Ağababa romanı Beykoz Akbaba köyünde gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkılarak yazılmıştır.
Romanın içinde geçen isimlerin Akbabalı olanların tamamı gerçek kişilerdir, doğaldır ki bir kısmı konunun içinde olmadığı için adları anılmamıştır. Ancak roman çerçevesi içinde Akbaba’nın da tarihi anlatılmıştır. Köyün tarihi anlatılırken konuda geçmeyenleri hiç anmamış olmamak için alfabetik sıraya göre 1960'lı yıllara kadar yaşayanlar hakkında kısa bilgileri vermek istedim. M. Osman AKBAŞAK

 

ABDURRAHMAN AĞA: Bahçıvan, Boşnak, Abdurrahman olarak tanınırdı. Sülükhane ile fidanlık arasındaki büyük arazinin sahibi sebzecilik ve süt inekçiliği yapar. Ailede olan bir hastalık nedeniyle önce eşi, birkaç sene sonra da 20 yaşındaki kızı Ayşe, onun arkasından da henüz doktor çıkmış olan oğlu Doktor Osman vefat ettiler. Bu acılarla birkaç sene yaşayabilen Abdurrahman Ağa da vefat etti. Geride bıraktığı küçük kızı Sabiha da babasın­dan bir müddet sonra vefat etti.

BAKKAL AHMET EFENDİ (BİLGİN): Köyün en zenginle­rinden Hacı Tahir Ağa’nın torunu, Bakkal Ömer Ağa’nın oğlu, Ömer ağa Kurtuluş Savaşı'nda Ağababa’nın Gökkaya'ya getirdiği kişilerin erzaklarını aldığı bakkal. Halkalı Ziraat Mektebi mezu­nu, Ama bakkallık yapıyor.

AHMAT AGA (TEMEL): Hacı Alibey Çiftliği'nde korucu. Daha sonra bağ bahçe işleri yapıyor. Hatçe Hanım'la evli. Çocukları İsmail, Yusuf, Nigar.

ALİ ATİK: Köy halkı onu Atikali diye tanır 93 Muhacirleri di­ye bildiğimiz kafilede babası Salim Ağa ile genç yaşında Akbaba'ya gelip buraya yerleşti. Önceleri orman ve tarla işlerinde çalıştı. Köyden Fatiye Hanım'la evlendi. Daha sonrada Beykoz'daki kundura fabrikasına girdi oradan emekli oldu. Birkaç devre Köy İhtiyar Heyeti azalığı yaptı. Şükrü, Arif, Şükran ve Fevzi'nin babası, 1970 Yılında Akbaba'da vefat etti.

BASTONCU ALİ USTA: Akbaba'nın o dönem önde gelen sektörlerinden baston sanatında çığır açanlardan. Muhtar Hüsamettin Yalova'da Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a incir ve Ali U­ta'nın yaptığı DP armalı bastonu götürdüğünde, tarafsız Cumhurbaşkanı'nın bu bastonu elinden düşürmemesi Türk siyasi tarihinin büyük tartışmalarından birine neden olmuştu.

BAHRİ ÖZTÜRK: Bahriye Yüzbaşısı Sait Beyi oğlu. Emirgân Ortaokulu mezunu. PTT ve kundura Fabrikasında memurluk yaptı. Rana Hanım'la evli, Tayfun, Ceyhun, Ersun'un babaları.

BEKİR SITKI PEKKİP: 1908 yılında Erzincan ili eski adı Eğin iken İstiklal savaşında Atatürk'e "Arkandayız paşam " diyerek telgraf çeken ve o tarihlerde orduya önemli bir maddi yardımda bulunan ve 1926 yılında Atatürk'ün emri ve Bakanlar kurulu kararı ile adı KEMALİYE olarak değiştirilen ilçede dünyaya gelmiştir. İstanbul'da sarraflık yapan Ali Rıza Efendi ile (Nur Hanım) Hanife hanımın dördüncü çocuğudur. 1,5 yaşında iken babası vefat etmiştir.

Çok genç yaşta dört çocukla yalnız kalan annesi çocuklarını yetiştirmek için büyük fedakârlıklara katlanmış. 1. Cihan Har­bi'nin tüm sıkıntılarına göğüs germiş, kendisinden habersiz büyük oğlu Mehmet Hakkı 16, diğer oğlu 14 yaşında Ömer Faruk'un gönüllü olarak orduya katılmaları ile o tarihte 8 yaşındaki kızı Lütfiye ile 4 yaşındaki Bekir Sıtkı'yı yanına alıp katırlarla Gi­resun'a oradan da gemi ile İstanbul'a gelmiştir. Beykoz'da orduya ait fırını işletmekle olan kardeşi Ali Efendi ile birlikte kiraladıkları Beykoz Ali Bey Sokak'ta kiraladıkları evde oturmuşlardır.

İlkokula Beykoz'da başlayan Bekir Sıtkı, ömrü boyunca rahmet ve saygı ile andığı Hoca Hasan Efendi'nin öğrencisi olmuş, komşuları Mareşal Fevzi Çakmak'ın kızları ile arkadaşlık etmiştir. İlkokulu bitirdikten sonra yetim bir çocuk olduğu ve annesinin imkânları da yetişmediğinden öğrenimine devam edememiş, asker olana kadar ağabeyi Ömer Faruk ile birlikte Beykoz'daki kasap dükkânında çalışmıştır.

Askerden sonra 1935 yılında Kemaliyeli Yüzbaşı Süleyman Sırrı Efendi'nin kızı Fatma Seher ile evlenmiş, bir tanesi bir trafik kazası sonucu çocuk yaşta vefat eden beş çocuğu dünyaya gel­miştir. Çok müşfik bir baba, iyi bir aile reisi olan Bekir Sıtkı ölünceye kadar tüm çocuklarına "Ben yetim büyüdüm. Hayatım boyunca çalıştım az kazandım az yedirdim, çok kazandım çok yedirdim. Ancak sizlere haram yedirmedim. Asla harama başvurmayın. Sizlere babalık hakkımı helal etmem" diyerek nasihat e­miş. 10 Eylül 1980 tarihinde de tertemiz bir şekilde Kelime”i şahadet getirerek vefat etmiştir.

Gerçek bir din adamı, Atatürkçü, millî duygularla dolu İstiklal madalyası sahibi Mükerrem Efendi'nin de dostuydu. Akbaba'da yıllarca bakkallık ve kasaplık yapan Bekir Sıtkı, rahmetli ve saygıdeğer köy muhtarı Celalettin Özkönü, Ragıp Yamaç ve Hüsamettin Yılmaz ile birlikte başta Mükerrem Efendi olmak üzere Akbaba köyünün gelişimi için çaba sarf etmişlerdir.

A. BESİM AKTÜRK: Namı diğer Muallim Bey, kılığı kıyafeti, hâli tavrı ve idealleriyle her zaman inanmış, örnek, aydın bir "Cumhuriyetçi"ydi. Kısa zamanda köyde yapılan törenlerde "protokol"ün vazgeçilmez ismi olmuştu. 1925'te başladığı görevi boyunca yaklaşık otuz yılda yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Eşi Hüsniye Hanım'dı, çocukları Mehmet, Ayşe ve Murat'ı okuttu Ayşe öğretmen oldu. Yıllar sonra "Başöğretmen"liği kızı Ayşe'ye devretti. Oldukça uzun ömrünün çok büyük kısmını Akbaba'da geçirdi. Kabri Akbaba Sultan mezarlığındadır.

CAHİT ŞEN: Polis Cahit, Beykoz Kulübü'nde oynarken, Beykoz'da oturan bir emniyet amirinin görmesiyle Emniyetspor'a ve polisliğe alındı. Çeşitli birimlerin yanı sıra başta Beykoz olmak üzere kimi yerlerde "emniyet istihbaratçı" olarak çalıştı. Çok genç yaşta, yapılan bir haksızlığı kabullenemeyerek istifa etti. Çok yakın bir zaman önce 94 yaşında vefat etti. Müşerref Hanım'la evli, Yalçın, Gülçin ve Nurçin'in babaları.

KÖSELERİN CEMAL AĞA: Akbaba'nın önde gelen ailelerinden Köse Salih Ağa'nın oğlu. Köyün üst başında mezarlığın karşısında ve mezarlığın arkasında Sülükhane'nin kireçlik tarafı­na doğru arazileri ve ormanları vardı. Sebze, orman ve hayvancılık yapardı. Eşi Perüze Hanım, çocuklar Hasan, Hüseyin, Süleyman ve Rasime. Bugünkü Onar Ailelerinin dedeleri 1926'da vefat etti.

CEMAL GÜREL: Kaptan Amca, alaylı kaptan, Kastamonu, İnebolu kökenli, 1947 yılında köye yerleşti. Kaptanlığının yanı sıra meyve ağacı ve çiçek yetiştirme becerisi yüksek, son derece iyi huylu, babacan bir insandır. O zamanlar bahçesine bir havuz yaptırmıştı. Yazın bütün çocuklara açık olan bu havuzda, birçok çocuk yüzme öğrenmiştir. Ayşe Hanım'la evliydi. Çocukları Müzeyyen, Osman, Muammer, Mehmet.

EDİB BEY - TİNA HANIM: Edib Bey köyün damatlarından Nazım Bey'in akrabası ve Emirgânlı.

Altmışlı yılların ortalarında, Akbaba durağının en renkli olduğu zaman, sabah altı buçuk sıralarıydı. O saatteki ot­büsün yolcuları yediden yetmiş yediye işe, okula veya "köprü vapuruna" gidenler olurdu. Sabah mahmurluğundakiler, afyonu patlamamı­lar, akşamdan kalmalar. Karşılıklı laf atmalar, şakalar gırla giderdi. Biz "tıfıllar" can kulağıyla sıramızın geleceği günler için "birikim" yapmaya çalışırdık. Sadece durağın değil köyün de en renkli kişilerinden biri Edib Bey'di. Eşi, altta ayrıca zikredeceğim, "Tina Abla'mızın" jilet gibi ütülediği kıyafetleri, fötr şapkası, çantasıyla tığ gibi, her zaman son derece şık, kibar, nüktedan tam bir İstanbul beyefendisi. Davit Niven aristokratlığıyla, Sadri Alışık halk adamlığının sentezi. Bir sabah durak yerinde "Edip Bey, Saat kaç?" diye soranlara saatine bakıp, "Yedi" der. 'Yedi mi? yoksa beş mi geçiyor?" diyenlere, "Türkiye'de o kadar doğru saate ne lüzum var? Otobüs vaktinde gelmez, vapur vaktinde kalkmaz, tren vaktinde hareket etmez. Yedi olsa ne olacak? Beş geçse ne olacak?" diye yanıt verir.

Tina Abla isminden de anlaşılacağı gibi "azınlık" mensubu olmasına rağmen tamamen bizden bildiğimiz bir Akbabalıydı. Düğün, dernek, hastalık, ölüm her şeyde vardı. Farklı inanışına rağmen başını örtüp mevlitlere, Ramazanda teravih namazlarına katılan, asla "öteki" olarak görmediğimiz, görmeyi aklımızın ucundan geçirmediğimiz "Ablamızdı". O mu çok iyi uyum sağlamıştı, Akbabalılar mı çok hoşgörülüydü, bilinmez. Galiba her ikisiydi. Edib Bey'in ölümünden sonra Tina "Abla" Yeniköy'de ki bir kilise meşrutasına sığındı ve orada öldü. Allah gani gani rahmet eylesin.

HASAN ÇAVUŞ (TEMEL): Muhacir Mehmet Ağa'nın oğlu Hasan askerliğe gönüllü başvurmuş, ilk olarak Kerkük tarafına, sonra Yemen'e gönderilmiş. Uzun süre haber alınamamış, kaybolduğu düşünülmüş. Günün birinde köye döndüğünde bayram yapmış anacığı Emine Hanım. Kısa sürede eski gücüne kavuşmuş. Sağlığına da kavuşunca yerinde duramaz olmuş, yeniden koşmuş askerlik şubesine, bu kez Kurtuluş savaşına katılmış. Savaş bitince Akbaba'ya dönmüş. Öyküsünün tamamı "Hasan Çavuş'un hikâyesi" bölümünde var. Köyün ilk kasabı, Zehra Hanım'la evliliğinden çocukları Ayşe ve Türkan'dır. Zehra Hanım hastalanıp ölünce kardeşi Sülüye Hanım'la evlendi, Nurten ve Celal doğdu. Köyde hâlâ kasaplık yapan Bülent'in dedesidir. Köyün avcılarındandı. Kendi sürüsünden dere kenarında haftada bir koyun keser, onun da ancak yarısı satılır, geri kalanını evine götürürdü.

FAYTONCU HASAN (YETİM): Beykoz'un faytonu, koşumları, atları en "havalı" faytoncusu, Heybetli görünüşlü, İki kere evlendi, iki hanımının da adı Melek'ti.

HAYDAR TINAZ: Ahmet Ağa'nın oğlu, Mustafa Efendi'nin kardeşi. Lise mezunu. Bir zamanların en seçkin en "girilebilinemez" kulübü; Büyük Anadolu Kulübü'nün İdare Müdürü. Cumhurbaşkanları, başbakanlar, çok üst düzey siyasiler, en kalantor iş adamları, en tanınmış gazeteciler, yüksek bürokratlar, Prof. düzeyinde akademisyenlerden başka kimsenin kapısının önünden bile geçemediği bu kulübün İdare Müdürü'ydü.

Anadolu Kulübü'nün kışlık ve yazlık tesisleri vardı. Haydar Bey burada çalışanları, daha sonra İstanbul'a dolacak olan "birçok kentlilere" ilham verecek şekilde "Akbabalılardan" seçerdi. Kadrolu veya sezonluk, özellikle Büyükada'daki yazlık tesise sezonluk olarak, gençleri toplar götürürdü. Giden gitmeyen bütün "Akbabalıların" unutmaması gereken bir vefa örneğidir.

Büyükada'daki tesiste yüzme havuzunun yanı sıra tenis kortu da vardı. O kortta zamanın ünlü tenisçisi Romen Nastase gibi yıldızların katıldığı turnuvalar düzenlenmekteydi. Haydar Bey'in oğlu "Adalı Mehmet" de (Prof. Mehmet Tınaz) o turnuvalara katılırdı.

Vefalı köylümüz Haydar Bey çok kişinin elinden tutmuş örnek bir Akbabalı, Akbaba da bundan kırk yıl önce millî tenisçi çıkarmış örnek bir köydür
.
Haydar Bey 30 Nisan 2010'da Akbaba'da vefat etti. Necla Hanım'la evli olup Tülin ve Mehmet'in (Prof. TED Başkanı) babaları.

HÜSEYİN GÜRSES: Romanyalı Hüseyin diye bilinir. O zamanlar köyün en son evinde otururlardı. Delikanlı yaşlarında gelmiş, bir süre bahçe işlerinde çalışmış. Köyden Nazire Hanım'la evlenmiş. Bir süre Mükerrem Efendi'nin izniyle tekke evinde oturmuşlar. Daha sonra ev ve arazi almış. Bir yandan Deri Kundura da işçi olarak çalışırken, diğer yandan bahçıvanlık ve hayvancılık yapmıştı. Akbaba gibi kışın sebze yetiştirmenin çok zor olduğu bir yerde neredeyse imkânsızı başararak en iyi sebzeleri yetiştirmişti. Birkaç kıvırcık, bir miktar taze soğandan oluşan demetleri uzun bir çubuğa dizer satardı. O kıvırcık ve soğanlardan yapılan salatanın lezzeti çok ünlüydü.

Çocuklarının hepsini o günün şartlarına rağmen okutmuştur. Oğlu Tacettin lise, kızı Refahat hemşirelik, Samahat ise köyün ilk üniversite okuyanlarındandır. Eşi Nazire Hanım temizlik ve özellikle titizliğiyle bilinirdi.

İBRAHİM TEMEL: İbram Ağa. Köyün korucusu. Bağ bahçe, dağ işleri yaptı. Avcı. Nazmiye Hanım'la evli, Çocukları Kıymet, Nimet, Sahvet, Emine, Mehmet (Sivri).

İHSAN BERKSU (Arap İhsan) : Belki de, Beykoz ve köylerinde, en tanınan Akbabalıdır. Aslında İstanbullu bir aileden olmasına rağmen, babasının memuriyeti nedeniyle Trablus da doğdu. İlkokulu orada okuması nedeniyle iyi Arapça öğrendi. Babasının memuriyet görevinden emekli olması üzerine İstanbul'a döndüler. Ünlü Yavuz zırhlısında askerliğini tamamlayan "Arap İhsan", askerlik sonrası ticarete başladı. O zamanlar dutlarıyla ünlü Mecidiyeköy'den aldığı dutları satmak için Akbaba'ya gidip gelmeye başladı. Bu gidiş gelişler sırasında Sülükhane’yle Şifasuyu arasındaki, Refik Bey'in tarlalarını kiraladı. Tarlaları ekip biçecek birilerini ararken, Yalıköy de Rıfat kâhya ile Romanyalı Hüseyin Ağa ile karşılaşıp, anlaştı. Sonrasında, anne tarafından Çömlekçi Ali Ağa'nın, baba tarafından Batumlu Mustafa Ağa'nın torunu Sabire Hanımla evlendi. Bu evlilikten olan on çocuktan yedisi halen hayattadır.

Bir özelliği de nefesinin kuvvetiydi. Gerek insanlar, gerek hayvanlarda ortaya çıkan bazı rahatsızlıkları “siğil, mantar” yanı sıra, ruhsal sıkıntısı olanları bile, okuyarak iyileştirdiği hala söylenir.

Çok renkli bir insan olan "Arap İhsan", ticarette ne kadar sıkıysa, özel de o kadar eli açık, cömert, sofrası geniş bir Akbabalıydı. Ardında geniş bir aile ve hâlâ anlatılan anılar bıraktı.

İHSAN EREL: Sadi Bey'in kardeşi. Köye ilk araba olan "kaptıkaçtı"nın sahibi, dolmuş da çalıştırıyor. Bildiğimiz kadarıyla bekâr. Bir zamanlar Akbaba fırınında pişiricilik de yaptığı için, Fırıncı İhsan Efendi diye de bilinir.

MAHMUT ÇAVUŞ: Köyün eskilerinden ve sayılan insanlarından biri. Fatma Hanım'la evli, oğulları Ahmet ve Mehmet Ağa­baba'nın mücadele arkadaşı idi. Küçük oğlu Abdi ise Zeliha ile ni­şanlı iken bir top mermisinin şarapneliyle şehit oldu.

MEHMET KORAY: Kepekçi Mehmet Efendi olarak bilinir. Asıl işi "pişiricilik". Akbaba fırınının yanı sıra Kavak fırınında da çalışmış. Daha sonra yemcilik işine girmiş. (Kepekçi adı oradan geliyor.) Köyün girişinde ki, hâlâ aynı ailenin kullandığı, değişik ve gösterişli evin sahibidir. Sadi/İhsan Erel'in kız kardeşleri Cemile Hanım'la evli. Necdet ve hepsi ebe/hemşire olan Nedret, Nükhet, Necla'nın babaları

MUSTAFA TINAZ: Ahmet Ağa'nın oğlu, bağ bahçe, çiçek, mandıra, özel orman işleri yapıyor. Eşi Refiye Hanım, Ahmet ve Perihan'ın babası. Perihan Akbaba'nın simge isimlerinden Arap İhsan'ın Pala Mehmet'le evlidir.

EBE NEZAHAT HANIM: Pamuk Osman Ağa'nın kızı. Akbabalı. Hemşirelik mezunu. Eşi Beykoz Nüfus Müdürü Ali Bey (Ataman). Köyde birçok çocuğun ebesi, Her ikisi de üniversite mezunu olan kızları Gül ve Yaprak, Yaprak Karlıdağ'ın içinde Akbaba öyküleri de olan "Ruhun Sevgi Çağına Yolculuğu" adlı bir kitabı var

RAİF AĞA: Babası Mustafa Ağa ile birlikte Batum'dan gelip, Akbaba'ya yerleştiler. Raif Ağa köyün ileri gelen ailelerinden Çömlekçi Ali Ağa'nın kızı Emine Hanım'la evlendi. Bugünkü ilkokul Total'ın karşısındaki araziyi satın alarak orada bahçe işleri yaptı. Daha sonra sebze haline giden büyük sebze küfeleri yapmaya başladı. O işin rakipsiz ustasıydı. Tahsin ve Sabire'nin babaları Tezcan ve Berksu ailelerinin dedeleri.

RAKİP YAMAÇ: Rakip Bey, Rüştiye mezunu, Paşabahçe Tekel Fabrikası'nda şef, Yegâne Hanımla evli. Çocukları Suat, Halit, Erhan, Ayhan, Otobay. Ne yazık ki erkek çocuklarının hepsi çok genç yaşta, nerdeyse peş peşe hayata veda etmişti.

RIFAT ÜRER: Köyün belki de en eski ailesinden. Dedesi Kahveci Rıza, Babası Hakkı Efendi. Fidanlıkta çalışıyor. Bağ bahçe işleri de yapıyor. Orta mahalledeki (eski) evinin altında bakkallık yaptı. Eşinin adı Refika. Feriha, Emine, Cemile ve Cemal'in babaları.

RIFAT ÖZÇELİK: Rıfat Kâhya; kısaca "Kâhya" diye bilinir, aslı Rize Kalkandere'dir. Genç yaşlarda Beykoz'a, oradan Akbaba'ya geldi. Önce başkalarının yanında rençperlik yaptı. Sonra çok uzun yıllar Sülükhane'den başlayıp ilaç fabrikasının olduğu yere kadar uzanan tarlaları ekip biçti. Bu işi o kadar uzun süre yaptı ki, tarlaların asıl sahibi başkası olduğu hâlde (Ahmet Efendi) o tarlalar "Kâhya'nın Tarlaları" olarak anılırdı. Ayrıca yıllarca baş azalık yaptı. Seyyare Hanım'la evli, Sultan, Hasan, Hüseyin, Yakup, Mehmet ve Resul'ün babaları

ÇÖMLEKÇİ RIZA EFENDİ: Çömlekçi Ali Ağa'nın oğlu, soyadı da Çömlekçi. Şimdi yerine başka bir ev yapılan, aralık denilen sokağın köşesindeki evin sahipleri. Alaettin, Selahattin ve Vildan'ın babaları.

SADIK AĞA: Bağ bahçe, orman, çift sürme işleri yaptı. Ağababa’nın yakın dostu. Hüsamettin, Faika, Abdi, Kâmil çocuklarıdır. Hüsamettin Ağababa’nın Kurtuluş Savaşı'nda yardımcılarındandı.

MÜEZZİN SAİM EFENDİ: Saim Sarıdemir, Mükerrem Efendi'nin çocuklarının "Efendi Amcaları". İstanbul'da Kantar­cılar Camii müezzini iken, Akbaba müezzini Hamdi Efendi ile becayişle Akbaba'ya geldi. Dinî eğitim almış, son derece becerikli bir sanatkârdır. Kestaneden bambu oturma takımı, marangozluk, lehimcilik, sepetçilik vs. yapabiliyor. Derenin içindeki çağlayanın üzerine yaptığı çarkın bir tarafında çarkı çeviriyormuş gibi hareket eden bir Arap, diğer yanında karşılıklı balyoz sallayan Hacivat-Karagöz. Makyaj ve kıyafetlerine varıncaya kadar kendi yapmış. Eşi Emine Hanım, kızları Hilmiye ve Mihriye.

ŞACAATTİN ÖZKÖNÜ (1326-2002): İbrahim Nurettin Bey'in diğer oğlu. İlkokulu Akbaba'da, Ortaokulu Erzincan Askerî Okulu'nda, liseyi Kuleli'de okudu. O zamanlar İstanbul' da olan Harp Okulu'nu bitirdi. İkinci Dünya Savaşı'nda Bulgar hu­dudunda teğmen olarak görev yaptı. İngiltere'de gerilla kursu, İzmir Narlıdere'de komando eğitimi aldı. Bu kursu en yüksek dereceyle bitirip, aynı yerde eğitim/öğretimci oldu. Daha sonra Eğridir Dağ Komando birliğinde sekiz sene öğretim kurulu başkanı olarak görev yaptı. Binbaşı olarak geldiği Eğridir'den Albay olarak Hozat Jandarma Er Eğitim Alay Komutanlığı'na gitti. Ardından Muş 227.Alay Komutanlığı (60-61), Bitlis Ask. Şb. Bşk. (62-63) ve son olarak İstanbul Fatih'teki Alemdar Ask. Şb. Başkanlığından emekli oldu. (1964) Özellikle askerî dönemlerde yönetimler tarafından kendisine yapılan köy muhtarlığı tekliflerinin hepsini "kesinlikle" reddetti.

Ama hiçbir zaman emekli hayatı yaşamadı. Köydeki arazilerinde modern ziraatçılık (elma bahçesi), tavukçuluk, balcılık yaptı. Profesyonel seviyede usta avcıdır, Makbule Hanım'la evli, Belgin, Yıldız, Nüveyre ve Yavuz'un babaları. (Şecaattin Özkönü hakkında ki bilgiler oğlu Yavuz Özkönü'den alınmıştır)

SELAHATTİN KAFKASDAĞ: Şifa suyundaki Necip Paşa ailesinden, Rüştiye mezunudur. Beykoz'da kepekçi mağazası olduğundan "Kepekçi Selahattin Bey" de denir. 1946'da Demokrat Parti Beykoz Teşkilatının kurucularındandır. 1950 Yerel seçimlerinde II Genel Meclisi üyesi ve II Daimî Meclisi üyesi olarak görev yaptı. Celal Bayar ve Adnan Menderes'in yakın arkadaşı olduğundan onları köye davet edip elektriğin gelmesini, şose olan Beykoz yolunun asfalt yapılmasını, Akbaba Canfeda Sultan Camisi'nin ahşap olan minaresinin kâgir olarak yapılmasını, caminin genel tamirini, mezarlık duvarlarının yapılmasını sağladı. Lütfü Bey'in kızı Sabiha ile evliydi. Çocuğu yoktur.

ŞEFİK EFENDİ: Emekli Bahriye Yüzbaşısı, Bir ara evinin altında bakkallık yaptı. Bahçe işleri ve çiçekçilik (reçellik okka gülü) ile de ilgilendi. Çocukları İsmail ve Ferhunde.

TAHSİN TEZCAN: Sadece Akbabalıların değil, özellikle çevre köylülerin unutmaması, köylerinde adını bir yerlere vererek yaşatması gereken "efsane" bir isim, Arabacı, dağdan odun, her türlü yükün yanı sıra Beykoz Kundura'da çalışanlara ilk "servisi" başlattı. Ayda bir liraya her sabah götürüp, akşam alırdı. Kışın etrafını tahtayla kapattığı arabasının üzerini brandayla örtüp, ortaya da bir mangal koyarak katır arabasını "konforlu servis" hâline getirdiği bilinir. Akbaba'da mezbaha açılınca çinko kaplı bir araba yapıp askeriyeye et çekti. Ama onu efsane yapan bu girişimciliğinden çok yıllarca yapacağı "ekmek nakli" işi oldu. Akbaba'da köyler fırını açılınca civar köylere ekmek nakletmek gerekiyordu. Arabasına yaptırdığı çok büyük küfelere doldurduğu ekmekleri hemen hemen her köye nakletti. Bir dönem Polonez köyde öğretmenlik yapmış olan Anadolufenerli Recep Erol'un anlattığına göre ta oraya kadar ekmek nakletti. Asıl nakliyatı ise Dereseki, özellikle Poyraz ve Anadolufeneri köylerine yaptı. Yazın kızgın sıcağında da kışın karında buzunda da. Hele kışın, ekmekleri doldurduğu küfelerin üzerini brandayla sıkı sıkı örter, kendisini sarıp sarmalar, yanında bir köpek, muhtemelen bir silah, dağları tepeleri aşarak, yolunu dört gözle bekleyenlere mis gibi ekmekleri ulaştırırdı. Bugün o köylerde oturan yaşı ellinin üzerindeki herkes Tahsin Tezcan'ın ekmeğiyle büyümüştür. Çok zor şartlarda çok çalıştı. Bu zorlu yaşantının bir sonucu olarak uzun bir rahatsızlık döneminden sonra "adı kaldı yadigâr." Emine Hanım'la evlendi, Kâzım, Nâzım, Ali, Hazım, Saim ve Saime'nin babalarıdır.