Ahmet Günbaş
 

"Barışın Renkleri" arasında!..

Kıbrıslı şairlerden Faize Özdemirciler, "Ben çok sıkıldım Kıbrıs. Rumca küstüm, Türkçe kırıldım. " der Rumca Küstüm Türkçe Kırıldım (2007) adlı yapıtının sonunda!

Neredeyse uzun bir zaman dilimi süresince her türlü kırgınlıktan yorgun düşmüştür Kıbrıs halkları. Çünkü uzun bir süre kendi olmaktan, kuzeyiyle güneyiyle bir araya gelip kucaklaşmaktan, her türlü ırksal ve dinsel farklılıkların ötesinde barışı doya doya yaşamaktan yoksun bırakılmışlardır Afrodit'in çocukları.

Oysa o kadar zor değildir barışı kalıcı kılmak, durduk yerde ayrıştırıp çarpıştıran emperyalist politikaları tersyüz edip özgür ve bağımsız bir ada ülkesinin varlığını ele güne kabul ettirmek!..

Sanıldığı gibi herhangi bir 'çıbanbaşı' yoktur iki halk arasında. Gözü kapalı çizilmiş bir ateş hattından ibaret değildir adanın asıl görünümü. Denenmiş ve görülmüştür savaş davulları çalmadan önce. Her türlü farklılığı şenliğe dönüştürmüşlerdir geçmişte. Ne olduysa kara günlerde olmuştur; bir anda cehenneme dönmüştür o güzelim masumiyetleri. Sonrası kan ve gözyaşından ibaret travmatik bir yalnızlıktır.

M. Osman Akbaşak'ın kaleme aldığı Barışın Renkleri romanı da bizi bir zaman tünelinde gezdiriyor Kıbrıs'ın yakın tarihine ilişkin. Kitabın yangınlı kapağına aldırmayın sakın. Doğrudan barışa odaklanmıştır her sayfası, her satırı, her adımı, her soluğu.

Dört kuşağa dayanan ilişkiler çerçevesinde, en başta İzmir'de ömrünün son günlerini yaşayan Kore gazisi bir büyükbaba portresi karşılar bizi. Adı Mustafa Köklüçınar'dır. Sonrasında onu kâbuslara/ karabasanlara salan kayıp oğlu Kazım!.. Yani romanın asıl kahramanı Sibel'in, 1974 Kıbrıs Harekatı'nda kaybolan dedesi.

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi son sınıfında okuyan Sibel, ailesinin de onayını alarak, aynı fakültenin Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden arkadaşı Aykut'la birlikte Kıbrıs'a, kayıp dedeyi aramaya giderler. Orada, Kıbrıslı gazeteci dostları Aycan ile Nedim karşılar onları. Aynı günlerde iki Rum genç Despina ile Aleko da -yine Aycan ile Nedim'in davetlisi olarak- yola çıkmışlardır güneyden. Savaş sırasında kaybolan köylülerinin peşindedirler. Kayıp Şahıslar Komitesi'nin ilgilendiği yaklaşık 500 Türk ile 1.500'ü Rum'un kaybından söz edilir ki az uz bir sayı değildir bu.

Sibel, birkaç umutsuz arayıştan sonra kırsalda kurulu taş bir evde Kazım Dede'ye ulaşır. Bir müsademe sonucu ağır yaralanmış, ölümün eşiğinde yaşlı bir çiftin yardımıyla güçlükle sağlığına kavuşmuş; geçmişiyle bağı kopan bir yalnızlıkta, savaş ortasında çırpınan dilsiz bir Rum kadınla evlenmek zorunda kalmıştır. Yaşlı çiftin ölümünden sonra zamanla eşini de kaybeder. Bu arada Türkiye'de onun yolunun gözleyen eşi de fazla yaşamaz. Gerek eşinin hamileliğinden, gerekse Sibel'in varlığından haberi yoktur Kazım Dede'nin. Kayıtlardan da düşülmüştür üstelik.

Sibel sevinçle Türkiye'ye döner ve Aycan'ın yardımıyla görüntülü olarak dedesiyle büyükbabasını görüştürür. Düşle gerçek arası bu görüşmeyle sarsılan hasta büyükbaba son nefesini verir. Sanki ölmek için böyle bir muştuyu beklemektedir.

Romanın omurgasında savaş yıllarının muhasebesi yapılır sık sık. Aynı mekânlarda iki Rum arkadaş da katılırlar bu tartışmalara. Tüm sorun, savaşı kimin çıkardığı, asıl suçlunun kim olduğudur! Barış algısı kısır Aykut ile Despina, zaman zaman karşılıkla suçlamalarla ortamı gererler. Bu gerginlik ilişkilere de yansır. Hatta Aykut, Kazım Dede'yi arama sürecinde Sibel'i yalnız bırakır, sevincine ortak olmaz. Derken vaktiyle aşk parıltıları içeren arkadaşlıklarını bir anda sona erdirirler. Aynı şekilde Despina ile Aleko'nun arası açılır. Romanın sonuna doğru, Sibel ile Aleko'yu, aşk kokulu, 'barış' merkezli bir yakınlaşma içinde buluruz.

Barışın Renkleri, her yanıyla barış dersi niteliğindedir. Yaşayan kahramanlar da dâhil edilir bu derse. İzmir'de gerçekleşen 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerine bağlı kalarak Aktivist Sanatçılar Birliği Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan ile 68'liler Platformu ve İzmir'i Sevenler Platformu'ndan gazeteci Okan Yüksel ile namı diğer "İzmir Baba" Sancar Maruflu barış üstüne konuşurlar uzun uzun.

Romanın okuyup bitirdikten sonra kimi sesler kulağınızda yankılanır. Örneğin, savaş üstüne kopartılan sert tartışmaları nahif bir şekilde sonlandıran Nedim'in konuşması, en yalın şekilde barış gerçeğine getirir sözü:

"O zaman haydi biz de kavga edelim hatta savaşalım. Sonra da torunlarımız, bizim intikamımızı almak için onlar da birbirlerini öldürsünler. Şu anda bulunduğumuz ortamı düşünün; konuşuyoruz, anlaşmaya çalışıyoruz. Kimiz biz, neyiz, aynı anda aynı şeyleri düşünmediğimiz için mi düşmanız? Biz farklılıklarımızla Kıbrıs toplumunun bireyleri olmalıyız. Bir gün kahraman diyecekler diye birbirimizi kırıp duracak mıyız? Lütfen unutmayalım sahip olduğumuz en değerli şey şu anda içinde bulunduğumuz zaman. Biz de bunun kıymetini bilip ona göre davranmalıyız." (s: 111)

Adı üstünde Barışın Renkleri, farklılığımızın senfonisi gibi bir şeydir!

İnsanın asıl barışla anlam kazandığı, uygarlıkların ancak barışla serpilip geliştiği bilinen bir gerçektir elbet.

Bana göre toplumsal bir emeğin yansıdığı salkım salkım bir bağbozumu güzelliği var barışa tapınmada.
Barışın Renkleri'ni bize bir daha anımsattığı için M. Osman Akbaşak'a da teşekkür borçluyuz.

Şairler/yazarlar hiçbir ayrıntıyı unutmazlar, zaman zaman anımsatırlar. Tıpkı yine Kıbrıs doğumlu "Aşkın ve barışın şairi" Fikret Demirağ'ın anımsattığı gibi:

"Kardeşim barışı ne zaman yapacağız?"
Sahi, ne zaman yapacağız barışı?

Dünya ne zaman Barışın Renkleri'ne boyanacak?..

?Barışın Renkleri - M. Osman Akbaşak, Şehir Hatları Yayınları, 1. basım, Ağustos