Yılmaz Karakoyunlu


Yılmaz Karakoyunlu, öğretmen bir anne ile avukat bir babanın oğlu olarak 1936’da İstanbul’da doğdu. Liseyi Diyarbakır’da okudu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdikten sonra (1960) bir bankada müfettiş yardımcısı olarak çalışmaya başladı. 1963’te müfettiş oldu ve üç yıl sonra Devlet Planlama Teşkilatı’na girdi. Lisansüstü öğrenimi için ABD’ye gönderildi (1969), doktorasını İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı. Sabancı Holding’de, Kanal D televizyonunda ve Tekstilbank’ta çalıştı. Daha sonra Anavatan Partisi’nden İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Tiyatro Yazarları Derneği üyesi olan Karakoyunlu, Sabah gazetesinde köşe yazıları da yazdı.

Cumhuriyet tarihinin siyasi ve toplumsal olaylarını ele alan romanlarıyla tanınan Karakoyunlu, ilk romanı Salkım Hanım'ın Taneleri’nde (1990, Yunus Nadi Roman Ödülü) İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki ticaret sermayesinin el değiştirmesini, bu süreçteki ahlaki ve kültürel yozlaşmayı ve Varlık Vergisi uygulamalarıyla güç duruma düşen azınlıkların dramını işliyordu. Üç Aliler Divanı’nda (1991, Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Tarihi Roman Ödülü) Atatürk’e yapılan İzmir suikastını ve Cumhuriyet'in kurucu kadrolarıyla İttihatçılar arasındaki hesaplaşmayı romanlaştırdı. Güz Sancısı’nda (1992, Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü) İstanbul’da 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları’nı ele aldı. Çiçekli Mumlar Sokağı’nda (2000) İşgal yıllarında İstanbul’a gelen Batumlu göçmenlerin Kurtuluş Savaşı’na katkılarını, 2004’te çıkan Yorgun Mayıs Kısrakları’nda ise Adnan Menderes, Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet gibi bellibaşlı kişiler çevresinde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından 1960’a kadar uzanan dönemi ele aldı. 2010’da çıkan Serçe Kuşun Sonbaharı’nda Şeyh Bedreddin ve çevresini döneminin tarihsel, dinsel ve toplumsal koşullarında işledi.

Ödülleri
1992 Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü (Güz Sancısı)
1991 Türkiye Yazarlar Birliği "En İyi Tarihi Roman" Ödülü (Üç Aliler Divanı)
1990 Yunus Nadi Roman Ödülü (Salkım Hanım'ın Taneleri)


Oyunları arasında Önce İnsan, Zirveden Sonra, Altın Huylu Doruklar, Romenos Diogenes, Ok ve Yay, Mavi Saplı Hayaller, Kuzguncuklu Fazilet sahnelendi.

Güz Sancısı romanı ve Zirveden Sonra oyunu ile Türk Yazarlar Birliğinin birincilik ödülünü aldı. Zirveden Sonra / Sokullu isimli oyunu 1991 yılında Türk Yazarlar Birliği "En İyi Oyun" ödülünü kazandı. Aynı Yıl Kültür Bakanlığı Tiyatro Ödülünü kazandı.

Salkım Hanımın Taneleri Romanı filme çekildi. 1998 Antalya Film Festivalinde 6 dalda birincilik ödülü aldı ve yılın en iyi sinema filmi seçildi. Filmin başrollerini oynayan Zuhal Olcay, Hülya Avşar, Kamran Usluer izleyicilerden çok büyük takdir topladılar.

1991 yılında yazılan Güz Sancısı Romanı, aynı isimle 2008 yılında filme çekildi. Baş rolü oynayan Beren Saat yılın en dikkat çeken sanatçısı oldu. Film 2009 yılı başında Yunanistan'ın Atina kentinde gala gecesi yapılarak seyircilere sunuldu. Bu gece münasebetiyle Güz Sancısı Yunancaya çevrilerek yeniden yayınlandı.

Yılmaz Karakoyunlu sevilen TV dizilerinde senaryo danışmanlığı görevini üstlenmiştir. Hatırla Sevgili, Elveda Rumeli, Karayılan, Her Şeye Rağmen dizileri Yılmaz Karakoyunlu'nun senaryo danışmanlığı ile gerçekleştirilmiştir. Çekime hazır senaryoları Kösem Sultan, Kızıl Kısrak, Karantinalı Despina, Beyaz Mahşer, Hakan (Abdülhamit)yayıma hazırlanmaktadır.

200 e yakın Türk Müziği şarkısı ve saz eserleri TRT Repertuvarındadır.


Mor Kaftanlı Selanik
Karakoyunlu Lozan'a ve Mübadele'ye bakıyor..

Yılmaz Karakoyunlu’nun yeni romanı Mor Kaftanlı Selanik, Cumhuriyet tarihinin en önemli tarihsel ve toplumsal dönemeçlerinden biri olan “Mübadele” konusunu ele alıyor

Karakoyunlu yeni romanında bu kez Lozan’da sürdürülen barış görüşmelerini ve bu görüşmelerin ardından Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan “Mübadele”yi anlatıyor. Romanın ana eksenlerinden biri, Lozan Barış Antlaşması. Görüşmeler sırasında İsmet Paşa ve Venizelos arasında yaşanan gerginlikler, iniş çıkışlar ve uzlaşmalar. Lozan’da alınan kararlar uyarınca Türkiye ile Yunanistan’ın toplumsal hafızalarına “Mübadele” adıyla yerleşen nüfus değişimi ise, romanın diğer bir eksenini oluşturuyor. Türk topraklarında İzmir, Mürefte, Şarköy’de; Yunan topraklarında ise Selanik, Hanya, Resmo’da yaşayan bir grup insanın yerlerinden yurtlarından edilerek, diğer ülkeye göçmeleri, tüm hüznüyle romana egemen oluyor.

Salkım Hanım’ın Taneleri romanı ile “Yunus Nadi Edebiyat Ödülü”ne layık görülen Karakoyunlu, önceki romanlarında olduğu gibi Mor Kaftanlı Selanik’te de kahramanlarını ve çevrelerini dönemin tarihsel, dinsel ve toplumsal koşullarını göz ardı etmeden tanıtıyor okuruna. İster asker olsunlar, ister devlet adamı, diplomat ya da belediye başkanı, tüm zayıflıkları ya da güçlü yanlarıyla, gerçek birer insan olarak resmediliyor kahramanlar. Büyük bir savaştan sonra ikiye ayrılmış ve toparlanmaya çalışan iki toplumun bireyleridir onlar. Eskiden kapı komşusu oldukları yeni düşmanlarıyla yeni bir hayat kuracaklardır. Tabii ki aşk da vardır bu hayatın içinde, kavgalar da, barış da, hüzün de… Karakoyunlu, bir film gibi akıcı ve cazip anlatıyor hikâyesini.
Kitaptan

Halil bütün dikkatiyle Hasan Hoca’yı dinliyordu. Söyledikleri etkiliydi ama teselli edecek hiçbir ifade yoktu. Hasan Hoca’nın bilerek bu konuyu uzak tutmasına bir anlam veremiyordu:
— Bizi nasıl karşılayacaklar, bir fikriniz var mı?

Doğrusu Hasan Hoca’nın bir fikri yoktu. Aksine içini kemiren endişeleri vardı. Ne olduğu bilinmeyen ve kestirilemeyen bir yığın endişesi vardı. Halil’in zihnindeyse iki yılan çöreklenmişti. Birincisi Sofia’nın hasreti, ikincisi annesinin sorunuydu. Annesi şöyle etraflıca konuşabilecek kadar Türkçe bilmiyordu. Gidecekleri yerde nasıl anlaşacaktı? Dilini bilmedikleri bir kentin içinde ayakta kalmaya nasıl dayanacaklar, nasıl çalışacaklardı? Hasan Hoca, Halil’in duygularının derinliğindeki sıkıntıyı kestirmişti. Onu teselli edecek birkaç şey söylemeyi gerekli gördü:
— İnsanın anayurdu doğduğu, büyüdüğü yerdir. Bahçesinde suladığın çiçekler, komşu eriklerini çaldığın heyecanlı sabırsızlık, hatta sıkıştığında ağaç dibine işediğin arsalar… Hepsinin vatan dediğin toprağın hayatına sinmiş değerleri vardır.

Halil, Hasan Hoca’nın konuşmasından cesaret aldı:
— Ürkmüyor musun?

— Buralara alışmaya bakın. Artık bizim için başka vatan yok… Havasını suyunu sevmen gerekmez. Çalış, ekmeğini çıkar; göreceksin, bu ıssız ve yabancı toprağın her yerinde, hatta her şeyinde bir hatıran olacak. İşte o zaman yeni bir anayurdun var demektir.

Halil, tesellisi zor bulunur bir derdin yükünü omuzlarından atacak olgunlukta değildi. Yorgo’nun sözleri kulaklarında çınlıyordu. Söyledikleri belki küfür kadar ağırdı ama bir gerçeğin payını da taşıyordu. Önce bir kahkaha patlatmış, sonra da zehrini kusmuştu:
“Doğmadığın, büyümediğin bir toprakta hiçsin demektir. Unutma, vatan denince aklına bu topraklar gelecek. Yalnız senin değil, yedi ceddinin ve üç dölünün ruhunda bir vatan özlemi kıvranacak…”

'Muktedirin dili sürçmez. Onlar sözlerini heybetle söyler...'
Cumhuriyet Kitap

Yılmaz Karakoyunlu'nun son romanı Mor Kaftanlı Selanik'ten bir cümle bu. Belki de kitabın söylediği birçok şey arasındaki önemli noktalardan birisi. Mor Kaftanlı Selanik, kapağında da belirtildiği üzere bir mübadele romanı. Yani romanlarının konularını hep tarihten, çoklukla yakın tarihten bir olay etrafında şekillendiren Yılmaz Karakoyunlu'nun tahmin edilebilir bir şekilde, alnının akıyla çıkacağı bir dönem. Ama bir o kadar da dikkat edilmesi gereken, kılı kırk yarmak gerektiren bir içeriğe sahip. Titizlik istiyor özetle. Sıkı bir çalışma ve gerçekten 'objektif' olabilmek için, hassas terazilerle tartmak gereken bir konu.

Sebebi ortada: 1923 Lozan Antlaşması'na ek protokol uyarınca Türkiye ile Yunanistan'ın kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutmasından söz ediyoruz. Yaklaşık iki milyon (sayıyla 2.000.000) insanın, yani yüzlerce ailenin, onlarca mahallenin, belki de kasabanın topyekûn bir taraftan diğerine geçmesinden söz ediyoruz. Kolay kolay altından kalkılamayacak bir 'insanlık' hikâyesinden söz ediyoruz yani.

HERKESİN DRAMI
Sondan söyleyeceğimizi baştan söyleyerek devam etmeli, Yılmaz Karakoyunlu etkileyici bir objektiflik örneği göstererek melodrama hatta trajediye girmeden bütün tabloyu gözümüzün önüne seriyor romanında. Haliyle, son yıllarda örneklerini gördüğümüz ve önümüzdeki günlerde çokça yeni örneğini görebileceğimiz 'mübadele romanları' içinde farklıbir yere sahip. Ne sadece Yunanistan'dan Anadolu'nun bir kasabasına yerleştirilen ailelerden ne de Anadolu'nun bir kasabasından Yunanistan'a giden ve orada Türk topraklarını gören bir adaya yerleşip hüzünle eski memleketini seyreden insanlardan söz ediyor. Karakoyunlu, her iki tarafın insanını da romanında anlatıyor tüm yaşadıklarıyla. Anadolu'daki Eleni de Resmo'daki Şerife de çıkıyor karşımıza. Hepsinin dramı da mutluluğu da etraflıca anlatılıyor.

Yılmaz Karakoyunlu'nun romanlarındaki önemli yapıtaşlarından birisidir aşk. Daha doğrusu, birçoklarının anlayacağı şekilde bir 'aşk romanı' olarak değil, aşk unsuru romanın önemli itici güçleri arasındadır. Salkım Hanım'ın Taneleri'nde de, Yorgun Mayıs Kısrakları'nda da, Perîze: Ezan Vakti Beethoven'da da, Serçe Kuşun Sonbaharı'nda da aşk vardır. Üstelik bu aşklar anlattığı dönemin/olayların tam ortasında yer alırlar. Bu sayede hem yaşanan olayların etkileyiciliğini daha yoğun bir şekilde gösterir Karakoyunlu, hem de netameli dönemlerde yaşanan aşklar sayesinde önemli karakterler yaratır. Mor Kaftanlı Selanik bu yönüyle de bir kenara ayrılması gereken bir roman. Zira Ortodoks Rumlar ile Müslüman Türkler arasında yaşanan aşklar veya gerçekleşen evlilikler, din ve ırk gibi ayrımları gözetmeyen aşkın altını çiziyor. Demek istediğim, dili sürçmeden karar alan muktedirlerin 'din' ve ırk meselelerini ortaya çıkarıp mübadele için gerekçe gösterdikleri farklılıkların, yıllarca bir arada yaşamış insanların arasında çok da önemi olmadığını gösteriyor. Haliyle çeşme başında, köy meydanında, deniz kenarında, ağaç gölgesinde yaşanan gizli kapaklı veya herkesçe bilinen aşkların varlığı, mübadelede yaşananları daha sağlam bir şekilde anlatmasını sağlıyor Karakoyunlu'nun.

Her bölüm içinde mekânsal sıçramalarla (herhangi bir bölümde Atina'da yaşanan bir olay anlatıldıktan sonra Ankara'da yaşanan bir konuşma, Lozan'da İnönü ile Venizelos'un tartışmaları anlatılarak...) mübadele sürecini tüm etki alanı içerisinde anlatmayı başarıyor Yılmaz Karakoyunlu. Derinlerde bir yerlerde 'aynı sıralarda bir başka yerde' cümlesini duyar gibi oluyorsunuz. Bir tarafta insanlar komşularıyla helalleşirken, diğer tarafta bürokratik tartışmalar yaşanıyor, bir başka tarafta subaylar tek tek kasabalara, köylere giderek durumu bildiriyor, bir diğer tarafta yaşanacak zorluklar tahmin ediliyor. Çok bilindik bir söz olacak ama roman boyunca farklı yerlerde karşımıza çıkan bütün tüfekler sırası geldiğinde patlıyor.

DENİZ YOLUYLA GİDENLER
Birçok mübadele romanında sadece karayoluyla gidenler / gitmeye çalışanlar anlatılmış ve gariptir deniz yoluyla göç etmek zorunda kalanlar ya unutulmuş ya da ihmal edilmiştir. Romanın önemli bölümlerinden biri olan 'Giresun Gemisi' belki de sadece bu yönüyle bile altı çizilmesi gereken bir niteliğe sahip. Yine birçok mübadele romanında Lozan'dan sonrası ele alınır. Yani iki ülke yöneticilerinin hangi şartlar altında mübadele fikrini kabul ettikleri, neden böyle bir harekete kalkıştıkları ve mübadele öncesinde, sırasında ve sonrasında neler düşünüp yaptıklarını ele alan bir anlatıma kolay kolay rastlayamayız. Mor Kaftanlı Selanik'in hem bir mübadele romanı olarak hem de bir yakın tarih anlatısı olarak şüphesiz en etkileyici tarafı burada kendini gösteriyor. Ankara-Atina-Lozan üçgenindeki diyaloglar, tartışmalar ve yaşananlar mübadelenin politik yönlerini de ortaya koyuyor.

ÜÇ 'DEMİR LEBLEBİ'
Kitap, Mustafa Kemal'in Selanik günlerini hatırlayarak başladıktan sonra olaylar domino taşları gibi birbiri ardına devrilmeye başlıyor. Atatürk, İnönü, Venizelos, Lozan'daki yabancı temsilciler ve Atatürk ile Venizelos'un çevresindeki kurmaylar... Hasılı kelâm iki tarafın da bütün devlet erkânı karşımızda. Tüm insani ve devlet adamı yönleriyle. İnsan yönleriyle karşımızdadırlar; çünkü Atatürk'ün Fikriye ile olan diyaloglarını gördüğümüz kadar Venizelos'un yakın çevresiyle olan diyaloglarını da görüyoruz. Yine aynı şekilde Atatürk-Venizelos-İnönü üçlüsünün devlet adamı yönlerini de en iyi örneklerle resmediyor Karakoyunlu. Özellikle İnönü ile Venizelos'un Lozan'da geçirdikleri günlerde bir araya geldikleri sahneler Venizelos ve İnönü'nün zekâlarına tekrar tekrar saygı duymamızı sağlıyor. Her üç devlet adamının da birbirleriyle veya yakın çevreleriyle girdikleri diyaloglar, zengin birer karakter analizi gibi. Yılmaz Karakoyunlu böyle hassas bir konuda dikkat edilmesi gereken üç ismi (üç 'demir leblebi'yi belki de) olağanüstü bir dengede tutmayı başarıyor. Başta Venizelos olmak üzere hiçbirine diğerinden fazla saygı duymuyoruz; ama nefret de etmiyor veya eleştirmiyoruz da.

Madem sonda söyleyeceğimizi en başta söyledik, en başta söyleyeceğimizi de sonda dile getirmeli. Yılmaz Karakoyunlu, Mor Kaftanlı Selanik'te açıkça şunu söylüyor: 'Mübadele iki tarafın da kabul ettiği bir değişimdi.' Yani, yeni kurulmuş iki devletin, savaştan yeni çıkmış ve ekonomik olarak hiç de iyi durumda olmayan iki ülkenin, 2 milyon insanı karşılıklı olarak bir yerden diğer yere nakletmesi hiç de kolay değildi ve herkes bunun farkındaydı. Doğal olarak uygulamada muhakkak böyle dramatik durumlar yaşanacaktı. Karakoyunlu, bu doğru bakış açısıyla hareket ettiği için de nitelikli bir 'mübadele romanı'na imza atıyor. Yollarda büyük zorluklar çekildi, evet, hiç bilmedikleri yeni topraklara geldiklerinde memleket özlemlerini daha çok dillendirdiler. Hasretlerini bugünlere taşıdılar, ama ümitleri olanlar da vardı diyor Karakoyunlu. Haliyle ümitleri olanları da ihmal etmeden eksiksiz, gözü yaşlı bir anlatımdan uzak etkileyici bir mübadele romanına imza atıyor.

13 Aralık 2012

Diğer Romanları
Salkım Hanımın Taneleri
Üç Aliler Divanı
Güz Sancısı
Çiçekli Mumlar Sokağı
Yorgun Mayıs Kısrakları
Ezan Vakti Bethoveen
Mevsimler Eskidi Biraz
Diğer Romanları
Şiir Kitapları
 
Çocuk Kitapları
Serçe Kuşun Sonbaharı
O Hayal Aynasından
Rubailer
Serin Kızın Gökkuşağı
Senaryo Danışmalıkları
Hatırla Sevgili, Elveda Rumeli, Karayılan, Her Şeye Rağmen dizileri Yılmaz Karakoyunlu'nun senaryo danışmanlığı ile gerçekleştirilmiştir.
Çekime hazır senaryoları Kösem Sultan, Kızıl Kısrak, Karantinalı Despina, Beyaz Mahşer, Hakan (Abdülhamit)yayıma hazırlanmaktadır.