Bugün dünyadaki gelişmeleri yazmak içimden gelmiyor bir türlü. Çünkü ülkem, kimliğim, Cumhuriyetim yanıyor cayır cayır. Burada bazı yabancı basının ekonomik kriz beklentilerinden söz etmiyorum. Kimliğimize ve büyük önderimiz M. Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve kuruluş iradesine saygı duyanlara TÜRK MİLLETİ denir sözüne yapılan saldırılardan söz ediyorum.
Avrupa Parlamentosu’nun kararı
Parlamentomuzda bulunan 4 partiden 3’ü AKP, CHP, MHP bu kararı yetersizde olsa kınadı. Peki ya HDP neden imza atmadı. Şimdi o partiyi desteklediği söylenen sözde solcu, sosyalist geçinenler, o partinin Türkiye bütünlüğünün bir partisi olamayacağını görmüyor musunuz daha? Avrupa Parlamentosunun kararına gelince; bu karardan 2 gün önce Akdeniz’de 400 kaçak diye ifade ettiğiniz çoğu Libyalı 400 kişi boğuldu, daha sonra da 41 kişi boğuldu. Daha 5 yıl önce o ülkenin petrollerini, bankalardaki paralarını, tüm zenginliklerini çaldınız. Ve onları yaşam savaşında çaresiz bıraktınız. Ve orduları halen Afrika’nın çeşitli ülkelerinde insan avında, hayvanların bile avlanmasının yasaklandığı Afrika’da, insan öldürmenin suç olmadığı, suç kabul edilmediği ülkelerin parlamentosu. Bunun adı en alçak yapılmış bir soykırım değil mi?
Siz Türk Milletini suçlayacağınıza, kendi tarihinizle hatta bugünün gerçekleri ile yüzleşseniz daha iyi olur. Ancak sizler yüzsüzsünüz nasıl yüzleşeceksiniz. Papa’ya gelince; onu ciddiye bile almıyorum. Boğazına kadar batağa saplanmış bir kurumun, ABD’nin stratejik hedeflerine hizmet ettiğini biliyoruz.
Tarihsel gerçekler
Birinci Dünya Savaşı yıllarında zorunlu göçe tabi tutulan Ermeniler ile Ermeni katliamı ve Rus işgali nedeniyle topraklarını terk etmek zorunda kalan Türk ve Müslümanların kayıpları mukayese edildiğinde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:
Ermenilerin kayıpları
Papaz Vahan Vardapet’e göre: 280 bin, Kara Schemsi’ye göre: 250 bin, Osmanlı Devleti arşiv belgelerine göre: 56 bin 610.
Türk ve Müslümanların kayıpları
Bruce Fein’e göre: 2 milyon 400 bin, Kara Schensi’e göre: 2 milyon, Justin McCarthy’e göre: 1 milyon 602 bin 132, Osmanlı devleti arşiv belgelerine göre: 1 milyon 913 bin 105.
Yukarıda belgeleriyle ortaya konulan bütün bu bilgiler sonucunda Birinci Dünya Savaşı yılları ve sonrasında zorunlu göç sırasında hayatını kaybeden Ermenilerden çok daha fazla sayıda Türk’ün ve Müslümanın savaş, göçler ve Ermeni katliamları nedeniyle hayatını kaybettiği ortaya çıkmaktadır. Ancak mağdur edebiyatı yapmakta oldukça başarılı olan Ermeniler Birinci Dünya Savaşı’ndaki kayıplarını her yıl artırmakta, Ermeni iddiaları konusunda parlamentolarında karar alan ülkeler de Ermeni rakamlarını esas almaktadır. (Talât Paşa Komitesi’nin yayınladığı kitaptan alıntı)
Orhan Özkaya’nın (Eski Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcısı) uyarılarına dikkat edelim;
Ermeniler mülkiyet davası açabilirler mi?
Avrupa Parlamentosu tarafından verilen son kararla, Ermeniler tarafından mülkiyet davaları açılması için girişimler beklenebilir. “Soykırım” aleyhine verilen AİHM’e ait kesin kararları tanımamak için her türlü bahane ve yasa tanımazlık yoluna başvurulacaktır. Siyasi kararları hukukun önüne çıkarmak, Batı’nın sürekli uyguladığı tavır... Bir anlamda ezilen halklara emperyalistlerin zulmü olarak tarihin sayfalarında derin izlerle belirtilmekte. Son olarak, BMGK’nin onayı olmadan Suudi yönetimin Yemen’e saldırmasına seyirci kalması, kendi kurallarını dahi tanımadığını gösteriyor.
AKP iktidarı tarafından binlerce “Torba Yasa” çıkartılarak, padişahlık dönemine ait tapuların hukuki statü kazandırılarak dava konusu yapılması yolu açılarak, bu gibi davaların mahkemelere taşınması sağlanmıştır. İncirlik Hava Üssü’ne ait tapunun sahibi olduğunu iddia eden Ermeni vatandaşla, Diyarbakır Hava Alanına ait yine bir Ermeni vatandaşın açtığı davalar emsal teşkil edebilir. Urla Uzunada’yla ilgili İngiliz vatandaşları, Anhony Edvards oğlu Edvard ve Olivia Jons’un, Deniz Kuvvetlerinin Üssü statüsündeki araziyi, kendilere ait olduğunu iddia ederek, 1896 tarihli İzmir-Urla ilçesine ait tapu kaydına dayanarak, 2004 yılından bu yana Urla Asliye Hukuk Mahkemesi’nde sürdürdükleri davalar hep bu torba yasalar nedeniyle geçerlilik kazandırılmaya dayanan uygulamalardır.
Zaman aşımı ve Hazine mülkiyeti yok sayılıyor
Bu gibi arazilerden Kadastro’nun yasalara dayanarak yaptığı mülkiyet çalışmaları ve Maliye Hazinesi adına tapu verilmiş olması, “Zaman Aşımı” hukuki kavramları hiçe sayılarak AB dayatmaları bahane edilerek, “Hukuki Kapütilasyon” niteliğindeki teslimiyetlere yol açılıyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, Loizidou isimli bir Rum vatandaşı, AİHM’de lehine sonuçlanarak tazminat ödenmesine neden olmuştu. Başka bir yakın örnekte; Fener Patriği Maksimos Vapurci ile ilgili yerel mahkemenin kararının Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından da onanarak yürürlüğe girmesi. Tabi arkasından binlerce, on binlerce davayı da kapsamına alması söz konusu olacaktır. Yargıtay ne zaman aşımı ne de Kadastro tarafından Hazine adına tapu verilmesine önem vermekte; sadece siyasi konjonktüre göre eğilim göstermekte...
AKP iktidarı tarafından 2003 yılında çıkartılan, önce 4916 sayı ile sonra yeterli bulun mayınca sayısı halkımız tarafından tespiti mümkün olmayan yasalarla, torba yasalarla duvara dayandık. “Yabancılara Gayrimenkul Satışı”na ilişkin yasanın, ülkemiz için ne gibi felaketler getireceğini düşünmek bile insanı dehşete düşürmeye yetiyor. Ülkenin topraklarının mülkiyeti yabancılara teslim edilmekte ve sırada Ayasofya ve diğer dini alanlar bekliyor. Şimdilik İstanbul, İzmir, Van, Kars, Ardahan gibi kentleri talep etmemelerini teselli mi saymalıyız acaba? Ancak halkımız, bütün bu olumsuz gidişe karşın ayağa kalkmış, kendi yazgısını eline almış durumda. Ülkenin her karışında mücadeleyi yükselterek direniyor. Kurtuluşun, 7 Haziran sandık engeline rağmen, ufka taşıyacağı “Atatürkçü Devrim” le aşılacağını gösterecektir.
|