| “Petra’nın Kollarında” adını ilk  kez Kıbrıs’ta değerli dost Ayşe Tural’dan duydum. Petra’yı önce birden  anımsayamadım, “insan ismi her halde” diye düşündüm. Yazarı Erhan Doğan’la  konuştuğumuzda “Ayşe Hanım Petra’ya gitmiş, çok ilgisini çekmiş” deyince her  şey yerli yerine oturdu. Bir yerlerde okumuştum, Ürdün’deki antik kentin adını.  Bilinen dünyanın yedi  harikası yerine alternatif harikalardan biriydi. O kadar  biliyordum, çok fazla incelememiştim. “Bu romanı mutlaka okumalıyım” dedim.  “Arkeolojiye bunca düşkünsem, bu kenti de yakından tanımalıyım” diyerek  sayfaları çevirmeye başladım. 
 Kendimi bir anda Göksenin  kaptanın kullandığı uçağın kokpitinde buldum. Hep merak ederdim, “Uçaklar  havalanırken, havadayken, inerken neler konuşulur” diye. Güzel bir başlangıç  oldu, gerçi konuşmalar biraz uzun, ayrıntılı ve teknikti ancak hiç rahatsız  etmedi. Edebiyatın bilgilendirici bölümünün tam da içindeydim.
  
 Yolculuk devam ederken satırların  arasında karekod (Erhan Doğan’ın deyişiyle “Gizyazı”) çıktı karşıma. Kitabı alırken  söz etmişti, telefonuma yüklü olan karekod okuma programına okuttum. Ben de  göklerdeydim Göksenin kaptanla birlikte. Daha sonra sıklıkla çıktı karşıma,  yol boyu onların gördüklerini ben de gördüm. Romanın içindeydim ve çok  keyifliydi. Bu özelliği ilk duyduğumda “Acaba okuma akışını bozar mı?”  demiştim, elbette okuma hızını kesiyor ama fotoğrafı veya videoyu izledikten  sonra daha hevesle okumaya devam ediyordum her seferinde.
 
 Yolculuğumuz Mekke kentine  doğruydu, Türkiye’nin sayılı varlıklı ama sağlığı sıkıntılı iş insanlarından  biri için yapılıyordu bu yolculuk. Göksenin kaptan ikinci pilot olmasına karşın  birinci pilot olan Engin Kaptandan daha çok yer görmüş, gezmiş izlenimini  veriyor. Yol boyunca görmeleri gereken yerleri anlatmaya koyuluyor, kiminin  üzerlerinden uçuyorlar, çok yüksekten de olma görüyorlar. Elbette gizyazılar  yardımıyla ben de görüyorum.
 
 Romanın konusuna çok girmeden  devam etmeye çalışayım. Mekke’de yapılması gerekenler yapılıyor, en kaliteli  otellerde kalınıyor. Dostluklar pekişiyor, yakınlıklar artıyor ve her sayfada  bilgilerimin arttığını duyumsuyorum. Her bir sayfa diğerini davet ediyor,  bırakmak çok zor ancak, elbette zorunlu molalar da gerekli. Kitap oldukça  heybetli 424 sayfa, bir seferde okunup bitmez ki. Ara verdiğimde ilk olarak  bilgisayarımın başına geçip, gördüğüm görselleri bir kez daha inceliyordum.
 
 Göksenin kaptanın kışkırtması ile  dönüş yolunda Lut Gölü’ne ve Petra’ya uğranacak. Yazar bu aşamada konunun  akışının içine tarihsel bilgileri ustaca yerleştirmiş. Bu arada Göksenin  kaptanın romanın iki kahramanını canlandırdığını söylemeliyim. Uykuya geçtiği  saatlerde tarihi belli olmayan geçmiş zamanda Troyalı ozan oluyor, uyandığında  Göksenin kaptan. Özellikle tarihi belli olmayan dedim çünkü Troyalı ozanın  yaşamı bin yıldan uzun sürede geçen olayların içinde geçiyor. Rahatsız ediyor  mu? Hayır, sanki bin yılları bir anda yaşıyor gibi oldum. Sonuçta bu bir roman,  bilgi aktarırken bire bir zamana bağlı kalmayabiliyor.
 
 
  Dönüş yolculuğunu tamamen  okuyucuya bırakmak istiyorum. Anlatacağım bir satır bile yolculuğun büyüsünü  bozabilir. Okunmalı ve yaşanmalı diye düşünüyorum. Ben okudukça bilmediğim ne  kadar çok şeyin olduğunu fark ettim. Bu duygu beni üzmedi tam tersine yeni  bilgiler edindiğim için mutlu oldum. 
 Roman boyunca inançlar son derece  bilinçli bir şekilde sorgulanıyor. İncitmeden, kırmadan… Sadece düşünmeye  zorluyor okuru. Petra’nın önemli bir gizi de inanç sistemleri ile ilgili zaten.  Ayrıca zaman belli değilmiş gibi anlatılsa da yer yer ipuçları vererek  ülkemizin siyasi durumu ve karşılaşabileceği çok acı olaylar alınan haberlerle  uçuş ekibine, yolculara ve dolayısıyla okuyucuya aktarılıyor.
 
 Troyalı ozan, Göksenin kaptan  derken bana göre oldukça çarpıcı bir anlatımla romanın son bölümü geliyor. Bazı  kitaplarda olduğu gibi, bittikten sonra bir süre yerimden kalkmadan, “Ben neler  okudum” diye başından sonuna değin bir kez daha yaşadım. Gece yarısı olmasaydı  Erhan Doğan’ı hemen arayacaktım ama saat 01.25 olmuştu. Aramadım elbette,  “sabah konuşurum” diye yerimden kalktım, hemen uyumak istemedim. Kim bilir  belki ben de başka bir tarihe/ yere gidiveririm diye bir süre başka şeylerle  oyalandım.
 
 Erhan Doğan arkadaşımı yürekten  kutluyorum…
 11 Mayıs       2021 |