Selçuk Oğuz

Destan Gibi

Başlığa bakıp üzerine yazacağımız AĞABABA (*) adlı kitabın böyle bir özellik taşıdığını ya da yazarın böyle bir amaç doğrultusunda kitabını yazdığı sanılmasın. Destan Gibi sözü kitaba bizim bir yakıştırmamız ama kitapla bir ilgisi yok! Bu söz, Ağababa'ya yönelik bir değerlendirme; Ağababa, aynı zamanda kitaba adını veren kahramandır. Kitabın destanla bir ilgisi yok ama Ağababa'nın yaşamı gerçekten bir destan. Biz de yazımıza bu yüzden Destan Gibi adını verdik.

AĞABABA, üstbaşlıkla MİLLİ MÜCADELE'DE BİRKÖY İMAMI ve altbaşlık CUMHURİYET'İN İMAMI olan bir roman, anı-roman, anı, yaşamöyküsü, anlatı, inceleme, araştırma... adı gibi, kitabı tanımlayacak olsak, en doğrusu, hepsi derdik. Nasıl bir kitap olduğunu tanımlamak çok gerekli mi? denirse, edebiyat tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin işi olduğunu, yerli yersiz bu tür konulara çok takılmamak gerektiğini belirterek, kitapla ilgili değerlendirmelerime geçiyorum.

Peki ama meraklı okur sormaz mı kitap türü açıklaması yapılmadan bir kitabı nasıl değerlendirebilirsin ki! Gerçekten bu kolay bir iş değil. Ancak yazacaklarımız okunduğunda meraklı okurun bize hak verileceği ve yazarın da nasıl zorlu bir işe soyunduğu daha iyi anlaşılacaktır sanıyorum. Çok uzatmadan ÖN SÖZ (Bizce "Önsöz" biçiminde bileşik yazılmalıydı.) yazısında yazar, kitaba yönelik bu tür kuşkulu sorulara açıklık getiriyor aslında. "yıl 1956 olmalı" diyor. "Ben de en çok 3-3,5 yaşlarındayım. (...) Aksakallı bir ihtiyar ninni söylüyor, ama bilinen bir ninni değil bu. Bir marş, yumuşak, akıcı, sevgi dolu, kulakları dolduran..." Sonra sözü edilen marşa yer veriliyor. Şöyle başlar: "Hürmet sana ey şan dolu sancağım" ve iki dörtlükten oluşan şiirin tamamı kitapta yer alır.

Sonrasını Önsöz'den özetleyelim. Yazar ortaokul öğrencisi ve bir kez daha karşılaşır sözü edilen marşla. Sonra yine yıllar geçer aradan. Sandıklar karıştırılırken eski yazıyla yazılmış iki defter bulunur. Bu iki defterin, ailede adı Ağababa, yazarın da dedesi Mükerrem Efendinin "anı defterleri" olduğu anlaşılır. AĞABABA kitabının, bu iki defterin Türkçe çevirilerine dayandığı söylenebilir.

Kitap adını Milli Mücadele'de Bir Köy İmamı AĞABABA Cumhuriyet'in İmamı olarak okursak, aslında adının bize çok şey söylediği görülebilir. Ama kitabı adıyla sınırlar, en azından dar anlamda alırsak, savunulan Cumhuriyet değerlerine haksızlık yapmış olurduk.

Yazarın neden Ağababa'nın yaşamını yazmak istediğini yine adından çıkarabilirdik, başka birçok konuyla birlikte ve kitabı okuduğumuzda Cumhuriyet devrimlerini, aydınlanma tarihini canlı tanıkların anlatımlarından daha iyi anlayacaktık. Tüm bunlar bir yana, yazar bir aile büyüğünün romanını yazarken, ailenin özel yaşamıyla ilgili olduğu kadar, ülke tarihine yönelik önemli bilgiler veriyor ama salt bir tarih romanı demekle de AĞABABA'ya haksızlık yapmış olurduk.

Görüleceği gibi kitabı hangi yönden ele alırsak alalım, kapsayıcı bir özellik taşıyor ama aynı oranda da kitap üzerine yazı yazılması zor oluyordu. Tüm bunları göz önünde tutarak AĞABABA için Destan Gibi demekte ne kadar haklı olduğumuz bir kez daha görülecektir.

Kitapla ilgili teknik bilgilerle görüşlerimizi somutlaştırmaya çalışalım. Yazar, düz bir anlatım tekniği kullanmış. Önce Akbaba köyü betimlemesi yapılır ve sonra köye gelen, köydeki birliğin yeni kumandanı Mülazım Cemal Beyle, daha sonra adı Ağababa olacak Mükerrem Efendinin konuşmalarına geçilir. Yıl Mayıs 1917.

Kitap iki bölümden oluşuyor: 1. BÖLÜM CUMHURİYET'E KADAR ve 2. BÖLÜM CUMHURİYET SONRASI.
1. Bölüm, ağırlıkla Kurtuluş Savaşı ve sonrasında yaşananları konu alıyor. Kitabın omurgası ama bunun ötesinde Kurtuluş Savaşı içinde Mükerrem Efendi ve arkadaşlarının direniş eylemleri; bu kapsamda bir anlatım ustalığı, ayrı bir kitap, belki bir roman biçiminde, yazılsaydı daha iyi mi olurdu? diye insan düşünmeden yapamıyor. Ağırlıkla roman ve tarihsel gerçek iç içedir ama tarihsel gerçeklik de roman tadında, kitaba yedirilmiş olarak verilir. Kitabın büyük bölümünü de -yaklaşık üçte ikisini- bu bölüm oluşuyor. Burada özellikle tarih bilgileriyle ilgili olarak, önemli oranda kitaba yedirilmiş, ancak kimilerini gereğinden uzun ve kitabın akışına engel olduğunu söylemek istiyoruz. Örneğin Mart 1920 İSTANBUL'UN İŞGALİ-NEREYE GİDİYORUZ- 1920 ÖZBEK TEKKESİNİ ZİYARET... Bu yazılar kuşkusuz önemli ve yaşananları tarihsel boyutta yansıtmakta; ancak daha kısa iyi olmaz mıydı? diye sormadan yapamıyoruz.

2. Bölüm, belirttiğimiz gibi Cumhuriyet Sonrası'nı konu alır ve Nisan 1926 tarihinde başlar, Ağababa'nın ölümüyle son bulur. Ancak yazar bir değerbilirlik göstermiş, Ağababa'nın eşi Hafize Hanımın ölümüne kadar olan süreci de kısaca anlatır. 2. Bölüm ağırlıkla Cumhuriyet devrimlerini ve siyasi çalkantıları konu alır. Bu arada İkinci Dünya Savaşı sürecinde Akbaba Köyü'nde yaşananlara biraz daha yakından bakılır. Ağırlıkla Cumhuriyet devrimlerine karşı yapılan saldırılara Akbaba Köyü üzerinden yanıt verildiğini belirtelim. Örneğin sıklıkla dillendirilen, Cumhuriyet'in kuruluşu döneminde camilerin kapatıldığı yalanına yönelik kitapta yazılanlar... Akbaba Köyü'ne gelen askerlerin komutanı: "Genelkurmayımız sizin caminin cephanelik olarak kullanılmasını kararlaştırdı." (S: 296) Sözleri karşısında Mükerrem Efendi ne diyeceğini bilemez önce, ancak sonra askerlerin her tür gereksinimlerinin karşılanmasında yardımcı olacaktır.

  Bu anlamda Mükerrem Efendinin kişiliğini göstermesi bakımından şu sözlerin ayrı bir yeri olsa gerek. İkinci Dünya Savaşı yılları, ekmeğin karneye bağlanmasından dolayı Karne Yılları diye de bilinen günlerde, Mükerrem Efendinin oğlu askerdir ve kendisine verilen ekmeğin artanını babasına vermek ister. Mükerrem Efendinin yanıtı şöyle olur: "Ben devletimin asker hakkı diye sana verdiği ekmeği yemem de yedirmem de. Sen yersen yersin, yiyemezsen doymayan bir başka askere verirsin. Ama asker hakkı benim boğazımdan geçmez." (S: 310-311)

Kitabın belirgin özelliklerinde biri, tarih verilerek bölümlenmesi "günlük" olduğunu düşündürüyordu. Günlük biçiminde ilerleyen kitapta zaman zaman Ağababa'nın not defterlerinden bölümler yer verilir. 1917'de manzara şudur; Çanakkale Savaşı'nın utkusu köye ulaşmış olsa da savaşın dumanları köy üzerinde tütmekte ve köylüler daha çok yitirdikleri canlarına ağlamaktadır. Üstelik Karadeniz'den gelen Rus Donanmasının gemileri köyü bombalamakta yani Akbaba köyü savaşın tam içindedir. Geçerken Mülazım Cemal Beyin Akbaba Köyü'ne gelişi, Mükerrem Efendiyle aralarında geçen konuşmalar, Ağababa'nın, dolaysıyla kitabın ruhu yönünden büyük önem taşımaktadır. Yazar, Kuvayı Milliye'ci Mülazım Cemal Beyi, bilinç taşıyan biri olarak kitaba alır, Bu ilk bölümdeki anlatımdan sonra Cemal Beyden ilerleyen bölümlerde, kurtuluştan sonra, söz edilecektir.

Mükerrem Efendi ya da ailedeki adıyla Ağababa kimdir, nasıl biridir? Her şeyden önce bu konuyu açıklığa kavuşturmamız gerekiyordu. Ağababa, Akbaba Köyü imam ve hatibidir. Mülazım Cemal Beyden çok etkilenmiş olmasına kaşın Mükerrem Efendi, bilinen din adamları benzemez. Yaşamla bağı olan, aydın kafalı yani Kuran'la cemaat arasına sıkışmış, yaşama kapalı hayat süren biri değildir. Belki de en önemlisi, dini-inancı kişisel çıkarlarına alet eden biri değil ve Aydın din adamı portresi çizilerek buradan, dini politikaya alet yapanlara bir yanıt verilmek istediği söylenebilir.

Devam edelim. Özellikle Sevr Anlaşması'nın ardından yaşananlar ve yakından tanık olduğu İstanbul'un işgali, işgallerin Akbaba Köyü'ne kadar gelmesi Mükerrem Efendiyi, işgallere karşı direnişe geçmeye yöneltir. Arayışları sonucunda Kuvayı Millîye savunma birlikleriyle bağlantı kurar ve artık Kurtuluş Savaşı direnişini, dini görevleri yanı sıra ikinci bir görev olarak görmeye başlar. Günümüz direnişçilerinin moda deyişiyle gündüz işte -camide, cemaate namaz kıldırır- gece direniştedir. Kanımızca kitabı ilgi çekici kılan özelliklerden birisi budur. Ancak şu da var; Mükerrem Efendinin, Kurtuluş Savaşı'nda cephe gerisinde "Kaçak silah ve asker ceketi yükleyen" kişilerden biri olması kadar, Cumhuriyet Devrimlerine yürekten inanan ve ömrünün sonuna kadar da savunan Aydın bir din adamı olmasından geliyordu. Mükerrem Efendi Cumhuriyet Devrimlerini, devrimlerle gelen laikliği, laik ve bilimsel eğitimi, yenilikleri en başlarda benimseyen kişilerden biri olacak; benimsemekle de kalmayacak, her ortamda Cumhuriyet değerlerini savunacaktır.

Ağababa'nın Cumhuriyet savunuculuğunu göstermesi bakımından şu satırlar iyi bir örnek. Latin harflerinin benimsenmesiyle yeni yazıya geçilir ve okuma yazma kursları açılır. Ağababa, eşini bu kurslara gönderirken şöyle diyecek: "Sen kendin için değil, Akbaba'nın kadınları için gideceksin. Önce sen gitmelisin ki köy hocasının karısı gidiyor, biz de gidebiliriz diyen diğer kadınlara cesaret gelsin. Engel olmaya kalkan erkekler olursa da biz örnek olalım, madem Gazi Paşa'mız istemiş bize de dediklerine uymak düşer." (S: 257)

Kitabın bu bölümleri, kimi zaman roman tadında okuru saran bir anlatımla, kimi zaman tarih kitaplarından bilgilerle Türkiye'nin yakın geçmişini ışık tutan olarak, romanla gerçeğin iç içe geçmiş biçimi diyebiliriz.

Şunu da belirtelim bu arada; Akbaba Köyü'nün öyle Anadolu'da bir köy olduğu sanılmasın. Bugün neredeyse İstanbul'un içi demek olan Beykoz'da bir köydür ama 1920'lerde Beykoz bile bir köy olmaktan öte geçmez. İşte bir yerde Akbaba - Beykoz'un yakın dönem tarihi AĞABABA kitabı. Bu yönüyle de Mükerrem Efendinin yaşamından anlatılanlar ki yer yer XIX. Yüzyıla inmekle birlikte ağırlıklı olarak yüzyıllık bir dönemi kapsamaktadır ve bu dönemde yaşananlara yazar, Ağababa'nın bıraktıklarıyla yakından tanıklık etmektedir.

Kurtuluş Savaşı sonrasında, direnişe katılanlara Beyaz Kurdeleli İstiklal Madalyası verilir.    Mükerrem Efendi de bu madalyayı alanlardandır. Yazar, Nazım Hikmet'in Kuvayı Milliye'sine gönderme yapar, hani biraz ironi de yok değildir. Nazım Hikmet Kuvayı Milliye Destanı'nda:

"Kavgadan önce Kartal'da bahçıvandık
Kavgadan sonra Kartal'da bahçıvandık!"

Yazar, Mehmet Yavrutürk'ten nazire dediği, şu alıntıyı yapar:
"Kavgadan önce Akbaba'da imamdık
Kavgadan sonra Akbaba'da imamdık" (S: 248)

 AĞABABA bir din adamının yaşamında Kurtuluş Savaşı ve kazanılan utkuyla birlikte gelen Cumhuriyet devrimleri öyküsü diyebiliriz. Cumhuriyetin ve devrimlerin savunucusudur, bu ayrı; ancak siyasi uygulamalara bir eleştiri de yok değildir. Örnek bir Anadolu insanının yaşamı, tıpkı bir Destan Gibi Ağababa.

Selçuk Oğuz