Saygın inşaat Mühendisi M. Osman Akbaşak'ın “Şafak Baskını” adlı yapıtını okuyorum. Yolcu ettiğimiz İzmir Kitap Fuarı'nın kitaba yönelik coşkusu içinde imzalayıp sevgisiyle birlikte verdiği bu iki kitap; özellikle Kurtuluş Savaşı konusuyla yoğunluk taşıdığı için çok ilginçti.
Kitabın adını verdiği baskın daha da ilginç, Tarihimizde en acımasız bir dönemin öyküsü, 16 Mart 1920 Darüleytam İngiliz Baskını, aynı gün Şehzadebaşı Karakol Baskını, Recep'in evinin baskını ve Darüleytam Muallimlerinin tutsaklığı. Nokta atışı diye bir deyim vardır, bütün konuyu bir noktaya toplamak. Roman tekniğinin gerektirdiği özellikler içinde süren bir anlatım. Yapıtın kapağında bir alıntı var: "Milli Mücadele tarihinde, bugün Anadolu yakasında sıralanan iskelelerin ve özellikle Beykoz'un şeref hissesi çok büyüktür, (Hüsamettin Ertürk)
Kurtuluş savaşı 16 Mart 1919 da başlar 9 Eylül 1922'de biter 3 yıl 3 ay 23 gün. Bu süre içinde en yoğun, gizli, tehlikeli dönem 16 Mart - 16 Temmuz, 153 günlük bir süre. 4 ay nedir ki. Ama o kadar yoğun olaylar zinciri ile büyük sorunlar, sorumluluklar içinde geçen bir dönem ki bunu belgeleriyle anlatmak; anlatı ırmağının coşkusu, dingin akışı içinde kurtuluş tarihimizin bir küçük dipnotunu olayların yoğunluğu, sorumluluğuyla gerçek yönünü sunuyor okuyucuya. Ancak bir tarih kitabının kuruluğu içinde değil, bir roman kavramının tatlı anlatımı içinde.
Günümüz yaşamı içindeki günlük politik sorunlar dışında huzur içinde yaşayan günümüz gençliğinden o geçmişin ağrılarını acılarını görmeyenler görmek istemeyenler, o günkü çekilenlerin acılarına duyumsayamayanlar “Ne olmuş ki?" diyenler, dudak bükenler… Böylesi geçmişimizi bize yanşatan yapıtları okumaları gerekir kendilerine gelebilmesi, yaşadığımız şu kargaşalı, karanlık dönemde, içinde bulunduğumuz şu ortamdaki BEDHAH yöneticilerin yaptıklarını görebilmeleri için tarihsel belgelerle bire bir örtüşerek, o günleri yaşayanların anılarıyla pekişmiş, yerli yabancı gazete, dergi, yapıt, belge, şema duyuru, makale ile bezenmiş zengin belgeli bir yapıt. Romanın geçtiği o günün İstanbul, Beykoz kıyılarının insan mozaiğini, psikolojik yapısını gerçekçi bir görüşle, sade bir anlatımla gözler önüne seriyor.
Kurtuluş Savaşı ile ilgili yüzlerce roman yazıldı, yazılıyor da. Bu yapıt o küçük kıyı kasabasının, Beykoz İskelesinin çevresinde geçen olayların yoğunluğunu bire bir işlemiş, Halkın özverisini, tehlikenin büyüklüğünü hisseden yaşlıların kaygılarını, gerçek bir biçimde dillendirmiş. Özellikle orada bir olay var ki uygar denilen bir toplumun oradaki Darüleytam denilen yetimler yani Öksüz Çocuklar Yurdu. Orasını topa tutacak kadar saygınlığı, insanlığını, duygularını, kişiliğini, değer yargılarını yitirmiş bir düşmen. Özellikle bu olayı, o günkü sorunları, Beykoz halkının psikolojik yapısını gerektiği biçimde, ilginç bir kurgu ile anlatmış,
Evet, Darüleytam yani yetimler, öksüzler; kapısı, okulu sığınağı ne derseniz deyin ama orasını İngilizler top atışına tutuyorlar buna da talim atışı diyorlar şakalaşarak… Buna da uygarlık deniyor, bu yaratıklar da uygar insan oluyor.
Roman tatlı betimlemelerle, kısa, düzgün tümcelerle sürüp gidiyor. Okuyanı sıkmayan sürükleyici bir tadı var. Daha önce sanki birçok roman yazmış usta bir kalem sanıyorsunuz. Oysa bu ilk denemesi olduğunu söylerken gözlerindeki parıltı geleceğe dönük çalışmalarının bir ışığı olarak görüyor kutluyorsunuz kendisini.
Yapıtı yazınsal, roman sanatı, yazı tekniği yönünden değil daha çok olayın önemi sorunun gerçek büyüklüğü karşısında duygusal yönüyle bu tarihi anlatıyı değerlendirmeye çalıştım. Çünkü roman bu tarihsel anlatımı, o günleri bire bir göz önüne serişiyle hak ediyor
Yapıtın “cuk oturmuş” deyimini hak eden iki belgeyi olduğu gibi almış. Bu iki belge o günün güçsüzlük, çaresizlik içinde kıvranan, insanları değil de kendi çıkarları yönünde kullanmaya yönelik iki belge. Birisi Dürrüzade’nin o us dışı saçma, baskı, korku sonu verilen fetvası… Buna Anadolu'nun verdiği gerçek yanıt. Ankara Müftüsü saygın Rufat Börekçi Hoca’nın verdiği yanıt bir gerçek tarihi belgedir. Yeri gelmişken yinelemekte yarar var, o günkü dini kullanma, insanları kullanma konusunun sakıncalarını gören Anadolu Kurtuluş Savaşının önderi, devletini kurduktan sonra ilk ele aldığı iş bu dini çıkarları için kullanma konusunu kendine özgü yöntemleriyle sonlandırmasıdır.
Ne yazık ki günümüzde devrim önderinin yokluğunu fırsat bilen BEDHAHLAR yine Dürrüzade’nin kafasıyla toplumu çağ dışı, bağnaz bir karanlığa doğru sürüklüyorlar.
Kurtuluş Savaşı ile Kuvayı Milliye kavramının o günlerini küçük ama yaşamsal önemde ilginç olan bu gerçek öyküyü, büyük bir ciddiyetle belgeleriyle ortaya seren yazar, konunun ikinci bölümü hazırlıklarının sürdüğünü müjdelemişti. Şafak Baskına o büyük kurtuluş savaşı içinde İstanbul’un küçük bir kıyı semtindeki faciaların, acımasızlıkların, saldırganların yaptıklarının fotoğrafları sanki canlı, acı, gerçek…
Yazılmalı böylesi gerçekler, unutulmamalı, unutturulmamalı.
Yazar M. Osman Akbaşak için başarı dileklerimi yineliyor saygılarımı sunuyorum.
Zeki Büyüktanır
1777 Sokak No: 1 Karşıyaka/İZMİR
Telefon 535.664 72 00 |