kullanıldığı, üçüncü evde örgüt içi eğitimler yapıldığı saptanmıştı. Altından El Kaide çıkmıştır. Yaşları 4- 9 arasında değişen çocukların her sabah okuduğu ant şöyle:
Andımız. Müslümanım, çalışkanım, sabırlıyım, kararlıyım. Yasam. Kuran'ı anlatmak, ahdimde durmak, yaratılanı sevmek.Bir Müslüman olarak varlığım davama, insanlığa ve Allah yoluna armağan olsun. Ey rabbimiz, duamız şehitler gibi yaşamak ve şehit olmaktır.

Y A Ğ M A C I L A R K İ M ?..

Ocağınız batasıca ulan!
Saldırdınız aç kurtlar örneği Yurd'a...
Ne yapacaksınız bu denli parayı, pulu?
Ne yapacaksınız bu kadar tarlayı tokadı?
Yüzer yüzer...
biner biner... dönüm dönüm..
doğramışsınız çiftliği çubuğu dili dilim
pay etmşisiniz Anadolu'yu (mu).
Kimin canı neyi çekerse saldırıyor oraya.
Ağalar, beyler, paşalar...
şeyhler, şıhlar, politikacılar saldırıyor...
Paylaşıyorlar kutsal toprakları.
Bu topraklar babanızın malı mı ulan?
Sizler de bu Yurd'un insanlarısınız.
Ya geride kalanlar?...
Bu Yurd'un insanı değil mi?
Yediniz... bitirdiniz memleketi.
Siz eşkıya mısınız ulan?
Yeter artık...
ocağınız yana!..
Yeter artık...

"Tehlikenin farkında mısınız?"... Hayır!..
Ülkemizde; "İrtica tehlikesi vardır"... Hayır yoktur!
Çünkü: Tehlikenin farkındası ve vardır falan yoktur; Ülkemde dört dörtlük irtica vardır.
Biz bunu yaşıyoruz, yaşamımızın bir parçası haline getirilmiş ve dayatılmıştır... Varolan bir olgüya yoktur demek çelişki olur. Onun için;"Hayır" yoktur diye haykırıyoruz. Sunduklarımız kanıtıdır. Yolu da şeriattır. Biline!

Bir umudun somut söylemi:
Karanlıkta bir kibrit çöpünün ürettiği ışık insanın gözünü kamaştırır...
Bilimin aydınlığı elbet bir gün irticayı yok edecektir...
İrtica karanlığı devrim enerjisiyle aydınlanacaktır...
İnanın buna!!!
İnanın.

23 Nisan 2007 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Çiğli / İzmir