Kendisinden iki anı

Yaşlılığında bir cumhuriyet bayramı akşamı kendisini ziyarete gelen köy gençlerine, siz benim kapımın önünü bu kadar bayrakla donatmamı belki fazla buluyorsunuz ama hemen söyleyeyim ben bu bayrağın hasretini çok çektim, imkanım olsa bunun on katı daha bayrak asarım yine de onu seyretmeye doyamam der. Oysa bayrakların yapılış öyküsü de ilginçtir. O günlerde hazır bayrak temini hem zor hem de pahalıdır. Bu gün amerikan bezi dediğimiz beyaz sümerbank bezleri alınır, kök boyaları ile kırmızıya boyanır ve bayrak boyutunda kesilir. Bunların üzerine yine beyaz bezden ağaç pergelle kesilen hilal ve yıldızlar kırmızı bayrağın üzerine dikilirdi. Yokluk içinde geçen yıllardan birinde bayrak yapılırken Mükerrem efendinin eşi Hafize hanım beyaz bezlere bakarak, bunlardan ne güzel yastık kılıfı olur der. Mükerrem efendinin yanıtı sert olur. "Yastık kılıfı olmazsa olur, ben özellikle bayramlarda bayraksız yapamam."

Mükerrem efendi bir gün kızı ve damadını Fatih'te ziyarete gelir. Harbiye'de oturan Nimet hanım isimli dostlarına gitmek ister. Fatih - Harbiye tramvayına binerler, Harbiye'de inip biraz yürüyerek evlerine giderler. Ev kalabalıktır, ev sahibi ve konukların çoğu paşa akrabaları veya ileri gelenlerin yakınlarıdır. O zamanın İstanbul valisi olan Fahrettin Kerim Gökay'ın kendisi yada yakınları da konuklar arasındadır. Konu eskilerden açılır. Herkes paşababam şöyle yaptı, dedem böyle yaptı derken Mükerrem efendi kendinden hiç söz etmez. Damadı İbrahim bey bir ara bakar yakasında genellikle taşıdığı madalyası yok. Kulağına eğilip soracak olur, Mükerrem efendinin bakışından çekinip soramaz. Sonra evlerine dönerler, gece kalınır. Ertesi gün çarşıya çıkıldığında madalya yine göğsündedir. Konuşmadan sadece bakışlarla anlatır durumu, o madalya gösteriş yapmak için değil, onurla taşımak içindir.