Şoför Ahmet'in Arabası

..............Karayollarında stajyerliğim sonrasında ilk şantiyem Afyon – Kütahya yolu idi. Bir müddet Afyon’da Karayolları Şube misafirhanesinde kaldım. Hayatımın ilk karmakarışık duygularını yaşadığım yer oldu Afyon misafirhanesi. Çok gençtim, çok toydum. İstanbul’dan gelmiş saçı uzun, sarkık bıyıklı, kot takım giyen bir mühendis adayı idim. Ne kadar yadırgandığımı çok sonradan hissedebildim. Oysa ürkekliğimin, çekingenliğimin ardında nereden geldiğini bilmediğim, garip bir güvenim vardı. Uzun bir süre bu güvenle idare ettim. Dünyayı tanıdıkça boş güvenim azalıyor, biraz da olsa bir şeyler bilmenin getirdiği daha sağlam güven öne çıkıyordu. Biray öylesi, biraz böylesi yıllar sonra gerçekten kendimi bulana kadar hep idare edebildim.

..............Afyon’da kaldığım kısa süre sonrasında Kütahya yolu üzerinde Cumalı beldesi yakınlarında bulunan bakımevinde kalmaya başladım. Oda arkadaşlarımı sevmiştim. Mustafa U. formendi, Fahri Y. Laboratuar görevlisi, adını unuttuğum bir arkadaşım da topoğraf ekibindeydi. Oda arkadaşlarım benden beş altı yaş büyüktü, Konya’lıydılar, karayollarında belli bir deneyimleri vardı. Ben ise çok az şey biliyordum. O zamanlar Karayolları emanet usulde yol yapardı, şimdiki gibi her iş müteahhide verilmezdi. Topografı, laborantı, operatörü, yağcısı hepsi karayolları personeli idi. İş makinelerinin tamamı Karayollarınındı, taşeron ender olarak sanat yapılarını yapardı. Tabii bu durumda bol araç ve şoför vardı. Pikap dediğimiz kamyonetlerden birini Ahmet adında bir şoför kullanırdı, Ahmet Afyon’da kalır, sabah gelenleri getirir, bazı günler şantiyede kalırdı. Ben Mustafa ve Fahri ile iyi dost olmuştum. 1976 yılı çalkantılı yıllardı, siyasi saflar keskinleşmiş, tartışmalar zaman zaman acımasız hale gelir olmuştu. Doğal olarak Karayolları da bu çalkantıdan nasibini almış, çalışanlar guruplaşmaya başlamıştı. Mustafa ve Fahri sıkı solcuydular, tabii ben de biraz öyle. Her yere beraber gider, beraber iş yapar, iş sonrasında yine beraber olurduk. Zaten başka seçeneğimiz de yoktu.

..............Delikanlılığın verdiği hevesle araba kullanmaya özenirdim, oysa ortada araba falan yoktu. Ender olarak şubeden Ahmet’in pikabı gelirse ancak o zaman viteslerin ne işe yaradığını anlamaya çalışırdım. Ama Ahmet arabasının yanına pek kimseyi sokmazdı. Araç zaten ona zimmetliydi. Nasıl olduğunu hatırlayamıyorum, bazı günler pikabı Mustafa alırdı, araziye birlikte çıkardık. O günlerden bazılarında Mustafa’nın yardımı ile araba kullanmayı öğrenmeye başladım, ama çok az kullanıyordum ve ilerletmek için pek şansım yoktu. O günlerden birinde Mustafa arabayı bana verdi, kullanmaya başladım. Aslında fena gitmiyordum ama nasıl oldu anlamadım, birden yol bitti. Kendimi çalıların ve taşların arasında buldum, araba durmuyor her an daha bir hızlanıyordu. Artık kontrol edemiyordum, hoplamaktan kafamız tavana vurmaya başlamıştı, pikap bazen bir zıplıyor, galiba biraz da havalanıyor, sonra bir çatırtı ile tere iniyordu, daha doğrusu konuyordu. Neyse bir müddet sonra nasılsa pikap durdu, indik. Sağına soluna baktık, bir hasar yok gibiydi ama çok gürültülü çalışıyordu. Mustafa pikabın altına baktı, olanlar olmuştu. Egzoz borusu ezilmiş ve kopmuştu. Bu halde arabayı geriye götüremezdik. Mustafa bir süre düşündükten sonra pikabı müteahhit firmanın atölyesine götürdü, birilerine söyledi hemen arabayı kaldırdılar, boruyu söküp yerine yeni bir boru uydurdular. Ses kesilmişti, motor uslu uslu çalışıyordu. Mustafa pikabın altına bir daha girdi, egzoz borusunun kaynak yerine çamur sıvadı, iz kalmadı! Şantiyeye döndük, geç kaldığımız için kıyamet kopmuştu ama atlattık. Ahmet arabasını aldı ve gitti.

..............Birkaç gün sonra Ahmet yine geldi, baktım hiç ses yok. Tamam dedim bu işi atlattık, çünkü Ahmet Mustafa ve Fahri’yi pek tutmazdı, onlarla dolaştığım için sanırım ben de pek makbul değildim. Bir ara Ahmet atölyeye doğru gitti, derdi arabayı altlı üstlü yıkatmakmış, kendi de başına geçti, temizliğine başladı. Derken birden fırtına başladı, “benim egzozum kaynaksızdı, bunu kim yaptı.” Diye feryat koptu. İnsan bazen hatırlamak istemediği şeyleri hafızasından silermiş. Ben de o anı ve sonrasını pek hatırlamıyorum. Sanırım az hasarla atlattık, ama bunda kontrol şefimiz Mustafa beyin payı vardı. Mustafa’yı, Fahri’yi ve beni çok sevmezdi ama zararını görmedim desem yeridir. Benim onların tuzağına düştüğümü sanır ve sık sık uyarırdı. Bir kez para kazanmanın hevesi ile diz kapağıma kadar çıkan bağcıklı, deri bir çizme almıştım. Bir gün beni yanına çağırdı, o çizmeleri bana müteahhidin almış olduğunu düşündüğünü söylemişti. Gururum kırılmıştı, incinmiştim. Acemi ve genç bir eleman olmama rağmen ciddi şekilde terslenmiştim ve tartışmıştık. Sonraki günlerde bir gün esnek bir dille yanlış düşündüğünü söylemiş ve belli belirsiz özür dilemişti. Ama pikabın egzozu olayında beni koruduğuna eminim. Her neredeysen sağ olasın Mustafa bey.


Katkım olan kitaplar sayfası