Bahri Karaduman  
              Hiç solmayacak renkler: Barışın Renkleri    
             
           Nitelikli ve verimli  çalışmalarıyla İzmir kültür ve sanat ortamında kalıcı yer edinen M. Osman  Akbaşak, Barışın Renkleri* adını verdiği son romanıyla adından yine saygıyla  söz ettiriyor. Bilinen, çok yapıta konu olan Kıbrıs'ı, Kıbrıs'ta 1970'li  yıllarda yaşananları yazar, romanında okurun karşısına farklı bir yaklaşımla  çıkarıyor. Savaşta kaybolan oğlunun acısını yaşayan bir baba ve dedesinin bu  acısını dindirmeyi amaçlayan torunu Sibel, okurun merakının hiç eksilmediği  heyecanlı Kıbrıs günleri, umut, hayal, umutsuzluk, hayal kırıklıkları ve  unutulmayacak bir final romanın ana izlekleri. 
             
            Çelişkilerle dolu karmaşık bir  sürecin romanını yazmış Akbaşak. Zoru başarmaya çalışmış ve ortaya sıra dışı  bir roman çıkmış. Yazar bu olgunun bilinciyle kapsamlı bir araştırma ve arşiv  taramasıyla gerçeğe yaklaşmayı, yaşananları, inandırıcı olmayı amaç edinmiş.  
             
            Yazınsal bir üründe kişiyi en çok  etkileyen öğenin ne olduğu zaman zaman tartışılır. İçerik mi, sağlam bir örgü  mü, dil mi, anlatım biçimi mi, yoksa başka bir öğe ya da öğeler mi? Bence bir  yapıtın kalıcılığını sağlayan tüm bunların birleşimidir. Bu birleşimde de ilk  sırayı dil ve anlatım alır. Yazarın dili iyi kullanması, anlatım ustalığı,  yapıtın ve o yapıtın yaratıcısının geleceğe kalmasını sağlar. M. Osman Akbaşak,  romanlarını akıcı Türkçesi, diyaloglardaki ustalığıyla canlı bir anlatım diline  ulaşmanın rahatlığıyla yazıyor. Bu rahatlık, kurgudaki ustalıkla birleşince  okuma saatleriniz sizi farklı dünyalara, olaylara götüren bir okuma şölenine  dönüşüyor.  
             
            Yazar romanın düşünsel  tasarımında kendi kişisel gözlemleri yanında Türk toplumunun özellikle son  yüzyılda yaşadığı siyasal olaylardan ve gelişen uluslararası ilişkilerden de  yararlanarak romanın yerelden evrensele evrilmesini sağlıyor. 
             
            Tiyatroda, öykü türünde, özelikle  de romanda konu bütünlüğünden uzaklaşmamak önem kazanır. Kimi zaman gereksiz  bir ayrıntıya yer vermek, o ayrıntıyı uzun uzun anlatmak o bütünlüğü zedeler.  M. Osman Akbaşak bu tuzağa düşmüyor. Ele alınan konu, merak öğesi, kişilerin  amaçlarına odaklanarak çözüme yönelik çabaları, okuru da romanın içine alıyor ve  yapıtın giderek heyecanla okunmasını sağlıyor. Romanın sonunda gelinen noktayı  bir yazgı olarak karşımıza çıkarmayıp politik tutarsızlıklardan kaynaklanan  kaçınılmaz insan gerçeği olarak ortaya koymasını ve daha da önemlisi romanda  toplumsal olayları bir izdüşüm olarak karşımıza çıkarmayıp, toplumsal olayların  insan psikolojisine ne denli büyük etkiler, aşılması çok zor engeller  bıraktığını ustalıkla yansıtmasını yazarın başarısı olarak görüyorum. Bu  olayların bireyin üzerindeki etkilerini derinlemesine irdelerken bireyselliğin  öne çıktığı kimi ilişkileri, tutumları inandırıcı bir saptamayla ele alıyor.  Duygusallığın güçlü etkisiyle sağduyusuz, akılcılıktan uzak davranışların eleştirisiyle  de bu bireysel yanılgıları, yanlış tutumları yargılıyor. 
             
            Yazarın iki toplumlu bir adada  hangi toplumsal kesimi daha yakından kavradığı tartışılabilir; ama benim  düşüncem Akbaşak'ın aynı mesafeden bakarak eşit yaklaştığı yönünde. Bunu gerçek  aydın yaklaşımı olarak görmek, yazarın insancıllığını belirtmek gerekiyor. Zor  yılları, iki toplumda da yaşanan büyük acıları, o günlerde yaşanıyormuş gibi  olanca sıcaklığıyla verebilmek, o atmosferi çok canlı çizgileriyle güne  taşıyabilmek yazarın büyük başarısı. 
             
            Aynı bölgede yaşayan insanlar  arasında yüzyıllar ötesinden gelen kültürel bağ, yadsınılmaz bir gerçektir. Bu  gerçeğin şemsiyesi altında bir araya gelebilmek pek çok konuyu sorun olarak  karşımıza çıkarmaz. Ne var ki bu bilince ulaşmak, bu bilinçle yaşama bakabilmek  çok zordur. Bu anlayışa ulaşabilmek; ötekileştirme, ayrıştırma gibi  çözümsüzlüğü ön plana çıkaran tutumlardan uzakta olmak,  o erdeme ulaşmak gerekir. Çözüm odaklı bir  anlayış insana yakışan bir yaklaşımdır. M. Osman Akbaşak, romanında bu tezi  savunuyor. Gelecek kuşaklara en güzel rengin barışın renklerinde gizlendiğini  belirtiyor. "O renkleri görebilenler, özellikle gençler, yarınları yaşanılası  bir dünyaya hazırlayacak barış elçileri olacaklar" savını, zihinlerden çok  yüreklere yazmak istiyor. Roman adları çoğu kez tartışılır ya da pek  beğenilmez. Barışın Renkleri adı, içeriğe de yazarın tezine de çok uygun  düşmüş. Bunu da belirtmenin yararlı olacağını düşünüyorum. 
             
            Yazarın barışa çağrısı, evrensel  değerlere çağrının da sesi olarak yorumlanmalıdır. Yapılan büyük yanlışları,  utanılacak olayları, yok saymamak; yürekleri sağırlaşmış insanlara önem  vermeden gerçekleri göstermek, o günleri yeniden düşünmek, insanlık adına  geleceği yaşanılacak bir dünyaya çevirebilmek, yıkımların önünü kesecek en  değerli eylem olacaktır. 
             
            Okur olarak bizlere düşen de  yazarın emeğine saygı duymak, bu tür nitelikli yapıtların çok okunmasını  sağlayarak, yazarı ve yapıtını gündeme taşımak olmalıdır.  
          bahrikaraduman@hotmail.com  |