Beykoz'un tarih içinde, doğal özellikleriyle ilgi çekici bir kimlik taşıdığını biliyoruz.

Bu doğal özellikler nelerdi?
Herhalde, Boğaziçi'nde az rastlanan genişlikte düzlükler ve akarsular...

İşte bu doğal özellikler, Beykoz'a zaman içinde bir yandan ünlü bir mesire yeri olarak, diğer yandan da o günlerin sanayi kuruluşlarının yer alabileceği ideal bir alan olarak ün kazandırmıştı.

İşte o yüzden, İstanbul hakkında yazı yazanların hemen hemen tamamı, Beykoz'u da bu yönleriyle tanıtmışlardır.

Meselâ, bir örnek olmak üzere 1673 yılında yazılmış olan bir günlükten, Beykoz ve çevresini izleyelim (32).

26 Temmuz Çarşamba
Galata ve Beyoğlu'nda başlayan hastalık sahasından uzaklaşmak üzere Büyükelçi, Fransa sarayını terk ederek Karadeniz Boğazında oturmaya gitti... Büyükelçi akşama doğru Asya cihetinde İncirliköy denen bir yerde seyranda bulundu. Burada, banisi İmparator Süleyman'ın hayli garip bir kaprisi neticesi, arada boşluklar olmak üzere üçer üçer üst üste konmuş sütunlar üzerinde olarak denizin içinde kurulmuş güzel bir köşk vardı. Köşk dışından ve içinden gayet güzel çiniler ile kaplıdır ve eskiliğinden dolayı bu çiniler birçok yerden düşmüş bulunmaktadır. Duvarlar bazı yer­lerde mermer ve somaki parçalarıyla örtülüdür. Pencerelerin kapaklan Acem işi küçük çehrelerle serpili olup bunlar yeni iken pek güzel idiler. Bu imparatorun yatarken kullandığı ipek örtüleri de gösterdiler. Mermer, granit ve somaki sütunlara istinat eden bir dehliz bu köşke daha latif bir manzara veriyordu. Köşkün bekçisi olan bir bostancı, ekselansa bahçede misk kokusu neşreden bir ağaç gösterdi. Bu ağacın kabuğu meşe ise de yaprağı müselles şeklindeydi.

30 Temmuz Pazar
Büyükelçi sabahleyin erkenden Asya kıyısında İncirliköy'ün üzerinde olup Hünkâr İskelesi denilen bir mevkie gitti. Burası gayet latif bir yerdir ve oldukça dar bir ovada gölgeleri insanı dinlenmeye davet eden meşe ağaçları, çınarlar, serviler, dişbudak ağaçları, ıhlamur ağaçlan, karaağaçlar ve daha başka ağaçlar görülür. İri ve geniş dallı bir ıhlamur ağacının yakınında ve gayet güzel bir çayır, nihayetinde ise bir çeşmeden kol kalınlığında bir su aktığı görülüyordu.

1 Ağustos Salı
Akşamın beşine doğru Ekselans Hünkâr İskelesine gitti ve teferrüçte bulunduğu sırada bu mevkiin muhafızı olan bostancı, Tokat ve Beykoz denen bir sarayda istirahat etmeye kendisini davet etti. Vakit geç olmakla birlikte, Ekselans gezinmekte devam ede ede oraya kadar gitmeyi ihmal etmedi. Burası iskeleden üç çeyrek saat mesafede bir yerdir. Oraya müte­madiyen aynı düzlüğü muhafaza eden ve iki tarafında tepe ve dağlar bulunan bir vadiden gidilir... Köşkün yeri vadinin nihayetinde, kendisine daimi bir gölge temin eden sayısız ağaç ortasındadır. Burada bulunan muh­telif nevide ağaçlar arasında da Hindistan'ın bir kestane ağacı vardır ki, pek nadir bir ağaç sayılabilir. Üç adamın güçlükle sarabileceği kökünden dört büyük dal ve bu dallardan daima başka dallar çıkmaktadır. Ve gayetle yüksek olan zirvelerine kadar bu dallar yapraklarla o derece doludurlar ki, üstteki dalları gözün görmesine imkân yoktur. Padişaha ait olmakla beraber, bina ne güzel ne de haşmetlidir. Ziyaretimizde kapalı bulunan oldukça ufak bir odası ve ona bitişik olup öbür taraflan açık bulunan ve Türklerce köşk denilen büyük bir salonu mevcuttur. Bu salonun ortasında havuzu mermerden olan bir çeşme bulunup on altı muhtelif musluktan su vermekte ve her musluktan başparmaktan kalın bir su gelmektedir. Bu sarayın muhafızı olan bostancı, çeşmenin ortasından bir su çıkarttı ki, yerdeki tahta leğene benzer şeyin içinden onbeş metre yükseğe kadar fışkırıyordu. Bu noktaya gelindikte, eğlenmeye gelmiş Türklerden mürekkep bir gruba rastlanıldı... (33).

2 Ağustos Çarşamba
Büyükelçi bir gün evvel gidip gezindiği yerde yemek yemek istediğin­den, güneş doğmadan önce mutfak eşyasıyla adamlarını geçirtti ve bizzat Hünkâr İskelesine gelince bostancının tedarik ettiği bir beygiri orada ha­zır buldu. Tokat'a vardığı zaman, buranın güzelliğini dünden çok iyi mü-şahade etti ve bââhusus ağaçların çokluğuna ve iriliklerine hayran kaldı. Bu esnada adamlarının büyük bir kısmı da, civarda av imkânı olup olma­dığını anlamak üzere etrafı tetkik ediyorlardı. Bostancılar etrafta yaban domuzu mevcut olup bu hayvanların bahçeleri için çok zararlı olduklarını söylediler. Saray kâhyası Ekselansa köşkü gösterdi ki, orada da, bütün diğer kasırlarda olduğu gibi, uzun zamandan beri kullanılmadıkları için bozulan ve çürüyen birçok şilteler ve yastıklar mevcut bulunuyordu (24).

18. Yüzyıl hakkında bilgi sağlayan kaynaklarda bu yörenin özellik­lerinin hemen hemen hiç değişmeden süregeldiği gözlenilmektedir. Ancak bu düzeni korumak için pek çok önlem alınmış olduğu da anlaşılıyor: ... O devirde İncirköyü, Sultaniye, Beykoz, Yalıköyü, Umuryeri, Akbaba, Dereseki tarafları avlık yerlerdi. Buralarda «Efrenç taifesinin» (yabanc­ların) avlanması memnuydu. «Bazan Frenk kefereleri beş altı zağar ile varub ekseri bağlık bahçelerde ve Tokat bahçesinde ve ahalinin bağ ve bahçelerinde gezüb ve avlanub ve ol takrib ile havlilerini söküb ve bağ ve bağçelerini harab ve gadri küllî eyledikleri» haber verilir, Bostancıbaşı marifetiyle bunlar da menedilirdi...