Olmadı, o kadar söz verdiğim halde yine bir an bile olsa önyargıma yenik düştüm, pişmanım.
Simge toplantılarımızdan birinde herkes şiirler, şarkılar paylaşırken ben o gün yaşadığım bir pişmanlığı paylaşmıştım.
“Metroya bindiğimde ‘oturacak yer bulur muyum?’ diye düşünüyordum, bir kişilik yer vardı, oturdum. Yerime yerleştim ya, gözlerim çevremde gezinmeye başladı. Tam karşımda bir genç vardı, genç dediysem, çocuk irisi. Elinde bir cep telefonu, belli ki oyun oynuyor ama öylesine kaptırmış ki kendini küçücük ekranın içine düşecek. Arada bir de gözlerini kaydırarak çevresine bakıyor, sonra tekrar gömülüyor ekrana. İşte o an pişmanlığımın başladığı andı. ‘Bu çocuk topluma ne katkı sağlayabilir ki?’ Bencillikti düşüncem ama engel olamadım işte. Az sonra trene bir ana kız bindi, kız özürlüydü besbelli, annesi elinden tutmuş, kız boş gözlerle tavana bakıyordu. Karşımdaki çocuk irisinin de ekrandan başını kaldırıp çevresine baktığı andı o an. Ana kızı gördü, telefonunu elinden bırakmadan sessizce yer verdi, kız oturdu. Onların durumunu gören yanındaki de anasına yer verdi. Ana kız oturdular, ana mutlu bir yüzle, kız yine boş bakışlarla. Çocuk irisi de ayakta bir koluyla direğe sarılmış, diğer eliyle oyununa devam ediyordu.
Yer yarılsaydı da içine girseydim, hangi hakla karar verdiysem, ‘toplumda ne işi var?’ dediğim çocuğun yüzüne bir daha bakamadım. Önyargım bana ağır bir oyun oynamıştı. Kendi kendime söz verdim, bir daha önyargım bana bir şeyler söylerse önce kırk sefer düşünecek sonra karar verecektim.
Sonra başka bir dost söz aldı, “Osman Bey, siz sadece kendi içinizde yaşamışsınız mahcubiyetinizi, karşınızdaki fark etmemiş bile, ya ben, bir insanın karşısında bu kadar mahcup olabileceğimi asla düşünmezdim” dedi ve kendi yaşanmışlığını paylaştı. Dostum altmış yaş üstünde, tanıdığım en beyefendi insanlardan biri, paylaştığı anı da yaklaşık kırk yılık.
“Okuldan yeni mezun olmuştum, bir otobüs yolculuğumda yanıma kasketli, köylü giysili bir amca oturdu. Benim elimde ingilizce kitaplar var, biraz birini okuyorum, biraz bir diğerini. Okulu İngilizce okumuşum ya kendi kendime gururlanıyorum. Derken amcanın gözü kitaplara takıldı, birini dikkatle incelemeye başladı, “Şu kitaba bir bakabilir miyim?” Dedi ve ben işte o az önce sizin içinizde yaşadığınız duyguları karşımdaki insana yansıttım, “Amca, sen anlamazsın, onlar ingilizce.” Bana hangi duygularla baktı hatırlayamıyorum ama verdiği yanıtı unutmam mümkün değil. “Evladım, ben Robert Kolej mezunuyum, emekli oldum, köyümde yaşıyorum. Epeydir ingilizce kitap geçmemişti elime, bakmak istemiştim.” Hâlâ hatırladıkça yüzüm kızarıyor, o gün bu gündür ben de sizin gibi söz verdim kendime “Önyargılarıma yenilmeyeceğim” dedim.
Bunca ders aldıktan sonra dedim ya, olmadı. Bir dost ablam bana bir kitabı ısrarla önerdiğinde hemen almalıyım diye düşündüm, sonra kitap listemi inceledim, evet, kitaplığımda vardı. İzmir Kitap Fuarının kargaşa günlerinde almış hem de tanıdığım bir kişi olan yazarı, “Dostlukla, Merhaba” diyerek imzalamıştı. İyi ki listemi kontrol etmişim. Hemen kitaplığımda kitabı buldum, baktım küçük boy, yüz kırk sayfalık bir kitap, yine o an geldi, “Umarım, yanlış bir kitaptan söz etmiyordur” dedim “Küçücük bir kitap, küçücük.”
İlk öykü güzeldi, “Yazılmamış mektuplar” son satırda ilk tokadı çarptı, Sonra “Gitme, düş ustası.” Hele “Çünkü öğretmen beni sizden ayırmadı” satırı ile birlikte çoktan utancım saçımın telinden ayak parmağına kadar bütün vücudumu kaplamıştı. Diğer satırlar artık uçuşup duruyordu gözlerimin önünde, bir satır daha “Geçmişin tek bir ‘dün’ sözcüğüyle özetlenebilirliği korkunç geliyor bana.” Ve daha onlarcası… Hani küçücük dedim ya, aklıma Dustin Hoffman geliverdi birden, “Küçük Dev Adam” filmi ve Dustin Hoffman.
Bir seferde bitirebilirdim, bitirmedim, okuduğum kadarını sindirmek, her öykünün sonunda düşünebilmek, bir lezzeti bir anda tüketmemek için ara vere vere okudum.
Teşekkürler değerli yazar arkadaşım, “Küçük dev kitabına” ve böyle bir dünyaya bizi ortak ettiğin için, teşekkürler değerli ablam, önerdiğin için. Umarım önyargımı bağışlarsınız, yine söz veriyorum, bir daha asla… Umarım…
M. Osman AKBAŞAK
13 Mart 2017