Veysel Gültaş

  BİR İNSAN/ BİR YAZAR/ BİR 'BARIŞ USTASI'/ M. Osman Akbaşak  

+






Anlat,
Çocukların katledildiğini,
Utansın zeytin dalı,
Barışa kessin yeryüzü.''


Roman, yakın yüzyıllarda Türk Edebiyatında batıdan ithal edilerek bir edebiyat türü olarak düşün dünyamıza girmiştir.

".Batı'da gelişmekte olan Burjuvazi, Feodaliteye karşı savaş açmış, toprağa bağlı serfleri (toprak kölelerini) derebeyliğin egemenliğinden kurtararak 'özgür bireyler' durumuna getirmiş, yani sanayi kuruluşlarında zorunlu olan emek gücünü eski serfleri 'işçi' durumuna getirerek ileri demokrasiye geçebilmeyi sağlamıştır." (Yüzyılın Yüz Türk Romanı/ Fethi Naci, İş Bankası Kültür Yayınları/ Önsöz'den.)

Sonuç olarak 'Roman', feodalitenin dayatmacı kültürünü terk ederek, batı aydınlanmasının dayattığı burjuva toplumunun temeli sayılan insanlığı, onu temsil eden 'birey'i anlatmıştır. Özgürlüğe giden yolun da birey'den geçtiğini, demokrasinin, insan hakları değerlerinin oluşabilmesi için de genelde kültürün ve onun geniş anlamdaki anlatıcılığını üstlenen edebiyat türü içindeki romanın toplumları daha ileriye taşıyan ütopyası, çağımızda artık daha iyi anlaşılmaktadır.

Osmanlının son yüzyıllardaki atalet ve geriye sayımı, bir şairin dörtlüğündeki (Lâ Edri) anlatımındaki gibidir ne yazık ki! "Şalvarı şaltağ Osmanlı/ Eğeri kaltağ Osmanlı/ Ekende yok biçende yok/ Ama yiyende ortağ Osmanlı." Masallarla uyutulan, geri kalmış bir kültürle avutulan, sözlü edebiyatla iğdiş edilmiş, zavallı bir toplum.

".Sözlü edebiyat okuma yazma bilmeyen halk içindir; 1928'de, Latin harfleri kabul edildiği zaman okuryazar oranının %5, en çok % 10 olduğu tahmin ediliyordu. (Aynı eser; Yüzyılın Yüz Türk Romanı, Fethi Naci, İş Bankası Yayınları, Sh. XIV)

"Bireyi yok sayan ve hayata göz yuman bir anlayış elbette ki, insanın çevresinde dönen bir sanat geleneğini, tek başına kuramazdı. Toplumsal değişimi hayata geçirebilmek için, bireyin değerlenmesi, değişmesi, duyarlı bir kimliğe bürünmesi gerekir. Modern roman bireyin üzerinde döner. Eski, geleneksel kültür bireyin özgürlüğüne değil, varlığına bile tahammül edemez." (Aynı eser)

'Sivil İtaatsizlik' ruhu gelişmemiş toplumlarda, demokrasi bilinci gelişmez, kul bilinci hâkim olur. Roman, bu bilinci aşılar, toplumların kendini daha ileri aşamaya taşıması için "Sivil İtaatsizlik" anlayışını insanın bilincine yerleştirir.

Dünya edebiyatında Victor Hugo'nun Sefiller, Stendhal'ın Kızıl ve Kara, Emile Zola'nın İtiraf Ediyorum, Tolstoy'un Savaş ve Barış'ı, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı, Cervantes'in Don Kişot'u, toplumsal değişimdeki roman türünün nedenli etkin olduğunun kanıtları olsa gerek.

Bu anlamda özellikle şairler, romancılar toplumsal dönüşümün hayata geçmesinde yazdıklarıyla bu dönüşümün öncü süvarileri olmuştur her zaman.

Sevgili M. Osman Akbaşak'ın "Barış'ın Renkleri" adlı romanını bu pencereden bakarak okudum; okudukça çoğaldım, okudukça içimde büyüdü barış.

Kitabın arka kapak yazısında sevgili Okan Yüksel diyor ki; "M. Osman Akbaşak deyince John Steinbeck'in Kızıl Karıncalarını anımsadım. Karınca türü kişiler vardır, bir toplumda, bir bütün içinde erimektense, bütüne soluk ve yürek vermeyi seçen bilen olmayı bir yaşam biçimi olarak seçerler."

Her romanın görünen kahramanı yazarın kendisidir. Bir de görünmeyen, yapıt içindeki gizli kahramanı vardır.

Bu yazı; işte o görünmeyen kahramanımız Ümit Yaşar Işıkhan'ın kitabın ruhuyla bütünleşen sözleri ile bitsin diyorum.

Yapıtın yazarı; sevgili M. Osman Akbaşak'ı, bizleri çoğaltan değerli romanı ile birlikte kucaklayarak.
Sevgi ve saygı ile.

***
".Aylar geçtikçe üniversite yaşamına alışıyordu. Yine sıradan bir günde, kafede, öğleden sonraki dersleri beklerken, dört arkadaş bir masanın etrafında günlük konulardan söz ediyorlardı. Bir ara Selim saatine baktı, "Haydi Esra, ancak yetişiriz!" deyince, "Nereye, derse girmeyecek misiniz?" diye sordu. Sibel.

"Yok," diye yanıtladı Selim, toplanırken, "Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Derneği'nin bir etkinliği var, oraya gideceğiz."

"Kaç zamandır sözünü edip duruyorsun bu derneğin. İsminden bir şeyler çıkartıyorum ancak tam anlamış değilim, biraz anlatsan?"

Yeniden saatine baktı Selim, "Tamam," dedi, "on-on beş dakika daha kalabilirim. Aslında ben de bu konuya ilgini çekmek istiyordum. Seni tanımaya başladığım günden bu yana, neden uzak kaldığını sorguluyordum kendi kendime. Gerçi bu konuda ben hatalıyım, çoktan seni bilgilendirmiş olmalıydım."

"Demek ki o gün, bugünmüş!" diye gülümsedi Sibel, dirseklerini masanın üzerine koyup ellerini çenesinin altında birleştirdi, dinlemeye başladı.

Selim de yaptığı işe saygı duyduğunu ortaya koyan bir ciddiyetle, arkasına yaslanıp anlatmaya başladı:
"Aktivizm, buna eylemcilik de diyebiliriz; genel tanımıyla toplumsal ya da politik bir konu üzerinde değişiklik yapmak üzere bilgili ve bilinçli olarak yapılan eylemlerdir. Yapılmak istenen şey, bir konuda değişik düşünceleri olan insanların, bir araya gelerek fikirlerini çeşitli etkinliklerle ifade etmesidir, diyebiliriz.

"Hemen aklına sokağa çıkmak, yürüyüşler yapmak ya da şiddete başvurmak gelmesin. Şu anda tamamını sayamayacağım öyle çok yolu vardır ki bunun, birkaç örnek verecek olursam; tepki vermek istediğin kuruma mektup yazabilirsin, varsa ürünlerini boykot edebilirsin ya da dünyada var olan savaşlara bir tepki olarak barışçıl yürüyüşler yapabilirsin.

"Günümüzde en çok rastlanan eylemler; çevreyle ilgili konular, mülteciler sorunu, dünyanın her yerinde, özellikle komşularımızda, son yıllarda artan iç savaşlarda yaşanan katliamlar. olabilir.

Örneğin Irak'ta, Suriye'de daha öncesinde Balkan ülkelerinde yaşanan savaşlar ve geride kalan acı olayları söyleyebilirim.

"Çevreyle ilgili konular dedim ya, daha belirgin bir örnek vereyim istersen; bilmiyorsun iklim değişiklikleri geleceğimizi etkileyecek önemli çevre sorunlarından biri. Bu sorunu, insanlık olarak biz hazırlıyoruz ve sustuğumuz için de her geçen gün büyüyor maalesef."

Sibel, "Aktivist olmak için bir şey yapmak gerekiyor mu?" diye sordu, heyecanla.

"Sadece duyarlı olmak yeterli değil; tepki gösterdiğin konularda ayrıca bilinçli de olman gerekir. Sorunun farkındaysan, buna dikkat çekmek için yapacağın her şey aktivist bir eylemdir. Örneğin gözünün önünde ağaçlar kesiliyorsa, ormanlar yakılıyorsa ve sen buna bir şekilde 'dur' demek istiyorsan, kendin gibi düşünen kişilerle bir araya gelerek imza, boykot ya da farklı eylemlerle doğanın bozulmasını engelleme çabası içine girebilirsin. Fakat çevreye ve insanlara zarar verecek şekilde davranmamak, önemli bir ayrıntıdır."

"Aslında benim de içinde olmak istediğim bir ortam, biz de gidelim mi Aykut?"
"Benim derse girmem gerekli, sen git istersen."
"Önemli bir ders mi?"
"Aynen."
"Aykut, gözünü seveyim, 'aynen' deme."
"Yine mi takıldın sözcüklere, 'aynen'in nesi var ki?"
"Beni geçiştiriyormuşsun gibi geliyor, 'Evet, önemli bir dersim var.' desen dilin mi aşınır?"
"İyi, tamam bir daha kullanmamaya çalışırım."
Gülümseyerek Aykut'a baktı Sibel, "Lütfen bana kızma canım, bu tür sözcüklerden nefret ediyorum."
"Başka kullanmamam gereken sözcük var mı, hanımefendi?"
"Evet çok var aslında ama bir de 'atıyorum' demesen çok sevinirim. Onun yerine daha somut sözcükler kullan. 'Tahmin ediyorum' de, 'sanırım' de ya da yaklaşık örnekler ver. Kısacası konuşmaya üşenme."
"Anlaşıldı efendim, o zaman günlük fırçamı yediysem ben derse yetişmeliyim."
"Aa, ben fırça mı attım, aşk olsun, hiç öyle bir şey yapar mıyım sana ben!" Selim'e dönerek devam etti: "Selim, ben de gelebilirim değil mi?"
"Elbette gelirsin, haydi kalkalım o zaman," diyerek kafeden çıkıp metro istasyonuna yürüdüler. Halkapınar'da aktarma yapıp Alsancak'ta indiklerinde Selim, "Çok az kaldı başlamasına, hızlı gidelim biraz!" dedi.

Adımlarını sıklaştırdılar, salona vardıklarında konuşmalar başlamak üzereydi. Selim hemen, konuşmacı olduğu anlaşılan kişiye yaklaştı:
"Merhaba Ümit Abi, yetiştik değil mi?"

Çok kibar görünümlü, zarif bir kişiydi "Ümit Abi" dediği, yüzüne çok yakışan bir gülümsemeyle yanıtladı Selim'i:
"Tam zamanında geldiniz. Sen de hoş geldin Esra." dedikten sonra yanlarındaki Sibel'i görünce, "Arkadaşınız mı?" diye sordu.
"Evet, Sibel konuşma konunuzu duyunca gelmek istedi."
"Çok sevindim, memnun oldum. Sanırım tanışmamıştık, değil mi Sibel?"
"Hayır, tanışmamıştık." yanıtını aldıktan sonra, çantasını açtı, bir kitap çıkardı. "Sevgili Sibel'e." diye imzalayıp verdi. Sibel, beklemediği yakınlıktan ve adına imzalanan kitaptan çok memnun olmuştu. "Ümit Abi"nin, "Hemen oturun, başlıyoruz." demesiyle, ilk buldukları koltuklara oturdular.

Selim, kulağına eğilip, "Ümit Yaşar Işıkhan, Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Derneği'nin kurucu başkanıdır." deyince ilgisi artan Sibel, kitabın kapağını açıp adına imzalanan yazıya bir daha baktı, sonra "sonsöz" başlıklı bölümünü hemen okumaya başladı.

"Ne Amerika'nın ne İngiltere'nin emekçisi ne de İsrail'in köylüsüne, o saf ve kirletilmemiş olduğuna inandığım insanlara karşı bir tavrım var. Bu ulusların, politik tarihsel tavırlarının yeryüzüne verdiği acılar ve insan ölümlerinin merkezi anlayışına karşıyım."

"İnsan sevgisinin tanrısal özdek olduğu bütün kutsal kitaplara rağmen, bunca kıyımın, vahşet ve insan ölümlerinin din adına yapılmasını, birey-toplum ekseninde ekonomik çıkar ve varoluşun ego boyutuna ulaşmış olmasını anlamakta güçlük çekmiyorum.

"Algılamak beni öfkeye yöneltiyorsa da biraz suskunluğumuzdur. Biraz da sevgisiz yaşadığındandır insanlığın ve kuşatılmış yalnızlığındandır korkusu."

"Yeryüzünde insanoğlunun bittiği an, ellerimizin ve sevginin olmadığı andır. Yüreğimize ulaşmayan ve dilsiz kaldığımız saniyeler, sonsuza kadar acılarla umutlarımıza sarılacaktır.

"Sonsuza kadar gitmeyecek zavallı bir yelkenli. Bilmeliyiz ki bir gün rüzgâr bitecek ve hepimiz aynı okyanusun ortasında kaldığımızda, birbirimizin elleri özlenecektir."

Sibel, okuduğu satırlardan çok etkilenmişti, Esra'ya dönüp "Harika bir giriş bu, bayıldım!" deyince, Esra gülümsedi: "Bir de konuşmayı dinle bakalım, nasıl bulacaksın?"

Ümit Yaşar Işıkhan, mikrofonu aldı, üfledi, birkaç kez tıkladı ve konuşmaya başladı. Önce Ortadoğu'da yaşananlara değindi.

Büyük bir ilgiyle dinliyordu Sibel. Özellikle bazı bölümlerde tam anlamıyla kulak kesiliyordu.
"Biz kimiz? Ölen kim?
"Öldüren kim?
"Senaryo kimin ve amaçları ne?
"Bu oyun yeni değildi. Kime hizmet ettiğini öğrenmek için yalnızca çevremize bakmamız ve görmemiz yeterliydi.
"Siz. Oyuncular, kardeşlerim. İster Türk olun, ister Kürt veya Ermeni. Ayrıca dininiz ne olursa olsun, hiç önemli olmadığınızı, yalnızca emperyal güçlerin şimdi ve geleceğe dönük plan-projeleri için birer araç hem de beş para etmez birer araç olduğunuzu biliyor musunuz?
"Global sermaye için, sizin kimliğinizin hiçbir önemi yok. Yaşamınız veya ölmeniz de çok umurlarında değil. Daha rahat idare edebilecekleri sömürebilecekleri, petrol ve diğer enerji kaynaklarının kendi çıkarları doğrultusunda akışı için siz ve sizin gibi toplumlar, ırklar ve dinler yalnızca birer araçtır.

.

"Ormanları yakan onlar, denizleri kirleten onlar, insanları kendi menfaatleri için kullanıp oradan oraya süren onlar, hayvanları yok eden onlar, özgürlüklerin ve adil, eşit bir hayatın düşmanı onlar, senin ömrünü biçen, yaşamını şekillendiren, aşklarına kadar rol biçen onlar. Ekmeğin küçüklüğü, suyun arta kalanı, gecenin karanlığını, sahtekârlığın ve satılmışlığın pelerinini ören ve üzerimize örten onlar. İnsan hakları havarisi maskeleri altında kurt, sana bakarken tilki, umutlarına yılan, gözünü açtığında aslan, sesini çıkardığında fil olup seni ve hayatını ezen, yok eden onlar!

"İşte kardeşim! Ey Türk, Kürt, Laz, Arap, Çerkez, Ermeni, Müslüman, Süryani, Ezidi, Sünni, Şii ve Ateist kardeşlerim. Siz bir oyunun senaryosunda yalnızca bir figüransınız. Ölen de öldüren de sizsiniz.
"Peki, niçin? Kimin için?
"Ah kardeşlerim" Hepiniz aynı oyunun dilsiz ve sağır figüranları olmaya devam ettikçe, yine sizler öleceksiniz. Ve yine sizler öldüreceksiniz. Ve kıvrılarak saman yatağınızda yakanıza yapışan öksüz çocukların elleriyle boğulacaksınız. Oysa bu dünya bir ev ve sizler bu evin değişik renklerdeki kardeşlerisiniz. Birer kiracısısınız yaslandığınız hayat ağacının. Güzelsiniz, güçlüsünüz. İyi ve şefkatli, ekmeği ve elmayı paylaşanlarsınız. Hurmayı ve zeytini cennetten çalanlarsınız. Elleriniz birbirine ulaştığında ve hep birlikte bu zalimlere karşı ayağa kalktığınız da ve 'Oyun bitti! dediğinizde gerçek anlamda hayat size cenneti açacaktır.

"Barış ancak savaş ortamı veya olasılığı varsa önem kazanmaktadır. Kardeşlik ise, aynı kaderi paylaşmanın bilincidir. Çağımızda özelikle mazlum halkların bu duyarlılıkla, gerçek düşmanlarını bilme ve kendi aralarında asgari ölçülerde sevgi ve hoşgörünün temel alındığı sınıfsal dayanışmalarla direnç oluşturmaları dışında seçeneği bulunmamaktadır.

"Bu aşamada; toplumların gerçek temsilcileri olan aydınların ve sanatçıların, halklarını aydınlatmak, birlik ve dayanışmanın ortak paydasında buluşarak barış ve kardeşliğe öncü olmak gibi tarihsel sorumlulukları vardır. Çünkü bütün dinlerin ve ırkların ortak paydası insandır. Barışın da gerçek kahramanı, kardeşliğin de ortak paydası burada saklanmaktadır. Barışı, sevgiyi ve kardeşliği aynı sofrada paylaşan insana merhaba."

Ardından başka bir konuya geçti:
"Savaş Sektörü ve Barış"
"Herkesin dilinde barış.
"Anadolu ayakta; aydını, öğrencisi ve bütün yoksul halk birleşmiş, koro halinde "barış" şiirini okuyor.
"Peki, bu koşullarda, emperyal güçlerin bütün aktörlere dağıttığı savaş baltalarının karşılıklı bileylendiği bir zaman diliminde barış olur mu?
"Gerçekçi olalım; bence olmaz!

.

"Hadi, biraz başka pencereden bakalım veya espri yapalım.
"Hepimizin bildiği gibi; savaş isteyenler, savaşı kışkırtanlar yıllardır para ve zaman harcayıp duruyor. Uzmanlar, provakatörler, basılı ve görsel medyaşörler, silah satıcıları, dış temsilciler, asparagos haber üretenler, el altından her iki tarafı da salak yerine koyanlar gırla.
"Bu koşullarda, barış yaparsak ayıp olmaz mı?..
"Kim olduğun, nereli ya da kaç yaşında olduğun hiç önemli değil; Yeter ki savaş sen; yeter ki değişik renklerden zavallılar öldürmesin birbirini.
"İşte böyle.
"Yine de emperyalizmin bütün senaryolarını çöpe atacak olanlar; yine de barış talebiyle direnen halklar olacaktır, Bu ülke bizim, bu halk bizim. Bütün ölenler biziz!

"Bu nedenle; Barış hemen şimdi!..."
Salonu dolduranlardan büyük bir alkış koptu."
(03.11.2020/ Karşıyaka)