DAMADI
İBRAHİM BÜYÜKSAYAR'IN ANILARINDA KAYINBABASI MÜKERREM
YAVRUTÜRK
ZEKASI HAKKINDA
Eşim
Sadiye ile evlendiğimiz 1949 yılının bir gününde annem,
babam, ve biz Akbaba'ya yemeğe gitmiştik. Kızılcığın altında
oturuyorduk. Vakit öğlen namazından sonraydı. Babam eve
girdi. Birkaç dakika sonra oda kapısını omzuna almış,
kızılcığın altına geldi ve kapıyı ağaca dayadı. Tekrar
gitti, bir kapı daha sökmüş onu da getirdi. Tekrar gitti,
bir kapı daha sökmüş onu da getirdi. Ben bu manzarayı
gördüğümde hiçbir anlam veremedim. Tekrar içeri girdiğinde
dört adet sandık getirdi, her kapının altına iki sandık
koyarak bunları yemek masası haline getirdi ve üstlerine
beyaz çarşaf koyarak bir yemek masası meydana getirdi.
Bu beni çok duygulandırdı. Ben kendi adıma kapıları söküp
yemek masası yapacağım aklıma gelmezdi.
MERAKI
VE HAFIZASI HAKKINDA
1 Mayıs 1953 senesi sabaha karşı teyzen sancılanmaya başladı.
Bir gün evvelde babam, annem, Sadiye ve ben Anadolu Feneri'ne
gitmiştik. Orada çok yemek yedik. Ben teyzene "Çok
yemek yedin, ondan sancılanıyorsun!" dedim. Sonra
anlaşıldı ki çekilen sancı, doğum sancısıymış. Hemen köyün
ebesine koştular. Onu da yanımıza alarak, anneannen, Babam,
ebeanne ve eşimle beraber arabama bindik. O zaman Tekkede
oturuyorduk, ve arabayı da yeni almıştım. Ben marşa basıp
hareket ettiğimiz o heyecanlı anda Babam hemen saatine
bakmış, ve Zeynep Kâmil Hastanesi'ne geldiğimizde babam
bana sordu: "Akbaba'dan buraya kaç dakikada geldik
biliyor musun?" dedi. Ben "bilmiyorum"
dedim. O heyecanla saate bakmak aklıma bile gelmedi, ve
kendileri bana 20 dakikada hastanenin kapısına geldiğimizi
söyledi. Bu heyecanda saate bakmak her ferdin harcı olmayacağını
zannediyorum.
Sabaha karşı ezan okunurken Orhan dünyaya geldi.
TARİHİ
BİLGİSİ HAKKINDA
Sofular'da otururken öğlen namazını kılmak için Aksaray'daki
Murat Paşa Camii'ne gitmemizi istedi. Camii avlusuna girdiğimizde
ağaçların birine asılmış şöyle bir yazı vardı: "Bu
caminin inşaatında Fatih Sultan Mehmet buradan nezaret
etmiştir." Levhayı görünce bana hitaben: "Bu
levhada yanlışlık var, çünkü Fatih Sultan Mehmet, Murat
Paşa ile aynı devirde yaşamamışlardır" dedi. Babamın
vefatından sonra bir ramazan teravih namazından sonra
camiden çıkarken cemaate caminin tarihçesi hakkında kitapçıklar
dağıtıyorlardı. Ben o kitabı okuduğumda rahmetli Babamın
"Bu levha yanlış! Dediğinin sırrını çözdüm. O camii
kuyucu Murat Paşa değil, Fatih Sultan Mehmet hazretlerinin
çok sevdiği vezirlerinden Murat Paşa'nın adına yaptırdığını
öğrendim.
KÖYLÜSÜNE
OLAN SEVGİSİ
Rahmetli
çay müptelası idi. Her yemekten sonra çok demli şekersiz
çay içerdi. Bunun yanında aşağı mahalledeki Akbaba'nın
tek kahvecisi Mahmut Efendi vardı. Sık sık evdeki çayını
içtikten sonra o kahveye çay içmeye giderdi. Kendisine
sordular: "Evde çay içiyorsun, birde kahveye çay
içmeye gidiyorsun! Bu nedir?" dediler. Verdiği cevap
çok enteresan : "Bu adamcağız bu köye kahve açmış,
bu kahveye ne İstanbul'dan ne Beykoz'dan müşteri gelmez.
Bunu köyde yaşatacak olan bizleriz. Ben gitmeyeyim, sen
gitme, bu köylü gitmesin. Bu adamcağız çocuğunu nasıl
geçindirecek?" dedi.
AHBAB
VE YAKINLARINA DÜŞKÜNLÜĞÜ
Ben
yeni bir motosiklet almıştım. Bana "Ömerli'ye gider
misin?" dedi. Ömerli'de gittiğimiz zat anneannenin
süt kardeşinin oğlu imiş. Yolda giderken normal bir süratle
bir ara yola döktükleri kuma daldık. Ve motosikleti yolun
bombesinden ortaya çekemedim. Çünkü motor kayıyordu. Her
iki tarafımız yol seviyesinde tarlaydı. Kendisine bağırdım.
"Baba bana tutun! Tarlaya gireceğim" dedim ve
tarlaya girdim. Bana sordu "Niye tarlaya girdin?
dedi. Kendisine izah ettim: Yola kum dökmüşler, motor
sağa doğru kumda kayıyordu, onun için tarlaya girdim"
dedim. Ve yine motora binerek Ömerli'ye gittik.
HERKESE İKRAM MERAKI
Bir
gün öğlen yemeğinden sonra bana: "İncir toplamaya
gider misin?" dedi. Bende "peki" dedim.
Sepet aldı, evden camiye çıkarken sağdaki incir ağacının
yanına gittik. Kendisi ağaca çıktı, aradan bir kaç dakika
geçti. Kırılan bir dal sesiyle takriben üç metre mesafe
vardı. Oradan aşağı düştü. Hemen eve koştum, haber verdim.
Ağacın altına geldik. Kendisini yatağına götürdük. Şu
anda evde kimler olduğunu hatırlamıyorum. Çok üzülmüştük.
Bir müddet sonra "Bana ne oldu? Ben niye yatıyorum?"
dedi. Ve sonra yavaş yavaş kendine geldi. Allah tarafından
hiçbir şey olmadı. Ve daha sonra incir ağacından düştüğünü
hatırladı.
OTORİTESİ
SAYESİNDE YARATTIĞI AHENK
Hiçbir
ailede olduğunu zannetmiyorum, namaz dönüşü her camiden
gelişte yemek sofrası sabah, öğle, akşam hazırdır. Ve
ben kendilerine damat olduğum müddet içinde, sofranın
hazır olmadığına rastlamadım. Bunun yanında yemekte bir
kişinin dahi eksik olduğunu görmedim. Bunun yanında ramazanda
her sahur yemeği taze pişmiş olarak sofraya gelirdi.
İNSAN
HAKLARINA SAYGISI VE DÜŞKÜNLÜĞÜ
Ailenin
emektar eşeği Mintek ölmüştü. Bunu caminin önündeki bir
araziye gömeceklerdi. Minteğin mezarı kazıldı. İş Minteği
oraya çekmekti. Rahmetli düşündü bitişik komşuları Muzaffer'in
atı ile Minteği oraya çekeceklerdi. Muzaffer'e söylediler,
memnuniyetle bu görevi yerine getirdi. Ancak bunun karşılığı
ücretini Muzaffer şiddetle almak istemedi. Bu sefer annemi
akşam yemekten sonra alarak Muzaffer'in evine gittiler.
Şu anda miktarını bilmediğim el emeğini Muzaffer'e kendisini
ikna ederek verdiler.
HAYAT ARKADAŞINA OLAN SAYGISI
Sofular'da
bize gelmişlerdi. Bana "Uçakla Bursa'ya gidelim mi?"
dedi. O zaman Yeşilköy Bursa arasında uçak seferleri vardı.
Bende sevindim, çünkü o zamana kadar uçağa binmemiştim.
Peki dedik ve gideceğimiz günü kararlaştırdık. Ne yazık
ki annem şiddetle bu yolculuğa karşı çıktı. Tabi bunun
sebebi uçak düşme korkusu idi. Ve anneannene hiç itiraz
etmedi ve bu uçak sevgisi de orada kapandı gitti.
VASİYETİ
Hayatta iken şöyle vasiyet etmişti. "Öldüğümde benim
ezanımı Dereseki'li Mahmut Efendi okusun! Halbuki bir
tane hafız damadı, iki tane oğlu olduğu halde Mahmut Efendiye
bu işi havale etmesi, kendisini çok sevdiğini gösteriyor.
Ancak, ikinci bir vasiyeti de ezanı okuduktan sonra Mahmut
Efendiye yevmiyesinin verilmesi. Bu hadise insan haklarından
ne kadar korktuğunun göstergesidir. Ve burada Mahmut Efendiye
yevmiye verilmek istendiği zaman şiddetle reddetmiş. Ancak
kendisine bu merhumun vasiyetidir deyince istemeyerek
kabul etmiştir.
AKREP
İLE KURBAĞA MİSALİ
Rahmetli
babamla yaptığım sohbetlerde kendisinden çok örnek alacağım
bilgiler edinmişimdir. Bunlardan en orijinali akreple
kurbağa hikayesidir. Akrep bir gün dereden karşıya geçecekmiş,
kurbağaya demiş ki: "Beni sırtına alıp karşıya geçirir
misin?" Kurbağa hayretle akrebe: "Nasıl olur?
Sonra sen beni sokarsın!" demiş. Akrep kurbağaya:
"Ben seni hiç sokar mıyım? Sonra ikimiz birden boğuluruz!"
bu söze kurbağa inanmış, akrebi sırtına alıp, derede yüzerek
karşıya geçmeye başlamış. Tam derenin ortasına geldiklerinde,
akrep:" Kurbağa kardeş, ben seni sokacağım"
demiş. "Aman! Yapma akrep kardeş, sonra boğuluruz!"
demiş. Akrep, kurbağaya: "Ne yapayım! Bu benim hilkatim,
sokmadan duramıyorum" demiş. Ve kurbağayı sokarak
ikisi de suya gömülüp gitmişler. İşte bu olay insan karakterlerini
gösteren temsili bir şeydir. Rahmetli bana daha anlatmış
olduğu birçok olayları hep böyle muhtelif misallerle anlatmıştır.
Ve bana demiştir ki: "İşte bazı insanlar da bu hayvanlar
gibi iyi veya kötü huylarından vazgeçemezler."