25 Mart 2016
Batı cephesinde değişen bir şey yok!

Son zamanlarda Türkiye'de görev yapmış ABD Büyükelçileri'ne bir haller oldu: "Türkiye'de insan haklarına saygısızlık yapılıyormuş, gazetecilere baskı uygulanıyormuşmuş..." Bir defa şunu ortaya koyalım ki; bu büyükelçilerin hepsi CIA tarafından özel eğitilmiş kişilerdir, acımasızdırlar, kendi halklarının bile insan hakları hukukuna saygıları yoktur:

Bugün ABD'de elli milyon insan lokanta artıkları ile beslenmekte, yetmiş milyon insan sokaklarda yatmakta, halkın yarısınınsa sağlık sigortası yoktur. Yöneticileri için, sadece ABD emperyalizminin çıkarları vardır ve bu çıkarlar için insan hakları bir engeldir -hatta demokrasiler çok "kötü" rejimlerdir.

Peki bu kişilerin her daim dillerinden düşürmedikleri "insan hakları"na düşkünlükleri(!) ve son zamanlardaki ısrarlı vurguları neden?.. Çünkü ülkemize yeni bir tuzak daha kuruluyor: Ukrayna ile işbirliğini, Kırım'ın istikrarsızlaştırılması için kullanacaklar ki, ülkemizle birlikte bunda şimdilik kısmen başarılı da oldular.

Öncelikle -zorunlu olarak- tarih bilgi ve bilinci eksik olan ilgilileri uyarayım: Ukrayna'nın tarih sahnesine çıkışları hep benzer süreçlerdedir; gerek Napolyon döneminde, gerekse Hitler döneminde yayılan saldırılara beraber direnmiş ve çok da ağır bedeller ödemişlerdir.

Şâyet bir gün Türk-Rus savaşı çıkarsa ve bu savaş NATO-Rusya savaşına dönüşürse, bilin ki Ukrayna Halkı'nın büyük bir bölümü, Rusya'nın yanında yer alır. Ayrıca, Rusya'dan Kırım'ı geri alabilmek için nükleer bir savaşı göze almak da gerekir ki, zaten o saatten sonra geriye, nefes alabilen bir dünya dahi kalmaz. ABD bunu bilmiyor mu, derseniz... Tabi ki biliyor! O halde amaçları ne?..

Rusya'yı Kırım üzerinden meşgul etmek için ülkemizi kullanıyorlar, bu kadar basit. Hatta "küçük birlikler oluşturmuşlar da Ruslara kötülük yapacaklarmışmış..." Bu arada Rusya da, Türkiye'nin bu işte rolü olduğunu ima etti bile...

SON SÖZ: Israrla uyarıyorum; bu büyük tuzağa düşmeyiniz. Nitekim Irak'ta, Libya'da insan haklarının, hukukun baş düşmanı olan ABD'nin; ülkemizdeki insan hakları, basın özgürlüğü gibi konulara "tutku" derecesindeki bağlılığının, bu ilkelere sahip çıkıyormuş gibi görünmesinin asıl nedeni böylece ve sanıyorum açıkça anlaşılmalıdır.

22 MART, DÜNYA SU GÜNÜ

Dünya çapında konusunda uzman bilim adamları, araştırmalarının sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmaya devam ediyorlar. Ancak şu âna kadar gelen haberler, hiç iç açıcı değil: Ortak görüş; önümüzdeki yıllarda Dünya'nın hızla küresel bir su krizine doğru sürüklendiği ve buna bağlı olarak da gıda krizinin tetikleneceği yönünde...

Ülkemizde de Dünya Su Günü çeşitli etkinliklerle anılsa da, gelen haberler çok kötü... Ben şimdilik, sadece göl ve sulak alan uzmanlarından Yrd. Doç. Dr. Erol Kesici'nin yorumu ile yetineceğim: "Türkiye 2025 yılında su sıkıntısı çekecek ve buna bağlı olarak açlık riski ile karşı karşıya kalacak." diyor; "2040 yılında ise, ülkemizin sahip olduğu rezervler sebebi ile Türkiye'ye karşı bölgesel bir savaş açılabilir." diye de ekliyor.

Geçmişteki bir yazımı iki de bir hatırlatmak istemiyorum, fakat gerçekleri de gözden kaçırmamak gerektiğine inanıyorum; Doğu ve Güneydoğumuzda başta İsrail, ABD ve Avrupa ajanlarının, bölücü Kürt hareketini ve açık terörü desteklemelerinin nedeni, Orta Doğu'yu kurtaracak kapasitedeki barajlarımızdır. Bu savaş, su savaşıdır!

AB ile imzalanan mülteci anlaşması

Ne yazık ki Türkiye için hiçbir önemi olmayan bu anlaşma, Avrupa Basını içinse ülkemize hakaretler yağdırıldığı ezici bir süreçti... Türk Milleti'nin onurunu, şerefini on paralık eden bu anlaşmada işin bir ağır tarafı da, tarihinin 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimizi kutladığımız güne denk gelmesiydi.

Emperyalizm, bir kere daha intikamını aldı; Çanakkale geçilemedi fakat, her geçen gün millî duruşumuzun ırzına geçiliyor. Utanç vesikası bu akıl almaz anlaşma da, tarihimize kapkara bir leke olarak geçecek.

"Milliyetçiliği ayaklar altına alanlar"dan(!) sebep olanların, şanlı tarihimizi ve aziz şehitlerimizi ağızlarına alamayacakları günler dileği ile...