Fehmi Salık

  Yeni yılda bir de "Barışın Renkleri"ne bakın  

"BARIŞIN RENKLERİ", M. Osman Akbaşak'ın son romanının adıdır. "son" dememe bakmayın öyle. Sağlığı iyi giderse onun, daha nice romanlar yazabileceğini rahat söyleyebilirim. Kitabın arka kapak yazısında Okan Yüksel, Osman Akbaşak için şunu söylüyor:
"Fotoğraf sanatından TV programlarına, yazın yaşamına kadar hayata dair ne varsa yaratan, paylaşan karıncalardan biridir o."

Ben de yine böyle bir "kitap tanıtımı paylaşımı"nda onu, "günümüzün Evliya Çelebi'si" diye tanımlamıştım. Öyle ya; yazdığı romanlar, bir kez okunup kapakları bir daha açılmayacaklardan değil Osman Akbaşak'ın; bugünü geleceğe taşıyan ölümsüz/kalıcı yapıtlardır.

İnsanın yazdıkları, bir bakıma kişiliğinin aynasıdır da. Anlaşılan o ki: Osman Akbaşak, iyi bir okuyucudur da aynı zamanda; "roman" denen yazın türünü, yeterince incelemiştir. Böylesi bir yargıya varışımın tek nedeni, onun imzalayıp bana armağan ettiği "Beykoz üçlemesi (Ağababa, Şafak Baskını, Güneşe Doğru) ile "Arkeopark İzmir'den Düş Yolculukları" adlı romanlarını okumamın sonucudur.

Alman şairi ve romancısı "Hermann Hesse", roman konusu hakkında şöyle diyor:
"Bir eser, dünya tarihinin en mükemmel konusunu alır, yine de değersiz olabilir; buna karşılık bir 'hiç'i işler, kaybolan bir toplu iğneyi ya da dibi tutmuş bir çorbayı işler de gerçek edebiyat eseri olur."

Osman Akbaşak; konuyu, bulunduğumuz zamana uygun seçmiş; onu akıcı bir dil ile bir gergef gibi işlemiştir.

Romanlar, "olan"dan daha çok, "olabilen"i yaşatan; iç zenginliği, hayal gücü, iç ve dış gözlem keskinliği taşıyan; sanatsal yönden güzelliğin doruğuna erişen yapıtlardır.

Osman Akbaşak, bu tanımlamadan payına düşeni, yeterince almıştır bana göre.

Eleştirmenler, roman ve romancı hakkında genel olarak şu tür yorumlarda bulunurlar:
"Roman, gücünü 'gerçeklik'ten almalı; yaşamı konu edinmeli; insan ruhunun gizemli yanını açığa vurmalı. Yani insanın içinde gizlenen 'insanı' bulup çıkarmak, göstermek, tanıtmak olmalıdır."

Bu alanda elbette yazarın bilgisi, görgüsü, duyguları; yazılan romanın özelliği üzerinde derin etkiler bırakır. Çünkü roman yaşamı, yaşamın akışını değiştiren olayları, ayrıntılarıyla öyküleştiren bir "yazın türü"dür. Yazar; hayal gücünü, bilgisini, ustalığını harmanlayıp önümüze sürer.

"Barışın Renkleri"nde Osman Akbaşak; bu ustalığı, gösterebilmiştir diye düşünüyorum; özellikle "dil" alanında onu çok başarılı buluyorum. Çünkü romanı "kalıcı" kılan ögelerin başında kuşkusuz dil gelir. Bu alanda büyük saygı duyduğum, yapıtlarından olabildiğince yararlandığım Prof. Dr. Doğan Aksan, dil için şöyle diyor:
"İnsanı öteki yaratıklardan ayıran, 'insan yapan' niteliklerden biri de onun sanat yönüdür. Söze dayanan bütün sanatların hammaddesi ve ürünü de dildir."

Osman Akbaşak, "Barışın Renkleri"nde abartılı/ağdalı bir dil kullanmaktansa sade, anlaşılır olanını yeğlemiştir.

"Barışın Renkleri"nde olay, bir "polisiye roman" gibi heyecan verici bir biçimde akıp gidiyor. Olayın bir numaralı kahramanı Sibel, Kıbrıs Barış Harekâtı'nda kaybolan dedesini bulmak için İzmir'den Kıbrıs'a uçuyor. Sibel'in amacı, çok yaşlı olan ve her gün oğlunu sayıklayan büyükbabasını rahatlatmaktır. Bunun içindir ki tıpkı bir dedektif gibi görev yüklenmiştir.

Kitabı özetlemeye girmeyeyim. Ancak şunu da söylemek zorundayım:
Ulusların birbirlerine olan düşmanlıkları, halkları arasında değil de onları yönetenlerin tutumları yüzünden gerçekleşiyor. Böylelerinin saltanatları sürsün diye gençlerin kanı, toprağı göletleştiriyor.

Kitabın 38. Sayfasında, arka kapağı yazan Okan Yüksel'in, "Son çiçeğin hikâyesi" başlığı altında bir anlatımı var ki insan okuyunca rüzgâr yiyen dut dalı gibi sallanıyor.

Okuduğunuzda hak vereceksiniz bana.

Osman Akbaşak, Kıbrıs Türk kesimini, İzmir kadar tanıyor; İzmir'in "kültür caddesi" diyebileceğimiz Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde gezdirir gibi hiç zorluk çekmeden Kıbrıs caddelerinde gezdiriyor bizi.

Helâl olsun sana Osman Akbaşak; bana "Evliya Çelebi" dedirttin senin için; Okan Yüksel'e de "John Steinbeck'in Kızıl Karıncalar'ını" anımsattın.