Beykoz İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında yer alır. Karadeniz’e açılmadan önce, Anadolu yakasında ki en son ilçedir. Zengin bir tarihi dokusu ve eşsiz güzellikleri vardır.

BEYKOZ'UN TARİHİ:

Beykoz, çok eski bir tarihe sırtını dayamaktadır. Bu konuda bilinen en eski tarih, M.Ö 700 yıllarıdır. Bu dönemde deniz yoluyla gelerek, Beykoz'u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz'da yerleşen ilk halk olarak bilinmektedir. Her ne kadar sanat
tarihcileri ve arkeologlar, çok daha önceki dönemlerde, Karadeniz'den Boğaz'a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da, Beykoz'un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere götürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz'da M.Ö. 700 lü yıllarda başladığını söylemek mümkündür. Traklar, Trakya'ya adını veren ve tarihde savaşcı özellikleriyle bilinen bir toplumdur. Bu Trak halkının tarihde balıkcı köyleri, müstahkem kalelerle çevrili kentler ve çok sayıda yerleşim birimleri oluşturdukları bilinmektedir. Trakların Hint-Avrupa kökenli bir halk olduğu söylenmekte, ancak yazılı bir kültüre sahip olmadıkları için, haklarında yeterli bilgi edinme imkanı bulunmamaktadır. Trak toprakları geniş bir coğrafya'yı içersine alsa da, esasında doğu ve batı Trakya bölgesinde konuçlandıkları bilinmektedir.

Traklar, hiç bir zaman hakimiyetleri altında bulunan toprakları, tek bir devlet kuramamış, daha ziyade parçalı bir yönetim biçimi ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte Traklar, kendi içersinde güçlü yönetim mekanizmaları geliştirmeyi başarmışlardır.

Traklar Beykoz'a geldiklerinde, Kralları Amikos'un ismine atfen Bu bölgeye " Amikos " adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz'un bilinen en eski adıdır. İstanbul boğazı'nı geçerek Beykoz'a gelen Traklar, burada Bebrik devletini kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini, Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Burada kurulan Bebrik devleti M.Ö 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik devleti uzun ssüren kanlı çarpışmaların sonucunda yıkılmıştır.

Bitinya dönemi, Beykoz'un yavaş yavaş gelişmeye başladığı bir dönemdir. Beykoz[Amikos], yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık  sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar döneminde, tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında, Bitinya kralı IV. Nicomedes, ölüm döşeğinde iken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devir etmiştir. Bunun üzerine Roma İmparatorluğu, Bitinya'yı bir eyalet olarak kabul etmiştir. Ancak Potnus kralı III. Mithriadates, Bitinya'yı zaptetmiş ve M.Ö 74 yılın ortalarında Roma İmparatorluğu bölgeyi yeniden ele geçirmek üzere, askeri bir birlik  hazırlamış ve bu bölgeye yollamıştır. On yıllık bir mücadele neticesinde, M.Ö 65 yılında, Bithinya Roma imparatorluğu tarafından yeniden ele geçirilmiş ve Pontus toprakları da Bithinya topraklarına dahil edilmiştir. III. Mithriadates'in M.Ö. 63 yılında yakalanması ile birlikte tarih de III.Mithriadates savaşı olarak bilinen bu savaş da sona ermiştir.

M.S. 395 yılında Roma imparatoru büyük Toedosyus imparatorluğu, Doğu Roma ve Batı Roma olarak ikiye bölünene kadar Roma imparatorluğu sınırları içersinde bulunan Beykoz, bu tarihken itibaren Bizans[doğu Roma] imparatorluğunun hâkimiyeti altına girer. Pers imparatorluğu 609 yılında Beykoz'u sınırlarına dâhil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra 669 yılında Müslüman Araplar bu toprakları Perslerden geri alırlar. Kısa bir süre sonra geri çekilen Arap'lardan sonra hâkimiyet yeniden Bizans İmparatorluğuna geçer. 

Bizanslıların bölgedeki bu hâkimiyetleri yedi yüzyıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'in bölgeyi ele geçirdiği 1402 yılına kadar devam eder. 

İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethinden 51 yıl önce Beykoz[Amikos], Sultan Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı imparatorluğu sınırları içersine katılır. Osmanlı sınırları içersine katılan bu yerleşim bölgesinin adı bundan böyle Amikos olarak değil, Beykoz olarak anılmaya başlamıştır. Beykoz isminin nereden geldiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetler içersinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli Beylerbeylerinin Beykoz'da oturmasına istinaden üretilenidir. Rivayete göre, Fars'ca da köy anlamına gelen "kos" sözcüğünün, Türkçede bey sözcüğüne eklenmesi sonucu ortaya çıkan Beykos[beyköyü],semtin ismi olarak kalmıştır. Zamanla Beykos kelimesi Beykoz'a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise; Beykoz isminin, yörenin Osmanlı imparatorluğu idaresi altına girdiği dönemden sonra semtte inşa ettirilen " on çeşmeler " adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde, koz kelimesi ceviz sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır. Bu yörede ceviz ağaçlarının çok sayıda bulunması nedeniyle de semte Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir.

Muhteşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları, cömert denizi ve aynı zamanda geniş bir av sahası da olan yemyeşil  ormanlarıyla bir masal kentini andıran Beykoz, Osmanlı devleti tarihinde önemli bir yere sahiptir. Av alanlarının uygunluğu münasebetiyle Osmanlı yönetici sınıfının gözde mekanlarından biri olmuştur. Beykoz, padişah başta olmak üzere, avın kendileri için bir tutku olduğu saray erkânı, Osmanlı'nın son dönemlerine kadar Beykoz'u mesken tutmuşlardır. Özellikle Tokat bahçesi, bugün ki Akbaba köyü civarı ve Çubuklu yöresinde düzenlenen av partileri ile ilgili pek çok tarihsel anektod ve resmi kayıt mevcuttur. Ünlü seyyah İbn Battuta'dan öğrendiğimize göre, av partileri, Türk yönetici sınıfının ayıredici özelliklerinden biri olarakkarşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bölgeler, Osmanlı yönetici sınıfının avlanma yeri olarak tayin edilmiş bölgeler olup, tebaadan birisinin avlanması yasaklanmıştır.

Beykoz'un gözdesi olan köşklerin bu bölgede ortaya çıkışları doğrudan bu av merakıyla bağlantılı bir gelişmedir. Zamanla padişah'ların ve saray önde gelenlerinin konaklayabilmesi için birbirinden güzel köşkler inşa edilmiştir. Bu bağlamda, bugün maalesef arkasında her hangi bir iz bırakmayan, tarihsel değere sahip av köşklerinden biri olan Tokatköy'de ki Tokat kasrı ve bahçelerine değinmek yerinde olacaktır. Ünlü gezgin Evliya çelebi, seyahatnamesinde Tokat kasrı'nın Fatih Sultan Mehmet tarafından yapıldığını şu cümlelerle anlatmaktadır. "Mehmet Fatih Sultan'ın seferde olan sadrazamı'nın gönderdiği haberci, nefes nefese ve heyecanla Tokat'ın fethedildiği haberini verince Fatih Sultan Mehmet; Tez şurada bir bahçe yapılsın ismine de Tokat bahçesi denilsin. Tokat surlarına benzeyen bir set çekilsin demiş.."

Etrafı surlarla ve çitlerle çevrili bu bahçe içerisine; zerafet timsali olan bir köşk, muhteşem bir havuz, enfes bir şadırvan ve güzel bir hamam  yaptırılmıştır. geniş bir alana sahip olan bahçesinde ise av hayvanları yetiştirilmiştir. Bu yapının yer aldığı Tokat köy'üne muhteşem bir kemerli beton köprü üzerinden geçmek suretiyle varılmaktadır. Bu kasrın ve bahçenin bakımı, bir bahçıvan tarafından yapılmakta ve bu bahçıvanın emri altında yüz bostancı çalışmaktaydı. Bu kasrın, özellikle genç yaşta tahta çıkan IV. Murat tarafından çok beğenildiği bilinmekte, onun, bu bahçenin çimleri üzerinde cirit müsabakaları düzenlediği söylenmektedir. Yapıldığı tarihten itibaren Tokat kasrı'na Ve Beykoz'un bizzat kendisine, tahta çıkan tüm Osmanlı padişahlarının çok fazla rağbet etikleri bir geçektir.

En fazla tercih edilen av türleri, kuş, geyik ve karaca avı olmuştur. Kuş avı daha çok doğanlar kullanılarak yapılırken, geyik ve karaca avı eğitilmiş köpekler tarafından yapılırdı. Özellikle yenileşme döneminin Osmanlı devletinde nasıl bir seyir aldığını izlemek açısından, Beykoz'da düzenlenen av partileri oldukça enteresan malzemelerle doludur. 18.yüzyıl sonrasında sakson türünde ki av köpekleri, Avrupa'dan getirilmeye başlanmıştır. Ava en meraklı ve düşkün olan padişahın; kendisi için "avcı" lakabının kullanıldığı IV. Mehmed[1642-1693] olduğu söylenir. IV. Mehmed’in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilir. IV. Mehmed, av merakı yüzünden devlet işlerini aksatmakla suçlanmış, bunun üzerine kendisine yöneltilen eleştirilere tepki olarak tahtını Edirne'ye taşımıştır. Beykoz merkezli av partilerinde kullanılan silah teknolojileri de zamanla değişmiştir.18.yüzyıla kadar ok ve yay ile yapılan avlar, bu dönemden itibaren yerlerini dolma çakmaklı tüfeklere ve ve daha sonrasında ise fişek atan kırma tüfeklere bırakmıştır. 20. yüzyılın başına gelindiğinde, Beykoz'dan Şile'ye ve Ömerli'ye kadar uzanan ormanlık sahada karaca ve yaban domuzu avı yapılmaktadır. Bu avlar daha ziyade köpekler eşliğinde ve sürek avı biçiminde gerçekleştirilmekteydi. Beykoz'un doğusunda yer alan sık ormanlık alanlarda hâlihazırda yaban domuzu avı yapılabilmekte, ilçe sınırlarının kuzey-doğu yakasında tavşan, çulluk, tilki ve nadiren olmakla birlikte dağ kekliği avlanabilmektedir. Ayrıca Ömerli barajı gölü civarında kaz ve ördek avı da yapılmaktadır.

Osmanlı tarihinin en önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi, Beykoz'u şu satırlarla anlatır: " (...) lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi burnu'nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı azimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçevan, oduncu ve balıkcıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş-altı gemi direğini birbirlerine bağlayıp denize dikmişlerdir. karadeniz tarafından kılıç balıkları geldiğinde, direğin tepesinde ki ademler, ellerinde ki taşları kılıç balıklarının arkasına doğru atınca, balıklar, emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkcılar kayıklarla kılıç balıklarına yanaşıp tokmak ve kargılarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun korusu, Yuşa nebi mesireleri vardır."

Günümüzde Beykoz; yukarı Boğaz'ın yüzyıllardan beri en şöhretli mesiresi olan, geniş bir vadiyi dolduran ve ulu çınarların süslediği Beykoz çayırı'na sahiptir. Çayır, Hünkar iskelesinden darala-darala Tokatköy'e kadar uzanmaktadır. Çayırın içersinde yer alan türlü türlü mekânlar, ağaçlarla çevrili yollarla birbirlerine bağlanır. Bu; başka bir mesire alanında rastlayamayacağımız nadide bir güzellik sunmaktadır.

SOSYAL YAPI:  
                                                                                                               
Beykoz merkez mahallesi, tarih boyunca oldukça zengin bir etnik ve kültürel yapıya sahip olmuştur. Türklerin ve Ermenilerin birlikte yaşadıkları bu güzel Mahallede, Surp Nikoğayos isimli bir Ermeni kilisesi hala hizmet vermeye devam etmektedir. 1658 yılında yanan bu kilise, 16 Eylül 1834 tarihinde onarım görmüş ve yine bu tarihde hizmete açılmıştır.

Beykoz merkez mahallesinin güzellikleri anlatmakla bitecek gibi değildir. On çeşmeler, Beykoz Camii, Beykoz korusu, Beykoz parkı, Beykoz fidanlığı ve Beykoz hamamı bu güzellikler arasında yerini alan mekânlardır.

Beykoz tipik bir boğaz semtidir. Ve özellikle İstanbul boğazının Karadeniz’e yakın olan semtlerinde, ister Rumeli yakasında olsun, ister Anadolu yakasında olsun bu 60lı yıllara dayanan  dostluklardan hala söz edilir. Bunun nedeni ise çok açıktı. Söz konusu yıllarda diğer semtlerde olduğu gibi Beykoz'da da lise yoktu ya da bir taneydi. Beykoz'un, Paşabahçe'nin, Emirgan'ın, İstinye'nin, Yeniköy'ün hatta ve hatta Anadoluhisarı'nın gençleri Sarıyer lisesine giderler ve öğrenimlerini buralarda sürdürürlerdi. Şehir hatları vapurlarının seferleri ona göre düzenlenir, en uzak köşeden Sarıyer lisesine gelmek bile bir zevk halini alırdı. Sisli havalar ise, bu gençlerin sevinç gösterilerine neden olur, zira o tür havalarda vapurlar çalışmazdı. Eğer yaşınız ellinin  üzerinde ise ve bir gün kalkıp Emirgan'dan Beykoz'a giderseniz, kırk yıl  önceki bir okul  arkadaşınızın size el salladığını görebilirsiniz. Rahmetli  olmadıysa eğer...

Beykoz semtinin sosyal yaşantısında en önemli rollerden birini üstlenen müesselerden biri de " Beykoz spor Kulübü" dür. Bu güzide spor kulübünün tohumlarının atılmasında, Beykoz ile özdeşleşen Ahmed Mithat Efendi'nin önemli bir payı vardır. Bir düşünür ve edebiyatçı  olmasının yanı sıra, sosyal ve girişimci kişiliği ile de tanınan Ahmed Mithat Efendi, ünlü kırmızı  yalısında bir akşamüstü, bir dost meclisinde, Beykoz'da bir kültür kulübü kurulmasını ortaya atmıştır. Söz konusu mecliste bulunan eczacı merhum Ferit Erinal, merhum Nedim Albatur, ve merhum Ahmed Cevdedi isimli beyefendilerin de bu fikre sıcak bakmaları  neticesinde, bir kulüp kurulması kararı verilir. Kısa zaman da bu derneğin "Münaresat-i bedeniye"  şubesi gelişmiş ve böylelikle bugün ki Beykoz spor kulübünün tohumları atılmış  olur. Bu sırada yıl 1908 dir.

Bu kulüp 1911 yılından itibaren, "Beykoz şark  idman yurdu" adıyla anılmaya başlanır. 1921 yılında kurulan Beykoz'un ikinci spor kulübü olan Beykoz zindeler yurdu ile birleşen bu ilk kulüp daha sonra Beykoz zindeler yurdu olarak anılmaya başlanmıştır.

Bu kulübün kuruluş felsefesi, gençlere nezih bir toplumsal ve kültürel çevre oluşturmak, onları anlamsız ve yararsız şeylerden alıkoymak ve de Beykoz ve çevresinde, sosyal ve kültürel etkinliklerde bulunmak amacı taşımaktaydı. Dönemin gençlerinin katılımı ile kulübe bir spor kolu ilave edilmiş  ve 1917 yılında Beykoz'da ilk kez bir futbol takımı kurulmuştur. Bu tarih; Türk ve Dünya futbol tarihi söz konusu olduğunda, pek de yabana atılmaması gereken erken tarihlerden birisidir. Bu güzide kulüp "Atatürk kupası" nın sahibidir. Kulübün kısa sürede gelişmesinde, güçlenmesinde ve tanınmasında, dönemin ünlü futbolcusu " Kelle İbrahim"'in önemli katkısı olmuştur. Kelle İbrahim, sadece futbolculuk yaptığı dönemlerde değil, aktif futbol yaşamını sona erdirip kulüp başkanlığı yaptığı dönemlerde de Beykoz spor kulübüne hizmetlerde bulunmuştur. Beykoz spor kulübü, Türk futbol yaşamında, hatırı sayılır futbolcular ve çok değerli sporcular yetiştirmiştir. Tam kırkbeş yıl birinci lig de top koşturan bu kulüp günümüzde ikinci ligde mücadelesini sürdürmektedir. Beykoz spor kulübünün bir önemli özelliği de Türkiye'de ilk kez bir yelken ve kürek takımı kurmuş olmasıdır. basketbol takımı da 1949 yılında Türkiye şampiyonu olmuş, şimdilerde deplasmanlı Basketbol liginde mücadelesini sürdürmektedir.

Beykoz merkez mahallesinin bir başka özelliği de Ünlü şair Orhan Veli'nin burada doğmuş olmasıdır. Denize inen bir  yol... Sokağın başında Görkemli Ihlamur ağacı... İshak ağa yokuşu... numara dokuz... aşıboyalı,üç katlı sevimli bir ahşap ev.... yıl 1914... ve İşte Orhan Veli burada dünyaya gelir.

Orhan Veli, anne tarafından Beykoz'ludur. Orhan Veli'nin annesi Fatma Nigar Hanım, İzmirli bir tüccar ailenin çocuğudur. Müzika-i Hümayun'da görevli bir sanatcı olan Mehmet Veli Bey ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Orhan Veli dünya'ya gelmiştir. Orhan Veli pek çok şiirinde Beykoz'dan ilham almıştır.  

Beykoz'un ünlü dalyanları buradadır. Boğaz’ın en cömert sularında, Beykoz'da kurulan dalyanlar, Boğaziçi’nin en büyük dalyanlarıdır. Bunlardan birisi Beykoz vapur iskelesi önünde kurulan ve " Kılıç Dalyanı " olarak nam salan büyük dalyandır. Kılıç balıkları bu dalyanda yakalanırdı. Kılıç balığı etinin, sarımsaklı ve sirkeli tarator ile terbiye edildiğinde, eşine ender rastlanır bir lezzetinin olduğu bilinmektedir. Diğer bir dalyanın ise Beykoz kasrı önünde kurulduğu söylenir. Bu dalyanlar, "büyük dalyan" ve "küçük dalyan" olarak bilinir.
 
Beykoz'un meşhurlarından ve söz açmışken ve lafı balığa getirmişken, Beykoz’un meşhur "kalkan" balığından söz etmemek büyük haksızlık olur. Aslında meşhur Beykoz kalkanı, dalyanlardan çıkan bir balık türü değildi. Ancak yine de Beykoz'un adıyla meşhur olmuştur. Bunun nedeni, 1922 yılına dek, cesaretleri ile bilinen  Beykoz'lu Rum balıkçıların, Karadeniz açıklarında tuttukları kalkan balıklarını, İstanbul balıkhanesine taptaze bir biçimde getirmeleri ve onları satarken "Beykoz kalkanı" diye bağırmalarıdır. Bu balık çok rahatlıkla yüksek fiyatlara alıcı bulabilmekteydi.

Beykoz'un dillere düşen bir başka lezzeti de yine 1922 yılına kadar Rumlar tarafından pişirilen Paça çorbasıdır. Beykoz'a gelmenin bir çeşit seyahat sayıldığı yıllarda, damak tadına düşkün olanların, Beykoz'a paça çorbası içmeye gelmeleri romanlara bile konu olmuştur.

Beykoz'un bir diğer bilinen  ve sevilen yanı kayıklarıdır. Pazar kayıkları olarak bilinen kayıkların, tarihsel önemi şurada yatar: İş yerleri İstanbul'da olan ve Beykoz'a yazlığa gelen halkın İstanbul'dan temin etmek zorunda oldukları erzaklar, kamu hizmetine sunulan pazar kayıkları aracılığı ile sağlanmaktadır. 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın ilk başlarında yaşamış olan Bostancıbaşı Ahmed ağa'nın kayığı, boğaz'da ki en büyük pazar kayığı olarak ünlenmişti. daha sonra üç tuğlu bir vezir olan Bostancıbaşı Ahmed ağa, Beykoz'da bir medrese inşa ettirmiş daha sonra da Kanije'de şehit düşmüştür.

Bir diğer kayık türü de "su kayığı" olarak bilinen kayık türüdür. Aslında yine pazar kayığı yapısında olan su kayığını, Sultan Abdülmecid'in annesi Bezm-i Âlem valide Sultan yaptırmış ve Beykozlulara ve Beykoz’un ünlü mavi sularına hediye etmiştir.

Beykoz'un uzun bir geçmişe sahip olan haklı şöhretlerinden biriside, bugün maalesef yitirdiğimiz bir zenginlik olan testi ve küpleridir. Anadolu kıyısında ki toplumların, uzun yıllar boyunca testi ve küplerini almaya, Beykoz'a geldikleri bilinmektedir. O dönemlerde sayısız çömlekhaneler bulunmakta ve bunlar genellikle Rumlar tarafından işletilmekte idi. Bu çömlekhanelerin en sonuncusu, 1923 yılında, bahriye zabitliğinden emekli olan Mahmut bey tarafından satın alınmıştır. Bu çömlekhane daha sonra Mahmut bey'in oğlu Nejat Tözge tarafından seramik atölyesine çevrilmiş ve bu haliyle 1960 yılına kadar çalışmıştır. Günümüzde Beykoz'da tek tük bir kaç çömlekçiye rastlanmaktadır. 


TARİHİ YAPILAR:

Serbostani Mustafa ağa cami: Beykoz'un meydanındadır. Bostancıbaşısı Mustafa ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapım yılı kesin olarak bilinmemekle beraber, Evliya çelebi bu camiden bahsettiğine göre, 17. yüzyıldan önce yapılmış olması gerekmektedir.

Cami kâgir ve kare planlıdır. Ahşap son cemaat ve cami, aynı çatı altındadır. Kürsü, minder, iç tavan ve kadınlar mahfeli ahşaptır. Mihrap Kütahya işi çiniden yapılmıştır ve ayetlerle süslenmiştir. Cami içinde ve iki yanda sütunlar üzerinde mahfiller vardır. Abdest alma yeri avludadır. Arka ortada bulunan minare cami'nin ortasından yükselmektedir. Yuvarlak gövdeli, sıvalı ve kurşun külahlıdır. cami yanında bulunan çeşme-i Kebir[on çeşmeler]'i yaptıran kişi, Kanuni Sultan Süleyman'ın hasodabaşısı olan Behruz ağadır. Bu çeşme 1746 senesinde Sultan I.Mahmut'un emriyle, gümrük emini İshak paşa tarafından onarılmıştır.
Akbaba-Can feda Hatun Camii: Beykoz'un Akbaba köyündedir. Canfeda Hatun tarafından 17 yüzyılın başlarında yaptırılmıştır. Vaktiyle fasulye çubuklarından yapılmış olan minaresi yerine 1953 yılında yeni minare yapılmıştır. Caminin yanında mezarı bulunan Akbaba Mehmet efendinin, Fatih Sultan Mehmet'in gazilerinden biri olduğu söylenir. Cami ve köy adını bu yatırdan almıştır.
Cami kare planlı, çatılı, fevkani ve ahşaptır. İç duvarları Bağdat tarzını taşımakta, mihrabı ise sadedir. İç tavan, minber ve üstteki kafesli kadınlar mahfeli ahşaptır. Sağında ufak ve alçak çatılı son cemaat mahalli vardır. Sağ tarafta ve alt bölümde W.C ve abdest alma yerleri vardır.
Sağında ki minaresi sıvalı olup, kare kaideli, yuvarlak gövde ve petekli, kurşun külahlıdır. Camiyi yaptıran Canfeda sultan, Harem-i hümayunda Kethudalığa yükselmiş, Nurbanu sultan ve Safiye sultan'a hizmet etmiştir. Canfeda sultan'ın kabri bilinmemektedir.
Dereseki camii: Beykoz Dereseki köyündedir. Cami, 16.yüzyılın ilk yarısında Şeyh-ül islam Molla fenari Mehmet efendi tarafından yaptırılmıştır. Değişik zamanlarda tamir gören bu caminin Minberini Burnaz İbrahim ağa koydurmuştur. Cami kare planlı, kâgir ve çatılıdır. Mihrabı sadedir. Minber ve göbekli iç tavan ahşaptır. Sağında tek şerefeli ve tuğladan yapılmış minaresi vardır. Bu minarenin külahı camdan yapılmıştır.
Hacı Alibey- Hacı Osman Akfırat camii: Beykoz Yalıköy Ekmekçi bayırındadır. 1899 yılında, Hacı Ali bey tarafından yaptırılmıştır. Cami, fevkani ve kâgirdir. İki kapılıdır. Göbekli iç tavan, ahşap sütunlar üzerindeki ve üç yanı çevreleyen kadınlar mahfeli de ahşaptır. Mihrabı sadedir. Caminin sol tarafında, yuvarlak gövdeli ve yeşil maden külahlı minaresi bulunmaktadır.
Son devrin bilim adamlarından Medineli Hacı Osman Akfırat uzun yıllar burada görev aldığından dolayı cami, bu isimle de anılmaktadır.

Ayrıca beykoz semt sınırları içersinde:

  • İshak ağa çeşmesi[on çeşmeler]
  • Kethüda çeşmesi
  • Mahmut Han(II) çeşmesi
  • Mehmet Bey çeşmesi

de tarihi eserlerden sayılmaktadır. Beykoz ilçesinin sularının bolluğu ve çeşme kültürünün doğu toplumlarında çok önemli bir yere sahip  olması nedeniyle, Beykoz sınırları içersinde pek çok tarihi çeşmeye rastlanmıştır. Hâlihazırda bu çeşmelerden bir kısmı işler haldeyken, birçoğu da maalesef tarihe karışmış ve günümüze kadar ulaşamamışlardır. Her nesil elinde ki kültür mirasını, ona ufak da olsa bir şeyler katarak bir sonra ki nesillere bırakmak zorundadır. Bu, tarihsel birikimin, olmazsa olmaz şartıdır.

Beykoz merkez mahallesinde bulunan " On çeşmeler ", yalnızca bu mahallenin değil, Tüm İstanbul'un hatta Tüm Türkiye'nin ve tüm insanlığın bir tarihsel ve sanatsal değeridir. Bu çeşme Türk yapı sanatının şaheserlerinden, Türk sanat tarihinin önemli duraklarındandır. Bu çeşme Behruz ağa tarafından yaptırılmıştır. On çeşmeler, adını, gece gündüz hiç durmadan akan on adet lülesi nedeniyle almıştır. Bu lülelerden akan sular yazın içene serinlik ve ferahlık verecek şekilde buz gibi akarken, kışın da ılık bir biçimde akar. Bu çeşme bir çok ressamın tuvaline, pek çok şairin şirine yansımıştır. Behruz ağa tarafından yapıldığını söylediğimiz bu çeşme, tarih içersinde dönem dönem yıpranmış ve tahrip olmuştur. Çeşmenin harap olduğu bir zamanda, halk, o esnada Tokat kasrı'nı Hümayün Abad adıyla yeniden yaptıran padişaha dertlerini ve çektikleri su sıkıntısını anlatırlar. Padişah bunun üzerine, Sadrazam Seyit Hasan Paşa'ya havale etmiş, Sadrazam Seyit Hasan paşa'da bu konuyla ilgilenmesi için, gümrük emini İshak Paşa'yı görevlendirmiştir. Bütün masraflar gümrük emini İshak Paşa tarafından karşılanan çeşme, 1747 yılında yeniden yapılmıştır. Çeşmenin lüleleri tunçtan yapılmıştır. Ortada ki iki lüle büyük, her iki yana dörder adet yerleştirilen lüleler ise küçüktür. Şairin orta lülelerden akan suyunu "beyaz cariye gerdanı gibi" diye betimlediği bu çeşmelerden Beykoz halkı kadar, tarih içersinde dışarıdan gelen gemilerde yararlanmışlardır.

Çeşmenin hemen önünde yer alan iki ağacın ortasında hayvanların su ihtiyacını karşılamak amacıyla bir çeşme daha vardı, ancak yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmış ve günümüze kadar ulaşamamıştır. Büyük çeşmenin hemen üstünde ahşaptan yapılmış, iki odalı bir de okul olduğu söylenmektedir. Ancak bu okul, şenliklerde çıkan bir yangında kül olmuştur. Sular idaresi, 18.yüzyılın ortalarından itibaren gümrük emini İshak paşa'nın adıyla anılmaya başlanan çeşmenin gerekli  bakım  ve onarımını üstlenmiş, gerekli tamiratını yaptırmıştır. Bugün yer yer dökülmüş sıvaları, paslanmış demirleri ve bakımsız gibi duran bazı yönleriyle bile bu güzel çeşme, Beykoz semtini süslemektedir. Cumhuriyet dönemininn ünlü ressamlarından İbrahim Çallı'nın " İshak ağa çeşmesi", Ali  Rıza bey'in " Beykoz on çeşme" Nazmi Ziya'nın "kır" adlı tabloları da bu güzelliklerin sanata yansımış şeklidir.

Beykoz merkez mahallesinin bir diğer tarihi binası da, yine Behruz ağa tarafından 16.yüzyılın ortalarında yaptırılan, "Beykoz hamamı" dır. Beykoz hamamı, vapur iskelesinden çıkılıp, on çeşmelerin bulunduğu meydana yaklaşılırken sol taraftadır.

Beykoz merkez mahallesinin bir diğer akıl almaz güzelli de "Beykoz korusu" dur. Abraham [Avram] Paşa tarafından Osmanlı  imparatorluğunun son zamanlarında kurulan Beykoz korusu tarihe; daha çok, sınırları içersinde yapılan av partileri ile yazdırmıştır. Halk arasında Beykoz korusu olarak bilinen Abraham paşa korusu, Abraham paşa'nın av tutkusunun bir ürünü olarak gündeme gelmiştir. Abraham paşa, Osmanlı imparatorluğunun zor günlerinde, devlete para yardımı yapacak  kadar zengin olan bir Ermeni asıllı vezirdi. Beykoz ve Büyükdere'de korular ve malikaneler kuran Abraham paşa'nın buralarda organize ettiği av partilerinde, devlet erkânı da her zaman bulunmuştur. 1887 yılında Abraham paşa korusunun arazisi, devlet tarafından satın alınmış ve sahil kısmı ile koru, halka açık hale getirilmiştir. 

Abraham Paşa'nın yaptırıp sultan Abdülmecid'e hediye ettiği saray, 1937 yılında yanarak yok olmuştur. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi yanan bu sarayın yerine yeni bir bina inşa ettirmiş ve buranın işletmesini de, "Hasır Beykoz" isimli özel bir işletmeye vermiştir. Günümüzde halkın rahatlıkla yararlanabileceği Beykoz koru'su İstanbul'un en büyük korusudur. 

Beykoz fidanlığı, İstanbul valisi merhum  Muhittin Üstündağ'ın emri uyarınca, 1934 yılında, sabık Arpacı çiftliğinin 220 dekarlık arazisi üstüne kurulmuş ve bugüne dek sürekli  geliştirilmiştir. Şimdilerde İstanbul İl Özel Dairesi'ne ait olan bu fidanlık içersinde, bir aralar, 13 ila 17 yaş arasında ki gençler için Pratik Bahçıvan yetiştirme yurdu kurulmuştur. Beykoz fidanlığı kurulmadan önce bu arazi içersinde 1918 yılında Beykoz Orman Ameliyat mektebi inşa edilmiş, ancak iki yıl sonra kapatılmıştır.

Beykoz parkı, Ahmet Mithat efendi yalısının yanında bulunmaktadır. Bu park kimilerine göre İstanbul'un insanı en fazla dinlendiren parklarından birisidir. Çam ve akasya ağaçlarının boy gösterdiği, tarih kokan kavak ve çınarların arz-ı endam ettikleri, birbirinden güzel çiçeklerin süslediği, sahil şeridinde yer alan bir parktır Beykoz parkı. Parkın ana kapısından girildiğinde, betondan yapılmış büyük bir kaide içersinde Atatürk büstü karşılar sizi. Boğaz'ın eşsiz manzarası içersinde tavşankanı çayınızı yudumlayabileceğiniz nefis bir yerdir Beykoz parkı.

Beykoz çayırı, başka bir deyişle Yalıköy çayırı Türk modernleşme tarihinde, Osmanlı modernleşme politikalarının öncüsü sayılan  II. Mahmut’un kurduğu askeri ve mülki okul talebelerinin kır gezisi için geldikleri bir mekân olarak bilinmektedir. Beykoz çayırında verilen kuzu ziyafetleri, birçok esere konu olmuştur. Beykoz çayırı, bu gençlerin imtihan öncesi dönemlerde ya da okulların tatile girmesi öncesi dönemlerde hoş vakit geçirdikleri ve hayatları boyunca ağızlarında güzel bir tat bırakan bir mekân olmuştur. Öyle ki; bu gençler okullarını bitirip, Osmanlı bürokrasisinde iyi bir konum elde ettiklerinde, buralarda kısa dönemli olarak konaklamak üzere kendilerine mekân aramışlardır.

Beykoz çayırı tarihsel anlamda, önemli bir ekonomik ihtiyaca da karşılık vermiştir. Beykoz civarında ki askeri birliklerin at ve katırlarının kışlık ot gereksinimleri Beykoz çayırından karşılanmıştır. Beykoz çayırının, Futbolun Türkiye'ye girilinde de oynadığı önemli bir tarihsel rol vardır. Bu çayır, futbolun yurdumuza girip gelişmeye başladığı dönemlerde, ilk büyük top sahalarından birini teşkil etmiştir.

Her ne kadar tatil kültürü modern yaşamın gündeme getirdiği bir kavram olsa da, tatil olgusu ile amaçlanan rehabilitasyon, tarihin her döneminde farklı şekillerde sağlanmıştır. Osmanlı döneminde İstanbul esnafı, hafta tatili yapmamakta, bayram günlerinde bile çalışmaktadır. Esnafın tatil günleri Lonca'lar tarafından belirlenmekte ve bu belirlenen günlerde, Kağıthane, Alibeyköy, Haydarpaşa çayırı, Göksu çayırı ve Beykoz çayırı gibi mesire yerlerine gitmekteydi. Buralarda çadırlar kurulup, bir hafta hatta on gün kalınmaktaydı. Buralarda oluşan " eğlence ve paylaşım kültürü" Osmanlı toplumsal yaşamının önemli  bir boyutunu oluşturmaktadır. Esnafların kendi içlerindeki mesleki örgütlenmeler, mesire yerlerinin seçiminde de ayırt edici bir unsur olmuştur. Örneğin: Kuyumcular Kağıthane'ye giderlerken, terlikçiler de Beykoz çayırına gitmekteydiler. Mesire yerlerine gidilirken, kahyalar aracılığı ile, Mesireye davet edilen padişaha çok çeşitli hediyeler verilmekte, padişahı misafir eden esnaf grubu, onu türlü oyunlarla  eğlendirmektedir. Orta oyunu bu kültürün çok önemli bir parçasıdır. Orta oyunu, bu coğrafyanın  yüzyıllardan bu yana kişilik kazandırdığı bir halk tiyatrosu türü olup, geleneksel Türk seyirlik oyunlarının başında gelmektedir. Orta oyunu temelde, belirli bir konuyu esas alarak ve yazılı bir metne bağlı kalınmaksızın oynanan bir oyundur. Toplumsal sorunları büyük bir büyük bir hiciv becerisi içersinde aktaran ortaoyununun baş karakterleri, Kavuklu ve Pişekardır. Esnaf gruplarının yaptığı bu eğlencelere, tarihte son olarak 1908 yılında lüleciler grubunun organize ettiği eğlencelerde rastlandığı ifade edilir. Bu tür eğlenceleri sadece bir "gönül eğlendirme" olarak görmek çok yanlıştır. Bu eğlencelerin yardımlaşma ve kamusal iletişimin pekişmesi başta olmak üzere önemli toplumsal faaliyetler sağladığını ifade etmek gerekmektedir.

Beykoz çayırının hemen yanında, deniz ile arasında ki tepecikte, Mecidiye kasrı olarak da bilinen Beykoz kasrı bulunmaktadır. Bu tepeciğin deniz eteği Hünkâr iskelesi olarak bilinmektedir. Hünkâr iskelesi'nin tarihsel önemi, 1833 yılında Rusya ile imzalanan anlaşmanın burada yapılmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi söz konusu antlaşma Hünkâr iskelesi antlaşması olarak anılmaktadır. Hünkâr iskelesi'nde yapılış tarihini bilmediğimiz, altında kayıkhanelerin bulunduğu Hükümet binası bulunmaktadır. Uzun yıllar hizmet veren bu binadan günümüze sadece kayıkhaneler kalmıştır. Söz konusu hükümet binasının ne zaman yapıldığı şu an için bilinmemektedir.

Beykoz kasrı: Eşsiz güzellikte ki Beykoz kasrı, Topkapı sarayından sonra İstanbul’da yapılan ilk saray hüviyetini taşımaktadır. Bu tarihi Kasrı, sitemizin " TARİHİ YERLER " başlıklı bölümünde ve "kasırlar " alt başlığında detaylı olarak inceleyebilirsiniz.

Kışla: Beykoz-Yalıköy mahallesinin ayrılmaz bir parçası olan bir diğer önemli tarihi eser de, yaklaşık yirmi bin  metre karelik bir alana sahip olan Kışladır. Kışlanın ön cephesinde bir  kitabe, Osmanlı tuğrası, kemerli bir giriş kapısı ve kemerlerin oturduğu sütun başlıkları yer alır. Kışla'nın III. Sultan Selim dönemine kadar ne tür bir hizmet verdiği bilinmemektedir. III. Selim dönemi ile birlikte, bu kışla'nın bir sanayi bölgesine dönüşmesi planlanmıştır. III. Sultan Selim bu doğrultuda askeri amaçlı bir çuha fabrikası ile, kağıt fabrikasının kurulmasını emretmiş olsa da, 1807 ayaklanması sonucunda tahttan indirilerek öldürülmesi ardından, askıya alınmış, III. Sultan Selim'in yerine geçen II. Sultan Mahmut 'da bu projeyi sürdürmemiştir. Başlanan inşaat yarım kalmış, tesisler tamamlanmamıştır.

Kışla, Balkan savaşı ve Birinci dünya savaşı sonrasında Yetimler yurdu [Dar'ül Etyam] olarak hizmet vermiş, daha sonra da askeriye tarafından kullanılmaya başlanmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrasında Beykoz çayırında konuşlanan askeri birliklere karargâh işlevi gören kışla, 1960’lı yılların ardından, Askeri İnzibat merkezi olarak tayin edilmiştir. Maalesef kışla, 1980’lerden sonra kendi kaderine terk edilmiştir. Beykoz belediye Meclisi'nde ve Boğaziçi İmar Müdür'lüğün de çeşitli tarihlerde, buranın Kültür ve Turizm bakanlığı bünyesinde bir tesis alanı olarak değerlendirilmesi yönünde öneriler gündeme getirilmiştir. Ancak ne yazık ki kışla hala, terkedilmiş ve bakımsız bir görüntüye sahiptir.

Beykoz çayırının [Yalıköy çayırı] kuzeyinde ilk olarak II. Sultan Selim  tarafından bir kağıt fabrikası kurdurulmuştur. Burada oldukça başarılı bir üretim gerçekleştiriliyorsa da, endüstri devrimini yeni gerçekleştiren Avrupa'nın yeni üretim teknolojileri ve dev üretim kapasiteleri dolayısıyla, açılan bu yeni imalathane de üretilen kâğıtların, Avrupa kâğıtları ile baş edebilmesi mümkün olmamıştır.

Beykoz deresinin denize döküldüğü yerde, 19.yüzyılın hemen başında, Hamza Bey tarafından kurulan bir Debbağhane[kundura fabrikası] den söz etmek yerinde olacaktır. Burası II. Mahmut tarafından satın alınmış ve ordunun kundura ihtiyacını karşılaması için düzenlenmiştir. Dönemin en kaliteli derileri burada imal edilmiştir. Hatta bu fabrika, uluslararası bir sergide de madalya kazanmıştır. Bu fabrikada 1912 yılından itibaren modern makine teknolojileri kullanılmaya başlanmış 1926 yılından itibaren de sivillere hizmet etmek üzere üretime geçilmiştir. Bu fabrika 1933 yılında Sümerbank'a devredilmiştir. Burası Türkiye'nin en eski sanayi işletmesi olma ayrıcalığına sahip bir fabrikadır.

Beykoz yalnızca mesire yerleriyle, camileri, çeşmeleri ve sanayi bölgeleri ile değil, bambaşka bir  ortak  hafızayı yansıtan bir şeyle yani, mezarlıklarıyla da ün salmıştır. Yalıköy mahallesinde ki mezarlıklar, burada ki yerleşim merkezlerinin tarihi ve özellikleri hususunda hangi tarihlere kadar geri gitmemiz konusunda bize önemli ipuçları vermektedir.

İstanbul'un fethinden önce Beykoz'a gelen Çakmak Dede'nin ismini alan Çakmak  Dede mezarlığı; Beykoz'un Yavuz Sultan Selim tarafından ele geçirilmesi sırasında canla başla savaşan cengâver gazi Yunus'un adını taşıyan Gazi Yunus mezarlığı; diğerlerinden daha yeni bir tarihte kurulan etrafı ıhlamur ağaçları ile çevrili ve bulunduğu sokağın adını alan Şahinkaya mezarlığı bu yöredeki mezarlıklardır.

Şiirden astronomiye, çocuk eğitiminden coğrafyaya, botanikten siyasal ve kültürel tarihe kadar çok geniş bir yelpazede yayınlanmış tam 223 adet eserin sahibi olan Ahmet Mithat Efendi'de Yalıköy parkının yanında bir yalı satın alarak, Beykoz sakinleri arasına girmiştir. Ahmet Mithat Efendi, sahibi  olduğu Tercüman-ı Ahval  gazetesini bıraktıktan sonra, Beykoz'da ki bu yalıyı satın almıştır. Felatun bey Rakım Efendi gibi meşhur olmuş eserlerinde çarpık modernleşmenin ürettiği olumsuz figürler üzerinde duran, dengeli modernleşmenin gerektiğini savunan ve temelde Osmanlı insanı ile modern insan arasında bir tip oluşması gerektiğini öne süren Ahmet Mithat Efendi, Boğaz'ı süsleyen yalıları ile meşhur Beykoz'a gelip, burada bir çiftlik kurmuştur. Ahmet Mithat Efendi bu çiftlikte, Avrupa'dan getirttiği kuluçka makinesi ile modern anlamda tavukçuluk  yapmaya başlamış ve meşhur sırmakeş sularını satın alarak İstanbul’a su satmıştır.

Halk arasında kırmızı yalı olarak da bilinen bu yapıyı Ahmet Mithat Efendi, 1894 yılında satın almıştır. Birçok tarihsel konuşmaya tanıklık eden bu yalı, birçok resterasyondan geçerek günümüze kadar gelmiştir. Hâlihazırda bu yalıda Ahmet Mithat Efendi'nin torunu, Dr. Aydın Uluyazman oturmaktadır. Yalı, Ahmet Mithat Efendi yalısı olarak adlandırılmakta ve bembeyaz silueti, tarifsiz ihtişamı ve heybetiyle gözlere hitap etmektedir.